“Enka’nın Sırrı Yeniliklere Adapte Olmakta”

Şarık Tara, Türkiye’nin önde gelen işadamlarından… İnşaat sektörünün duayeni olarak biliniyor. Kayınbiraderi ile kurduğu Enka, şimdi 51’inci yılında, 4 milyar doları aşan ciro, 450 milyon dolar kar...

1.02.2008 02:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Şarık Tara, Türkiye’nin önde gelen işadamlarından… İnşaat sektörünün duayeni olarak biliniyor. Kayınbiraderi ile kurduğu Enka, şimdi 51’inci yılında, 4 milyar doları aşan ciro, 450 milyon dolar kara ulaştı. Rusya başta olmak üzere dünya çapında projelere imza attı, yenilikleri Türkiye’ye taşıdı. 56 yaşındayken işleri oğlu Sinan Tara’ya devretti. Şimdi dönüp arkaya baktığında, başarının sırrının, sanıldığı gibi deneyimde olmadığına dikkat çekiyor. Tara, “Ben deneyime inanmıyorum. Yeniliklere adapte olamadıktan sonra tecrübenin hiçbir önemi yok. Alman müteahhitlik şirketleri bu nedenle yok oldu. Biz yenilikleri hemen benimsedik” diyor. Ardından da gençlere inanma ve biraz şanslı olmanın da başarıda rol oynadığını belirtiyor.
 
Şarık Tara, 77 yaşında duayen bir işadamı ve Türkiye’nin en büyük inşaat şirketi olan Enka’nın kurucusu. Onunla konuşurken, yaptığı hesapları ve analizleri dinlerken yaşını unutuyorsunuz. O kadar hayatın içinde, o kadar genç…

Şirketi Enka ise 51 yaşında. Şirketin 2006 yıl sonu cirosu 4 milyar doları aştı, net kârı ise 445 milyon doların üzerinde. Enka, dünyanın dört bir yanında yaptığı projelerle adından söz ettiriyor. Enka da Şarık Tara gibi yaşlanmamış, dinamik ve olgun bir şirket. Rusya’da önemli gayrimenkulleri var ve bu “yatırım amaçlı gayrimenkuller” kalemi bilançosunda çok önemli bir yer tutuyor.

Makedonya’nın başkenti Üsküp’te doğan Şarık Tara, küçük yaşlarda ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşmiş. İstanbul Teknik Üniversite İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden 1954 yılında mezun olduktan sonra kısa süre bir inşaat şirketinde çalışmış. “Primimi vermediler. Ben de o yüzden işten ayrıldım. Kendi şirketimi kurdum. İyi de olmuş” diye anlatıyor kendisini Enka’yı kurmaya götüren olayın öyküsünü.

 Tara, Enka’yı kız kardeşinin eşi ve okul arkadaşı Sadi Gülçelik ile birlikte kurdu. Enişte’nin ilk hecesi “En” ve kayınbirader’in ilk hecesi “Ka” yı bir araya getirip şirketlerine “Enka” adını koydular.

Türkiye’nin en genç işadamlarından biri olarak ilk kez 1969’da bugünkü Davos toplantılarının başlangıcı olan Interanational Industrial Conference gibi vizyoner bir toplantıya davet edildi. Sonraki yıllarda adı World Economic Forum’a dönüşen, kamuoyunda “Davos Toplantıları” olarak bilinen konferansların sıkı bir izleyicisi oldu.

Davos’un dünyadaki gelişmeleri anlayabilmek, fırsatları öğrenebilmek ve değişik ülkelerden dostlar edinebilmek için çok uygun bir ortam sağladığını söylüyor. “Benim Davos’tan öğrendiğim en büyük ders: ‘to be international-uluslararası olmak’ gerekliliğiydi” diyor. Enka’nın Türkiye dışına açılma ve oralarda büyük proje ve yatırımlara girme cesaretinin arkasında da bu vizyon yatıyor. Şarık Tara, Davos’da tanıştığı devlet adamları, politikacılar ve akademisyenlerin bakış açılarından önemli birçok mesaj çıkardığını da sözlerine ekliyor. “İkili ilişkiler” ve “yakın ilişkiler”in iş dünyasında da, uluslararası politikada da önemli Türkiye’nin en güçlü işadamlarından biri olan Şarık Tara’nın sadece Türkiye’de değil, tüm dünya ülkelerinde güçlü dostları var. Amerika’nın bir numaralı müteahhitlik şirketi Bechtel’in eski CEO’larından Stephen Bechtel, World Economic Forum’un başkanı Dr. Klaus Schwab onun en iyi arkadaşları arasında.

Şarık Tara, bu sosyalliğine rağmen bir süredir basına özel görüşme vermiyordu. Capital için bir istisna yaptı. Kişisel tarihine ve Enka’nın yarım asrı aşan yolculuğuna ilişkin konuştu:

- Siz 51’inciyılınızı kutluyorsunuz. Şirketin büyümesindeki önemli kilometre taşları nelerdir? İlk kez yurt dışına çıkma kararı, ilk kez Rusya’da proje yapma kararı gibi… Bunların hikayesini anlatabilir misiniz?
Biz hepimiz kardeşiz. Şirketi kurduğumuz yıllarda İstanbul Teknik Üniversitesi’nden sınıf arkadaşlarım vardı. Onlarla birlikte çalışıyorduk. Bizden birkaç sınıf aşağıda olan kardeşlerimiz vardı. Bizim sevk ve idare sistemimiz bu nedenle biraz ilginçti.

Rahmetli Vehbi Koç bir gün bana şunu sordu: “Şarık bu nasıl bir yönetim biçimi?”  Bizim yönetim tarzımıza “Ağabey management” adını takmıştı. Yani ilk kurulduğumuz yıllarda işyerlerindeki alışılmış yönetim biçimlerinden farklıydık. Aramızdaki sevgi, saygı ve arkadaşlık ilişkileri kuvvetliydi.

İkincisi Enka’da çalışan üst ve orta düzey insanların neredeyse yüzde 80’i aynı eğitimi görmüştür. Bu da ortak bir dili konuşmaları ve iyi anlaşmaları anlamına geliyordu. Bir de doğrusunu söylemek gerekirse biz biraz “kısmetliyiz”.

Ben Enka’yı 27-28 yaşlarındayken kurdum. Çalıştığım şirkette bir primimi ödemediler diye ayrıldım ve rahmetli kayınbiraderim Sadi Gülçelik ile birlikte Enka’yı kurdum. Sonra ENKA hep gençler tarafından idare edildi.

hed

Ben 56 yaşındayken, şirketi 28 yaşındaki oğluma devretmesini bildim. Oysa hala enerji dolu olduğum yıllardı. O da elbette, diğer ekip arkadaşlarımızı kırmadan, kendi takımını kurdu. Ve Enka hep gençlerle idare edildi.

Biz de “Haydi kalk Umman’a gideceksin” veya “Sibirya’da bir projeyi yönetir misin?” dediğinizde herkes kalkar, gider. Kimse itiraz etmez hatta seve seve giderler. Bu da şirketin enerjisini gösteriyor.

- Oğlunuz Sinan Tara üniversiteden mezun oldu geldi ve 28 yaşına kadar Enka’da sizinle birlikte çalıştı. Onu nasıl yönetime hazırladınız?
Sinan, doğduğundan beri inşaatının içindedir. Avrupa’nın en iyi mekteplerinden biri olan Zürih Teknik Üniversitesi’nde inşaat mühendisliği eğitimi yaptı. Orayı da birincilikle bitirdi. Ondan sonra 6 haftalık bebeğini aldı, gitti ve Suudi Arabistan’da 2 yıl çalıştı.
Sinan şimdi 48 yaşında. Onun yönetim ekibinde de kardeş gibidir.

- Bu ağabey-kardeş yaklaşımının ne gibi faydaları oldu şirkete?
Kardeşlik ilişkisi olduğu için hiç kimse birbirine baskın çıkma çabası içinde değildir. Herkes aynı. Rahatça konuşur, tartışır. Sinan’ın Şarık Tara’nın oğlu olması da onlar için bir şey ifade etmez.

Şirketin içinde bir aile havası vardır. Çalışan herkes benim evime gelir. Herkes bana “ağabey” derdi, sonra “baba” demeye, şimdiler de ise “dede” demeye başladılar.

- Enka’nın inşaat şirketi olarak bu hızlı yükselişinin sırrı nedir?
Ben deneyime inanmıyorum. Yeniliklere adapte olamadıktan sonra tecrübenin hiçbir önemi yok. Alman müteahhitlik şirketleri bu nedenle yok oldu. Eski usullerle iş yapmaya devam ettiler. Biz yenilikleri hemen benimsedik ve onların 2 haftada yaptığı kontrol hesaplarını 2 saatte yapar duruma geldik. Ben tecrübeye inanmıyorum. Son 10 senede olan teknolojik değişiklik, son 2 bin sene içinde olandan fazla. Bana 10 senelik tecrübe sahibi olsun ama günümüzün teknolojisini bilsin.

Alman şirketleri bir kontrol hesabı yaparlar 2 hafta sürer. Biz ise bunu 2 saatte aynı işi yaparız. Alman müteahhitlik şirketleri işte bu teknolojik gelişmelere ayak uyduramadıkları için battılar. Sinan ve ekibi çok yenilikçidir.

- Diğer çocuklarınız da şirkette sorumluluk alıyor mu?
Hayır. Kızlarımdan biri mimarlık ve sanat okudu. Bir kızım ise şimdi Zürih’te yaşıyor. Çocuklarımın hepsi çok iyi okudular. İyi okullarda başarılı öğrenciler oldular. Torunlarım da iyi okudular. Benim dört tane üniversite bitirmiş torunum var ve çalışıyorlar.

- Çocuklarınızın isimlerini öğrenebilir miyim?
Benim ismimi söylemek çok zor. Pek çok kişi karıştırıyor. Çok kişi Şarık Tara diyeceğine Tarık Şara diyor. Onun için çocuklarımın ismini Sinan, Zeynep, Leyla koydum. Torunlarımın isimleri ise Ahmet, Mehmet, Ceyda, Esra gibi kolay isimler…

-Nerelerde çalışıyorlar? Enka’da çalışan var mı?
Bir tanesi Enka’da çalışıyor. Bir tanesi şu anda Amerika’da ve çok mühim bir araştırma yapıyor. Diğeri de Zürih’te babasının yanında çalışıyor. Biri de Garanti Bankası’nın eski genel müdürü Akın Öngör’ün yeni kurduğu bir tanıtım şirketinde yeni çalışmaya başladı. Amerika’da üniversite eğitimi yaptı, sonra burada da Boğaziçi Üniversitesi’nde master yaptı.

- Şirketiniz için mihenk taşı niteliğinde olan projeler, kararlar hangileri oldu?
Biz şirketi kurduğumuz zaman hep zor işler yaptık. Kimsenin yapmadığı, yapamadığı işleri yaptık. Mesela fabrika çöker, gider o binayı ayağa kaldırırız. Gemi indirme kızağı yapılacaktır, kimse nasıl yapılacağını bilemezdi ama biz o işi bitirirdik. Zor işler yaptık. Bu işler sayesinde şirketin uzmanlık alanları arttı ve uzman şirketler doğdu…
Mesela bizim Çimtaş’ta neler yapıyorlar, biliyor musunuz? Bir tane tazyikli kap yapıyorlar. Ağırlığı bin ton… Kalın bir sacı kıvırarak neler üretiyorlar. Bir tazyikli kabın hesabı 4 bin sayfadır. Böyle uzmanlık gerektiren, detaylı işler yapıyorlar.

- İlk ne zaman yurtdışına açıldınız?
1971’de yurt dışına açıldık. İlk işimiz Libya’daydı. Orada taşeron olarak çalışıyorduk. Demir bağlıyorduk, beton döküyorduk, kalıp yapıyorduk ama para kazanıyorduk. Sonra bir ara Suudi Arabistan’a gittik. Orada Almanlarla ortak işler yaptık. Biz yabancı şirketlerle çok ortaklık yaptık.

- Peki Rusya’da iş yapmaya başlamanız nasıl oldu?
Rusya’yla bizim bir gaz anlaşmamız vardı. Bunun ödemesi yüzde 30’u peşin, yüzde 70’i mal ve servisle yapılacaktı. O arada gözü kara bir iş aldık. Yıl 1988 idi. Biz bin yataklı bir hastaneyi 36 ay yerine 23 ayda yaptık bitirdik ve epeyce para kazandık.

Biz çok dikkatliyiz. Para kaybetmeyiz. İhtilafa da girmeyiz. O zamanlar Rusya hala dışa açılmamıştı. Gorbaçov’un belki ilk yılıydı. Sonra Rusya içinde bir atılımımız oldu. Ofis binalarına sahip olmaya başladık. Orada gayrimenkul sahibi olmaya başladık.

Türkiye’de ise hiç gayrimenkulümüz yok, sadece Enka’nın yönetildiği bu bina dışında bir şeye sahip değiliz.

Rusya’da Koç’la bir ortaklık kurduk ve Ramenka doğdu. Gayet iyi gidiyordu. Ancak, biliyorsunuz, ayrılmaya karar verdik. Talep yine bizden gelmedi, diğer taraftan geldi.
Bugün Rusya’da çok saygın bir şirketiz. İhalelere girerek iş almıyoruz. Hep davet ediliyoruz ve pazarlıkla işi bitiriyoruz. Başka ülkeler de de böyle oluyor.

hed

-Büyümenize katkı sağlayan diğer kararlar nelerdi?
Geçtiğimiz 20 yıl içinde sadece Rusya’da değil Avrupa’da da aktiftik. Orada da santraller yaptık. Bir de bizim büyümemize katkı sağlayan Enka-Bechtel adlı ortaklığımız var… Tamamen eşit şartlarla 20 yıldır sorunsuz ve tamamen eşit şartlarla ilerliyor. Biliyorsunuz, Bechtel merkezi ABD’de Kaliforniya’da San Francisco’da olan dev bir mühendislik, inşaat ve proje yönetimi şirketi.

Riley Bechtel’in babası Stephen Bechtel ile tanışıklığımız vardı ve böyle bir işbirliğine dönüştü. Onların çok güçlü tarafları var, bizim güçlü yanlarımız var. Ortaklığımız bunları bir araya getirdi.

- Türkiye’de birde elektrik işiniz var. Orada bir büyüme hedefi var mı? Enerjinin diğer alanlarında büyüme planınız var mı?
Bir defa Adapazarı’ndaki santraller yüzde 100 Enka’ya ait. Orada yabancı ortağımız yok. Şimdi Aliağa’da bir kömür santrali yapmayı planlıyoruz. O da 800 megawatt’lık bir santral.

Elektrik işi mevcut koşullarda Türkiye’de oldukça zor. Bu konuda yaptığım çeşitli hesaplara göre ülke olarak çok iyi bir yatırım planına ihtiyacımız olduğunu söyleyebilirim. Bu alanda özelleştirmelerinde bir an evvel tamamlanması gerekiyor.

Özel sektör yapabildiği kadar yatırım yapsın. Yabancı yatırımcı da gelsin, yatırım yapsın. Yatırımcıya uygun ortam yaratmak önemli. Moskova ile Saint Petersburg’un farkı… Moskova 30-40 milyar dolara geldi. Niye oradaki ortam iyi. Yatırımcıya cazip gelecek düzenlemeler yapılmış. Moskova’da bir şirket kurmak 2 hafta, Saint Petersburg’da 6 ay sürüyor. Saraybosna’da bir Türk şirketi biliyorum, Nobel İlaçları 18 ayda şirket kuramadı.

- Sizin yatırım amaçlı gayrimenkuller yüksek gözüküyor bilançoda… Bunları daha da geliştirecek misiniz?
Bunlar yalnız Rusya’da. Evet, Rusya’daki gayrimenkul işimizi büyütmez istiyoruz. Niye mi? Size şöyle bir hikaye anlatayım. Amerika’da ilkokul birinci sınıf öğrencilerine öğretmenleri “Dünyanın en meşhur insanı kimdir” diye sormuş. Bir yarışma yapmış. Biri Sezar, diğeri Kennedy, bir diğeri Napolyon diye yanıt vermiş.

Bir çocuk “İsa” demiş. Elbette bu ABD gibi konservatif bir ülkede kimse bu yanıtın karşısında duramaz. Çocuk 1 dolar ödülünü alıp, cebine koymuş ve evine gitmiş. Olayı anlatmış babasına.

Musevi bir ailenin çocuğuymuş. Babası “Ona niye Musa cevabını vermedin. Utanmıyor musun” demiş. Çocuk şu cevabı vermiş: “Father, Moses is moses. Business is business”. Yani “İş iştir. Musa ise Musa’dır” demiş. Çünkü çocuk “Musa” yanıtını verse oradaki diğer çocukların aklına “İsa” gelecekti ve o da 1 dolarlık ödülü kaçıracaktı.

Yani biz Enka olarak Rusya’da gayrimenkul işinden iyi kazanıyoruz. Bu orada çok daha kazançlı bir iş ve biz orada büyümeye devam etmek istiyoruz.

- Türkiye’de neden bugüne dek gayrimenkul yatırımı yapmadınız?
Söyledim size. “Moses is moses. Business is business”…Ne zorumuz var? Rusya’da ofis kiraları buranın 4 katı. Üstelik orada bina inşa, izin almak daha kolay. Orada tüm kurallara uyarak yapıyoruz.

- Uzun senelerdir Davos toplantılarına katılıyorsunuz. Dünya’nın pek çok yönünde de hem iş dünyasında tanıdığınız bildiğiniz insanlarda vardır. Kimlerle tanıştınız bugüne dek?
Biz 20 tane şirketle ortaklık yaptık. Alman, Fransız…Çok değişik ülkelerden şirketlerle ortaklık yaptık. Bu vesileyle tanıştığım işadamları da oldu. Tam tersi de. Örneğin, baba Bechtel ile Suudi Arabistan’da tesadüfen 1970’de tanıştım. Dost olduk. Bu da bizi işbirliğine götürdü.

 “Enka’dan Ayrılanların Kurduğu En Az 50 İnşaat Şirketi Var”

- Bu yıl Enka’nın 51’nci yılı. Bu yarım asır boyunca nereden nereye geldiniz?
Türkiye’de 51 yıllık şirketler epeyce ihtiyarlamış sayılıyor. Biz varız, Tefken var. Alarko bizden sonra kuruldu. STFA bizden eskidir. Bizim ilerlememizde yurtdışındaki çalışma koşullarına çok iyi adapte olabilme özelliğimiz yatıyor. Yurtdışında çalıştığınız zaman hata yapmamanız gerek. Bir de şu var çok kaliteli yapacaksınız. Çok çabuk yapabileceksiniz. Kimsenin yapamadığı süratte yapacaksınız.

Çalıştığınız ülkenin de şartlarına hürmet etmek ve uymak lazım. Bir söz var Avrupalılar Rusya’ya gelince Rusya’yı hep tenkit ederler. Bir misal söyleyeyim, banyo kapısı… Avrupa’da da, bizde de banyo kapıları hep içeri açılır. Rusya da dışarı açılır. Bunu saçma bulurlar. Halbuki öyle mantıklı ki… Dışarı açıldığında 1 metrekare yer kazanıyorsun. Banyolar zaten küçük. Bu çok basit bir mesele.

- Yurtdışındaki projelerde başarılı olmak için ne gibi prensiplere sahip olmak gerek?
Yurtdışında çalışmak için projenin iyi hazırlanmış olması lazım. Ayrıca insanların eğitilmiş olması lazım. Mesela bizde İngilizce bilmeyen kimse şirkete alınmaz. 

Şimdi komünikasyon imkanları çok gelişti. Muaffak olmak için bilgi teknolojilerini şirketinizle çok kuvvetli entegre etmeniz lazım. Bizde istersen Sibirya şantiyesinin raporu o gün masamın üzerine gelir… Enka, bugüne dek yurtdışına 204 bin 574 kişi gönderdi. Hangi ülkeye ne kadar gönderdiğimizi sorsam, onu da hemen çıkarır sistem.

Yurtdışına giden, orada bizimle çalışanlar, çoğunlukla Türkiye’ye döndüklerinde kendi işlerini kuruyorlar.  Kendi işlerini kuranların oranı yüzde 80’dir.

- Yani bir anlamda Enka girişimci fabrikatörü sayılabilir…
Öyle tabii. Üstelik bu her kademeden çalışanımız için geçerli. Bizden Enka’dan çıkan herhalde 50’nin üstünde inşaat şirketi vardır.

 “Aile Tarihimizi Araştırıyorum”

- İş dışında başka uğraşılarınız var mı?
Şimdi ailemin kökenlerini araştırıyorum. Saraybosnalı ve Princeton Üniversitesi’nde doktora yapmış, 9-10 dil bilen genç bir tarihçi buldum. O araştırmalarımızı yapıyor. Büyük büyük dedem Paşa Yiğit Bey’e, Papa’nın yazdığı bir mektubu buldu. Papa mektubunda, Paşa Yiğit Bey’den Venedik tacirlerini hırsızlardan korumasını istiyor…

hed- Kimdir Paşa Yiğit Bey. Ailenizin tarihi hakkında neler öğrendiniz?
Ben Üsküp doğumluyum. Çok eski bir aileye mensubum. Venedik arşivlerinden aile tarihimizi çıkarttırıyoruz. 1391’de Paşa Yiğit Bey Üsküp’ten Draç’ı işgal ediyor. Paşa Yiğit Bey’de benim büyüm büyük dedem.

Papa, İshak Bey’e mektup yazıyor. İshak Bey’de Paşa Yiğit Bey’in oğlu... İshak Bey’in oğlu da İsa Bey…İsa Bey, Fatih Sultan Mehmet ile çok iyi arkadaş. Adeta kardeş gibiler.

Saraybosna’da Hünkar Cami var. İsa Bey yaptırıyor o camiyi. Fatih Sultan Mehmet o camiyi çok beğeniyor ve İsa Bey’de “Hünkarım size hediyem olsun” diyor. Adı böylece Hünkar Cami oluyor.

1870-1920 arasındaki tarihi okutmuyorlar. Neden? Ben çok meraklıyım. Balkanları Birinci Kosova Meydan Muharebesi ile aldığımızı herkes bilir. Ancak hangi muharebede kaybettiğimizi bilmez.

- Aileniz İstanbul’a ne zaman göç etti?
Ben doğduktan 2 yıl sonra göç etmişiz. Babam avukattı, annem de çok zeki ve okumuş bir kadındı. Ancak buraya gelince babamın diploması filan geçersiz oldu elbette. Ben 16 yaşımda çalışmaya başladım ve mektepten birinci olarak mezun oldum. Hem çalıştım hem okudum. Annem ve babam da çok zorluk, sıkıntı ve yokluk çektiler.

Şarık Tara Emeklilik Günlerinde Neler Yapıyor?

- Şu anda işlerle ne kadar ilgilisiniz?
Ben hiç ilgili değilim.

- Bir gününüz nasıl geçiyor? Hangi konularla ilgileniyorsunuz?
Çok çok zor geçiyor. Sabah kolay geçiyor. Evvela gazeteleri okuyorum. Ardından 1 saat yüzüyorum. Öğle vakti geliyor. Arada biraz kestirdiğim oluyor. Ancak öğleden sonra zorlanıyorum.
Çok düşünüyorum.

- Enerji sektörünü çok sıkı incelemişsiniz. Demek ki okumaya da epeyce zaman ayırıyorsunuz. Öyle mi?
Mektepte çok iyi talebe değildim ama çok iyi mühendis oldum sonra. Sporu da iyi bilirim. Çok uzun yıllar spor yaptım.

Klasik müziği de yeni öğrendim. Son 10 yıldır iyi bir klasik müzik dinleyicisiyim. Hangi eser Brahams’a, hangisi Beethoven’a ait bilirim. Vivaldi, Bach duydum mu anlarım.

Şimdi ise bir şantiyeye balta oldum. Arnavutlukta bir otoyol inşaatı yapıyoruz. Orada iki tane 6’şar kilometrelik tüp tünel yapıyoruz.

- Ne düzeyde ilgileniyorsunuz?
Oradaki şantiye şefiyle konuşuyoruz, telefonlaşıyoruz. Birbirimizi dinliyoruz. Oradaki iki tüneli 24 ayda bitireceğiz.

 “Enka Vakfı Yüzde 6 Enka Hissesine Sahip, Zengin Bir Bir Vakıf”

- Sosyal sorumluluk çalışmaları kapsamında ilgilendiğiniz projeler var mı?
Bizim çok iyi bir vakfımız var. Enka Vakfı büyük ama çok daha büyük olacak. Kurumsal sosyal sorumluluk konusunda çok daha ileriye gitmek istiyoruz. Enka Vakfı çok da zengin bir vakıf. İstanbul’da ve Adapazarı’nda okullarımız var.

- Enka’nın karının bir miktarı Enka Vakfı’na mı aktarılıyor?
O da var ama o az bir miktar. Vakfın kendisi zengin.

- Vakfın işleyiş modeli nasıl?
Tamamen müstakil bir vakıf. Enka Vakfı’nda aşağı yukarı yüzde 6 Enka hissesi var. Bu da çok para tutuyor.

- Neler yapılıyor Enka Vakfı bünyesinde?
İstanbul’da bir okulumuz var. Adapazarı’nda da çok güzel bir okulumuz var. ��ok burslu öğrencimiz var. Çocuklardan 19 bin lira kadar para alıyoruz. Üzerine de vakıf yılda 2 milyon dolar para ödüyor. Ama 6 çocuğa bir öğretmen düşüyor. Sanat ve spor aktiviteleri, festivaller açısından çok yönlü bir okul.

- Adapazarı’ndaki okulun performansı nasıl?
Zelzeleden sonra oğlum Sinan’la konuştuk. Bir okul yaptık ve devretmedik, biz işletiyoruz.
Mezun verdi okul. Adapazarı’nda 500 tane çocuğum var. Bunlar çok iyi okulları kazandılar. Mezun olan 46 kişiden 42’si çok iyi okullara girdi. Çok bursumuz var. Çok da güzel iki projemiz var.

- Nedir bu yeni projeler?
Bir tanesi kesinleşti. Onu anlatabilirim. Adapazarı ve İstanbul’da muvaffak olunca ne yapayım diye bakmaya başladım. Herkes üniversite açıyor. Ben ise bin küsur kişilik bir meslek okulu açmaya karar verdim. Bu kapsamda 3,6,9, 12 aylık meslek edindirme kursları da düzenlemeyi planlıyoruz. Almanya’da teknisyen düzeyinde 350 meslek varmış. Biz 50 meslek dalında her yıl 5 bin kişiye diploma vermeyi hedefliyoruz. İyi ütücü, iyi tornacı, iyi bilgisayar operatörü yetiştireceğiz. Bila ücret olacak bu kurslar.

 “Davos Toplantılarına İlk Kez 1969’da Katıldım”

-Davos toplantılarına ilk ne zaman katıldınız?
Ben ilk uluslararası toplantıya Sanfrancisco’da 1969 yılında katıldım. O zamanlar adı International Industrial Conference idi. O zamanlar için de çok büyük bir konferanstı ve 4 yılda bir yapılırdı. Conference Board ve Stanford Research Institute tarafından organize edilen “top” bir konferanstı. Ne kadar mühim ve büyük isim varsa katılırdıSiemens orada, Ford orada, Fiat’ın kurucusu Agnelli orada…Türkiye’den Nejat Eczacıbaşı oradaydı. O zamanlar ben gençtim. Yaşım 38-39… Hatta beni niye çağırdıklarını da bilemiyorum. Ondan sonra da beni çok sevdiler ve hep çağırdılar.

- Yani davet üzerine gittiniz 1969’da Türkiye’den?
Elbette davet edilmiştim.

- Türkiye’den başka kimler katılıyordu bu toplantılara o yıllarda?
Nejat Eczacıbaşı Bey vardı bir de Cabir Selek vardı. Ama onlar benden büyük yaşça… İlk kez tanıştığım bir Hollandalı bir işadamının beni tavsiye etmesi üzerine çağrıldım bu toplantılara... Davos yeni kurulmuştu. Davos’un kuruluşu 1969 yani aynı sene kurulmuş. “Ben genç bir Türk işadamıyla tanıştım, onu da çağırın” demiş toplantıyı organize eden ekibe. Ben 1971’den sonra hemen hemen her sene gittim. Sadece bir-iki sene gidemedim.

- Kimlerle tanıştınız. Size nasıl bir katkısı oldu Davos toplantılarının?
Bana göre Davos’un bize öğrettiği en önemli şey, “to be international” yani uluslararası olmak. Ben orada sayılamayacak kadar kişi tanıdım. Rusya’nın eski başbakanlarından Yevgeny Primakov ve St.Petersburg  Belediye Başkanı Sobcak gibi isimlerle tanıştım. Bu insanları tanımak, onlara Türkiye’yi tanıtmak, onların dünyaya ve kendi ülkelerine ilişkin izlenimlerini öğrenmek bile çok değerli. Ufkunuzu açacak şeyler öğrenebileceğiniz çok sayıda insanla karşılaşabilirsiniz orada.

Sedef Seçkin Büyük
[email protected]

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz