Eko-verimlilik

Toplam etkiye bakıldığında doğa dostu sandığımız ürünler, zararlı olarak tanınanlardan daha fazla çevrede hasar bırakabiliyor.

1.08.2010 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Eko-verimlilik
Etrafımızdaki ürünlerin ne kadar çevre dostu olduğunu belki de fazla yüzeysel değerlendiriyoruz. Örneğin, “Cam şişe mi daha çevre dostu, yoksa pet şişe mi” sorusuna çoğu kişi, tereddüt etmeden cam diye cevap verecektir. Ama çevreye yapılan toplam etki göz önüne alındığında, bazı durumlarda camın ekosisteme pet şişeden çok daha zararlı olduğu görülebiliyor. Çünkü asıl dikkate alınması gereken etki, ürün üretilmeye başlamadan bile öncesinden tüketimi sonucunda atılmasına kadar olan uzun bir süreci kapsıyor. Bu yaklaşımla analiz edilen “çevreye etki” faktörüne, bir de “üretim ve kullanım maliyeti” faktörü eklendiğinde, ortaya yeni bir gösterge çıkıyor: Eko-verimlilik.
WBCSD’nin (World Business Council for Sustainable Development) tavsiyeleriyle 1992 yılında ortaya atılan eko-verimlilik (eco-efficiency) kavramını iş modellerine entegre eden ilk şirketlerden biri olan BASF, o günden bu yana iş süreci tasarımlarında bu bakış açısını benimsiyor.
Temel olarak eko-verimlilik, verimli bir üretimi çevreye daha az zarar verecek şekilde gerçekleştirmeyi amaçlıyor. Bunun için daha az enerji ve daha az hammadde kullanılmasına çalışırken diğer yandan da ürünün kendisinin de hem insan hayatının kalitesini artırmasa hem de çevreye olumlu etki sağlamasına gayret ediliyor. Böylelikle sürdürülebilir gelişme yaklaşımına paralel olarak ekonomi ve ekoloji arasında bir uyum oluşturulması amaçlanıyor.
ÜRE­TİM­DEN ÖN­CE
Bir ürününün veya üretim sürecinin eko-verimlilik analizi yapılırken “beşikten mezara” yaklaşımı uygulanıyor. Bu yaklaşımda analiz, söz konusu ürünün üretilmesinin öncesinde üretim için kullanılan malzemeler ve hatta dışarıdan tedarik edilen hammaddelerden başlıyor. Bu maddelerin çevreye olan etkilerini inceleyen analiz, üretim süreçlerinin ötesinde de ortaya çıkan bitmiş ürünün, son kullanıcı tarafından kullanımına ve hatta kullanılmış ürünün atılması veya geri dönüşümüne kadar yaşanan döngüde incelemeler yapıyor.
Örneğin indigonun (jean pantolonlara mavi rengini veren boya) eko-verimlilik analizinde, BASF’ın ürünü, yeni geliştirilen BASF ürünleriyle karşılaştırılıyor ve şöyle sorulara cevap aranıyor: Belli sayıda pantolonun boyanması için ne kadar ürün gerekiyor? Bu iş için ne kadar enerji gerekiyor? Bu süreçte ne gibi emisyonlar ve atıklar oluşuyor? Ve bu ürünle boyanan kumaş rengini ne kadar süre koruyor?
İşte bu sorularla hangi ürünün müşteri ihtiyacını daha iyi karşıladığı ve hangi alternatifin daha eko-verimli olduğu ortaya çıkarılıyor.
Eko-verimlilik analizinin sonuçları, çevreye yapılan etki ve toplam maliyet şeklindeki iki eksenden oluşan bir grafik üzerinde şekilleniyor. Analiz esnasında, üretim süreçlerinin çevreye etkileri 6 ana kategori altında inceleniyor. Bunlar, hammadde tüketimi, enerji tüketimi, arazi kullanımı, su ve hava emisyonları ve atım yöntemleri ile potansiyel zehirlilik oranları ve riskler. Bu kategoriler altında alınan puanlar ne kadar düşük olursa, eko-etkinlik seviyesi bu eksende o kadar yükseliyor.
Maliyet eksenindeki analizde de süreçle ilgili ekonomik veriler derleniyor. Ürünün üretimi ve kullanımıyla bağlantılı olarak ortaya çıkan tüm maliyetler, bu hesaplamaya dahil ediliyor. Maliyet ekseninin de oluşması ile söz konusu ürünün hangi eko-verimlilik bölgesine denk geldiği ortaya çıkmış oluyor. Bu bulgularla da ürünün daha eko-verimli hale getirilmesi için yapılması gerekenler kararlaştırılabiliyor.
KO­BİLE­RE EKO-VE­RİM­LİLİK DES­TE­Ğİ
Hem çevreyle uyum halinde hem de ekonomik olarak avantajlı bir şekilde rekabette öne çıkabilmek için şirketlerin, sürekli olarak üretim sistemlerini yenilemesi ve geliştirmesi gerekiyor.~
 Bununla paralel olarak eko-verimlilik analizleri uygulanması ve üretim süreçlerinin çevresel ve ekonomik yönlerinin uluslararası standartlarda incelenmesi gerekiyor. Gelişmekte olan ülkelerde, bu metotları uygulamakta zorluk çekebilecek KOBİ’lere destek olmak amacıyla BASF, UNIDO ve UNEP ile 2002 yılından itibaren ortak bir proje yürütüyor. Bu kapsamda, dönem dönem, belirlenen ülkelerde şirket yetkililerine eğitimler veriliyor ve eko-verimlilik analizi uygulamaları yürütülüyor.
Çünkü eko-verimlilik analiziyle, aynı kalitedeki ürünü ortaya çıkarabilecek farklı yöntemler karşılaştırılarak en eko-verimli olanın piyasaya sürülmesi sağlanabiliyor. Böylelikle bir yandan üretici şirket rekabet avantajı elde ederken diğer yandan da gezegenimizin dengeleriyle en uyumlu ürünler ortaya çıkarılarak sürdürülebilir gelişmeye destek sağlanmış oluyor.
SE­RA GAZ­LA­RI­NA KAR­?I 3-1 ÖN­DE
BASF, aynı zamanda eko-verimlilik yaklaşımı çerçevesinde faaliyetlerinin karbon dengesini kapsamlı bir biçimde hesaplayan ve açıklayan dünyanın ilk şirketi. Hesaplamanın sonuçlarına göre BASF ürünleri, üretim süreçlerinde ortaya çıkanın 3 katı kadar seragazı salınımından tasarruf sağlıyor.
Enerji verimliliğini artıran 90 önemli ürününün yaşam döngüsünü inceleyerek bu ürünlerin küresel CO2 salınımında yılda 250 milyon metrik ton tasarruf sağladığını belirleyen BASF’ın karbon dengesi hesaplaması Freiburg’daki Ekoloji Enstitüsü tarafından da kontrol edildi ve onaylandı.
DÜN­YA­NIN İLK CPO’SU
BASF, enerji verimliliği ve yenilenebilir hammaddeler ile iklim ve kaynak korunmasına yönelik projelerinin daha güçlü yürümesi için 2008 yılının başında bir iklim koruma yöneticisi (CPO-Climate Protection Officer) atadı. Dünyanın ilk CPO’su olarak göreve başlayan Dr. Ulrich von Deessen, BASF’in Sürdürülebilirlik Konseyi’ne bağlı olarak şirketin iklimlerin korunması ve sürdürülebilir büyüme konusundaki çalışmalarını koordine ediyor.
Her yıl toplam Ar-Ge bütçesinin üçte birini, yaklaşık 500 milyon Euro’yu bu yöndeki projelere harcayan BASF’ta oldukça önemli bir görev üstlenen CPO Dr. Ulrich von Deessen, şirketin 2002 yılında başlattığı program çerçevesinde üretim esnasındaki seragazı salınımını düşürmeye yönelik önemli hedefleri bulunduğunu belirtiyor. BASF bu program kapsamında 2020 yılına kadar seragazı salınımını yüzde 25 azaltmayı ve üretim tesislerindeki enerji verimliliğini yüzde 25 arttırmayı hedefliyor. Şirket, geride kalan 8 yıl içinde şimdiden yüzde 15 düzeyinde bir düşüş sağlamayı başardı ve 2020 yılı itibarıyla bu hedeflerin de ötesine geçmek konusunda oldukça kararlı.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz