Cari açıksız büyüme

29.01.2020 14:27:000
Paylaş Tweet Paylaş
Cari açıksız büyüme

Türkiye’nin yıllık bazdaki cari işlemler dengesi dört aydır fazla veriyor. Bu arada ekonomiden büyümeye geri dönüş sinyalleri geliyor. Hükümet ise cari açıksız büyüme hedefini gündeme getirdi. Yeni Ekonomi Programı’ndaki (YEP) hedefler, önümüzdeki üç yılda yüzde 5’lik büyümeye işaret ederken cari işlemler dengesinin ise 2020 ve 2021’de düşük açıklar verdikten sonra 2022’de tam olarak dengeye gelmesini içeriyor. Ancak Türkiye’nin aşırı ithalata bağımlı bir üretim yapısı var ve bunu üç yılda değiştirmek mümkün görünmüyor. Bunu değiştirmek en azından 15-20 yıl sürecek uzun vadeli bir planlamayla mümkün olabilir. Belki çok uzun sürecek bir durgunluk da bu yapının değişmesini sağlayabilir ama bunun getireceği işsizlik ve yoksulluk artışının ağır siyasi sonuçları olabilir.

Türkiye’nin yıllık bazdaki cari işlemler dengesi, birkaç aydır fazla veriyor. Geçen yılın mayıs ayında 57,9 milyar doları bulan yıllık cari açık ekonomide patlayan krizle birlikte hızla düşüşe geçmiş ve bu yılın haziran ayında 1,2 milyar dolarlık fazlaya dönüşmüştü. Bu fazla temmuz ayında 4,7, ağustos ayında 5,3 ve eylül ayında da 5,9 milyar dolara ulaşarak devam etti. Öyle görünüyor ki 2019 yılını cari fazlayla kapatacağız. Bu arada geçen yılın son çeyreği ile bu yılın ilk iki çeyreğinde küçülen ekonomiden ise son dönemde toparlanma sinyalleri geliyor. Üçüncü çeyrek dönemin milli gelir verileri 2 Aralık’ta açıklanacak. Siz bu yazıyı okurken söz konusu veriler açıklanmış olabilir. Üçüncü çeyrekte ekonomide geçen yılın aynı dönemine göre düşük de olsa bir büyüme görebiliriz. Üçüncü çeyrekte olmasa bile dördüncü çeyrekte ekonomide büyüme göreceğimiz ise neredeyse kesin gibi.

Bir taraftan cari işlemler dengesi fazlaya dönüşmüşken öbür taraftan ekonomiden büyümeye geri dönüş sinyallerinin geldiği bu ortamda hükümet de cari açıksız büyüme hedefini gündeme getirdi. Hükümetin 2020-2022 dönemini kapsayan Yeni Ekonomi Programı’ndaki (YEP) hedefleri buna işaret ediyor. YEP’te bu yılın yüzde 0,5’lik büyümeyle kapanacağı tahmin edilirken önümüzdeki üç yıl için ise yüzde 5’lik büyüme hedefi bulunuyor. Bu yıl gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) yüzde 0,1’i kadar fazla vermesi beklenen cari işlemler dengesinin ise 2020’de yüzde 1,2’lik ve 2021’de yüzde 0,8’lik açıklar verdikten sonra 2022’de sıfır açık vermesi yani tam olarak dengelenmesi hedefleniyor. Bu da Türkiye ekonomisinin üç yılda cari açık vermeden büyüyebilecek bir duruma getirilmesinin hedeflendiği anlamına geliyor.

70 YILIN ÖYKÜSÜ

Türkiye’de cari işlemler dengesi ile ekonomik büyüme arasında önemli bir negatif ilişki var. Ülkemizde cari işlemler dengesinin fazla vermesine çok nadir rastlanıyor ve bunlar da genelde ekonominin küçüldüğü ya da durgunluk yaşadığı dönemlere denk geliyor. Türkiye’de ödemeler dengesi verileri, 1950 yılından beri tutuluyor ve aradan geçen 69 yılda cari işlemler dengesinin fazla verdiği sadece yedi yıl var. Cari işlemler dengesi ilk kez 1973 yılında fazla vermişti ve o yıl 1972’de yüzde 7,4 olan ekonomik büyüme oranı yüzde 3,3’e inmişti. Cari işlemler dengesinin fazla verdiği ikinci yıl olan 1988’de ise önceki yıl yüzde 9,5 olan büyüme oranı yüzde 2,1’e gerilemişti. 1988’deki durgunluk 1989’da da sürüp ekonomi sadece yüzde 0,3 büyüyünce cari işlemler dengesi üçüncü kez fazla vermişti. Cari işlemler dengesinin dördüncü kez fazla verdiği 1991’de önceki yıl yüzde 9,3 olan ekonomik büyüme oranı yüzde 0,9’a inmişti. Cari işlemler dengesindeki beşinci fazlayı ekonominin yüzde 5,5 küçüldüğü 1994’te gördük. Altıncı fazla önceki yıl yüzde 7,5 olan ekonomik büyümenin yüzde 3,1’e indiği 1998’de yaşandı. Yedinci fazla da ekonominin yüzde 6 küçüldüğü 2001’de gerçekleşti. Bu yıl ödemeler dengesi verilerinin tutulmaya başlandığı 70’inci yıl ve muhtemelen cari işlemler dengesinde sekizinci fazlayı göreceğiz. Bu fazla da yukarıdaki öyküye uygun şekilde ekonomik büyümenin çok düşük ve belki de negatif olduğu bir yıla denk gelecek.

Türkiye’nin cari işlemler dengesi ekonominin küçüldüğü ya da durgunluk yaşadığı dönemlerde her zaman fazla vermese bile genelde verdiği açık azalıyor. Mesela geçen yıl ekonomik büyüme yüzde 7,5’ten yüzde 2,8’e inerken cari açığın GSYİH’ye oranı da yüzde 5,6’dan yüzde 3,5’e inmişti. Ekonominin yüzde 4,7 küçüldüğü 2009 yılında da cari açığın GSYH’ye oranı yüzde 5,1’den yüzde 1,8’e gerilemişti.

YAPISAL PROBLEM

Kısacası, Türkiye’nin cari açığı ekonominin hızlı büyüdüğü yıllarda artarken yavaşladığı veya küçüldüğü yıllarda ise azalıyor ve hatta zaman zaman fazlaya dönüşüyor. Bu da Türkiye ekonomisinin aşırı dışa bağımlı üretim yapısından kaynaklanıyor. Üretimde kullandığımız bazı hammaddeleri yurt dışından almaya mecburuz. Mesela yeterince petrolümüz olmadığı için ekonominin damarlarındaki kan gibi olan bu ürünü ithal etmekten başka şansımız yok. Bazı hammaddeleri de ne yaparsak yapalım yurt dışındaki kadar ucuza üretebileceğimiz bir coğrafi konumda olmadığımız için ithal etmek zorunda kalıyoruz. Ancak doğru dürüst bir üretim planlaması yapamadığımız için arzını yeterince artıramadığımız ve bu nedenle yurt dışından almak zorunda kaldığımız bazı hammaddeler de var. Bunların üstüne bir de güçlükle biriktirilen veya yurt dışından borçlanılan kaynakların üretken yatırımlar yerine inşaat gibi alanlara harcanması ve tüketimin pompalanması eklenince ithalatın hep ihracatı aşması ve dolayısıyla cari işlemler dengesinin açık vermesi kaçınılmaz oluyor.

Elimizdeki ödemeler dengesi verileri Türkiye ekonomisindeki bu yapısal problemin en azından 70 yıldır sürdüğünü gösteriyor. Muhtemelen bunun daha evveli de var. 1950 öncesi için ödemeler dengesi verileri olmasa da 1800’lü yıllara kadar geri giden dış ticaret verileri bulunuyor. Bu veriler, Osmanlı döneminde de dış ticaret dengesinin genelde açık verdiğini gösteriyor. Cumhuriyet döneminde ise 1930-1946 arasında -1938 yılı hariç- dış ticaret dengesinin fazla verdiği dikkati çekiyor. Ancak bu durum ekonomideki planlı bir yapısal dönüşümden ziyade o dönemde tüm dünyayı saran büyük ekonomik kriz ile İkinci Dünya Savaşı şartlarının ithalat olanaklarını daraltmasının bir sonucuydu. Nitekim İkinci Dünya Savaşı biter bitmez eski düzene geri dönüldüğü görülüyor.

NASIL ÇÖZÜLÜR?

Türkiye ekonomisinin çok uzun yıllardır devam eden bu yapısal probleminin üç yılda çözülmesini beklemek pek gerçekçi değil. Eğer önümüzdeki üç yılda gerçekten ekonomi yüzde 5 dolayında büyürse cari işlemlerde dengelenme değil giderek yükselen bir açık görebiliriz. Eğer önümüzdeki üç yılda gerçekten cari işlemlerde dengelenme olursa o zaman da ekonomide hızlı büyüme değil uzayıp giden bir durgunluk görme ihtimalimiz daha yüksek. Nitekim yapılan tahminler de genelde bu yönde bulunuyor. Mesela bizim de üyesi olduğumuz Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) geçen ay açıkladığı son tahminler, Türkiye için 2020 ve 2021’de hükümetin hedefine yakın cari açık öngörülerine yer verirken ekonomik büyüme öngörüleri hükümeti hedefinin epey altında kalıyor. OECD, Türkiye’de cari işlemler dengesinin 2020’de GSYH’nin yüzde 0,7’si ve 2021’de yüzde 1,3’ü kadar açık vermesini beklerken ekonomik büyümenin ise 2020’de yüzde 3 ve 2021’de yüzde 3,2 olacağını tahmin ediyor. Bu oranlar Türkiye şartlarında yavaş büyümeye karşılık geliyor.

Bize kalırsa Türkiye ekonomisindeki bu yapısal problem ancak kaynakları üretken yatırımlara yönlendirecek ve ithal ettiğimiz bazı ürünleri yurt içinde üretmemizi sağlarken yurt dışına da daha çok döviz geliri elde edebileceğimiz ürünler ihraç etmemize olanak verecek bir plan ve program uygulamasıyla aşılabilir. Böyle bir uygulama ise 3-5 yıl değil en azından 15-20 yıl sürer diye tahmin ediyoruz.

SABRETMEK MÜMKÜN MÜ?

Belki bu sorunun çözülmesinin bir yolu daha olabilir. Bu yol uzun yıllar sürebilecek bir ekonomik durgunluğa katlanmaktan geçiyor. Şu sıralarda bunu tavsiye edenleri görüyoruz. Ancak bu tavsiyede bulunanlar ekonomik büyümenin tek başına bir amaç değil bir araç olduğunu galiba gözden kaçırıyor. Ekonomik büyüme işsizliği ve yoksulluğu azaltmanın en güçlü ilacıdır. Ekonomide son bir yılda yaşanan küçülme işsizliği yaklaşık 3 puan ve işsiz sayısını da 1 milyon kişi kadar yukarı attı. Elimizdeki son verilere göre, ağustos ayı itibariyle işsiz sayısı yaklaşık 4,7 milyon kişi ve işsizlik oranı ise yüzde 14,3 düzeyinde. Oysa geçen yılın aynı ayında işsiz sayısı 3,7 milyon kişi ve işsizlik oranı da yüzde 11,4’tü. Bizim hesaplarımız, genç bir nüfusa sahip olan ve dolayısıyla iş gücü piyasasına sürekli yeni girişlerin olduğu Türkiye’de işsizlik oranının sabit kalması için bile ekonominin her yıl yüzde 5,5-6 arasında büyümesinin şart olduğunu gösteriyor. Büyüme bu eşiğin altında kaldığı sürece işsizliğin giderek artması ve bunun da yoksulluğun daha da yaygınlaşmasına yol açması kaçınılmaz. Türkiye gibi toplumsal fay hatlarının bol olduğu bir ülkede ise böyle bir gelişmenin yol açabileceği siyasi sorunlar çok ağır olabilir.

Bu nedenle öyle veya böyle ekonominin tekrar hızlı büyüme rayına sokulması gerekiyor. Bunu yukarıda bahsettiğimiz gibi bir planlamayla yapabilirsek uzun yıllar rahat etmemiz ve bu arada toplumdaki fay hatlarını yumuşatmanın yollarını da bulmamız mümkün. Şu anda yurt dışından kaynak girişini tıkayan iç ve dış politik sorunların bir kısmını çözerek mevcut sistemin tekrar çalışmasını da sağlayabiliriz ama bu durumda eninde sonunda yine bu noktaya dönme ihtimalimiz bulunuyor.

ÜÇÜNCÜ ÇEYREKTE BÜYÜME ÇIKAR MI?

2019’un üçüncü çeyrek dönemine ilişkin milli gelir verileri, 2 Aralık’ta açıklanacak. Ekonomide geçen yılın son çeyreğinde başlayan küçülme, bu yılın ilk iki çeyreğinde de sürmüştü. Geçen yılın son çeyreğinde yüzde 2,8 küçülen ekonomi bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 2,4 ve ikinci çeyreğinde de yüzde 1,5 küçülmüştü. Üçüncü çeyrekte bu küçülme sona ermiş olabilir. Çünkü öncü göstergeler, üçüncü çeyrekte ekonomideki sıfır dolayında bir büyüme çıkabileceğine işaret ediyor. 

Bu öncü göstergelerden biri olan sanayi üretimindeki değişim üçüncü çeyrekte hafif de olsa pozitife döndü. Bu dönemde sanayi üretimi geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 0,8 artış gösterdi. Ekonomik büyümeye ilişkin diğer önemli öncü göstergeyi oluşturan reel perakende satışlardaki değişim ise üçüncü çeyrekte de negatif olarak gerçekleşti. Reel perakende satışlar üçüncü çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 1,1 geriledi.

Reel perakende satışlardaki düşüşün hız kesmekle beraber devam etmesi iç talepteki zayıflığın hala sürdüğünü gösteriyor. İç talep zayıfken sanayi üretiminin artışa geçmesi ise ihracattan ve biraz da geçen yıldan beri eriyen stokların bir bölümünün yerine konulmaya çalışılmasından kaynaklanmış olabilir. Bu gelişmelerin sonucu üçüncü çeyrekte ekonomide sıfır dolayında bir büyüme çıkması olacak gibi görünüyor. Üçüncü çeyrekte ekonomide sıfıra yakın bir küçülme çıkabileceği gibi sıfırın biraz üzerinde bir büyüme de çıkabilir.

İŞSİZLİKTE YÜKSELİŞ DURMUYOR

Ekonomideki küçülme bir ihtimal üçüncü çeyrekte durmuş olabilir ama işsizlikteki yükseliş için aynı şeyi söylemek mümkün değil. İşsizlikte geçen yılın üçüncü çeyreğinde başlayan yükseliş bu yılın üçüncü çeyreğinde de sürdü. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, üçüncü çeyrekte işsizlik oranı yüzde 14 olarak gerçekleşti. Bu oran geçen yılın aynı döneminde yüzde 11,1’di. Buna göre üçüncü çeyrekte işsizlik oranında 2,9 puanlık artış yaşandı. Üçüncü çeyrekte işsiz sayısı ise 4 milyon 650 bini buldu. Geçen yılın aynı döneminde işsiz sayısı 3 milyon 670 bin kişiydi. Buna göre üçüncü çeyrekte işsiz sayısında da 980 bin kişilik artış oldu.

Ekonomi yeniden hızlı büyümeye geçmedikçe işsizlikteki bu artış da maalesef sürecek. Çünkü Türkiye genç bir nüfusa sahip ve her yıl iş gücü piyasasına yüzbinlerce yeni katılım oluyor. Bizim yaptığımız hesaplara göre iş gücü piyasasına yeni katılanlara istihdam olanağı sunabilmek ve böylece işsizlik oranının sabit kalmasını sağlamak için bile her yıl ekonominin yüzde 5,5-6 arasında büyümesi gerekiyor. Ekonomideki büyüme bu eşiğin altında kaldığında yaratılan istihdam iş gücü piyasasına yeni katılanları iş sahibi yapmaya bile yetmediği için işsizlik de kaçınılmaz olarak yükseliyor. Ekonomi küçüldüğünde ise istihdamda artış yerine düşüş olduğu için işler büsbütün kötüleşiyor.

Üçüncü çeyrekte de durum böyle oldu ve istihdamda geçen yılın aynı dönemine göre 789 bin kişilik düşüş yaşandı. Bu dönemde iş gücünde de 191 bin kişilik artış yaşanınca işsizler ordusuna 980 bin kişi daha katıldı. Muhtemelen bir süre sonra istihdamdaki bu düşüş duracak ama ekonomi yüzde 5,5-6 eşiğini tekrar aşana kadar işsizlikteki yükseliş devam edecek.    

ENFLASYONDA YÜKSELİŞ ZAMANI GELDİ

Enflasyonda yaz aylarında başlayan düşüş süreci ekim ayında da sürdü. Eylül ayında yüzde 9,26 düzeyinde olan yıllık tüketici enflasyonu ekim ayında yüzde 8,55’e indi. Fakat büyük ihtimalle bu düşüş süreci artık tamamlandı. Yılın son iki ayında enflasyon yeniden yükselecek ve tekrar çift haneli düzeyi göreceğiz.

Enflasyonda yaz aylarında yaşanan düşüş “baz etkisi”nden kaynaklandı. Geçen yıl iç ve dış politikada yaşanan sorunlar biri bahar aylarında diğeri de temmuz sonu ile ağustos başında yaşanan iki döviz kuru sıçramasına yol açmış, bu sıçrama da fiyatlara hızla yansıyarak aylık enflasyon oranlarının “mevsim normalleri”nin çok üzerinde gerçekleşmesine neden olmuştu. Bu nedenle yıllık tüketici enflasyonu ekim ayında yüzde 25’in üzerine kadar çıkmıştı. Bu yıl döviz kurlarında benzer bir gelişme olmayınca aylık enflasyon oranları mevsim normallerine daha yakın gerçekleşti ve bu da yıllık enflasyonda düşüş getirdi. Daha bahar aylarında yüzde 20’ye yakın olan yıllık tüketici enflasyonu böylece altı ayda 11 puana yakın düşüş göstererek yüzde 9’un altına kadar indi.

Ancak geçen altı ayda enflasyona düşüş yönünde etkide bulunan baz etkisi 2019’un son iki ayında tersine dönecek ve bu kez enflasyonu yükseltecek. Çünkü geçen yılın son iki ayında bir taraftan kurların sakinleşmesi ve diğer taraftan da hükümetin başını çektiği fiyat indirimi kampanyaları nedeniyle enflasyon mevsim normallerinden çok düşük gerçekleşmişti. Geçen yıl kasım ve aralık aylarında, mevsim normallerinin aksine, negatif enflasyon oranları ortaya çıkmıştı. Bu yıl benzer bir gelişme olmadığı aynı aylarda muhtemelen mevsim normallerine daha yakın enflasyon oranları çıkacak. Bu da yıllık enflasyonun yükselmesine neden olacak. Bizim hesaplarımız bu yükselişin 3-4 puan kadar olabileceğini ve 2019’un yüzde 11,5-12,5 arasında yıllık tüketici enflasyonuyla kapanabileceğini gösteriyor.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) son enflasyon tahminleri de bu yönde bulunuyor. TCMB, 2019 yılının dördüncü ve son Enflasyon Raporu’nu ekim ayının sonunda yayınladı. Kurum, bu raporda 2019 yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 13,9’dan yüzde 12’ye indirdi. 2020 ve 2021 yıl sonu enflasyon tahminlerinde ise değişiklik yapmadı. TCMB’nin 2020 yıl sonu enflasyon tahmini yüzde 8,2 ve 2021 yıl sonu enflasyon tahmini yüzde 5,4 düzeyinde bulunuyor.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


YAZARIN DİĞER YAZILARI TÜMÜNÜ GÖRÜNTÜLE

Örtülü işsizlik dönemi

19 AĞUSTOS, 2020

KRİZ NE ZAMAN BİTER?

2 TEMMUZ, 2020

Ekonomide korona vurgunu

10 HAZİRAN, 2020

Büyüme nereye?

13 NİSAN, 2020

Enflasyonun rotası

18 MART, 2020

Ekonomi güven istiyor

4 ARALIK, 2019

Resesyon ne kadar sürer?

19 ŞUBAT, 2019

Yorum Yaz