Enflasyonda tehlikeli gidiş

1.08.2018 10:55:000
Paylaş Tweet Paylaş
Enflasyonda tehlikeli gidiş

ENFLASYONDA TEHLİKELİ GİDİŞ

Tüketici fiyat endeksi (TÜFE) enflasyonu haziran ayında yüzde 15,39’a çıktı. Son üç ayda 5,15 puan yükselen tüketici enflasyonu, böylece 15 yıl önceki seviyelerine geri dönmüş oldu. Enflasyondaki bu yükseliş bir müddet daha süreceğe benziyor. Bu yükselişin de tüketici enflasyonunu yıl sonunda yüzde 18-20 arasına kadar taşıyabileceğinden endişe ediliyor. Bu endişeler gerçekleşmese ve enflasyon mevcut seviyesinde kalsa bile yıl sonunda yüzde 5’lik hedef üçe katlanmış olacak. Enflasyondaki son yükselişin görünen nedenini, döviz kurlarındaki sıçrama oluşturuyor. Ancak bu görünen nedenin altında Merkez Bankası’nın son yıllarda enflasyon hedefini iyice boşvermiş gibi görünmesi ve döviz kurlarındaki artışa zamanında ve yeterince tepki vermemesi yatıyor. Bu durum enflasyonun geleceği konusunda umutlu olmayı zorlaştırıyor.

Enflasyonda yıllardır korktuğumuz şey sonunda başımıza gelmeye başladı. Yıllık tüketici fiyat endeksi (TÜFE) enflasyonu haziran ayında yüzde 15’in üzerine çıktı. Nisan ayında döviz kurlarındaki sıçramayla birlikte başlayan enflasyondaki yükselişin en azından birkaç ay daha sürmesi bekleniyor. Bu yükselişin de tüketici enflasyonunu yıl sonunda yüzde 18-20 arasına kadar taşıyabileceğinden endişe ediliyor. Bu endişeler gerçekleşmese ve enflasyon mevcut seviyesinde kalsa bile yıl sonunda yüzde 5’lik hedef üçe katlanmış olacak. Bu da Türkiye ekonomisini bambaşka bir kulvara sokmaya yetecek.

15 YIL ÖNCESİNE DÖNÜŞ

Haziran ayında yüzde 15,39’a çıkan yıllık tüketici enflasyonu böylece 15 yıl öncesine geri dönüş yapmış oldu. Şu anda kullanımda olan 2003=100 bazlı tüketici fiyat endeksinde daha önce hiç bu kadar yüksek bir yıllık enflasyon yaşanmamıştı. Daha önce kullanılan 1994=100 bazlı tüketici fiyat endeksinin verilerini de işin içine katarsak, yıllık enflasyonun bundan daha yüksek olduğu son ayın ise Aralık 2003 olduğu ortaya çıkıyor. Aralık 2013’te yıllık tüketici enflasyonu yüzde 18,36 olarak görülüyor.

2004 yılında tek haneye inen yıllık tüketici enflasyonu daha sonra uzun yıllar boyunca da genelde öyle seyretti. Yıllık tüketici enflasyonunun Ocak 2004-Aralık 2017 dönemindeki ortalaması yüzde 8,5 olarak hesaplanıyor. 2009 ve 2011 yılları içindeki iki kısa dönem hariç yüzde 5’lik hedefe yaklaşamasak da enflasyonun tek hanede seyrediyor olması da hiç yoktan iyiydi. Ancak fiyat istikrarının bir türlü yakalanamaması enflasyonun geçmişe dönmesi ihtimalini hep canlı tutuyordu. Merkez Bankası’nın son yıllarda enflasyon hedefini iyice boşvermiş görünmesi de bu konuda endişe yaratıyordu. Maalesef sonunda korkulan oldu. Geçen yılın başlarında çift haneye yükselen enflasyon, Merkez Bankası’nın bu yıl yeniden tek haneye inmesini beklemesine karşın, yönünü daha da yukarıya çevirdi.

NEDEN BÖYLE OLDU?

Yukarıda da söylediğimiz gibi enflasyondaki son yükselişin nedenini, döviz kurlarında mart ayında başlayan yükseliş oluşturuyor. Mart ayının başlarında 3,80 TL olan dolar kuru, biz bu yazıyı yazdığımız sırada 4,80 TL dolayında seyrediyordu. Bu, yüzde 25’i aşan bir yükseliş anlamına geliyor. Kurlardaki bu ölçüdeki bir yükselişin de enflasyona yansımasında şaşacak bir şey görünmüyor. Türkiye ekonomisi ithalata aşırı bağımlı olduğu için döviz kurlarındaki artış maliyetleri yukarı çekiyor. Bu maliyet artışları da ister istemez fiyatlara yansıtılıyor. İktisatçılar buna döviz kurundan fiyatlara geçiş etkisi (pass through effect) adını veriyor. İşte bu etki mart ayında yüzde 10,23 düzeyinde bulunan yıllık tüketici enflasyonunu haziran ayında yüzde 15,39’a yükseltmiş bulunuyor. Bu üç aylık dönemde enflasyonda yaşanan artış yüzde 50’yi buluyor. Bu yükseliş nisan ayında 0,61 puanla başlamıştı. Mayıs ayındaki yükseliş 1,30 puan olurken, haziran ayındaki yükseliş ise 3,24 puanı buldu. Böylece üç aydaki toplam yükseliş ise 5,15 puan oldu.

Tüketici enflasyonundaki gelişmeler böyleyken üretici enflasyonundaki durum daha da vahim görünüyor. Daha mart ayında yüzde 14,28 düzeyinde bulunan yıllık üretici enflasyonu, üç ayda 9,43 puan yükselerek haziran ayında yüzde 23,71’i buldu. Böylece yılık üretici enflasyonu da 2003=100 bazlı endeksin tarihindeki en yüksek seviyeyi görürken 15 yıl öncesindeki düzeylerine de geri dönmüş oldu. Döviz kurlarındaki artış gibi maliyetleri yükseltici gelişmeler üretici enflasyonuna tüketici enflasyonundan çok daha hızlı ve çok daha yüksek oranda yansıyor. Fakat bu yükseliş genelde orada kalmıyor ve bir süre sonra üretici enflayonundan tüketici enflasyonuna da yansıma oluyor. Bu nedenle üretici enflasyonundaki son yükseliş de enflasyonun geleceği konusunda endişeleri artırmış bulunuyor. 

MERKEZ’İN GÜNAHLARI

Enflasyondaki son yükselişin nedeni, döviz kurlarındaki artış olsa da esasında bunun “görünen neden” olduğunu belirtmek lazım. Geçmişte döviz kurlarındaki artışın enflasyona bu ölçüde yansımadığı dönemler de gördük. O dönemlerde döviz kurlarındaki artışın geçici olduğu düşünülüyor ve Merkez Bankası’nın müdahalesiyle eski seviyesine döneceğine inanıluyordu. Nitekim 2000’li yıllar boyunca da genelde öyle oldu. Bu kez durumun farklı olmasının nedenini, Merkez Bankası’nın son yıllarda enflasyon hedefini iyice boşvermiş gibi görünmesi oluşturuyor. Merkez Bankası’nın son yıllarda döviz kurlarındaki yükselişe yeterince tepki vermemesi, kurlardaki yükselişin geçici olduğu ve tekrar eski seviyesine döneceği inancını yıkmış görünüyor. Bu da bu kez döviz kurlarındaki artışın fiyatlara anında yansımaya başlamasını beraberinde getirmiş bulunuyor.

Nitekim Merkez Bankası bu kez de döviz kurlarındaki yükselişe zamanında ve yeterli tepki veremedi. Nisan ayı sonlarında piyasalara verdiği fonların ortalama maliyetini 75 baz puan artışla yüzde 12,75’ten yüzde 13,50’ye çıkarsa da bu yeterli olmadı. Piyasaları sakinleştirecek tepki ancak mayıs ayı sonlarında dolar kuru 5 TL’ye dayandıktan sonra gelebildi. Döviz kurlarının bu ölçüde yükselmesinin yarattığı korkuyla Merkez Bankası, neredeyse üç yıldır ayak sürüdüğü para politikasında sadeleşme adımını da haziran ayı başında atmak zorunda kaldı. Böylece Merkez Bankası’nın piyasalara verdiği fonların ortalama maliyeti yüzde 17,75’e kadar çıktı. Faizdeki bu artış şimdilik döviz kurlarının daha fazla yükselmesinin önüne geçmiş gibi görünüyor. Ancak bu arada enflasyonda iş işten geçmişe benziyor.

Biz bu yazıyı yazdığımız sırada, Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu’nun (PPK) temmuz ayı toplantısından faizleri sabit tutma kararı çıkmıştı. Oysa beklentiler bu toplantıdan en az 100 puanlık bir faiz artışı çıkacağı yönündeydi. Beklentiler gerçekleşmeyince döviz kurları yeniden yükselişe geçmişti. Bu işin sonunun nereye varacağını bilemiyoruz ama muhtemelen bu karar da Merkez’in günahları arasına eklenecek gibi görünüyor.

BEKLENTİLER İYİCE BOZULDU

Döviz kurlarındaki son yükseliş, sadece gerçekleşen enflasyonu yükseltmekle kalmadı, enflasyonist beklentilerin de iyice bozulmasına neden oldu. Merkez Bankası’nın aylık olarak düzenlediği Beklenti Anketi’nin sonuçları, son aylarda sadece kısa vadeli değil uzun vadeli enflasyon beklentilerinin bile bozulduğunu gösteriyor. Daha yılın ilk aylarında yüzde 9,5 dolayında olan 2018 yıl sonu tüketici enflasyonu beklentisi şu anda yüzde 14’e yaklaşmış durumda. Aynı dönemde 12 ay sonrasına ilişkin enflasyon beklentisi yüzde 9,2 dolayından yüzde 11 dolayına, 24 ay sonrasına ilişkin enflasyon beklentisi yüzde 8,3 dolayından yüzde 9,5 dolayına, 5 yıl sonrasına ilişkin enflasyon beklentisi yüzde 6,7 dolayından yüzde 7,3 dolayına ve 10 yıl sonrasına ilişkin enflasyon beklentisi de yüzde 6,2 dolayından yüzde 6,7 dolayına çıkmış bulunuyor. Yani ekonomik kamuoyu enflasyonun daha en azından bir yıl daha çift haneli düzeyde kalmasını beklerken, 10 yıl sonra bile yüzde 5’lik hedefe yaklaşılabileceğine inanmıyor.

Enflasyonda beklentilerin bozulması, fiyatlama davranışlarını da bozduğu için önem taşıyor. Enflasyonun gelecekte de yüksek olmasını bekleyen kesimler, böylece kendi üretim maliyetlerinde bir artış olmasa bile bunu fiyatlarına yansıtma gereğini duyuyor. Böylece fiyat artışları sadece maliyetinde yükseliş yaşanan ürünlerle sınırlı kalmayıp genele yayılıyor. Fiyatlama davranışlarının bozulması olarak tabir edilen bu durum da enflasyonun kendi kendisini beslediği bir sürecin başlamasına yol açabiliyor. İktisatçılar buna enflasyon yapışkanlığı veya enflasyon ataleti (inertia) adını veriyor.

BURADAN NEREYE GİDER?

Enflasyonun buradan yönünü hemen aşağıya dönmeyeceği ve bir müddet daha yükseleceği neredeyse kesin gibi görünüyor. Ancak nereye kadar yükseleceğini tahmin etmek elbette kolay değil. Bu konuda sadece bazı hesaplar yapabiliriz. Önümüzdeki aylarda aylık enflasyon oranları hep “mevsim normalleri” (son 10 yılın ortalaması) dolayında gerçekleşse bile 2018 yılı yüzde 14 dolayında enflasyonla kapanacak. Aylık enflasyon oranlarının son dönemdeki gibi mevsim normallerini aşmaya devam etmesi halinde ise 2018 yılı yüzde 17 dolayında enflasyonla kapanabilir. Döviz kurlarında yeni bir artış yaşanması veya seçim öncesinde durdurulan akaryakıt zamlarının yapılması gibi durumlarda ise enflasyonu yıl sonunda yüzde 20 dolayına kadar çıkaracak yeni bir yükseliş dalgası başlayabilir.

NASIL DÜŞÜŞE GEÇER?

Enflasyon bu yılı hangi seviyede kapatırsa kapatsın buradan tekrar tek haneli seviyelere kendiliğinden dönmeyeceği ise çok açık görünüyor. Tam tersine, enflasyonun kendi haline bırakılması halinde, ilk dışsal şokta biraz daha yukarıya tırmanıp yeni bir eşiğe yerleşme ihtimali de var. 1970’li yıllarda çift haneye yükselen enflasyon bu şekilde yavaş yavaş daha yukarılara tırmanmış ve hatta birkaç kez yüzde 100’ü bile aşmıştı. O şekilde de 30 yılı aşkın bir süre boyunca Türkiye ekonomisinin başına bela olmuştu. Tekrar aynı süreci yaşamak istemiyorsak bu kez işi çok ciddiye almamız gerekiyor. Bu da yüksek faize ve maalesef ciddi bir ekonomik durgunluğa katlanmak anlamına geliyor. Ancak fiyat istikrarına ulaşmak için başka bir yol görünmüyor. Ekonomide sürdürülebilir büyümenin kapısını da ancak fiyat istikrarı açabiliyor.

İŞSİZLİKTE YENİDEN YÜKSELİŞ BAŞLADI

Ekonomiden bir süredir gelen yavaşlama sinyalleri sonrasında işsizlikten de kötü haberler gelmeye başladı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) mevsimsel düzeltilmiş verilerine göre, nisan ayında işsizlik oranında önceki aya kıyasla 0,4 puanlık yükseliş yaşandı. Mart ayında yüzde 9,9 seviyesinde bulunan mevsimsel düzeltilmiş işsizlik oranı, nisan ayında yüzde 10,3 düzeyine çıktı. İşsizlikteki bu sert yükseliş ise ekonomideki gidişatın beklenenden de kötü olabileceği endişelerine yol açtı.

İşsizlik ile ekonomideki büyüme arasında yakın bir ilişki var. Ekonomi hızlı büyüdüğünde yaratılan istihdam artıyor ve bu da işsizliği düşürüyor. Ekonomideki büyüme yavaşladığında ise yaratılan istihdamın azalması işsizlikte yükselişe yol açıyor.

Nitekim 2016 yılında ekonominin bir resesyonun kıyısına kadar gelmesi, bahar aylarında yüzde 9,9 seviyesinde bulunan mevsimsel düzeltilmiş işsizlik oranını yıl sonunda yüzde 12’ye kadar çıkarmıştı. Bu resesyonun kıyısından dönen ekonominin 2017’de epey hızlı büyümesi ise mevsimsel düzeltilmiş işsizlik oranını yıl sonunda yeniden yüzde 9,9’a indirmişti.

Ancak mevsimsel düzeltilmiş işsizlik oranı o zamandan beri bu seviyede takılıp kalmıştı. Üstelik de ilk çeyrekte ekonomideki büyüme yine yüksekti. İlk çeyrekte ekonomi yıllık bazda yüzde 7,4 büyürken, mevsimsel düzeltilmiş olarak önceki çeyrek döneme göre de yüzde 2 büyümüştü. Burada, elmalarla armutları topluyor durumuna düşmemek için mevsimsel düzeltilmiş işsizliği mevsimsel düzeltilmiş büyümeyle kıyaslamak gerektiğini belirtelim. İlk çeyrekteki bu hızlı büyümeye rağmen yılın ilk üç ayını yatay seyirde geçiren işsizlik oranının nisan ayında yeniden yükselişe geçmesi ise pek hayra alamet görünmüyor. Bu durum ikinci çeyrekte ekonomide mevsimsel düzeltilmiş olarak önceki çeyrek döneme göre küçülme yaşanmış bile olabileceğini düşündürüyor. Durum gerçekten böyleyse bunun ikinci çeyrekteki yıllık bazdaki ekonomik büyüme üzerindeki yansımasını ise ciddi bir yavaşlama olarak göreceğiz. Üçüncü çeyrekte ise yıllık bazdaki büyüme de negatif çıkabilir.

 

 

BÜTÇE AÇIĞI YİNE REKOR KIRDI

Merkezi yönetim bütçesinde yıllık bazdaki açık haziran ayında rekor kırdı. Mayıs ayında 56,3 milyar TL düzeyinde bulunan yıllık bütçe açığı haziran ayında 68,2 milyar TL’ye çıktı. Böylece sadece bir ay içinde 11,9 milyar TL yükseliş göstermiş oldu. Bütçe açığında önceki rekor da yakın bir zamanda, geçen yılın ağustos ayında kırılmıştı. Geçen yılın ağustos ayında yıllık bütçe açığı 60 milyar TL olarak gerçekleşmişti.

Bütçede işler geçen yıldan bu yana çok kötü gidiyor. Yıllık bütçe açığı yedi yılı aşkın bir aradan sonra geçen yılın bahar aylarında yeniden 50 milyar TL’nin üzerine çıkmıştı. Ekim 2009’a ait olan 55,4 milyar TL’lik rekor da geçen yıl ilk kez haziran ayında 56,3 milyar TL ile kırılmıştı. Bunu iki ay sonra ağustos ayında kırılan rekor izledi. Bütçede işler bu yıl da kötü gitmeye devam edince, dokuz ay aradan sonra bu rekor bir kez daha tazelenmiş oldu.

2008-2009 resesyonundan sonra uzun süre genelde 30 milyar TL’nin altında seyreden yıllık bütçe açığının geçen yıl yeniden gemi azıya almasının nedenini, hükümetin ekonomiyi canlı tutmak için kesenin ağzını biraz fazla açması oluşturuyor. Bu dönemde hükümet önce 2016 yılında resesyonun kıyısına kadar gelen ekonomiyi buradan uzaklaştırmak için maliye politikasını gevşetmeye başladı. Ardından Nisan 2017’deki anayasa referandumundan istediği sonucu alabilmek için buna devam etti. Bu yıl da 24 Haziran’da yapılan erken seçimde başarılı olabilmek için bütçe harcamalarını olağanüstü boyutlarda artırmayı sürdürdü. Bu dönemde gelirlerdeki artış harcamalardaki artışa bir türlü yetişemediği için sonuç ise elbette bütçe açığının patlaması oldu.

Hükümetin geçen yıl maliye politikasını gevşetmesi ekonomiyi canlandırarak hedefine ulaştı. Yani bütçe açığının rekor kırmasının en azından böyle bir faydası görüldü. Ancak bu yıl ise maliye politikasındaki gevşemenin aşırıya kaçmasının klasik sonuçlarını yaşamaya başladık. Bunları finansal piyasalardaki dalgalanmalar, enflasyondaki yükseliş ve faizlerdeki tırmanış oluşturuyor. Faizlerdeki yükselişle birlikte de şu sıralarda iktisatçıların “dışlama etkisi” (crowding out effect) dedikleri süreç yaşanıyor. Yani aşırı yükselen faizler nedeniyle özel sektör harcamalarını kısıyor. Bunun sonucu olarak da ekonomide yavaşlama yaşanıyor. Hatırlarsanız böyle bir durumla karşılaşabileceğimiz konusunda sizleri hem geçen yılın ağustos ayında (bkz. Bütçe açığına dikkat!, Capital, Sayı 2017/08, Ağustos 2017) hem de bu yılın şubat ayında (bkz. Bütçe ve ekonomi, Capital, Sayı 2018/02, Şubat 2018) uyarmıştık. Maalesef işte şimdi o söylediklerimiz hayata geçiyor.

Yine de zararın neresinden dönülse kârdır. Yeni hükümetin bir an önce bütçede disiplini yeniden sağlamaya girişmesinde fayda var. Ancak önümüzde Mart 2019’da yapılacak yerel seçimler bulunduğu için hükümetin bu yönde adım atacağından pek emin olamıyoruz. Bu da hem bütçede hem de ekonomide işlerin daha da kötüye gidebileceği konusunda endişelenmemize yol açıyor.

 

DIŞ TİCARETTE İŞLER KÖTÜYE GİDİYOR

Ticaret Bakanlığı’nın geçen ayın başında haziran ayı verilerini de yayınlamasıyla dış ticarette 2018 yılının ilk yarısına ilişkin bilanço ortaya çıkmış oldu. Bu bilançoyu ve ekonomideki durum hakkında verdiği sinyalleri şöyle özetlemek mümkün:

* İhracat 2018’in ilk yarısını yüzde 6,3’lük artışla kapattı. Geçen yılın ilk yarısında 77,4 milyar dolar olan ihracat bu yılın ilk yarısında ancak 82,3 milyar dolara yükselebildi. İhracatta performans yılın başından beri hep düşüktü ama haziran ayında işler iyice bozuldu. Haziran ayında ihracatta geçen yılın aynı ayına göre yüzde 1,2 düşüş yaşandı.

* İthalatta ise 2018’in ilk yarısı yüzde 13,5’lik artışla kapandı. Geçen yılın ilk yarısında 108,3 milyar dolar olan ithalat, bu yılın aynı döneminde yaklaşık 123 milyar dolara çıktı. İthalatta yılın ilk dört ayında yüksek artışlar vardı. Ancak mayıs ayında iyice yavaşlayan ithalattaki artış haziran ayında ise yerini düşüşe bıraktı. Haziran ayında ithalat geçen yılın aynı ayındaki seviyesinin yüzde 3,6 gerisinde kaldı.

* Bu gelişmelerin neticesinde dış ticaret açığı ise yılın ilk yarısında yüzde 31,6 artış gösterdi. Geçen yılın ilk yarısında 30,9 milyar dolar olan dış ticaret açığı bu yılın aynı döneminde 40,7 milyar dolar olarak gerçekleşti. İthalattaki yükselişe bağlı olarak dış ticaret açığında da yılın ilk dört ayındaki artışlar çok yüksekti. İthalattaki yavaşlamayla birlikte dış ticaret açığındaki artış da mayıs ayında iyice yavaşladı. Yine ithalattaki gerilemeye bağlı olarak, haziran ayında ise dış ticaret açığı da düşüş gösterdi. Dış ticaret açığı haziran ayında geçen yılın aynı ayına göre yüzde 8,9 geriledi.

* Dış ticaret verileri bize birkaç önemli konuda sinyal verir. Bunlardan biri cari açıktaki gelişmelere ilişkindir. Türkiye’de dış ticaret açığındaki değişim ile cari açıktaki değişim birbirine oldukça paralel seyrediyor. Bu durum da cari işlemlerin büyük bölümünün dış ticaret işlemlerinden oluşmasından kaynaklanıyor. Dış ticaret açığındaki artışa bağlı olarak cari açık da yılın ilk dört ayında hızla yükselmeye devam etmişti. Dış ticaret açığındaki yükselişin mayıs ayında yavaşlamasıyla birlikte ise cari açıktaki artışta da yavaşlama görüldü. Haziran ayında ise muhtemelen cari açıkta da düşüş göreceğiz.

* Dış ticaret verilerinin sinyalini verdiği ikinci önemli konuyu ise ekonomik büyüme oluşturur. Genellikle ithalatın hızlı arttığı dönemlerde ekonomik büyüme de hızlıdır. İthalattaki artışın yavaşladığı dönemlerde ise ekonomik büyümede de yavaşlama görülür. Bu durum Türkiye ekonomisinin ithal hammadde ve ara mallarına aşırı bağımlı olmasının bir sonucudur. Nitekim ithalattaki artışın yüksek olduğu yılın ilk çeyreğinde ekonomideki büyüme de oldukça yüksek ve yüzde 7,4 olarak çıkmıştı. İthalattaki artışın mayıs ayında iyice yavaşlaması ve haziran ayında düşüş yaşanması ise yılın ikinci çeyreğinde ekonomideki büyümenin de yavaşlamış olabileceğine işaret ediyor.

* Dış ticaret verilerinden dış talebin seyri konusunda da sinyaller alırız. Bunu da ihracattaki gelişmeler gösterir. İhracatın yılın ilk çeyreğinde düşük bir performans göstermesi bu dönemde dış talepten ekonomik büyümeye fazla bir katkı gelmeyeceğinin sinyalini önceden vermişti. Nitekim ilk çeyrekte mal ve hizmet ihracatının ekonomik büyümeye katkısı neredeyse sıfır olarak gerçekleşti. İhracattaki artışın mayıs ayında iyice yavaşlaması ve haziran ayında düşüş yaşanması ise ikinci çeyrekte dış talebin ekonomik büyümeye katkısının daha da düşük olacağını düşündürüyor. Bu dönemde dış talebin ekonomik büyümeye katkısı negatif olarak bile gerçekleşmiş olabilir. İhracattaki bu olumsuz gelişmeler de muhtemelen ABD’nin tetiğini çektiği dış ticaret savaşlarının Türkiye’ye yansımasından kaynaklanıyor. Nitekim ABD’ye yapılan ihracatın haziran ayında yüzde 30,6 ve yılın ilk yarısında ise yüzde 13,3 düştüğü görülüyor. Bu durum ihracatın geleceği konusunda da endişe yaratıyor.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


YAZARIN DİĞER YAZILARI TÜMÜNÜ GÖRÜNTÜLE

Örtülü işsizlik dönemi

19 AĞUSTOS, 2020

KRİZ NE ZAMAN BİTER?

2 TEMMUZ, 2020

Ekonomide korona vurgunu

10 HAZİRAN, 2020

Büyüme nereye?

13 NİSAN, 2020

Enflasyonun rotası

18 MART, 2020

Cari açıksız büyüme

29 OCAK, 2020

Ekonomi güven istiyor

4 ARALIK, 2019

Resesyon ne kadar sürer?

19 ŞUBAT, 2019

Yorum Yaz