Şehirler önde gelen CO2 salımı üreticileri olmalarıyla meşhurdur. Ancak dünyanın dört bir yanındaki pek çok şehir bugün bu gerçeğin farkına varmış durumda ve kendi karbon ayakizlerini azaltacak adımlar atmakla meşgul. Yeni Delhi'de kar fırtınaları, Tokyo'da alışılmadık dolu kasırgaları, NewYork'un merkezinde devasa boyutlarda su taşkınları... Bütün bunların, Roland Emmerich'in Yarından Sonraki Gün isimli felaket kurgulu Holywood filminde resmedilen sahneler kadar müthiş kıyametlere neden olması uzak bir ihtimalmiş gibi görünüyor. Ancak küresel ısınmanın sonuçlarının dramatik boyutlarda olacağı konusunda genel bir mutabakat da yok değil. İklim değişikliğinin su tedariği, kamu sağlığı ve çevre gibi çeşitli alanlarda çok önemli etkileri olacak.
Büyük sahil şehirleri, iklim değişikliğiyle mücadele edilmesine büyük önem veriyor. Zaten aslında üzerlerine düşen özel bir sorumluluk da var çünkü sera gazı salımlarının yüzde 70'inden fazlası kentsel alanlarda üretiliyor. Neyse ki metropolitan bölgelerindeki yüksek nüfus yoğunluğu, kaynakların çok daha verimli kullanımı konusunda belli avantajlarda sağlıyor.
Daha şimdiden elimizde CO2 salımını azaltacak teknolojiler mevcut. Bu gerçek, McKinsey ile Siemens tarafından ortaklaşa yürütülen ve Londra'daki azaltım faaliyetlerini inceleyen bir araştırma tarafından da teyid ediliyor. Bu araştırmada, eldeki mevcut teknolojilerin kullanımıyla 2025 yılına kadar toplam salımların 1990 seviyesine göre yüzde 44 oranında düşürülebilmesinin mümkün olduğu sonucuna varılıyor. Bu sayede Londra, bahsedilen dönem için kendine belirlediği yüzde 60'lık salım kesintisi hedefine bir adım daha yaklaşabilir. Bu araştırmada ayrıca CO2 salımlarını azaltmak için kullanılan teknolojilerin yaklaşık üçte ikisinin, başlıca enerji maliyetlerindeki düşüş sonucunda, kendi kendilerini amorti edebilecekleri de tespit edilmiş.
Dünyanın her yerindeki şehirler artık CO2 salımlarının yerel bazda azaltılması için ihtiraslı hedeflere sahip. İklimin korunmasında öncülük yapanlardan biri de, 2025 yılına kadar karbon nötr olma hedefi koyan Kopenhag. Pratikte bunun anlamı, şehrin CO2 salımlarını mümkün olduğunca azaltmak için çeşitli stratejiler uyguluyor olması ve diğer yandan da geriye kalan açığını kapatmak için yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapması. Kopenhag'ın şu anda yıllık CO2 salımı yaklaşık 1,9 milyon metrik ton. Hedefi ise 2025 yılına kadar bu rakamı 1,2 milyona düşürmek. Önlemler arasında, eski kömürle çalışan enerji tesislerinin yerine rüzgar enerjisi, jeotermal enerji, bi-yokütle ve atık yakımı tesislerinin kurulması var.~
2025'e kadar 100'den fazla rüzgar türbininin elektrik üretimine başlaması planlanıyor. Toplamda 360 megawat'tan fazla olan çıktılarıyla bu türbinler Kopenhag'ın elektrik ihtiyacından daha fazlasını üretecek.
Bu arada biyokütle ile çalışan kombine ısı ve enerji tesisleri de enerji karışımının bir parçası olacak. Günümüzde bu şehrin ısınma gereksinimlerinin yüzde 98'i zaten bölgesel merkezi ısıtma ile ve yüzde 30'u da atık yakımıyla karşılanıyor. Kopenhag'ın aynı zamanda enerji verimliliğini artırması gerekiyor. Bu yüzden bu şehir mevcut ev stoğunu modernize etmek ve bu gibi önlemleri finanse edecek uygun modeller geliştirmek için çabalıyor.
2025 yılı itibarıyla şehirde yapılacak toplam yolculukların dörtte üçünün ya yürüyerek ya bisikletle ya da elektrikli veya biyoya-kıtlı otobüsler gibi CO2 nötr toplu taşımacılıkla yapılması bekleniyor. Geriye kalan otomobil sürücüleri ise elektrikli, hidrojenli veya hibrid araçlara geçmeye teşvik edilecek. Bu arada Siemens teknolojileri de şehrin diğer alanlardaki hedeflerini tutturmasına yardımcı oluyor. Bu projeler arasında, Kopenhag'a bölgesel merkezi ısıtma sağlayacak ve Siemens marka birtürbinle donatılmış atıkla çalışan yeni bir enerji tesisi ile sayıları toplamda 100'ü bulacak Siemens'in rüzgar türbinlerinden ilk 6 tanesi bulunuyor. Aynı zamanda Kopenhag'da bir okulda yürütülen ve bu okulun enerji tüketimini takip edip iyileştirecek bir pilot projede de yine Siemens teknolojile Melbourne'ün hedefi. Dünyanın ilk CO2 nötr şehri ünvanını kazanmak için yarışan bir başka aday ise Melbourne. Avustralya'nın bu en büyük ikinci şehri 2020 yılına kadar bu ödülü hak etmeyi planlıyor. Melbourne, prensip olarak ticari özel mülk kapsamına girdiğinden, asıl CO2 emisyonu kaynakları üzerinde oldukça sınırlı bir kontrolü olduğunu söylüyor. Bu yüzden asıl hedefi, danışmanlık hizmetleri sunmak, ortaklıklar kurmak ve davranışlarıyla iyi bir örnek olmak. Bu yüzden belediye meclisinin kendi faaliyetlerinin tamamının CO2 nötr hale getirilmesi gerekiyor.
Melbourne'daki ticari gayrimenkuller alanında, hepsi de nakit tasarrufu sağlanmasına yönelik olarak, enerji ve su tüketiminin nasıl azaltılabileceği, atık miktarının nasıl düşürülebileceği ve geri dönüşümün nasıl artırılabileceğiyle ilgili bilgiler ve tavsiyeler sunan "1200 Bina" programı başlatılıyor. Aynı zamanda bu şehir kendi yurttaşlarını toplu taşımacılığı kullanmaya, bisiklete binmeye veya yürümeye de teşvik ediyor. Enerji tüketimi ile karbon salımını azaltmaya yöneliktüm bu tedbirlerin ayrıca şehirlerdeki yaşam kalitesinin artırılması üzerinde de pozitif etkileri oluyor çünkü bu gibi önlemler sayesinde sıklıkla ulaşım güzergahları kısalmış, hava kalitesi iyileşmiş ve yerel toplumsal bağlar güçlenmiş oluyor. Bu yüzden sonuçta hangi şehrin ilk CO2 nötr şehir ünvanını kazanacağı o kadar önemli değil. Nihayetinde bundan tüm şehirler kazançlı çıkacak. Ve bir başka önemli nokta da Roland Emmerich'in kıyamet senaryosunun beyaz perdeye has bir kurgu olarak kalmaya devam edeceği gerçeği.~ Yerkürenin her yerinde şehirler yüksekleri hedefliyor
Portland, neredeyse 600 bini bulan nüfusuyla Oregon'un en büyük şehri. Aynı zamanda çevrenin korunmasında da çığır açıcı liderlerden biri. 2050 yılına kadar karbon salımında yüzde 80 oranında bir azalış gerçekleştirmeyi hedefliyor. Kişi başına düşen karbon salımı, 1990'dan bu yana ABD'nin diğer bölgelerinde yüzde 12 oranında artmasına rağmen, Portland'da aynı dönemde yüzde 26 düşmüş. Portland'ın sırrı çok basit: Bir yandan erkenden entegre bir planlama yaklaşımı uygularken, diğer yandan ulaşıma, enerji enerji verimliliğine, geri dönüşüme, yeniden ormanlandırmaya ve düzenleyici standartlar, teşvikler ve vergilendirme gibi kamusal tedbirlere odaklanmış. Bu stratejinin uzun vadeli etkileri şimdiden görülmeye başlanmış bile. Örneğin, çarpık kentleşmeyi engelleme çabaları sayesinde toplu taşımacılık daha erişilebilir bir hale gelmiş ve şehir artık mükemmel bisiklet ağlarıyla gurur duyar hale gelmiş. Artık burada, ABD'nin hiçbir şehrinde görülmeyecek derecede yoğunlukta, her gün 22 binden fazla sayıda insan işine bisikletiyle gidip geliyor.
Sao Paulo (nüfus: 11 milyon), tüm enerji ihtiyaçlarını hidroelektrik ile karşılıyor. Bu şehirdeki sera gazı salımlarının çoğu trafik ile atıklardan kaynaklanıyor. 2009 yılında bu şehir, gelecek 4 yıl içinde sera gazlarını yüzde 30 oranında azaltmaya niyetli olduğunu açıklamıştı. Aynı yıl içinde Sao Paulo, 2005 yılından o zamana salımları yüzde 20 azalttığını rapor etmişti. Bu iş kısmen çöp sahalarında inşa edilen iki termal enerji tesisi sayesinde başarılmıştı. Bu tesislerde katı atıklarca üretilen metan gazı depolanıyor ve ardından yaklaşık 700 bin şehir sakinine elektrik sağlamak için yakılıyor. Her ne kadar bu süreçte halen CO2 üretiliyor olsa da, net etkisi pozitif çünkü CO2'ye kıyasla metan gazının sera gazı etkisine katkısı yaklaşık 25 kat daha fazla. Bu şehir 2012 yılı sonu itibarıyla bu tesisler sayesinde
11milyon metrik ton karbondiyoksitlik tasarruf yaptığını bildirdi. Sao Paulo ayrıca ulaşımı iyileştirmek için de bir dizi önlem uyguluyor. Bunların arasında 115 kilometreden uzun hızlı otobüs transit yolu yapımı ile 100 kilometrelik yeni bisiklet yolları var.
Bavyera'nın başkenti olan Münih, CO2 salımını her 5 yılda bir yüzde 10 oranında azaltmayı ve kişi başına düşen salımı da en geç 2030 yılına kadar 1990'daki seviyesinin yüzde 50 aşağısına çekmeyi hedefliyor. Buna paralel olarak, Münih Belediyesi Altyapı Hizmetleri Ajansı da şehrin elektrik ihtiyaçlarının tamamını yenilenebilir enerji kaynaklarıyla karşılamayı planlıyor. Bu yüzden açıkdeniz rüzgar çiftlikleri de dahil olmak üzere bölge dışındaki yeşil enerji üretim tesislerine de yatırım yapıyor. Münih'in 2010 İklim Koruma Programı'nda bir başlangıç önlemler paketi vardı. Bunlara her 2 yılda bir gayrimenkul, ulaşım, enerji verimliliği, kentsel gelişim ve enerji üretimiyle ilgili ekstra önlemler paketleri ekleniyor. Elde edilen son rakamlara göre, 1990 ile 2010 yılları arasını kapsayan dönemde, şehir sakini başına düşen CO2 salımı yaklaşık 8 metrik tona düşmüş, yani başka bir ifadeyle üç metrik tonun üzerinde bir azalış gerçekleştirilmiş.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?