Üçüncü AKP dönemi

12 Haziran'da yapılan genel seçimi, beklendiği gibi yine Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) kazandı

1.07.2011 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Üçüncü AKP dönemi

AKP, geçerli oyların yüzde 49,8'ini alarak tek başına hükümet kuracak kadar milletvekili çıkardı. Böylece seçmenden üst üste üçüncü dönemde de Türkiye'yi yönetme vizesini aldı. Biz AKP'nin bu seçim başarısının arkasında ekonomideki performansının yattığı görüşündeyiz. İktidar partilerinin ekonomideki performansları ile seçim sonuçları arasında yakın bir ilişki olduğunu daha önce bu sayfalarda birkaç kez yazdık. En son iki ay önce bu konuyu tekrar işlemiş ve AKP'nin 12 Haziran'daki seçimden yüzde 40 civarında oyla birinci parti çıkacağı yönünde tahminde bulunmuştuk. AKP, seçimde bizim tahmin ettiğimizden 10 puan daha fazla oy aldı ama bu işin özünü değiştirmiyor. Sonuç itibariyle AKP, tıpkı tahmin ettiğimiz gibi seçimden birinci parti olarak çıkmış bulunuyor.

EKONOMİ VE SEÇİM
Sosyal bilimciler, seçmenlerin oy kararını nasıl verdiğini 50 yılı aşkın bir süredir araştırıyor. Bu araştırmaların vardığı sonuç iktidardaki partilerin ekonomideki performanslarının seçmenin oy verme kararında önemli rol oynadığı yönünde. Esasında seçmen, kendisinden oy isteyen adayların verdikleri sözleri ne ölçüde tutabileceğini kestirmeye çalışıyor. Bu kestirim aşamasında muhalefetteki partilerin verdikleri sözleri ne ölçüde tutabileceklerini değerlendirmek zorken, iktidardaki partinin geçmiş ekonomik performansı bu partinin verdiği sözleri ne ölçüde tutabileceğini değerlendirmeyi kolaylaştırıyor. Daha açıkçası, iktidardaki partinin yaptıkları yapacaklarının bir göstergesi olarak kabul ediliyor. Böylece seçmen iktidardaki partinin ekonomideki performansından memnunsa yine bu partiye oy vermeyi tercih ediyor. İktidardaki partinin performansından memnun olmadığında ise muhalefetteki partiler arasından bir tercihte bulunuyor. Bu açıdan bakıldığında 12 Haziran'daki seçimin sonuçlarının seçmenin AKP'nin ekonomideki performansından memnun olduğunu gösterdiğini söyleyebiliriz. AKP, iki dönemdir iktidarda ve ilk iktidar dönemindeki ekonomik performansı gerçekten de iyiydi. Fakat ikinci iktidar dönemindeki ekonomik performansı o kadar da iyi olmadı. Dört yıldan oluşan ikinci iktidar döneminin iki yılı 20082009 resesyonuna kurban gitti. Buna rağmen seçmenin AKP'nin ekonomideki performansından memnun olması nasıl açıklanabilir?

SEÇMEN MİYOP MU?
Bunun bir açıklaması ilgili literatürdeki "miyop seçmen" varsayımında bulunabilir. Bu varsayım seçmenin sadece son dönemdeki (genellikle seçimden önceki bir yıl) ekonomik performansa baktığını, daha eskiyi dikkate almadığını öne sürüyor. Bu varsayım geçerliyse, 2010 yılındaki ekonomik performans AKP'nin seçimde aldığı sonucu açıklayabilir. Fakat biz en azından Türkiye'de seçmenin bu kadar miyop olmadığı ve daha önceki dönemdeki ekonomik performansı da dikkate aldığı görüşündeyiz. Öyle olmasa 2001 krizinin üzerinden bir yıldan fazla zaman geçtikten sonra ve ekonominin yeniden hızlı büyümeye başladığı bir dönemde yapılan 3 Kasım 2002 seçimlerinde iktidar partilerine ağır bir fatura çıkarılmazdı. Aynı durum 1994 krizinin üzerinden bir yıldan fazla zaman geçtikten sonra ve yine ekonominin yeniden hızlı büyümeye başladığı bir dönemde yapılan 24 Aralık 1995 seçimlerindeki sonuçlar için de geçerli. Bu durumda AKP'nin ikinci iktidar döneminde ekonomide o kadar başarılı olmamasına rağmen seçimden yine birinci parti olarak çıkmasını açıklamanın başka bir yolunu bulmak gerekiyor.~

SORUMLULUK HİPOTEZİ
Bizce bu açıklama yine bu konuyla ilgili literatürde bulunan "sorumluluk hipotezi" içinde gizli. Bu hipoteze göre, seçmen iktidardaki partinin ekonomik performansını değerlendirirken, ekonomideki gelişmelerin ne ölçüde iktidar partisinin kararları sonucunda ortaya çıktığına da dikkat ediyor. Böylece seçimde iktidardaki partiye ekonomideki gelişmelere ilişkin sorumluluğu ölçüsünde ödül veya ceza veriyor. Bu açıdan bakıldığında 12 Haziran'da sandık başına giden seçmenin AKP'ye 2008-2009 resesyonu konusunda pek fazla sorumluluk yüklemediği sonucuna varabiliriz. Bu resesyonun 1994 ve 2001 krizlerinden temel farkı yerli yapım olmaması ve tüm dünyada yaşanan bir finansal krizin Türkiye'ye yansıması olmasıydı. Seçmen, bu nedenle AKP'nin ekonomideki performansını değerlendirirken 20082009 resesyonunu dikkate almamış gibi görünüyor. Bu resesyon dışarıda bırakıldığında ise AKP'nin ekonomideki performansı seçmenin oy kararını kendi lehine çevirebilecek kadar iyi. Ekonominin 2008-2009 resesyonundan çok hızlı çıkması da seçmenin AKP'yi ekonomide başarılı olarak kabul etmesini sağlamış olabilir.

İKİ DÖNEMİN FARKI
Böylece AKP'nin 2011 genel seçimindeki başarısını da 2007'deki gibi ekonomideki performansına bağlayabiliyoruz. Fakat burada ince bir fark olduğunu da gözden uzak tutmamak gerekiyor. AKP'nin 2007 genel seçimindeki başarısı, ilk iktidar döneminde ekonomi gemisini açık denizlerde hızla sürebilmesinden kaynaklanmıştı. Bu hız hem Türkiye'nin alıştığından oldukça yüksekti hem de daha önce nadiren görülen uzun bir süre boyunca korunabilmişti. AKP'nin 2011 genel seçimindeki başarısı ise ikinci iktidar döneminde ekonomi gemisini sert bir fırtınanın ortasından hızlıca çıkarabilmesinden kaynaklanıyor. Bu fırtınanın yarattığı hasarın seçime kadar büyük ölçüde giderilmiş olması da AKP'yi zafere taşıyan faktörlerden birini oluşturuyor. Fakat ekonomi gemisi fırtınadan hızlıca çıkarılırken ve de fırtınanın yarattığı hasar onarılmaya çalışılırken, eldeki kaynaklar biraz fazla zorlanmış durumda. En önemli ihracat pazarlarımız olan gelişmiş ülkeler fırtınadan hala tam olarak çıkamadığından, resesyon sonrasında ekonomiyi daha çok iç taleple büyüttük. Bu da seçim
öncesinde cari a��ığın yeniden rekorlar kırmaya başlamasına yol açtı. Bundan daha kötüsü, daha önce büyük ölçüde doğrudan yabancı yatırımlarla finanse edilen cari açık, resesyon sonrasında daha çok "sıcak para" olarak tabir edilen kısa vadeli sermaye girişleriyle finanse edilmeye başladı. Bunun sonucu da AKP'nin ikinci iktidar döneminden üçüncü iktidar dönemine daha riskli bir ekonomi devretmesi oldu.

CARİ AÇIK SORUNU
Bu nedenle ekonomik kamuoyu AKP'nin yeni hükümeti kurar kurmaz cari açığa karşı bir önlemler paketi açıklamasını bekliyor. Ekonomik kamuoyu hala ekonomide aşırı ısınma olduğu görüşünde ve cari açıktaki yükselişin de bundan kaynaklandığı düşünülüyor. Merkez Bankası'nın ekonomiyi soğutmak amacıyla geçen aralık ayında uygulamaya başladığı yeni para politikasının etkili olamadığı düşünüldüğünden, yeni hükümetin duruma maliye politikasıyla müdahale etmesi isteniyor. Geçen ay bu sayfalarda yazdığımız gibi, biz ekonominin şubat ayından bu yana soğumakta olduğu düşüncesindeyiz. Son bir ayda yayınlanan yeni veriler bu görüşümüzü biraz daha pekiştirdi. Sanayi üretimi mevsimsel düzeltilmiş olarak şubat, mart ve nisan aylarında düşüş gösterdi. İmalat sanayi kapasite kullanım oranı verileri, sanayi üretimindeki düşüşün mayıs ayında da sürdüğü sinyalini veriyor. CNBC-e Tüketim Endeksi'nde de mevsimsel düzeltilmiş olarak mart, nisan ve mayıs aylarında düşüş gördük. Mevsimsel düzeltilmiş reel dış ticaret verileri de ekonominin son aylarda soğumakta olduğu görüşümüzü pekiştiriyor. Bu şartlar altında, soğumakta olan bir ekonomiyi daha da soğutacak önlemler alınması bir resesyona davetiye çıkarmak demek olacağından, yeni hükümetten konjonktürel önlemler alması beklentisi içinde değiliz.~

DÖRDÜNCÜ DÖNEMİN ANAHTARI
Ancak bu cari açık sorununun üçüncü iktidar döneminde AKP'nin çözmesi gereken temel sorun olduğunu düşünüyoruz. Bunun nedeni de Türkiye'de uzun yıllardır varlığını sürdüren cari açık=büyüme denkleminin artık iyice çözümü zor bir hale gelmiş olması. Türkiye'de ithalata dayalı bir üretim yapısı mevcut olduğundan, ekonomi hızlı büyüdüğünde ithalat ve dolayısıyla cari açık da büyüyor. Üstelik petrol ve diğer emtia fiyatlarındaki tırmanış nedeniyle artık aynı düzeydeki büyüme daha fazla cari açığa yol açıyor. Bu da aynı düzeydeki büyüme için artık daha fazla dış finansman bulmak zorunda olduğumuz anlamına geliyor. Bu sorunun bir çözümü, daha düşük büyüme oranlarına razı olarak cari açığı da daha düşük seviyede tutmak. Türkiye'de bunu savunan iktisatçılar var. Ancak bu işsizlikte yükseliş anlamına geldiğinden uzun vadede toplumsal olarak kabul edilebilir bir çözüm değil. Bir başka çözüm, yüksek büyüme oranlarından fedakarlık etmeden cari açığı
ne şekilde olursa olsun finanse etmeye çalışmak. Ancak bu da büyümenin dış şoklara karşı aşırı kırılgan olması anlamına geliyor. Böyle dış şokların sermaye kaçışına yol açarak ekonomide nasıl tahribat yarattığını ise son 20 yıldaki deneyimlerimizden çok iyi biliyoruz. AKP'nin ilk çözüm yolunu tercih etmesi, 2015 yılında yapılacak gelecek genel seçimde iktidarı tehlikeye atması demek. İkinci çözüm yolunun tercih edilmesi ise kumar oynamak anlamına geliyor. Bu durumda gelecek dört yılda bir dış şok yaşanmazsa AKP düşeş atmış olacak. Fakat böyle bir dış şok kapıyı çalarsa sonucun ilk çözümdekinden bile kötü olması mümkün. Bu durumda AKP'nin dördüncü dönemi de garantilemesi için cari açık sorununa kalıcı bir çözüm bulması gerekiyor. Bu ise ekonominin ithalata dayalı üretim yapısını değiştirecek yapısal reformlara girişmeyi gerektiriyor. Böyle bir çözüm yolu elbette Türkiye için de en iyisini oluşturuyor. H

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz