Sadece kendi şirketinizi çevreci yapmanın yeterli olmadığı ortada. Asıl yapmamız gereken tüketicimize ulaşmak.
Unilever, 2010 sonunda açıkladığı "Sürdürülebilir Yaşam Planı" ile çevreye ilişkin çok önemli bir adım attı. Şirket, bu planla sadece üretimden kaynaklanan çevre sorumluluğunu üstlenmiyor, konuya tüketim aşamasını da dahil eden çok geniş bir perspektifle yaklaşıyor. Bu nedenle plan aslında çok iddialı 50'den fazla hedefi içeriyor. Kamuoyunu bilinçlendirmek, tüketiciye doğru tüketim alışkanlıkları kazandırmak temel hedef. Unilever Türkiye CEO'su, Asya, Afrika, Orta ve Doğu Avrupa Başkan Yardımcısı İzzet Karaca, "Bu kesinlikle global bir sorun. Geleceğimiz tehdit altında. Unilever olarak üzerimize düşeni layıkıyla yapmayı, dünyamızın geleceğine ölçülebilir bir katkıda bulunmayı istiyoruz" diyor. "Küçük dokunuşlarla büyük değişimler yaratacaklarını söyleyen Karaca ile Unilever'in Sürdürülebilir Yaşam Planı'nı konuştuk:
Unilever, çok geniş kapsamlı bir "sürdürülebilir yaşam planı" açıkladı. Öncelikle böyle bir plana neden gerek duyuldu ?
Unilever Global'in en üst düzey isimlerinin bulunduğu, "genişletilmiş yönetim kurulu" diyebileceğimiz bir "top 30" grubu var. Ben de bu grubun içindeyim. Yaşam planı aslında bu grubun ortaya koyduğu bir vizyon. Bütün Unilever dünyasında uygulanacak. Her açıdan sürdürülebilir bir şirket olmak istiyoruz. Bir yandan büyürken diğer yandan da dünyanın doğal kaynaklarının korunmasını sağlayacak yeni iş yapış yolları geliştirmek gerekiyor. Tüm araştırmalara, dünyanın gezegen olarak verdiği alarmlara baktığımızda neden bu işe soyunduğumuz daha net anlaşılacaktır. Unilever de dünyamızın geleceğine ölçülebilir bir katkıda bulunmak istiyor. Plan böyle doğdu. Bizi çok heyecanlandıran bir vizyon ortaya çıktı.
Temel hedefler neler?
Unilever Sürdürülebilir Yaşam Planı, ürünlerimizin çevrede bıraktığı ayak izlerini yan yarıya azaltmayı, tarımsal hammaddelerimizin yüzde 100'ünü sürdürülebilir kaynaklardan sağlamayı, insanların sağlık ve esenliklerini artırmak için harekete geçmelerine yardımcı olmayı içeriyor. Bu üç büyük hedefin altında yer alan sözler verdik. Bunların hepsini planladık ve zaman hedeflerini koyduk. Bu sözler, fabrikalarımızda yenilenebilir enerji kullanımından çorbalarımızdaki tuz içeriğini azaltmaya kadar tüm süreçleri içeriyor. Plan kapsamında 2020'ye kadar gerçekleştirilmesi hedeflenen 50'den fazla sosyal, ekonomik ve çevresel taahhüt var. Plan, Unilever'in tüm ürünlerinin satışa sunulduğu 170'ten fazla ülkeyi kapsıyor. Yalnızca çevreyle sınırlı kalmayarak sosyal ve ekonomik boyutlarda da iyileştirme sağlamayı hedefliyoruz. Tüm bunları yaparken şirketimizin büyüklüğünü de 2 katına çıkaracağız.
Sosyal ve ekonomik boyutlardaki iyileşmeyi nasıl sağlayacaksınız?
Genelde çevre kirliliği dendiğinde hep bacadan çıkan dumanlar, derelere karışan kirli sular akla gelir. Çünkü maalesef bu konularda çok yanlış uygulamalar var. Ama Unilever'in yaptığı araştırma çok önemli bir gerçeği gösterdi. Unilever'in 170 ülkede 400 markası var. Ciromuzun yüzde 70'ini kapsayan 14 ülkede ve toplam bin 600 üründe çok kapsamlı bir araştırma yapıldı. Tüm bu ürünler tek tek incelendi, ekolojik ayak izleri hesaplandı. Gördük ki çevreye verilen şirketinizi, fabrikanızı, ofisinizi çevreci yapmanın çok yeterli olmadığı ortada. Asıl yapmamız gereken tüketicimize ulaşmak. "Küçük dokunuşlarla büyük farklar" yaratmayı amaçlıyoruz.~
"Küçük dokunuşlarla büyük farklar yaratmak" tam olarak ne ifade ediyor?
Türkiye'de 1 milyar adet dondurma satmışız. Bunların her biri küçük birer dokunuş. Ama toplamında çok büyük bir mutluluk yaratıyorsunuz. Aynı şeyi çevre misyonuyla yaptığımızı düşünün. 1 milyar
insana bunu yansıtabiliriz. Mesela Türkiye'de annelerimizi, eşlerimizi ön yıkamadan vazgeçirebilirsek su tüketimi yarı yarıya inecek veya çamaşırları 90 derecede yıkamak yerine 30 derecede yıkamakla çok ciddi bir enerji tasarrufu sağlanacak.
Bu nasıl sağlanacak ? Tüketici nasıl ikna olacak ?
Öncelikle artık böyle ürünler üreteceğiz. Çevreye daha az zarar veren, daha az enerji ve daha az su tüketimi sağlayan ürünlere yöneliyoruz. Örneğin konsantre ürünler... Bunlar hem sudan, hem enerjiden hem ambalajdan tasarruf sağlıyor. Tüketicimize, "Artık ön yıkama yapmana gerek yok veya 90 derecede yıkamana gerek yok. Çünkü bizim deterjanlarımız bunlar olmadan da sana aynı temizliği sağlıyor" diyeceğiz. Üstelik bunu daha fazla bir fiyat karşılığında vermiyoruz. Hatta birim yıkama olarak hesaplandığında yüzde 5-10 arası daha uygun fiyatlı. Yani tüketiciye de somut bir fayda sağlanıyor. Çevreye verilen zarar da yarıya iniyor. Çünkü, araştırmalar gösteriyor ki en gelişmiş toplumlarda bile tüketici daha çevreci diye bir ürüne daha fazla para vermiyor. Ama aynı fiyatta iki ürün arasından daha çevreci olanı tercih ediyor. Dolayısıyla bizim asıl ev ödevimiz bir "kazan-kazan" yaratmak. Bir taraftan çevreye daha az zarar vereceğiz öte yandan da ekonomiden vazgeçmeyeceğiz.
Peki proje kapsamında şimdiye kadar neler yapıldı?
Üretim aşamasında Unilever Türkiye olarak 1995'ten 2009'a kadar CO2 emisyonlarımızı ton başına yüzde 60 azalttık. Fabrikalarımızda akaryakıttan likit doğalgaza geçtik. Bu da yüzde 5,8'lik CO2 emisyon düşüşü sağladı. Merkez ofisimiz ve birçok fabrikamızda enerjimizi yeşil enerji üreten şirketlerden almaya başladık. Toplam elektrik tüketimimizin yüzde 35'ini yenilenebilir kaynaklardan sağlıyoruz. Hedef, bu yılın sonuna kadar yüzde 80'ini yenilenebilir kaynaklardan sağlamak. 1995'ten 2009'a kadar ton başına su tüketimini yüzde 59 azalttık. Atıklar konusunda ise 2009-2010 yılında ambalajlarımızdan 590 ton plastik azalttık. 270 ton civarında da alüminyum tasarrufu sağladık. 2011 için en büyük hedeflerimizden biri karton kullanımını düşürerek kartonda en az bin 500 ton tasarruf sağlamak. Özellikle tüketici cephesinde ve hammadde seçiminde yapacak daha çok işimiz var. Örneğin OMO, yoğun formüllü yeni nesil deterjanlarıyla su, atık ve sera gazı etkisini ciddi biçimde düşürmeyi başardı. Bir yılda, 270 bin 580 ton CO2 emisyon düşüşü sağladı. 2003'ten itibaren kuru gıda kategorisi ürünlerimizde yüzde 16-50 oranında, yaklaşık bin 860 ton tuzu azalttık. Hedefimiz 2015'e kadar tuz içeriklerimizi yüzde 15-20 daha azaltmak. 2020'ye kadar tarımsal hammaddelerimizin yüzde 100'ünü sürdürülebilir kaynaklardan elde edeceğiz.
Sivil toplum kuruluşlarıyla da işbirlikleriniz var. Bunlardan bahseder misiniz?
Sadece sivil toplum kuruluşları değil. Meslek örgütleri, üniversiteler ve kamu kurumlarıyla da işbirliği içinde çalışıyoruz. Bu temel hedeflere ulaşmak için her kesimle işbirliği içinde olmamız gerekiyor. Biz özellikle küçük çocukları hedefliyoruz. Onlara çok güveniyoruz. Bilinçli bir jenerasyon yaratmamız lazım. Çünkü bu asıl onların geleceği. Örneğin, "Okulda Hareket Var", "Okulda Hareket Var: Ders Başlıyor" gibi kampanyalarımız var. 2010'da 55 bin öğrenci katıldı. Hedefimiz 2011 sonuna kadar 70 bin öğrenciye ulaşmak. Kalbini Sev, Kalp Yaşı gibi etkinliklerle 2020'ye kadar 1 milyon kişiye kalp yaşı testi yaptırmayı ve kalp yaşlarını ortalama 3 yıl düşürmeyi amaçlıyoruz. TOÇEVle yürüttüğümüz "İyi Beslenmek, İyi Gelecek" kampanyamızda ihtiyaç sahibi ailelerin çocuklarına destek veriliyor. Tüm bu çalışmalar sürecek.~
Türkiye'nin ilk "yeşil ofis"sertifikasını aldınız. Yeşil ofisin özellikleri neler? Ne kadar tasarruf sağlandı?
Türkiye'nin LEED Sertifikalı (çevre dostu bina sertifikası) ilk yeşil ofisiyiz. Bu binada yüzde 31 daha az elektrik, yüzde 50 daha az su harcıyoruz. Açık düzen ofise geçtiğimiz için çok güzel, aydınlık bir çalışma ortamımız var. Güneş ışığından maksimum oranda faydalanıyoruz. Bu, çalışan motivasyonunu da ciddi olarak artırıyor. Yağmur suyunu biriktirip tuvaletlerde kullanıyoruz. Kağıtsız ofis ortamımız var. Bunlar gibi onlarca çevreci uygulamamız var.
Peki sürdürülebilir yaşam planı için ne kadarlık yatırım yaptınız? Tüm bunlar ne kadara mal oldu?
Tabii ki yatırım oldu. Ama buna kazan-kazan projesi olarak bakıyoruz. Türkiye'de maalesef yanlış bir algı var. Çevreci olmak, çevreye yatırım yapmak çok pahalı sanılıyor. Bunun doğru olduğu yerler de var, doğru olmadığı yerler de... Eğer bir işi layıkıyla yapıyorsanız bu her zaman pahalı değildir. Örneğin fabrikadaki atığı yeniden değerlendirebiliyorsanız bu bir masraf değil tasarruftur. Tabii ki ekolojik ayak izini azaltmak için bazı durumlarda daha pahalı yöntemler ve teknolojiler kullanmak gerekiyor. Bu durumlarda arkadaşlarımız birçok farklı proje getiriyor. Önceliği kazan-kazan projelerine veriyorum.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?