Anayazı Ekonomide geçen ayın en önemli olayı faizlerde yaşanan düşüştü. Aslında, bu düşüş temmuz ayının son günlerinde başlamış, devamı ise ağustos ayının ortalarında gelmişti. Düşüşü başlatan Me...
Anayazı
Ekonomide geçen ayın en önemli olayı faizlerde yaşanan düşüştü. Aslında, bu düşüş temmuz ayının son günlerinde başlamış, devamı ise ağustos ayının ortalarında gelmişti. Düşüşü başlatan Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın yılın üçüncü Enflasyon Raporu’nu açıklarken yaptığı konuşmaydı. Yılmaz, bu konuşmada, para politikası faizini bir miktar daha düşürüp sonrasında 2010 yılı sonuna kadar sabit tutmayı düşündüklerini söylemişti. Eğer mali politikalarla desteklenirse, bunun da ülkemizde tek haneli faiz dönemini başlatabileceğini belirtmişti.
Yılmaz’ın bu konuşmasından sonra, birkaç aydır Merkez Bankası’nın faiz indirimlerine fazla cevap vermeyen gösterge tahvil faizinde hemen 1 puana yakın bir düşüş oldu ve yıllık bileşik olarak yüzde 10,5 civarı görüldü. Bazı bankalar yavaş yavaş mevduat ve kredi faizlerini düşürmeye başladı. Hazine de ağustos ayının ilk iskontolu ihalesinde tek haneli (yüzde 9,5) faizle borçlanmayı başardı.
Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu’nun (PPK) 18 Ağustos’taki toplantısında politika faizini 50 baz puan daha geriye çekmesinden sonra ise bu süreç hızlandı. Biz bu yazıyı yazdığımız sırada ikinci el piyasasındaki gösterge tahvilin faizi yüzde 9,5 civarına inmişti. Hazine, ağustos ayındaki iskontolu ihalelerini yüzde 9,4’lük ortalama faiz ile tamamlamıştı. Bankalar da faiz düşürme yarışına girmiş, mevduat faizleri yüzde 9’lara kadar çekilmişti. Mevduat faizi ile arasındaki marj nedeniyle tek haneyi görmesi pek olası olmasa da kredi faizlerinde de bir miktar düşüş söz konusuydu.
Daha Düşer mi?
Yaşanan süreci kısaca böyle özetledikten sonra öncelikle faizdeki bu düşüşün daha devamı gelir mi sorusuna odaklanalım. Bu soruya kısa vadede evet cevabını verebiliriz. Çünkü, Merkez Bankası henüz politika faizindeki düşüş sürecini bitirmiş gibi görünmüyor. Son indirimle Merkez Bankası’nın bankalararası para piyasasında uyguladığı gecelik borç alma faizi yüzde 7,75’e, gecelik borç verme faizi ise yüzde 10,25’e çekilmiş durumda. Piyasada daha çok gecelik borç alma faiziyle ilgileniliyor. Bu faizin de önümüzdeki 1-2 ay içinde yüzde 7’ye kadar çekilebileceği tahmin ediliyor. Yüzde 7’lik basit gecelik faizin yıllık bileşiği yüzde 7,25 ediyor. Bu da piyasadaki faizlerin 1 puan kadar daha aşağıya ve yüzde 8,5 civarına çekilebileceğini düşündürüyor.
Merkez Bankası, faiz indirimlerini, iktisadi faaliyetteki toparlanmanın yavaş ve kademeli olacağı ve de enflasyonun düşük seyrini uzun bir süre koruyacağı beklentisine dayandırıyor. Biz bu konularda o kadar emin değiliz ama kısa vadede Merkez Bankası’nı faiz indirimlerini yapmaktan alıkoyacak bir gelişme yaşanabileceğini de sanmıyoruz. Piyasa da bu faiz indirimlerini yeniden izlemeye karar verdiğine göre, bu 1-2 ay içinde faizlerde bir miktar daha düşüş olabilir diye tahmin ediyoruz.
Düşüşün Anlamı
Buradan faizdeki bu düşüşün nedenlerine ve anlamına gelelim. Piyasa nasıl oldu da Merkez Bankası’nın faiz indirimlerini yeniden takip etmeye karar verdi? Esasında bu konuda kafamız biraz karışık. Çünkü güvendiğimiz bazı iktisatçılar bunun hiç de hayra alamet olmadığını söylüyor. Mesela Güven Sak gösterge tahvilin faizinin gün içi işlemlerde ilk kez tek haneye düştüğü günlerde, bunun bir depresyon işareti olarak algılanması gerektiğini yazmıştı (Referans, 6 Ağustos 2009). Sak’a göre bu gelişme kredi verecek kimse bulamadıkları için “kulaklarından para fışkıran” bankaların devlet iç borçlanma senetlerine yüklenmesinden kaynaklanıyordu. Aynı günlerde Fatih Özatay da bu konuyu ele almış, Sak gibi keskin bir yorum yapmasa da, faiz düşüşü sonucuna yol açan nedenlerin pek de sevimli olmadığını belirtmişti (Radikal, 9 Ağustos 2009). Özatay’ın öne sürdüğü nedenler de temel olarak Sak’ınki gibi bankaların elindeki likidite fazlasına dayanıyordu.
Fakat Sak ve Özatay’ın bu değerlendirmeleri, bankaların geçen ay kredi faizlerini düşürmek için de yarışa girmelerini açıklayamıyor. Gerçi kredi faizlerine ilişkin istatistikler çok sınırlı olduğu ve de çok geriden geldiği için geçen ay bu faizlerde ne kadar düşüş olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Ancak tek haneye inmesi ihtimali pek olmasa da kredi faizlerinde de bir miktar düşüş olduğunu gözlemliyoruz. Bu da bankaların risk algılamasında da bir düşüş olduğunu düşündürüyor. Belki dünya ekonomisindeki toparlanmanın beklenenden önce başlaması ve küresel düzeyde risk algılamasının düşmesi, bizim bankalarımızın da risk algılamasını düşürmüş olabilir. Konjonktür’ün kutularından birinde okuyabileceğiniz gibi, Merkez Bankası’nın ikinci çeyrek dönemde düzenlediği Banka Kredileri Eğilim Anketi’nin sonuçları, üçüncü çeyrekte kredi musluklarının bir miktar gevşetilmesinin planlandığını göstermişti. Bunun üzerine hükümetin ekim ayında İstanbul’da yapılacak IMF ve Dünya Bankası yıllık toplantıları öncesinde IMF ile bir anlaşma yapacağı ve böylece beklenen mali disiplin önlemlerinin alınacağı beklentisi ile Merkez Bankası’nın faiz açıklamaları da binince, bu planlar hayata geçirilmeye başladı gibi görünüyor. Nedeni her ne olursa olsun, kredi faizlerinde de indirim yapılması, faizdeki son düşüş dalgasının sadece bankaların ellerindeki likidite fazlasını devlet iç borçlanma kağıtlarına yöneltmesinden kaynaklanmadığını gösteriyor. Bu da bize bu düşüşü depresyon işareti olarak yorumlamanın abartılı olduğunu düşündürüyor.
Ekonomiye Etkisi
Eğer piyasa faizlerindeki son düşüş dalgası gerçekten de bankaların Hazine kağıtlarına yüklenmesinden çok geleceğe yönelik risk algılamalarının düşmesinden kaynaklanıyorsa, bunun ekonomiye olumlu yansımaları olmasını bekleyebiliriz. Çünkü bu kredi piyasasının yeniden açılmaya başlaması demektir. Vergi indirimlerinin tüketici talebine nasıl bir doping etkisi yaptığını ikinci çeyrekte görmüştük. Bu vergi indirimlerinin bir bölümünün geri alınması üçüncü çeyrek döneme ise tüketici talebinin düşüş göstererek girmesine yol açmıştı. Fakat şimdi kredi faizlerinde ciddi bir düşüş ortaya çıkarsa bunun tüketici talebini yeniden arttıracak bir etki yapması söz konusu olabilir.
Kredi faizlerindeki düşüşün işletmelere daha rahat çalışma olanağı sağlayacağı ve yatırım eğilimini olumlu etkileyeceği de muhakkak. Tabii yatırımlarda tam anlamıyla bir canlanma olması için resesyondan tamamen çıkılması ve de geleceğe yönelik beklentilerin iyice olumluya dönmesi gerekiyor. Bu nedenle yeni yatırımların devreye girmesi için daha en azından 2010 yılı ortalarına kadar zaman var gibi görünüyor. Ancak faizlerdeki düşüş, daha önce başlanmışken kriz sırasında yarım bırakılan yatırımların yeniden start almasına yol açabilir ki, bu da ekonomiye olumlu etkide bulunur.
Kalıcı Olur mu?
Son olarak Türkiye’nin çok uzun yıllar sonra kavuştuğu bu tek haneli faizin kalıcı olup olmayacağını da sorgulayalım. Hatırlarsanız yukarılarda bir yerde, Merkez Bankası’nın faiz indirimlerini iktisadi faaliyetteki toparlanmanın yavaş ve kademeli olacağı ve de enflasyonun düşük seyrini uzun bir süre koruyacağı beklentisine dayandırdığını, bizim ise bu konularda o kadar emin olmadığımızı söylemiştik. İşte bu konularda Merkez Bankası kadar emin olmamamız, tek haneli faizin kalıcılığı konusunda da şüphe duymamıza yol açıyor. Bize dünya ekonomisindeki toparlanma Merkez Bankası’nın beklediğinden daha erken başladı gibi geliyor. Dünya ekonomisindeki toparlanmanın Merkez Bankası’nın beklediği kadar yavaş olmayabileceğini de düşünüyoruz. Bu durumda tüm dünyada enflasyonu olumsuz etkileyecek bir emtia fiyat artışının yaşanması mümkün demektir. Ayrıca dünya ekonomisinin beklenenden önce ve beklenenden hızlı toparlanması, Türkiye’deki iktisadi faaliyet hacmi üzerinde de mutlaka yansımasını bulacaktır. Bu durumda Merkez Bankası politika faizini 2010 yılı sonuna kadar sabit tutma sözünü geri almak zorunda kalabilir. Merkez Bankası’nın faiz artışına başlaması da piyasa faizlerini yeniden çift haneye çıkarabilir.
Tabii daha uzun vadede bu kez kalıcı olarak tek haneli faize ulaşmak imkansız değil. Merkez Bankası, enflasyonu yüzde 4 dolayına indirmek ve de orada tutmak şeklindeki nihai hedefine ne zaman ulaşabilirse, faiz de kalıcı olarak tek haneye o zaman inebilir.
Merkez’in Enflasyon Tahmininde Değişiklik Yok
Merkez Bankası, 2009 yılının üçüncü Enflasyon Raporu’nu 29 Temmuz’da yayınladı. Bu raporda yer alan Merkez Bankası’nın son enflasyon tahminleri, önceki tahminlerine göre pek bir değişiklik içermiyor. Sadece 2009 yıl sonu enflasyon tahmininde, yüzde 6’dan yüzde 5,9’a, 0,1 puanlık küçük bir düşüş var. 2010 ve 2011 yıl sonu enflasyon tahminlerinin ise yüzde 5,3 ve yüzde 4,9 olarak sabit tutulduğu gözleniyor.
Önceki iki raporda enflasyon tahminlerini geriye çeken Merkez Bankası’nın bu kez bir değişiklik yapmamasının nedeni, kendi ifadesine göre, son üç aylık dönemde enflasyonu zıt yönde etkileyen ama birbirinin etkisini götüren gelişmeler yaşanması. Buna göre, iktisadi faaliyetteki daralmanın öngörülenden daha derin olması, enflasyon gerrçekleşmesinin tahminlerin sınırlı da olsa altında kalması ve Avrupa ekonomisinin 2009 yılı büyümesine ilişkin beklentilerin daha da kötüleşmesi, enflasyon tahminlerine aşağı yönde etkide bulunmuş durumda. Petrol fiyatlarının varsayımlardan yüksek seyretmesi ve bütçe dengesini düzeltmek için yapılan vergi düzenlemelerinin ise enflasyon tahminlerini yukarı yönlü etkilediği belirtiliyor. Sonuçta enflasyon tahminlerinde bir değişiklik yapılmadığına göre, bu etkilerin birbirini götürmesinin beklendiği anlaşılıyor.
Fakat yeni enflasyon tahminleri belirlenirken önemli bir varsayım daha yapıldı ve para politikası faizlerinin bir miktar daha indirildikten sonra 2010 yılı sonuna kadar sabit tutulabileceği belirtildi. Bu da, Konjonktür’ün anayazısında ele aldığımız gibi, piyalarda yeni bir faiz indiriminin tetiğini çekti.
Temmuz Enflasyonu
Bu arada temmuz ayı enflasyonunun ise beklendiği gibi gerçekleştiğini belirtelim. Beklenen, vergi indirimlerinin bir kısmının geri alınması ve akaryakıt ile tütün ürünlerine yapılan zamlar nedeniyle temmuz ayı enflasyonun mevsim normallerinin bir miktar üzerine çıkması ama geçen yılki yüksek oranın altında kalmasıydı. Öyle de oldu. Bunun sonucunda yıllık enflasyon ise haziran ayındaki yüzde 5,73 seviyesinden yüzde 5,39’a indi. Böylece yıllık enflasyon son üç ayda yüzde 5,5 seviyesine oturmuş oldu. Bu yatay seyrin yılın kalan döneminde de sürmesi bekleniyor.
Kredi Muslukları Yavaş Yavaş Açılıyor
Merkez Bankası’nın üç ayda bir düzenlediği Banka Kredileri Eğilim Anketi’nin (BKEA) yılın ikinci çeyrek döneminde yapılan sonuncusunun sonuçları, bankaların üçüncü çeyrekte kredi musluklarını bir miktar açmayı düşündüğünü gösteriyor. Geçen yılın başından bu yana kredi standartlarını sürekli sıkan ve gelecek dönem için de hep sıkma beklentisi açıklayan bankaların, bu kez bu standartları gevşetme beklentisi açıkladıkları görülüyor.
Söz konusu ankette bankaların kredi politikasına yön veren standartları geçen üç ayda sıkılaştırıp sıkılaştırmadıkları ve gelecek üç ayda sıkılaştırmayı planlayıp planlamadıkları sorgulanıyor. Alınan yanıtlara göre net değişim hesaplanıyor. Net değişimin negatif olması kredi standartlarının sıkılaştırıldığını, pozitif olması ise kredi standartlarının gevşetildiğini gösteriyor. Kredi standartlarının sıkılaştırılması bankaların kredileri kısmak niyetinde oldukları anlamına geliyor. Kredi standartlarının gevşetilmesi ise kredi verme niyetinin arttığına işaret ediyor.
Son BKEA’nın sonuçlarına göre, bankalar üçüncü çeyrekte özellikle konut kredilerini gevşetmek niyetinde. Diğer bireysel kredilerde de çok az bir gevşetme planı varken taşıt kredilerinde ise hala kısıntı niyetinin mevcut olduğu dikkati çekiyor.
Bu arada işletmelere verilen kredilerde de bir miktar gevşetmenin planlanması ise önemli görünüyor. Çünkü bankalar işletmelere verilen kredileri çok daha riskli görüyor ve 2006 yılındaki meşhur dalgalanmadan bu yana da kredi standartlarını genelde sıkıyor. Şimdi burada az da olsa bir gevşetme planının olması, bankaların şirketlerin performansına ve dolayısıyla ekonominin geleceğine ilişkin risk algılamalarının azalmakta olduğunu gösteriyor.
Şu anda bu anketteki beklentilerin ait olduğu dönemin iki ayını geride bırakmış durumdayız. Bu iki aydaki gelişmelere baktığımızda, bankaların kredi standartlarını gevşetme yönündeki planlarını hayata geçirmeye başladıklarını söyleyebiliriz. Geçen ay özellikle konut kredilerinde yoğunlaşan bir faiz indirme eğilimi gördük. Bu eğilim biraz daha sürecek gibi de görünüyor. Bu faiz indirimlerinin iç talebi olumlu etkileyerek resesyondan çıkışı desteklemesini bekliyoruz.
İşsizlikte Zirveden Dönüş Var
Ekonomide dipten dönüşün kesinleşmesinden sonra işsizlikte de zirveden dönüş sinyalleri almaya başladık. Geçen ay açıklanan mayıs ayı işgücü piyasası verileri, işsizlikte mevsimselliğin ötesinde de bir toparlanma olduğunu gösteriyor.
Söz konusu verilere göre mayıs ayında genel işsizlik oranı yüzde 13,6, tarım dışı işsizlik oranı ise yüzde 17 olarak gerçekleşmiş durumda. Genel işsizlik oranında önceki aya göre 1,3 puanlık gerileme varken geçen yılın aynı ayına göre 4,4 puanlık yükseliş görülüyor. Tarım dışı işsizlik oranında da önceki aya göre 1,2 puanlık düşüş, geçen yılın aynı ayına göre ise 5,5 puanlık artış var. Bu arada mayıs ayında 3 milyon 382 bin olarak gerçekleşen işsiz sayısının da önceki aydaki işsiz sayısından 236 bin kişi düşük olduğunu fakat yıllık bazda 1 milyon 179 bin kişilik artış gösterdiğini belirtelim.
İşsizlik oranlarında ve işsiz sayısında önceki aya görülen düşüşler büyük ölçüde mevsimlik eğilimden kaynaklanıyor. Kış koşullarının atlatılmasıyla tarımsal faaliyetin hızlanması ve de inşaat ve turizm gibi sektörlerde sezonun açılmasıyla mart, nisan ve mayıs aylarında her yıl bu tür düşüşler oluyor. Hatırlarsanız resesyona rağmen bu eğilimin bu yıl da görüleceğini sizlere daha önce haber vermiştik (Capital, Haziran 2009).
Ancak mayıs ayı verilerini daha dikkatli bir şekilde incelediğimizde işsizlikte mevsimselliğin ötesinde de bir toparlanma olduğunu görüyoruz. Grafiklerde gördüğünüz gibi, hem işsizlik oranlarında hem de işsiz sayısında geçen yılın ikinci yarısında başlayan yıllık bazdaki tırmanış eğilimi artık durmuş ve de mayıs ayında düşüş yaşanmış durumda. Biz bununla yetinmeyip bir de işsizlik oranlarını mevsimsel olarak düzeltme yoluna gittik. Mevsimsel düzeltme yapıldığında genel işsizlik oranının önceki aya göre 0,1 puan düştüğünü, tarım dışı işsizlik oranının ise sabit kaldığını gördük.
Resesyonun Etkisi Geçiyor
İşsizlikte zirveden dönüşün başlaması, resesyonun etkisinin yavaş yavaş ortadan kalkmakta olduğunu gösteriyor. Bu etki bir taraftan işten çıkarmaların hızının artık kesilmesi öte taraftan da ek işgücü etkisinin (ailenin çalışan bireylerinin işsiz kalması ya da işsiz kalması olasılığının belirmesiyle normalde çalışmayan bireylerinin iş aramaya başlaması) iyice zayıflaması nedeniyle ortadan kalkıyor. Geçen kasım ile ocak ayları arasında 500 binin üzerinde seyreden işten çıkarılanların sayısı son üç aydır 350 bin civarına düşmüş durumda. Ek işgücü etkisi nedeniyle ekim ile mart ayları arasında 1 milyonun üzerinde seyreden işgücü sayısındaki yıllık artışın da son iki aydır 800 binin altında gerçekleştiği görülüyor.
Peki işsizlikte yılın kalan döneminde ne olur? Mevsimsel eğilimlere göre haziran ve temmuz aylarında yatay bir seyir izlenmesi, ağustos ayından itibaren ise yavaş yavaş bir yükselişin başlaması gerekiyor. Fakat resesyondan çıkışın gücüne bağlı olarak bu rotada bu yıl bir miktar sapma olabilir. İşsizlikteki mevsimsel yükselişin başlamasının bu yıl eylül ya da ekim ayına kayması olasılığı var. Yıl sonunda işsizlik oranının yeniden yüzde 15’in üzerine çıktığını görebiliriz. Yıllık ortalama olarak ise tahminimiz yüzde 14,5 civarında bir işsizlik oranı. Resesyonun etkilerinin ilk görülmeye başladığı 2008 yılında ortalama işsizlik oranı yüzde 11, 2007 yılında ise yüzde 10,3’tü. Yani resesyon bize işsizlik oranında yaklaşık 4 puanlık bir artış bırakıp öyle gidecek gibi görünüyor. İşsizliği tekrar eski seviyesine düşürmenin ise hiç kolay olmayacağını şimdiden söyleyelim.
Avrupa Beklenenden Hızlı Toparlanıyor
Geçen yılın sonları ile bu yılın başlarında giderek kötümserlerşen dünya ekonomisine ilişkin tahminlerin yaz aylarında yavaş yavaş iyimserleşmeye başladığını ve büyüme tahminlerinin yükselişe geçtiğini geçen ay yazmıştık (Capital, Ağustos 2009). Yalnız göreceli olarak en az düzelmenin Avrupa’da beklendiğini de belirtmiştik. Hatta 2010 yılı için Avrupa’ya ilişkin beklentilerde de hafif toparlanma varken, 2009 yılı beklentilerindeki bozulma sürüyordu.
Fakat Eurostat’ın Avrupa Birliği (AB) ülkeleri için geçen ay açıkladığı ikinci çeyrek döneme ilişkin ilk büyüme tahminleri bu beklentilerden çok farklı çıktı. AB genelindeki ve Euro Bölgesi’ndeki küçülme beklenenden daha düşük çıkarken, bu bölgenin iki dev ekonomisi olan Almanya ve Fransa’da sürpriz bir büyüme görüldü. Böylece bu iki ülkenin artık resesyondan çıktığı değerlendirmeleri yapılmaya başladı.
Dünyanın büyük ekonomileri için üçer aylık büyüme tahminleri yapan OECD, Euro Bölgesi’nin ikinci çeyrekte yüzde 0,8 küçülmesini bekliyordu. Oysa gerçekleşen küçülme oranı sadece yüzde 0,1 oldu. Böylece OECD’nin son çeyrek için öngördüğü noktaya iki çeyrek önce gelen Eurö Bölgesi, muhtemelen resesyondan da öngörülenden iki çeyrek önce ve şu sıralarda çıkıyor olabilir. Böyle bir gelişme olursa ihracatımız ve dolayısıyla bizdeki büyüme de bundan olumlu etkilenir.
Sanayideki Küçülme Vites Küçülttü
Sanayi üretimi haziran ayında yıllık bazda yüzde 9,7 oranında düşüş gösterdi. Böylece sanayideki düşüş dönemi 11’nci ayını da tamamlamış oldu. Fakat haziran ayındaki düşüş hem beklenenden (yüzde 12,5 civarı) daha iyi hem de önceki aya göre büyük bir hız kesme var. Sanayi üretimindeki düşüş mayıs ayında yüzde 17,3 seviyesindeydi.
Haziran ayı verilerinin açıklanmasıyla sanayi üretiminde ikinci çeyrek döneme ilişkin veriler de belli olmuş oldu. İlk çeyrekte yüzde 21,9 olan sanayi üretimindeki düşüş ikinci çeyrekte yüzde 15,2’ye düştü. Bu, ekonominin genelindeki küçülme oranının da ikinci çeyrekte yavaşlamış olabileceğini düşündürüyor. Başka öncü göstergelerden alınan sinyaller de işin içine katıldığında, ilk çeyrekte yüzde 13,8 olan Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’daki (GSYİH) düşüş, ikinci çeyrekte yüzde 8,5 civarına inmiş olabilir gibi görünüyor.
Sanayi üçüncü çeyrek döneme de toparlanmaya devam ederek girdi gibi. Fakat bu toparlanma haziran ayında gördüğümüz kadar hızlı değil. İmalat sanayiindeki kapasite kullanım oranı temmuz ayında yüzde 72,3 olarak gerçekleşti. Her ne kadar bu oran önceki aya göre düşüş gösterse de yıllık bazdaki toparlanma sürüyor. Bu kapasite kullanım oranı, sanayi üretimindeki düşüşün temmuz ayında yüzde 7,5 dolayına inebileceğini düşündürüyor.
İlk Yarıda Dış Açığı Dörtte Bire İndirdik
Türkiye’nin dış dengesi, yılın ilk yarısında, resesyondan kaynaklanan büyük bir düzelme yaşadı. Dünyadaki resesyon ihracatımızı geriletti ama bizdeki resesyon da ithalatı çökerttiği için, cari işlemler dengesinde dış ticaret dengesinden kaynaklanan bir düzelme gerçekleşti. Geçen yılın ilk yarısında 27,7 milyar lira olan cari açık, yüzde 75,7’lik bir düşüş göstererek, bu yılın ilk yarısında 6,7 milyar dolara indi.
Aylık olarak bakılırsa cari açık tam 10 aydır yıllık bazda düşüş gösteriyor. Yalnız bir ara yüzde 94’ün üzerine kadar çıkan buradaki düşüşün, ekonominin resesyonda dipten dönmesiyle haziran ayında yüzde 65’e kadar indiği görülüyor. Ekonomi dipten dönerken ithalattaki düşüşün hız kesmesi cari açığa da yansıyor. Cari açıktaki düşüşün önümüzdeki iki ayda da hız kesmeye devam etmesini bekliyoruz. Geçen yıl resesyonun başladığı ağustos ayından itibaren ise cari açık yavaş yavaş yeniden yükselişe geçebilir.
Tabii burada ithalat yanında ihracatın nasıl bir performans göstereceği de cari açık üzerinde etkili olacak. Yılın sonlarına doğru ihracatta belirgin bir toparlanma olursa cari açıktaki yükseliş daha yavaş olabilir.
Beklentiler yıl sonunda cari açığın 11 milyar dolar dolayında gerçekleşeceği yönünde. Fakat bizim gördüğümüz kadarıyla gidişat biraz daha yüksek bir cari açığa doğru. Yıl sonunda cari açık 15 milyar dolar civarında çıkabilir. 2008’de cari açık 41,3 milyar dolardı.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?