LC
Waikiki perakende sektörünün en başarılı şirketlerinden. Hatta son
dönemde bu alanda en fazla konuşulan markalar arasında yer alıyor. Bu
başarının arkasında ise şirketin 2001 yılından sonra gerçekleştirdiği
dönüşümün payı büyük. Şirket o günden bu yana üretim odaklı yaklaşımını
geride bırakarak perakendeye geçiş yaptı ve markasını deyim yerindeyse
parlatmayı başardı. Yurtdışında da önemli ataklara imza atan şirket, tüm
bu dönüşümü ise adım adım ve planlayarak gerçekleştirdi. Bu büyük
dönüşümün mimarlarından Vahap Küçük'le bir araya geldim. Kendi ağzından
LC Waikiki’nin başarılı değişimini ve bu değişimin ardından şirketin
nasıl Türkiye’nin en büyük hazır giyim devi olmayı başardığını konuştum:
Dönüm noktası oldu
“LC Waikiki için üretimden perakendeye geçiş bir dönüm noktası oldu.
Perakendeye geçişi ise 2001 yılında gerçekleştirebildik. Aslında çok
daha önceleri bu dönüşümü hayata geçirmek istiyorduk. O dönemde 700
civarında bayimiz vardı. Bayilikten vazgeçmemizin ilk nedeni, sektörün
dinamizmine bu yapının artık cevap verememesiydi. Bizim sektörümüzde
hızlı karar almak çok önemli. Moda artık yılda 1 sefer değişmiyor, her
ay yenilenen trendler söz konusu. Bu değişime ve hıza ise bayiler
maalesef ayak uyduramıyor. Şirket olarak da bizim müşterimiz tüketici
değil, bayiydi. Tüketicinin istediği ürünleri mağazaya sokabilmek için
ilk önce onları ikna etmemiz gerekiyordu. Gelişmiş ülkelerde bayilik
kanalının zorlanmaya başladığını da gördük. Organize perakende hızlı bir
şekilde gelişip bu ağları yok etmeye başlamıştı. Türkiye’de de
bayilikle ilerleyen mağazaların pazardaki payı yüzde 15’lere geriledi.
Yüzde 85’lik kısım ise diğer zincirlerin elindeydi. Bayilerin önemli bir
kâr merkezi olması ve onlara da para kazandırmak zorunda olmamız da
bizi engelliyordu. Bundan dolayı rekabetçi ya da tüketici alım gücüne
göre fiyat koymakta zorlanıyorduk. Tüm bu gerçeklere rağmen 2001 krizine
kadar perakendeye geçiş dönüşümünü gerçekleştiremedik.~ Taşlar yerinden oynadı
Sonuçta işleyen bir çark vardı. Bundan vazgeçemiyorduk. 2001 yılındaki
krizde zaten taşlar yerinden oynadı. Şirket çok para kaybetti. Bunun bir
fırsat olduğunu düşündük. Bayilerimizden gelen 85 milyon dolar
civarında bir ciromuz vardı. Perakendeye geçişle birlikte 20 milyon
dolara kadar düşeceğimizi öngördük. Gerçekten de öyle de oldu. 2001
yılının sonlarına doğru karar aldık, 2002 yılının başında uygulamaya
geçtik. Bayilere bir mektup gönderdik. İlk önce şartları ağırlaştırdık.
İlk etapta, ‘Size ürün vermiyoruz’ demek yerine vadeyi kısalttık. Bunun
ardından bayilerin yüzde 80’i bizimle çalışmayı kendiliğinden bıraktı.
100 bayiye kadar indik. Ciromuz da 15 milyon dolar seviyesine düştü.
Oyunun kuralı değişti
Bu geçişin ardından organizasyon yapımızı da bayilik sisteminden
perakendeye göre yeniden yapılandırdık. Bu dönemde bazı yönetici ve
çalışanlarımızla yollarımızı ayırmak zorunda kaldık. Sonuçta artık
oyunun kuralları değişiyordu. Farklı bir iş modeli ortaya çıkmıştı. Biz
de yeni oyunun kurallarına göre konum almaya başladık.
Bu dönüşümün ilk evresini 6 ay gibi bir sürede tamamladık. 2002 yıl
sonuna doğru ise meyvelerini toplamaya başladık. Bizim perakendeye tam
anlamıyla geçmeden önce de 15 tane mağazamız vardı. Bu mağazaların
hepsinin toplam metrekaresi ve cirosu bizim şu andaki İstiklal
Caddesi’ndeki bir mağazamız kadar etmiyordu. Butik yapıdaydı. Yeni
perakende yapımızı bu 15 tane mağazanın üzerine inşa etmeye başladık.
Güneş doğdu
Perakende şirketimizi 1997 yılında kurmuştuk. Burada demin bahsettiğim
15 mağazayı yönetiyorduk. Bu şirketin başında bir İngiliz genel müdür
vardı. Görsel grubun başında bir Amerikalı, tasarımın başında ise bir
Fransız çalışıyordu. Yani aslında 15 mağazamız varken de yönetim
kadromuz güçlüydü. Ürünümüzü ve koleksiyonlarımızı yeni dönem trendlere
göre yapıyorduk. Ama 700 bayi nedeniyle bir türlü büyüyemiyorduk.
Kısacası büyük ağacın gölgesinde kalan küçük ağaç büyümüyordu.
Perakendenin önündeki engelleri kesince üzerine güneş doğmaya başladı.~
2002 yılında tam anlamıyla perakendenin kurallarına göre oynamaya
başladık. En büyük farkımız ise krizi fırsat bilmemiz oldu. Herkes
suların durulmasını beklerken biz yatırım yapmaya devam ettik. O tarihte
bankalar batmış, kiralar düşmüştü. Bunu fırsat bilip Anadolu’da ve
büyük şehirlerde en iyi yerleri uygun fiyata kiraladık. Hatta uygun
fiyata da dekore ettirdik.
En büyük sermaye itibar
Tüm bunları yaparken birikmiş sermayemiz erimişti. Burada en önemli şey
güvendi. Bankaların ve finans kuruluşlarının bize güveni vardı.
İtibarımız sayesinde bu yatırımları yaptık. Neredeyse her hafta bir
mağaza açtık. 2004 yılının başına geldiğimizde 40 mağazamız vardı. 100
milyon dolar ciroya ulaşmıştık. Mağaza sayısından ziyade verimlilikler
arttı. Metrekare başına 2 bin dolar elde ederken bu sayı 5 bin dolara
kadar çıktı. Oyunun kuralları değişti. Fiyatlar aşağı çekildi.
Tüketicinin istediği koleksiyonlar mağazaya girmeye başladı.
Mağazalarımıza her ay yeni ürün sunumu yapabildik. Bunlar otomatik
olarak satışı ve ölçeği büyütmeye başladı. Aynı zamanda kârlılığımız da
artırmaya başladı. Yurtdışında da yurtiçinde de iyi üreticilere iyi
fiyatlara ürün yaptırmaya başladık.
Fiyatla beslenen sistem
Rekabetçi fiyat sunmak aslında çok basit. Bunu bilmek için işletme
okumaya bile gerek yok. Ölçeği büyüteceksin, kaynakları verimli
kullanacaksın, az satıp çok kazanmayı ilke edineceksin. Bunları yaptığın
zaman rekabetçi fiyatı sağlıyorsun. Biz de ölçeği büyüttük. Şu anda 200
milyon adetlere ulaştık. Ondan sonra verimliliğe önem verdik.
Kaynakları optimumda kullandık. Bu sayede parayı yönetebildik. İşletme
sermayemiz kuvvetlendi. Kredi finansman maliyetimiz düştü. Bu sayede
yüksek faizli kredi kullanmamak da mümkün oluyor. Bunların hepsi arka
arkaya fiyatı aşağı çekiyor. Fiyat aşağı geldikçe ölçek büyüyor.
Birbirinden beslenen bir sistem oluşuyor. Bu stratejiyle 2004 yılından
bu yana fiyatlarımız neredeyse yüzde 70-80 daha geriye gitti. O zaman 37
TL’ye sattığımız bir pantolonu, şimdi 20 TL’ye satabiliyoruz.
EN BÜYÜK ZORLUK
Çıkış döneminde ufak tefek bazı zorluklarla karşılaştık. Bunların
başında rüştümüzü ispat etmek vardı. İlk AVM yatırımları sırasında bizi
muhatap almadılar. Biz ilk etapta birçok alışveriş merkezine giremedik.~
Bazen de girdik ancak vasat yerler alabildik. Biz 600 metrekare isterken
200 metrekare verdiler. Bu işlerden de ben sorumluydum. Yıllarca
rüştümüzü ispatlayana kadar dilimizde tüy bitti. Sonuçta fiyat ucuzsa
kalite de düşüktür algısı vardı. Biz ise planlı sistemimizle kaliteyi
düşürmeden hatta artırarak ucuzlattık ürünlerimizi.
DEVLERE NASIL KAFA TUTTUK?
Biz perakendeye ilk geçişimizden bu yana Avrupa’nın en başarılı
mağazalarına ve onların fiyatlarına göre konumlandırdık kendimizi. Aksi
taktirde onların Türkiye pazarına girdiğinde bizi silindir gibi
ezeceklerini biliyorduk. Yurtdışındaki markaların mağaza konseptine,
koleksiyonlarına, moda değişim hızlarına baktık.
Onlardan daha iyisini yapmak için çalıştık. Bu nedenle de yabancı devler
Türkiye’ye girdiğinde fiyatımızla, mağaza konseptimizle,
tasarımlarımızla hazırdık. Bunun dışında burası bizim kendi evimiz.
Anadolu’da hangi caddenin daha iyi iş yaptığını, Türk insanının zevkini
biz daha iyi biliyoruz.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?