İnsan davranışlarını anlamak için genellikle hayvanlar üzerine yapılmış araştırmaları incelemek çok faydalıdır. 27/12/2010 tarihli Huffington Post bloğunda son 10 yılın en çok satan 10 adet küçük medya kitabı hakkında, aşağıda alıntısı yapılan bir makale yayınlanmıştı:
“Birbirleri İçin Yaratılmışlar” adlı kitabın yazarı Meg Daley Olmert. İnsanlar ile köpekler arasında sadece binlerce yıllık bir geçmiş yoktur. Onlar arasındaki bağ aynı zamanda annelerin bebeklerini emzirirken ve insanların kendi köpeklerini severken ve hatta onlara sadece bakarken bile salgıladıkları bir hormon olan oksitosin ile de alakalıdır. Olmert, bu kitapta oksitosinin hipotalamusda nasıl üretildiğini ve arka hipofiz bezinde nasıl saklandığını keşfediyor. Bu aslında hayvan annelerle yavruları arasında bir bağ kurulması için çok gerekli. O, buradan yola çıkarak yeni doğan kurt yavrularının kendilerine bakacak mağara adamı sahipleri tarafından okşandıklarını ve bu okşamalar sayesinde sakinleştiklerini iddia ediyor. Sakinleşmemekte ısrar edenler, muhtemelen kendi kaderlerine terk edilmiş, ancak sakinleşenler günümüzdeki modern köpeklerin ataları olmuşlardı. Biz de onların tıpkı anne kurt tarafından yalanırken olduğu gibi insan sahipleri tarafından okşanırken salgıladıkları oksitosin hormonu sayesinde sakinleştiklerini ileri sürebiliriz. Olmert ayrıca köpeklerimizi severken onları yaklaşık dakikada 40 defa okşadığımızı da söylüyor. Bu aslında çeşitli hayvan anneler üzerinde yapılan araştırmalardan onların yavrularını bir dakikada kaç defa okşadıkları, yani yaladıkları hakkında tespit edilen frekansla aynı.
Bingo! Bunun yalamayla alakası yok. Bu sadece ilişkiyi güçlendirmekle ilgili. Olmert, bu araştırmayı insanları da kapsayacak şekilde hayvanlardaki bağlanma süreci etrafında tartışmak için sayfalar boyunca yazı yazar. California Üniversitesi San Diego Tıp Fakültesi’nin (UCSD) psikiyatri bölümünde yardımcı klinik profesörü olan Kai MacDonald tarafından yapılan bir araştırmada, oksitosinin kucaklaşmalar ve sevgi dolu fiziksel dokunuşlarla salgılandığı ve insani cinsel tepki döngüsünde önemli bir rol oynadığı yazılıyor. Onun belki de önemli duygusal uyarıcılar üzerinde önemli bir role sahip beyin bölümü olan amigdalın çalışma sistematiğini değiştirerek yüz ifadeleri aracılığıyla sosyal algılama ile ilişkili beyin sinyallerini değiştirdiği anlaşılıyor. Bu şekilde beyindeki oksitosin, insanların sosyal davranışlan açısından etkili bir araç olabilir. MacDonald, “İşte zaten bu yüzden oksitosine çoğunlukla ‘aşk hormunu' denilir” diyor. “Bununla beraber gözler insan ruhuna açılan birer penceredir. Aslında onlar duygusal beynimizin birer penceresidir. Oksitosin aracılığıyla kurulan göz temaslarının, sevgi, korku, güven ve endişe gibi her türlü hissin duygusal dışa vurumunda oldukça kritik olduklarını hepimiz biliriz.”~
Şayet eldeki bu veriler doğruysa o zaman yetişkin aile üyeleri arasındaki ilişkilerin, anne ile çocuk, ebeveynler ile çocuk ve kardeşler arası ilk yaşlarda kurulmuş bağlarla da ilişkisi var demektir. Kendilerine hizmet etmekten büyük zevk aldığım aile şirketi müşterilerimin kendi aralarındaki en mükemmel ilişkilerden bazıları hakkında kafa yorarım. Aile üyelerinin her karşılaştıklarında birbirlerini içtenlikle kucakladıklarını çok görmüşümdür. Her ne kadar çoğu insan yarım yamalak yapıyormuş görüntüsü verse de Türk kültüründe her iki yanaktan da öpme adeti vardır. Bir keresinde çocuklarıyla karşılaşan bir babanın onları kucakladığına ve enselerini sertçe kendisine doğru çektiğine ya da saçlarını karman çorman ettiğine şahit olmuştum. Bu muhtemelen çocuklar küçükken onları kucaklama tarzından kalma bir gelenekti. Örnek gösterdiğim bu ailelerde gerçekten bir sevgi ve destekleme kültürü vardı. Benim de çocuklarım her ne kadar yüzlerce kilometre uzakta yaşıyor olsalar da onlarla sık sık telefonla görüşürüm. Hemen hemen sohbetlerimizin tamamı birbirimize söylediğimiz sevgi sözcükleriyle biter.
Shawn Achor, en mutlu yüzde 10'luk kesimi diğerlerinden ayırt eden tek bir özelliğin olduğunu söyleyen ve “Çok Mutlu İnsanlar” gibi kendine çok yakışan bir başlığı olan bir araştırmadan bahsediyor. O özellik sosyal ilişkilerin güçlülüğünden ibaret. Şimdi gelin tüm bu verilere bir de Gallup'un dünyanın dört bir yanındaki
10 milyon çalışana size göre doğru mu değil mi diye sorduğu şu cümleye aldığı cevabın özetini de ekleyelim: “Benim yöneticim veya iş yerindeki herhangi biri bana bir insan olarak değer verir.” Alınan cevaplara göre doğru diyenlerin iş yerinde çok daha üretken, satışların artırılmasında çok daha katkı sağlayıcı ve şirkette uzun vadede kalmaya çok daha eğilimli oldukları ortaya çıkmış.
Tüm bu bilgileri tek bir paket içinde birleştirdiğimizde, aile şirketlerinde “sosyal yatırımın” hem başarı hem tatmin seviyesi açısından oldukça kritik bir faktör olduğu net bir şekilde anlaşılıyor. Bir sonraki köşe yazısında bu konu üzerinde daha çok durulacak.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?