Yoldan çıkmış kapitalizm

Kapitalizmin başı bugün birtakım aşırılıklarla dertte. Onu tekrar rayına sokmak için "denetimsizlik etkilerinin" dizginlenmesi gerekiyor.

1.03.2012 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Yoldan çıkmış kapitalizm
Zengin ülkelerde görüldüğü üzere kapitalizm aslında son derece parlak iki fikrin suyunu çıkarmıştır. Bunlardan birincisi, değer yaratmanın ölçümlerinden biri olan sermayenin getirisidir (ROE). İkincisi ise aslında büyüme ve inovasyonu desteklemesi gerektiği halde bugün yerlerde sürünen rekabet kavramıdır Bu her iki fikir de Jeremy Bentham'ın "büyük sayılar için en büyük fayda" olarak nitelendirdiği üzere kaynakların üretime nasıl tahsis edileceği gibisinden can sıkıcı bir soruna etkili çözümler bularak işe başlamışlardı. Gelişmiş ekonomiler yüzyıllar boyunca bu yaklaşıma sıkı sıkıya bağlı kalmış, oysa burada sorunun kendisi değişmişti. Bu uyumsuzluk ise bugün pek çok insanın kapitalizmin iflasını ilan etmesine neden olan bir acil durumu ortaya çıkarmıştır. Sistemin tamamı sadece finansal kriz yüzünden değil ama aynı zamanda kalıtımsal olarak işe yaramamakla suçlanmıştır Bu doğru değildir. Genel anlamıyla özel mülkiyetin ve kaynakların piyasalar tarafından tahsis edildiğini söyleyen kapitalizm, bugün toplumun refahının artırılmasında ve yaşam kalitesinin iyileştirilmesinde halen en güçlü, en esnek ve en sağlam sistem olarak durmaktadır. Ancak onun yolundan sapmaması, bu sistemdeki girişimcilerden düzenleyicilere ve yatırımcılara kadar herkesin, hepimizin onun rehberlik yapan öncelikleri hakkında yeniden düşünebilme yeteneğimize bağlıdır. Kapitalizm avukatlarının bugün elbirliğiyle alelacele ROE ve rekabet hakkındaki arayışları sonuçlandırması gerekmektedir ve bu süreç onların aslında ne olduklarını doğru bir şekilde algılamakla mümkündür. Onlar şu anda kontrol dışıdır.

Ana fikir
Çoğumuzun farkında olduğu üzere kapitalizmin başı bugün birtakım aşırılıklarla dertte. Onu tekrar rayına sokmak için "denetimsizlik etkilerinin" dizginlenmesi gerekiyor.
Evrimci biyolojide bir kontrolsüzlüğün klasik örneği tavus kuşunun kuyruğudur: Dişilerin cinsel tercihi süslü ve gösterişli tüyler olduğundan, bu kuyruk kendilerini yırtıcılar için kolay bir av yapmasına rağmen büyümesini sürdürmekte ve bu türün sürdürülebilirliğini tehlikeye atmaktadır. Kapitalizmde bunun eşdeğeri ise takıntılı bir şekilde sermayenin getirisinin peşinden koşmak ve rekabeti korumakta ısrarcı olmaktır. Bunların her ikisi de sağlıklı bir ticaret için başlangıçta önemli değerlerdi. Ancak koşullar artık bu değerlerin bizim önceliklerimizi yanlış yönlendirmelerine neden olacak kadar değişmiş durumda. Kapitalizmin elinde günümüz şartlarına çok daha uygun yeni kurallara sahip gelişmekte olan ekonomilerin yeşil çayırlarında gelişmek ve onlara uyum göstermek şansı var. Bu kurallar hepimizin işine gelecek şekilde global boyutta geçerli olacak.


Tavus kuşu etkisi
Konsept olarak "yoldan çıkmış"ın seçimi, evrimci biyoloji alanından gelmektedir ve biyologlar onu açıklamak için sıklıkla tavus kuşunun kuyruğunu gösterir. Yüzyıllar boyunca bu daha süslü ve gösterişli görünme özelliği, tek bir basit gerçek yüzünden artmıştır: Dişi tavus kuşlarının büyük kuyruklu tavus kuşlarını tercih etmesi gerçeğinden. Türlerin ilk ortaya çıktığı günlerde bu mantıklıydı. Gösterişli bir kuyruk, nasıl besleneceğini iyi bilen sağlıklı bir erkeğin dışavurumuydu (Onu günümüzün bir Ferrari marka arabası gibi düşünebilirsiniz). Zaman içinde güzel tüylere sahip erkeklerin üremek ve bu özelliklerini miras bırakmak için şansları giderek artmıştı. Ortalamada bir sonraki kuşakların kuyrukları daha büyük oluyordu. Başlangıçta bu durum zayıfları ayıklayarak başarılı bir sonuç vermişti, ncak aradan nesiller geçtikçe güçlüler için bir sorun da yaratmıştı. Bu tüyler çok maliyetliydi. (Tıpkı bir Ferrari araba gibi).~
Onların büyümelerini ve dökülmemelerini sağlamak için çok miktarda gıda gerekiyordu. Ayrıca aşırı ağır oldukları için sahibinin hareket kabiliyetini azaltarak onun yem olmasını kolaylaştırıyorlardı. Belirli bir noktadan sonra kuyruklar uzamaya devam etmesine rağmen tavus kuşu nüfusu azalmaya başladı. Cornell ekonomistlerinden Robert Frank, "Darwin Ekonomisi" adlı kitabında, benzer şekilde iri boynuzlu Kanada geyiği türünün büyük boynuzlarının ormandaki dallara her geçen gün daha fazla takılarak yaralanması yüzünden nasıl neslinin sona erdiğine dikkat çekmektedir. Evrimci teorisyenler, bu türlerin sırf insanoğlu tarafından batamayacak kadar güzel olduklarından desteklenmeleriyle ortaya çıkan bir durum olan "biyolojik intihar"a sürüklendiklerini söylüyor. Şimdi siz diğer türlerin kendi yok oluşlarından nasıl uzak durabildiklerini merak edebilirsiniz. Bir zürafanın boynu neden onu öldürecek kadar uzun değil? Tavşanların kulakları neden aşırı büyük değil? Çünkü tavus kuşunda yaşanan bir sapma, yani yoldan çıkmaydı: Doğal ayıklanma (Hangi türlerin gelişeceğine ve üremelerini devam ettireceğine doğanın karar verdiğini söyleyen kriter) ve cinsel ayıklanma (son kararı türlerin karşı cinslerinin vereceğini söyleyen kriter) sürecinde yaşanan enteresan bir uyumsuzluktu. Binlerce yıl boyunca hayatta kalabilen türlerde işte bu iki ayıklama süreci kriteri tıpkı olmaları gerektiği gibi aynı hizada birlikte işlemiştir. Aynı hizada durmaktan herhangi bir sapış eninde sonunda sapkın türün yok olmasıyla sonuçlanır. Gelin şimdi bir şirket gibi sosyal bir sistemde bu gibi yoldan çıkışların nasıl gündeme gelebileceğine bir bakalım. Biz insanoğlunda kendi yarattıkları kurumların sağlığına uzun vadede katkıda bulunmayacak kötü tercihler için teşvikler yaratma yeteneği vardır. Bir prim planı yapmaya kalkışan bütün yöneticiler şu gerçeği çok iyi bilir: Primler organizasyonca desteklenen misyon ve değerlere ters düşen davranışların ödüllendirilmesine fırsat vermemelidir (Steven Kerr, yazdığı klasik makalesinde bu sorunu "B'yi Ümit Ederken A'yı Ödüllendirme Aptallığı" diye özetliyor). Yüklü primlerin izlenmesi zor olan genel değerlerde artış yaratmak yerine bireylerin prestijlerini artırdığı vakalarda bu sorun daha da şiddetlenir. Bu geri besleme döngüsü kendi kendini ne kadar güçlendirilirse onun değiştirilmesi de o kadar zor olur. İster doğal olsun isterse insan eliyle yaratılmış çoğu vakada, bunun gibi sıra dışı durmalar kolaylıkla belirlenebilir ve uzun vadede kalıcı olamazlar. Sistemin sağlığının görünümü başlangıçta iyiyse ancak şartlar değişmesine rağmen her geçen gün varlık nedenini yitiriyorsa, yani bizim dişi tavus kuşlarına hiç kimse en büyük kuyruğa sahip erkekleri tercih ederek üremelerinin iyi bir seçim olmadığını söylemiyorsa işte o zaman ortaya çok ciddi sorunlar çıkar. Zaman içinde bizi sermayenin getiri kavramına getiren işte bu modası geçmiş ve hatta tehlikeli hale gelmiş varlık nedeni anlayışıdır.

GE, ROE'nin ötesine bakmayı öğreniyor

GE, kapitalizmin yeni kurallarına disiplinli bir şekilde itaat etmesiyle meşhur bir yönetim makinesidir. Bu firma gözünü ROE'yi maksimumlaştırmaya diktiğinde herkesten çok daha iyisini başarmıştı. Ancak bu şirketin en geniş büyüme pazarlarında çalışan GE insanlarıyla yaptığımız son sohbetlerimiz, bizim GE'nin sadece eski kurallarla yazılmış yeni bir senaryoya değil ama yeni kurallarla yazılmış yeni bir senaryoya da gözünü diktiğini anlamamızı sağladı.
Farklı fiyat noktalarında daha çok ürün.
10 yıl önce benzer işlevlere sahip ürünleri farklı fiyat noktalarından piyasayasürseydiniz aforoz edilirdiniz. Bir CPG firmasının bir perakendecinin raflarını çeşit çeşit şampuan markalarıyla doldurarak tekeline alması gibi bu yöntem tüketici şirketlerinde işe yarayabilir. Ancak endüstriyel ekipmanlar alanında bu bir yamyamlık reçetesidir ve yüksek ROE için en mükemmel strateji olduğu söylenemez. Oysa GE, yeni MACi elektrokardiyografi cihazıyla tam da bunu yapıyor, çünkü Hindistan ve Çin gibi büyüme pazarlarının gerçeği, gelişmekte olan ülkelerde büyük hastanelere 5 bin dolarlık bir makine satmaya çok az sağlık bakımı tedarikçisinin katlanabileceğidir. Gelişmekte olan ekonomilere satış yapmak için fiyatı onda birine kadar düşürecek yeni bir sürüm hazırlamak ve düz bir dünyada onun kabul görmesini sağlamak gerekir. Bu ürün gelişmiş ekonomilerdeki pahalı modellerin bile satışlarından çalabilir (Gerçekten de GE CMO'su Beth Comstock bize MACi satışlarının yüzde 40'ının Avrupa'ya yapıldığını söylemişti).~

Ülke içinde ülke için inovasyon yapmak.
Eski GE asla en müthiş ürün fikirlerinin eskiden iş yaptığı en az gelişmiş ortamlard
a
bulunabileceğine ve geliştirilebileceğine inanmazdı. Başkan Jeff Immelt, "Ülke içinde, ülke için" inovasyon yapılmasını destekleyecek kurumsal bir fon kurduğunda bu bakış açısı değişmişti. Hindistan'da yeni MACi'yi geliştiren aynı mühendisler daha önce ABD'de tasarlanan ve global boyutta satılacak ürünlerin iyileştirilmesi üzerinde çalışmıştı; işte onların vizyonunu açan bu makinelerdi. Onlar yerel pazarların sınırlamalarını çok iyi kavramıştı. MACi bugün bir kırsal klinikten bir başka kırsal kliniğe tozlu ve çukurlu yollarda bir motosiklet üzerinde bile taşınabiliyor. Bu kliniklerdeki elektrik enerjisine de en iyi ihtimalle güvenilmez denilebilir. Yapılan testler için kesilebilecek fatura miktarı göz önüne alındığında doktorlar için 5 bin dolardan pahalı bir makineyi satın almanın ne kadar zor olduğu anlaşılabilir.
Burada icat edilmedi.
Bu gibi sınırlamalar altında tasarım yapmak geleneksel "GE tarzı"ndan bir bakıma feragat etmek anlamına geliyordu. Normal şartlarda yeni bir ürünün her bir parçası şirket içinde geliştirilirdi. Ancak MACi ekibi zamandan ve paradan tasarruf etmek için Hindistan Demiryolları tarafından kullanılan bir yazıcıyı yolcu biletlerini basmak için yeniden konumlandırdı. Bu yeni yaklaşımın gerçekten GE'ye daha fazla değer kattığını düşünmemizi sağlayan ne? Bu tasarım ekibinin bir üyesi olan Oswin Varghese gelişmiş piyasalardaki ürünleri orasından burasından çimdikleyerek kendi memleketlerine uygun hale getirecek dönüştürücü çözümler yaratırken kendi meslektaşlarında ne türden pozitif değişiklikler gördüğünü şöyle anlatıyor: "Ortada bir tutku vardı, çünkü gelişmiş bir piyasada mevcut en iyi şeyi alıyorduk ve onu makul bir fiyattan Hindistan ve diğer gelişmekte olan piyasalara sunuyorduk." Çalışanların bir hayli yer değiştirebilir olduğu bir çağda insanlar yaptıkları işin bir anlamı olmasını istiyor. GE'nin yeni stratejisi de bu şirketin en mükemmel yetenekleri cezbetmesine yardımcı oluyor.

Sermayenin getirisi takıntısı

ABD'li kurumlarda bugün sorulması gereken şunlardan daha faydalı sorular yoktur: "Bunun neresinde ROE var? Sosyal medya harcamaları, sağlık kontrolleri, daha iyi çalışma koşulları, rüşvet alanı olan denizaşırı yerlerin elenmesi... Bugün bunların hepsi sermayenin getirisinden kaynaklanan zorlukların tehdidi altındadır. Tersten söylemek gerekirse piyasa neden sigara tiryakisi? ROE buradaki araçları haklı göstermektedir. Peki bu kriter nasıl olup da sadece yatırım kararlarında değil ama aynı zamanda şirketlerde ve bugün de politik kültürümüzde bu kadar etkili hale geldi? Çünkü bir yüzyıl önce özsermayeden elde edilen her damla getirinin önemi çok büyüktü. Endüstri devrimi yoluna devam ettikçe toplum da orta sınıfa lüks ürünler sunan kitlesel üretiminden kaynaklanan devasa faydaların tadını çıkarmakla meşguldü. Tıpkı elektronik ticaretin daha sonra şirketleri dönüştürmesi gibi kitlesel üretim de bir endüstriden diğerine atlıyordu. Oysa web sitelerinin aksine fabrikalar sermaye yoğun şirketlerdi. Bu devrim o dönemde kıt bulunur bir varlık olan sermayenin üzerinde yükselmişti. Bugün hangi yöneticiye sorarsanız sorun size sermayenin tahsisinin sermayenin getirisine göre yapılmasının en iyi sonucu vereceğini söyler. Bu aslında ROE'nin tıpkı bugün olduğu gibi insanların refahına uygun genel bir ticari hedef, yani bir iş meselesi olduğu anlamına gelmez. Ancak o zamanlar sermayenin bu hedef çerçevesinde tahsis edilmesinden doğan fırsatlar devasaydı. Dişi tavus kuşu rolünü oynayan ve hangi kurumların bir sonraki nesillere kadar yaşayabileceğine karar veren yatırımcıların, finansal eşleriyle ilgili tercihlerini hızlı bir şekilde ve objektif olarak tartabileceği bir temsili değişkene ihtiyacı vardı ve burada ROE çok işe yarıyordu. Böylece bugün yatırımcıların beklentilerini karşılayan çeyrek dönemlik gelir denilen çılgınlığa neden olan bu geri besleme döngüsü doğmuştu. General Motors'un finansal sıkıntılara girdiği ve DuPont'un bu şirkette önemli bir hissedar haline geldiği 1917 yılında bu geri besleme çıgınlığı yeni bir seviyeye yükselmişti. GM, Du-Pont'un vernikleri, boyaları, suni derileri ve diğer ürünleri için önemli bir kanal sunuyordu ve Pierre du Pont, GM icra kuruluna girmişti.~
Du-Pont, mühendislikten finanscıya dönmüş gelecek vadeden bir çalışanı olan Donaldson Brown'ı, işleri teftiş etmesi için Detroit'e göndermişti. Brown'ın dikkatini basit bir gerçek çekmişti: Sermayenin getirisi üç bölümlü bir denklemle ifade edilebilirdi. Yani sermayenin getirisi basitçe: Satışların getirisi, satışların varlıklara bölünmesi ve varlıkların özsermayeye bölünmesinden elde edilen sonuçların birbirleriyle çarpılması sonucu elde ediliyordu. Brown, ROE'yi DuPont denklemiyle ayrıştırarak organizasyonların her birini kendine has hedefleri olan, ayrı işlevlere ayıran finansal bir temel oluşturdu. Bu sayede örneğin eğer pazarlamacılar satışların getirisini maksimumlaştırmak için çalışacaksa, üretim müdürleri fiziksel fabrikadan çıkan ürünlerle ödüllendirilecek ve finans müdürleri de gerek duyulan özsermaye miktarını minimumlaştırmaya odaklanacaktı. Brown, bu durumda da ROE'nin zaten kendi başının çaresine bakabileceği sonucuna ulaşmıştı. Yani Brown aslında bugün nefret edilen siloların temellerini atmıştı. Ortaya sadece prim peşinde koşan güvenilmez yöneticiler çıkmıştı. Kendi kazançlarını artırmanın derdine düşmüş pazarlamacılar, ellerindeki piyasa gücünden bir tekel olarak faydalanmaya çalışarak Amerikan Kongresi'nin antitröst yasaları sıkılaştırmasına neden olmuştu. Üretim mühendisleri kendi fabrikalarını birer hükümdarlık alanı olarak görerek kendi yanlarında çalışanlara serf muamelesi yapmaya başlamış ve sendikaları bir araya gelerek yeni iş gücü yasalarının çıkması için çalışmaya mecbur bırakmışlardı. Bankaların desteğini arkasına almış finans yöneticileri ise sermaye yeterlilik oranları bozuluncaya kadar borç/özkaynak oranlarını yükseltmiş ve kahredici bir finansal kriz vuruncaya ve ardından gelen Büyük Buhran günlerine kadar sadece beklemişlerdi. Ardından bankacılık düzenlemeleri dayatılmıştır. Buradaki ilişkiler bariz bir şekilde ortaya serilmiş olmasına rağmen 1980'li yıllarda aynı deneyimi yeniden yaşadık. Sonuç yine ölümün eşiğiydi. Her iki örnekte de yoldan çıkmışlık söz konusuydu. Yöneticiler tek bir baskın kriter olan kendi performansları üzerinden ödüllendiriliyordu ve bu kriter o derece net bir şekilde tanımlanmış, o derece objektif olarak ölçülebilir, yönetimde o derece faydalı ve o derece güvenilirdi ki geri besleme döngüsü çok işe yaramıştı. Evrimci biyoloji kavramlarında doğal ayıklanmanın cinsel ayıklanmaya ters düştüğü durumlar vardı. Toplum, yani şirketlerin içinde yaşadığı ortam, temsili değerleri uygunsuz buluyordu ve sermayenin daha geniş bir kriter kapsamında tahsis edilmesi için ısrar ediyordu. Oysa Brown tarafından temelleri atılmış ROE bileşenlerinin peşinden çılgıncasına koşulmaya devam ediliyor ve ROE kontrolsüzlüğü sürdürülüyordu. Büyük Buhran sadece kıt özkaynaklardan getiri sağlama ihtiyacını artırıyor ve o günler önemli bir sorun olmamasına rağmen motive eden duyarlıkla ölçülebilen performans belirleyicilerin odağını daraltıyordu. İnsanlar 1930'lu yıllarda beklendiği üzere Büyük Buhran'ın nasıl çıktığına şaşırmıyordu. Belki de asıl şaşırtıcı buldukları, bir cevap sunabilecek herhangi bir ekonomik ölçüm sisteminin olmayışıydı. ABD Ticaret Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle Ulusal Ekonomik Araştırmalar Dairesi'nden Simon Kuznets, Senato'ya Ulusal Gelir ve Ürün Hesapları (NIPA) adı altında bir rapor sunmuştu. Onun önerileri sayesinde genel bir GSYİH (Gayrisafi yurtiçi hasıla) ölçümü sağlayabilecek bir altyapı oluşturulmuştu. İşte o günden bu yana 70 yıldır bizim ekonomimizin nasıl performans gösterdiğini bu NIPA araştırmalarından öğreniyoruz ve o artık dünyanın dört bir köşesinde ekonomik ölçümlerde kullanılan bir model hizmeti görüyor. Winston Churchill, şöyle bir gözlemde bulunmuştu: "Önce biz binaları şekillendiririz, sonra onlar bizi şekillendirir." Aynısı bizim performans ölçümlerimiz için de geçerlidir. Bugüne kadar GSYİH ve kişi başı GSYİH konularına devasa bir politik ağırlık verildi, ancak değer yaratmanın diğer pek çok yönüne çok az önem verildi. Suç, eğitim, sağlık ve mutluluk gibi kavramlara göre sıralamalar daha yeni yeni yapılıyor ve halen kimsenin aldığı prim miktarında belirleyici değiller. Dünya ekonomilerinin performanslarını takip eden endekslerde, ABD genellikle finansal olmayan boyutlarda ilk 10'a girme başarısını gösteremiyor. Ancak GSYİH temelinde ilk sıralarda yer almayı sürdürüyor. Hatta günümüzde finansal ölçüm daha da ileri giderek kurumsal seviyede düşünceleri ve eylemleri şekillendiriyor. ABD'li ve az sayıda olsa da G7'li şirket liderleri, 1980'li yıllardan, yani ekonomik değer analizleri ve serbestleştirmelerle dolu onlarca yıllık süreçten bu yana ROE'ye bir başarı kriteri olarak bakmaya daha fazla odaklanıyor. Oysa işin global boyutunda iki neden yüzünden değer ölçümü yeni bir çağın eşiği olarak görülüyor. ~
Birincisi, ciddi boyutta teknolojiye dayanan yeni bir ölçüm altyapısının şekilleniyor olması. İkincisi ise finansal olmayan performans göstergelerine önem veren dünya nüfusu segmentinin giderek büyümesi. Bhutan Kralı, 1972 yılında şöyle bir beyanda bulunmuştu: "Bize göre gayrisafi ulusal mutluluk, gayrisafi ulusal hasıladan çok daha önemli olduğu için bizim ulusal kalkınma sürecimizde ekonomik refah yerine mutluluğa daha fazla ağırlık vereceğiz." Bu fikir dünya sahnesinde büyük bir şaşkınlıkla karşılanmıştı. Çoğu uzmanın protestosu mutluluğun ölçülemeyecek kadar subjektif bir kavram olduğuna ve ulusal ekonominin yönetimi temelinde aşırı "yumuşak" kaldığına odaklanıyordu. Kendine ait bir ulusal ekonomik araştırmalar dairesi olmayan, ancak çok azimli olan Bhutan hükümeti kendisine Bhutan Araştırmalar Merkezi kurmuş ve onu bir tür ulusal mutluluk hesaplamaları tespit etmesi için görevlendirmişti. Ortaya çıkan hesaplama sisteminin dokuz boyutu vardı ve içinde yaşam standartları, eğitim seviyesi, sağlık bakımı, yönetim ve özellikle de psikolojik olarak kendini iyi hissetmeyle ilgili göstergeleri kapsıyordu. Bugün itibarıyla Bhutan'ın bu çabaları büyük takdir topluyor. Nicolas Sarkozy, 2008 yılında Fransa'nın mutluluğun hangi bileşenlerini analiz etmesi gerektiğini bulması için iki tane Nobel Ödüllü ekonomistin başkanlığını yaptığı bir komisyon kurdurmuştu. Bugün içinde ABD tarzı kapitalizmin kalesi olarak görülen İngiltere'nin de olduğu 41 ülkede mutluluğun ölçülmesi için çalışmalar yapılıyor. Londra merkezli bir STK olan Legatum Enstitüsü mutluluğun kökenlerini analiz edecek "sıkı" bir ekonometrik araştırma yapmış ve Bhutan'dakilerden çok da farklı olmayan sekiz boyuta göre sıralandırılmış 40 değişkenle oluşturulmuş bir endeks yaratmıştı. Eğer bu iş size olmayacak bir iş gibi gelmişse sadece 1930'ların bilgi sistemlerini kullanarak NIPA geliştirmenin ne kadar zor bir iş olduğunu dikkate almanızı öneririz. Bugün mutluluk hakkında verir toplamak Kuznet'in NIPA'yı besleyecek veri bulmasından çok daha kolaydır ve Facebook ile diğer çok sayıda teknoloji aracılığıyla yapılabilecek anket, sorgulama ve ölçümlerin devasa boyutunu bir düşünün. Şimdi biyolojiye geri dönelim. Kontrol dışı kalmışlık etkileri, kendilerinin ortaya çıkmalarına neden olan dengeleyici diğer ayıklama kriteriyle frenlenir. Doğada bu durum bazen ekosistemde yaşanan bir şok yüzünden gerçekleşebilir. Mesela tavus kuşlarının yaşam alanlarına bal porsukları yerleştirilmiş olsaydı o zaman uzun bir kuyruğun iyi bir sağlık göstergesi olduğu gerçeği bir anda geçerliliğini yitirirdi: Dişi tavus kuşları anında çevrelerine uyum sağlayamayan erkek tavus kuşlarının yok olmasıyla yüzleşirdi. Çünkü aşırı süslü bütün erkek tavus kuşları bu sansarlara kahvaltılık olurdu Kapitalizm gibi insan eliyle yaratılmış bir sistemde yoldan çıkarıcı etkiler doğurabilecek bir şokun müthiş etkili olması gerekir. Biz zekamız aracılığıyla amaç ile temsili değer arasındaki farkı algılayabilir ve kasıtlı tavır düzeltmelerine gidebiliriz. Kısacası bir yoldan çıkmaya boyun eğmeyi reddedebiliriz.

Rekabet düşkünlüğü

Ekonomik anlamda canlı olmanın kaynağı nedir? Bir ekonominin büyümesinin tek yolu belirli bir noktaya kadar sadece yatırımların ve üretken kapasitenin artmasından geçer. Ancak büyük ölçüde canlılık inovasyonlarla sağlanır. Peki inovasyonların önünü açan nedir? Eğer bu sorunun cevabının rekabet olduğunu düşünüyorsanız orda biraz durun... Çünkü şu anda kapitalizmin ikinci tehlikeli yoldan çıkmasıyla yüzleşmiş durumdasınız. Rekabetin inovasyonu teşvik edeceği fikri elbette doğrudur. Bunu görmek için çıkaracakları yeni sürüm ürünlerle müşterileri heyecanlandırarak birbirlerini arkada bırakmaya çalışan Apple ile Android arasındaki kıyasıya savaşa bakmak bile yeterlidir. Rekabet eksikliğinin inovasyonların önünü tıkadığı fikri de doğrudur: Verizon ile AT&T arasında özünde kurulmuş olan ikili tekel ortamının kimseyi heyecanlandırmadığı çok açıktır. Bu yüzden buradan rekabetin inovasyon için yeterince iyi bir değer temsili olduğu ve bu yüzden de ekonomik değer yaratımının vazgeçilmez bir ön koşulu olduğu sonucu kolaylıkla çıkarılabilir. Kapitalizmin şafağında rekabet kesinlikle bugüne kıyasla çok daha iyi bir temsili değerdi. Adam Smith'in dünyasındaki ekonomistlerin tabiriyle "atomistik rekabet" tüketicilerin ödedikleri para karşılığında aldıklarının miktarını sürekli artırıyordu. Rakipler fiyat kırma oyunu oynuyordu çünkü piyasa onların hepsine yetecek kadar büyüktü. Teknoloji yavaşça değişiyor ve sermaye kıt bir kaynak olduğundan büyümenin ardındaki asıl itici güç, inovasyon yerine kaynakların etkili tahsisi ile fiyatların düşme eğilimiydi.~
O günler GM ile Dupont'un aksine seyislik ile demirciliğin apayrı işler olduğu ve küçük organizasyonlarla dolu farklı bir şirketler dünyasıydı. Ancak bu çağ, Alfred Chandler'ın "Görünmez El" çalışmasında kayıt düştüğü gibi endüstrileşmenin organizasyonları inanılmaz boyutlara taşımasıyla sona erdi. Üreticiler artık birer fiyat belirleyici haline gelmiş ve kârlarını artırırken çıktılarını sınırlamıştı. Onlar toplumu isyan ettirircesine büyürken yasal düzenlemelerle tröstler dağıtılıyordu. Oysa yeni doğmuş bu rakipler, aynı saiklerle yola çıkıyordu ve piyasaları iki veya üç oligopolcü rakibin insafına bırakmanın yollarını iyi öğrenmişlerdi. Bu oyuncular pek çok endüstride o kadar büyük ve güçlü bir hale gelmişti ki artık sadece piyasaları değil politikaları bile yönlendirebiliyorlardı. Bugün ABD ekonomisinde düzenlemelerden bağımsız "özgür piyasaların" avukatlığını yapmanın tuhaf bir sonucu da zaten piyasa gücünü elinde tutan şirketlerin bu yeteneklerinidaha da güçlendirmesidir. Aslında hiçbir firmanın rekabet etmek istemediğinin fark edilmesi çok önemlidir. Onların hepsi tek tek, yüksek kârlara, kendi ölçeğinde inovasyonlara, orta sınıfın kucaklanmasına ve daha pek çok diğer avantaja olanak sağlayan ve rekabet baskısından bir anlamda kurtulmak anlamına gelen sürdürülebilir avantajdenilen şeyin peşinde. Yani alfa rakipleri daha da güçlendirmekle bir ekonomi daha rekabetçi bir hale getirilemez. Onun yerine ortaya çıkan şeye ise sahte rekabet denilebilir. Şu anda taşıyıcılar hariç tutulmak üzere inovasyonun parlak spotlarından biri olan mobil teknoloji sektörüne bir bakın. 2009 yılında reklama, Verizon 3,7 milyar dolar harcarken AT&T 3,1 milyar dolar harcadı. Onların verdikleri mesajnedir? Gerçekten durun ve düşünün. Bu kadar çok para harcayarak size ne anlatmaya çalışıyorlar? Her ikisi de büyüteç altında deşifre edilmesi gereken veriler temelinde birbirlerinden daha iyi, daha hızlı ve daha ucuz olduğunu iddia ediyor. Bu arada reklam rakamlarında fark edilmesi gereken bir şablon da var. Kimse şaşırmasın: Bu iki taşıyıcının da abone başına yıllık geliri 35 dolar civarında. Oysa Hindistan pazarının lideri Bharti Airtel, ortalamada yılda sadece hizmet için ki o da pek güvenilir olmayan bir hizmet için 15 dolardan daha az bir ücret tahsil etmesine rağmen 10 milyonlarca müşterisine her yıl yenilerini katıyor. Bu hususun altını çizmek, ortada danışıklı bir dövüş olduğunu iddia etmekten çok rekabet takıntılı iş kültürümüzde bir oligopolü savunmanın yeni rakipler tarafından alaşağı edilmeyi engellemek için para harcamanın yolu olduğuna dikkat çekmektir. Sonuçta bu durumdan sadece inovasyon zarar görür. Klasik yoldan çıkma tarzında güvenilir bir canlılık temsili uğruna rekabeti yanlış anlamak o canlılığın altını oyan tercihler yapılmasına yol açar. Oligopoli meselesine konsantre olan endüstri sayısı arttıkça rekabetin korunmasına olan adanmışlık da anlamını kaybeder. Bu aynı zamanda henüz yeni yeni birbirine bağlanan dünyamızda aynı derecede zengin olan bir başka inovasyon kaynağının fark edilememesine de yol açar: İşbirliğinin. Microsoft'un kendi Xbox 360 oyun konsolunun üzerine eklenen bir ürün olan Kinect'le ilgili yaklaşımı, rekabetçilikten işbirlikçiliğine doğru giden çarpıcı bir dönüşüm örneğidir. Bu ürünün içinde yeni 3B-algılama teknolojisi olduğundan oyuncu elinde bir kumanda tutmadığı halde herhangi bir hareketi mesela bir tenis raketini sallaması oyun tarafından otomatikman "görülebilmekte"dir. Kinect aynı zamanda sesli komutları da anlayabilmektedir. Bu teknolojinin robot bilimiyle uğraşanlar için de önemi büyüktür. Burada en büyük sorun onun tescilli bir ürün içine gömülmüş olmasında yatmaktadır. Bu ürün piyasaya ilk çıktığı gün, Limor "Ladyada" Fried adlı karizmatik bir bilgisayar korsanının sahip olduğu Adafruit Industries isimli açık kaynak donanım şirketi, Kinect'i kırabilecek (hack) ve yazılımını çevrimiçinde yayınlayabilecek ilk kişiye bin dolarlık bir ödül vereceğini duyurmuştu. Microsoft'un diz refleksi tepkisi ise onun kendi rekabetçi refleksini gözler önüne sermişti: İzinsiz kullanımlar için anında yasal geri tepmelere başvurmakla tehdit etmişti. Fried ise bu tehditlere ödül miktarını iki katına çıkarmakla cevap vermişti. 48 saat içinde bu yazılımın kodları çevrimiçindeydi ve dünyanın dört bir köşesinden inovasyoncular, Kinect'in X-ışınlarıyla haritalar çıkaran sensörlerine uygun inanılmaz uygulamaları çevrimiçinde yayınlamaya başlamıştı. İtibarına zarar gelmemesini isteyen Microsoft, bu gelişme karşısında duruşunu değiştirmiş ve bu işten sadece toplumun değil ama aynı zamanda kendisinin de çıkacak yeni fırsatlardan yararlanabileceğini düşünerek bu yeni açıklığa kucak açmıştı. Son duyduğumuz ise Japonya'da bir ekibin körler için robotik hizmet verecek hayvanlar yaratılmasında Kinect teknolojisini robot köpeklere entegre etmek için harekete geçtiğiydi.~

P&G işbirlikçi kaslarını geriyor
Tarihi boyunca en rekabetçi şirketlerden biri olarak tanınan Procter & Gamble gibi bir kurum bile işbirliğine bir inovasyon kaynağı olarak kucak açıyorsa o zaman kapitalizm için hala bir ümit var demektir. P&G'nin ürün inovasyonlarını dünyanın dört bir tarafına dış kaynaklandıran "Bağlan + Geliştir" programını bilmeyen yoktur. Ancak bu şirket son günlerde farklı türden bir hedefe ulaşmak için kendi işbirlikçi kapasitelerinden kaldıraç olarak faydalanıyor: Faaliyetlerle ilgili bir meydan okumaya çözüm bulmak için firmalar arasında yardımlaşmaya dayalı bir çaba içinde. Onun bu eyleminin ardındaki itici güç çok netti. P&G'nin liderlik takımı geçtiğimiz günlerde P&G'nin yeryüzüne bırakacağı ambalajlama ayak izini sıfıra indirgemeye niyetli olduğunu kamuoyuna açıklamıştı. Oysa bu firma Filipinler'de önemli bir engellemeyle yüzleşmişti. Bu ülkede katı atıkların yüzde 100'üyle başa çıkabilecek bir kapasite yoktu. Her ne kadar metaller, 2. türden plastikler ve kağıtlar için geri dönüşüm tesisleri olsa da organikler, plastik torbalar, kumaşlar ve benzerleri çöp sahalarına atılıyorlardı. P&G global nüfusundan faydalanarak katı atıkların tamamıyla ilgilenmek ve onları ardından elektrik veya başka enerji formlarına dönüştürmek için üç şirketi masaya oturtabilmişti. P&G burada geri dönüşümü bir gelir fırsatı olarak görmemişti; çünkü kurulan şirkette hissesi yoktu. Aksine o, işbirlikçi bir çabanın nasıl stratejik bir hedefe ulaşmanın önündeki engelleri kaldırabileceğini görmüştü.

Kontrolsüzlükleri dizginlemek
Kapitalizm kendi perspektifinde birtakım basit değişiklikler yaparak evrimleşebilir ve merkezine toplumun geniş çaplı hedeflerini yansıtacak yeni arayışları yerleştirebilir ve böyle yaparak da ayıklanmadan kaynaklanan baskıları yeniden aynı hizaya getirebilir. Kapitalizm, uyum sağlayabilir ve gelişimini sürdürebilir. Örneğin insanların kapitalizmin kalbi sandıkları bir kavramın yani rekabetin aslında hiç de o kadar vazgeçilmez olmadığını düşünmesini bir gözünüzün önüne getirin. Onların bu üstün mevkiye inovasyonu yerleştirdiklerini hayal edin. Bu durumda Wikipedia ya da Linux gibi girişimler aniden gözümüze hiç de zaten olasılık dışıymış gibi görünmemeye başlar. Halen sistemin önemli bir parçası olmaya devam eden ama sadece konumu değiştirilmiş rekabet, artık işbirliğinin önünü açacak şekilde kenara çekilmektedir. Veya finansal kazançların aslında kapitalizmin kalbi olmadığını bir varsayın. Farz edin ki kapitalizm aslında değer arayışlarının merkezine yerleşmiş ve büyük sayılar için en iyi olanları yapmakta. Bu aynı zamanda finansal olasılıkları dışlamayan ama onun diğer türden kazançlar arayışlarının arkasına oturtulmasını da sağlayan bir formülasyondur. Kulağa yapılması çok kolaymış gibi geliyor oysa düşünce sisteminde böylesine bir değişikliğe gidilmesi çok zordur. Clayton Christensen bozucu inovasyon üzerine yazdıklarında bize faal bir firmada eşi benzeri görülmemiş bir mantıklılık olsa bile bilinçsel alışkanlıkları değiştirmenin neredeyse imkansız olduğunu öğretmişti. Şimdi bu güçlüğü bir de ekonominin tamamına ve onun da ötesinde G7 kapitalizmi kültürüne ölçeklememiz gerek. Ne mutlu ki ekonomist Paul Romer de bu boyutta düşünüyor. Onun teorisine göre ekonomiler sadece bir veya iki neden yüzünden değişir. Birincisi, teknolojik gelişmelerdir, yani girdiler ve çıktılar arasındaki ilişkiler değişerek yeni becerileri ve belki de ekonomik gücün bir coğrafyadan bir diğerine göç etmesini zorunlu kılabilir. Ekonomileri yeniden şekillendiren diğer değişiklikler ise mevcut kuralların değişmesidir. Romer, burada toplumların artık eskiden olduğu gibi borçluları hapse atmadığı gerçeğine atıfta bulunuyor. Romer ile Christensen şu konuda aynı fikirde: İnsanlar içinde yetiştikleri kurallara sarılma eğilimindedir. İşte zaten bu yüzden bütün düşünürler bugün değişikliğin yeşil bir alanda yapılmasını tavsiye ediyor. Christensen'a göre bunun anlamı bir şirkette işlerin mahvolmasıdır. Bu inovasyoncuların birbirinden bağımsız olarak vardığı sonuç, büyük bir sistem değişikliğini tetikleyecek zekice bir yaklaşımdır. Ancak gelin şimdi suni bir şekilde yaratılmamış ama çok daha büyük ve bir o kadar da yeşil başka bir alanlar bütününe bakalım: Dünyanın gelişmekte olan ekonomilerine.~

Kapitalizmin değişen koşulları

Biz asla gelişmekte olan ekonomilerin uçsuz bucaksız bakir alanlar olduğunu iddia etmiyoruz. Biz onların tahmini büyüme oranlarıyla yeni kuralların yani bir enformasyon çağı ekonomisi için son derece uygun alanlar olarak müthiş verimli zemin sunduklarını söylemek istiyoruz. Üstelik bu ekonomilerde dünyanın geri kalanını etkilemek için yeterince güç de olacak. Şimdi gelin Goldman Sachs tasarımı "Gelecek On bir" ile BRIC ülkelerine bir göz atalım. Söz konusu bu 15 ekonomi, 2004 ila 2009 arasında ortalamada yüzde 22 büyüdü. G7 ekonomisi ise sadece yüzde 1 büyüdü. 2000 yılında dünya GSYİH çeyrek dönemlerinin üçte ikisinden fazlası zengin ülkeler tarafından gerçekleştiriliyordu. 2050 yılı itibarıyla bu oranın yüzde 32 civarına inmesi bekleniyor. Bu arada yerkürenin dört bir yanında ülkelerin birbirlerine bağlanabilirlik kriteri başabaş olmak üzere. Yüz kişi başına düşen cep telefonu sayısının 85 olmasını herhalde G7 ülkelerinde görmeyi beklersiniz, ancak bu oran gelişmekte olan ülkelerde görülüyor. G7 ülkeleri ortalaması ise 109. Bir başka ifadeyle bugün gelişmekte olan ekonomilerin ellerinde bilgiye ve kullanabilecekleri her türden fırsata erişme imkanı sonsuz. Son olarak biz 2050 yılına gelindiğinde global nüfusun 3 milyar daha artmasını ancak bu rakamın sadece 90 milyonunun zengin ülkelerde olmasını bekliyoruz ki bu da bir başka büyüme kaynağıdır. Peki gelişmekte olan ekonomiler hangi modeli benimseyecek? Bu soruya 10 yıl önce sor-saydınız, sorunun kesin cevabının IMF ve Batı'nın diğer kurumlarıyla dikte ettirilen "etkin" finansal piyasalar olduğundan hiç kimse kuşku duymazdı. Bu kullanım talimatı artık rafa kaldırılmış durumda. Onun yerini bugün kararlı ve hızla büyüyen toplumlar aldı. Ancak bazı bileşenler daha şimdiden öngörülebilir. Endüstriyel üretim büyük ölçüde fabrikalara ve kitlesel üretimi destekleyecek ekipmanlara ciddi miktarlarda yatırımlar yapılması gerekmesi yüzünden iş organizasyonu ve muhasebe sistemleri açısından tarım ekonomisine yeni kurallar getirmişti. Bundan dolayı gece vardiyaları, standart maliyetlendirme, varyans analizi ve bütçeleme, şirket kültürünün önemli birer parçası haline gelmişti. Bilgi, malların olduğu anlamda kıt bir kaynak olmadığı için bilgi temelli üretim halen çok farklı. Ekonomistler bilgi varlıklarına rakipsiz der, çünkü onlar bir çift ayakkabının aksine aynı anda pek çok insana ait olabilir. Bir piyasa ekonomisinde kıt varlıkların fiyatı rakipler arasında yapılan bir müzayede ile belirlenir. Oysa Wikipedia'ya girilen bir sonraki madde herkes için daha fazla Wikipedia demektir. Bu aslında bilgi ekonomisi tüketicisinin endüstriyel ekonominin kemikleşmiş uygulamalarına karşı başlattığı savaşlardan birinin temelidir. İkincisi gelecekte borçlunun hapse atılmasından başka hiçbir anlamı olmayan bir entelektüel mülkiyet kanununu sürdürmek için mücadele etmektedir. İşte kapitalizm kendi yoldan çıkmalarından böyle silkelenebilir: Kapitalistler, nereden geldiğinin hiçbir önemi olmadığı anlamına gelecek şekilde parayı takip etmeye güvenduyabilir, bu şekilde dünyadaki büyümenin çoğunun gerçekleştiği gelişmekte olan ekonomilerde bir anda kendilerini iş yapıyor bulabilirler. Bu ekonomiler, baş döndürücü bir hızda büyüdüğünden onlar çok kısa bir zaman içinde kendilerini modern altyapılara dönüştürebilir, çünkü onlar genç bir nüfusa sahip ve Batı'nın yaşlanmış toplumlarından önce dijital yerel kültürler haline gelebilirler. Onlar bugün bilgi çağını tanımlayan ekonomik kuralları keşfetmeye hazır. Ancak onlar burada aralarında tanımlanmış iki yoldan çıkma bağımlılığı olan Batı'da kabul görmüş varsayımların çoğuna hiç aldırmadan kendi tercihlerini yapacak. İlk onlar yeni teknolojilerle tam anlamıyla haşır neşir olacak ve onlardan faydalanmanın kurallarını yazanlar da ilk onlar olacak. Bu ekonomilerin nüfuzları çok güçlü olacağından onların kendi kuralları da genel kabul görecek. Ardından kapitalizm açısından gelişmekte olan ekonomilerin öneminin sadece global firmalar için ucuz maliyetli iş gücü kaynağı ya da firmaların gelirlerini artırmak için cazip piyasalar olmadıkları ortaya çıkacak. Onlar bilgi teknolojisi dünyası için hangi tür ekonominin uygun olduğunu ifşa edecek. Ticaret her geçen gün daha çok yeni topraklarda ve yeni ellerde yapıldıkça yeni başarıları ölçme ve onlardan ders çıkarma mekanizmaları doğacak. Kapitalizmin uyum sağlayabileceğine ve zafiyet yaratan aşırılıklara yenik düşmemesi gerektiğine inanan bizler, yeni kurallara uyum göstermenin ve onları içselleştirmenin yeni yöntemlerini arayıp duruyor olacağız. Biz bugün kolektif olarak yeni bir tür kapitalizm yaratma kapasitesine sahibiz. Nitekim dişi bir tavus kuşu değiliz.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz