Yeni adres yurtdışı,yatırımlar

Capital'in İş Yatırım'la birlikte organize ettiği Geniş Açı toplantısında bu ay, son yıllarda giderek artan yurtdışındaki Türk yatırımlarını konuştuk.

1.04.2011 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Yeni adres yurtdışı,yatırımlar
M. Rauf Ateş İş Yatırım'ın desteğiyle 3 ayda bir organize ettiğimiz Geniş Açı toplantımıza hoş geldiniz. Bu ayki konumuz yurtdışındaki Türk yatırımları. Hazine Müsteşarlığı Yabancı Sermaye Genel Müdür Vekili Murat Alıcı ile başlamak istiyorum. Yurtdışına yatırım konusunda 1980'lerde hareketlenmeler başlamıştı. Türkiye'nin yurtdışı yatırımlarıyla ilgili genel fotoğraf nedir?

Murat Alıcı Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü'nün kurulduğu 1980'lerin başında ülkemizdeki yatırımcıların yurtdışındaki yatırımları, ülkenin o dönemdeki şartlarında öncelikli bir gündem maddesi değildi. Yıllar içinde Türkiye'deki yatırımcılarımızın yurtdışındaki yatırımları önemli ölçüde artış gösterdi. Bu artışla ilgili kırılma noktasını 2007 yılında gördük. 2007'de 3,4 milyar dolar düzeyinde bir yatırım söz konusu oldu. Daha sonra 2008 ve 2009 yıllarında 2,8 milyar dolar ve 1,9 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmeler oldu. Son olarak 2010 yılı rakamımız yaklaşık 1,2 milyar dolar düzeyinde. Özellikle 2000'li yılların öncesine baktığımızda yıllık 250 - 300 milyon dolarlar düzeyinden milyar dolarlar düzeyine çıkılması gerçekten önemli bir aşama. Bu değişimin arkasındaki sebeplere bakacak olursak, Türkiye ekonomisiyle ilgili olan faktörlerin yanı sıra dünya ekonomisinde yatırımlarla ilgili değişen şartların da etkisinin olduğunu görüyoruz. Bunlar nedir? Ülkelerin yatırım ortamlarıyla ilgili daha yüksek düzeyde liberalizasyona gidilmiş olması. Özellikle ülkelerarası iletişim, ulaştırma gibi bağlantıları artıran altyapıların son yıllarda daha da fazla gelişmiş olması ve şirketler açısından rekabet etme koşullarının daha da güçleşmiş olması gibi faktörleri görüyoruz. Değerlendirmelerde yönlendirici olması bakımından konuyla ilgili bazı rakamlardan bahsetmek istiyorum. Türkiye'deki çokuluslu şirketlerle ilgili DEİK ve Kadir Has Üniversitesi işbirliğinde yapılan bir anket çalışması var. Bunun yanı sıra UNCTAD'ın yayınladığı Dünya Yatırım Raporu'nda yer alan bazı rakamlar var. Merkez Bankası'nın ödemeler dengesi rakamlarına dayalı olarak hazırlanan verilerinden bahsetmek mümkün. Son olarak Hazine Müsteşarlığı'nın son iki yıldır yayımlamaya başladığı Yıllık Yurtdışı Yatırım Raporu var. Tüm bu rakamlar üç aşağı beş yukarı birbiriyle örtüşüyor. Yalnız tanımlamalarda bazı farklılıklar olduğunu söylemek mümkün. Hazine Müsteşarlığı'nın verileri daha çok kambiyo rejimi açısından bir tanımlamaya dayalı. Ayni sermayeyi de işin içine katan bir anlayışla kayıtları tutuyoruz. Merkez Bankası, ödemeler dengesi bakış açısıyla, banka kayıtları üzerinden yatırımları kayıt altına almaya çalışıyor. Şunu söyleyebilirim ki bundan sonraki analizlerde elimizde kullanılabilir nitelikte sektörel, coğrafi dağılım, yatırımın şekli, amacı gibi detayları içerecek şekilde yıllık raporlara artık Hazine Müsteşarlığı'nın internet sitesinden erişmek mümkün. Bu raporlar düzenli olarak her yıl yayımlanacak. Aynı zamanda aylık veriler de sürekli Hazine'nin web sitesinde yayımlanıyor. Dolayısıyla elimizde yatırımlarla ilgili bu verilerle, hangi ülkelerde ve sektörlerde yoğunlaştırdığına dair analizler yapmak mümkün.~

M. Rauf Ateş Türkiye'nin en baştan itibaren yurtdışına yaptığı toplam yatırım miktarı nedir?

Murat Alıcı 2009 sonu itibarıyla yayımladığımız raporda 18,7 milyar dolarlık bir stoktan bahsetmek mümkün. Merkez Bankası'nın ödemeler dengesi açısından yaptığı tespit yaklaşık 22,3 milyar dolar düzeyinde bir rakam. Yapılan yatırımların stok değerinin bu düzeyde olduğunu söylemek mümkün. Şirket sayılarına baktığımızda ise 2010 yılı sonu itibarıyla Türkiye'nin yurtdışında yatırım yapmış olan 3 bin 641 şirketi var. Bunların coğrafi dağılımı daha çok Avrupa ve Orta Asya ülkelerinde yoğunlaşıyor. Yine Kuzey Kıbrıs'ta çok sayıda şirketimiz var. Afrika ülkelerinde son dönemde artan oranda yatırımlar var. Sektörel anlamda baktığımızda ise bankacılık sektörünün yurtdışında artan oranlarda yatırımlarının olduğunu söylememiz mümkün. Keza enerji, madencilik ve son dönemde artan oranda imalat yatırımlarından bahsetmek mümkün. Yatırımcılarımızın neden yurtdışı yatırım yaptığına ilişkin bir değerlendirme yapacak olursak, bunun analizini de temel olarak 4-5 başlık altında yapmak mümkün. Doğal kaynaklara yönelik yatırımlar, piyasa arayan yatırımlar, etkinliği artırmaya yönelik yani maliyeti düşürmek üzere yapılan yatırımlar. Son dönemde ilgi çeken başka bir yatırım türü olarak yurtdışında yaratılmış önemli varlıklara erişmek üzere yapılan yatırımlar var. Bu anlamda Eczacıbaşı'nın bu son dönemde bu yönde yaptığı yatırımları görüyoruz. Bir de stratejik yatırımlar var. Bunlar yurtdışında bizim girişimcilerimizin yaptıkları yatırımların arkasındaki temel motivasyonlar. Bu motivasyonlara dayalı olarak genel bir değerlendirme yapacak olursak, çoğunlukla bizim yatırımcılarımızın piyasalara erişmeye yönelik yatırımlar yaptıklarını görüyoruz. Son dönemde rekabet gücünü artırmaya ve maliyet yapılarını iyileştirmeye yönelik etkinliği artırma amaçlı yatırımlar da ağırlıklı.

M. Rauf Ateş Teşekkürler. Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölümü Başkanı Doç. Dr. Sedat Aybar ile devam edelim. Sedat Bey, Türkiye'deki özel sektörün yurtdışındaki yatırımları ne zaman ve hangi nedenlerle ivme kazandı?

Sedat Aybar Bu konuya birkaç açıdan yaklaşmak mümkün. İlk olarak Türkiye'den dışarıya yapılan doğrudan yatırımların, gelişmekte olan ülkelerden dışarıya yapılan doğrudan yatırımlardan bağımsız olarak düşünülmesi şu dönem için çok güç. Gelişmekte olan ülkelerden yurtdışına yapılan doğrudan yatırımlar ise göreceli yeni bir olgu. Son 10 sene içerisinde giderek artan bir trend izliyor. Bunun dünya gündemine gelmesi özellikle Çin ve Hindistan'ın yaptığı doğrudan yatırımlar dolayısıyla oldu. Çin bir hayli agresif bir şekilde dünyadaki diğer piyasalara girmeye ı başladı ve bu Batı'daki akademisyenlerin ilgisini çekti. Aynı zamanda gelişmekte olan diğer ülkelerden de doğrudan dış yatırımlarda bir artış var. Bu büyük bir olasılıkla dünyadaki iş bölümünün yeniden düzenlenmesiyle ilgili bir durum ki bunu tespit eden birtakım akademik bilimsel çalışmalar da var.~
Türkiye'den yurtdışına yapılan doğrudan yatırımlar 2003 yılından sonra hız kazanıyor. 2008 yılında yaşanan krizle biraz yavaşlıyor. Bu yavaşlama krizin vurduğu şiddette bir yavaşlama değil. Yani Türk firmaları bir şekilde yurtdışındaki öz varlıklarıyla tutunmaya çalışıyorlar. Yeni stratejiler geliştiriyorlar. Nasıl oldu da Türkiye'de2000'li yıllarda böyle bir şey başladı? 1980'lerde Türkiye gelişme politikasını değiştirip ihracata dayalı bir iktisadi politika izlemeye başladı. Bunun içindeki en önemli vurgu, Türkiye'nin yurtdışında rekabet edebileceği sektörlerde üretim yapması, daha etkin olması ve ihracat gelirlerini bu şekilde artırmasıydı. İhracatın artması elbette çok önemli. 2000'li yılların başında ise Türkiye'de dış yatırım rejimi değişti. 2000'li yılların başında iktidara gelen hükümet, dış yatırım rejimini daha serbestleştirip elverişli hale getirmeye çalıştı. Bunu takip eden dönemde ise Türkiye'den yurtdışına yapılan yatırımların arttığını görüyoruz. İlk başta ihracat, ticaret artıyor. İhracatın artması için ithalat artıyor. İthalat rejimi serbestleşiyor. Dış ticarette birtakım gelişmeler oluyor. Daha sonra yurtiçine yapılan doğrudan yatırımlar artıyor ve bakıyoruz yurtiçinden yurtdışına yapılan doğrudan yatırımlarda da bir artış söz konusu. Biraz önce bahsedildi; evet rakamlar üç aşağı beş yukarı aynı. Türkiye'nin UNCTAD'daki verilerine göre yurtdışında yaklaşık 15 milyar dolarlık bir yatırım stoku var. Çin'den ve diğer gelişmekte olan ülkelerden konuşmamın başında bahsetmiştim. Dışa açık iktisadi büyüme modeli, ihracatımızın ve ihracatımızın, dış ticaretin artması, yakın dönemde içeriye olan doğrudan dış yatırımların teşvik edilmesi ve ona uygun bir iklimin geliştirilmesi çalışmalarının ardından bizim bugün ulaştığımız dışarıya yaptığımız dış yatırımlar, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırdığımızda ne durumda? Buna bakmamız gerekiyor. Brezilya, Rusya, Çin, Hindistan, Meksika gibi ülkelerle Türkiye'yi karşılaştırdığımız zaman bizim dışarıya yaptığımız yatırımlar bunların yanında çok küçük. Biz bir yerde dışarıya yapılan yatırımlar konusunda biraz gecikmiş durumdayız. Türkiye yoluna dünyanın 16'ncı büyük ekonomisi olarak devam edecekse, bahsettiğim değişen dünya iş bölümü içinde kendine uygun bir yer bulacaksa, bunun için mutlaka ve mutlaka doğrudan dış yatırımla gelişebileceği bir ortamın yaratılması gerekiyor. Ocak ayında kamuoyuyla paylaşılan "Çokuluslu Türk Şirketleri" raporumuzda konuyla ilgili çok önemli veriler, bulgular ortaya kondu. Kadir Has Üniversitesi, DEİK, KPMG Türkiye ve New York Columbia Üniversitesi Vale Center Columbia (VCC) tarafından yayımlanan bu rapor, "Emerging Market Global Players" (EMGP) projesi olarak bilinen gelişmekte olan ülkelerden çıkan çokuluslu şirketlerin hızlı küresel genişlemesini inceleyen uzun vadeli çalışmanın bir parçası. En son ikinci raporu yayınladığımız zaman basında bir hayli ilgi gördü. Yaptığımız çalışma belli bir yöntem içinde gerçekleştiriliyor ve bu çalışma eşzamanlı olarak diğer gelişmekte olan ülkelerde de yürütülüyor. Bu ülkeler içinde Çin, Rusya, Hindistan, Meksika, Brezilya, Güney Afrika Cumhuriyeti, Arjantin, İsrail, Slovenya var. Macaristan da katılacak. Bu ülkeler dışarıya doğrudan yatırım yapan ülkeler. Aynı metodolojiyi uygulayarak bu ülkelerde de veriler toplanıyor ve bir Transnationality Index (TNI) oluşturuluyor. Bu indeksin en önemli üçayağından biri yurtdışındaki öz varlıklar. İkincisi yaratılan istihdam, üçüncüsü de yurtdışı satışlar. Bu yöntemin dahil ettiği şirketlerin arasında finansal şirketler yok ve yurtdışında yaptığı yatırımlar 100 milyon doların üzerinde olanlar var. Bizim baktığımız verileri Hazine ve UNCTAD verileriyle karşılaştırdığımızda, sıraladığımız 19 şirketin Türkiye'den yapılan toplam doğrudan dış yatırımların içindeki payı yüzde 85'in üstünde. Yani bahsedilen 3 binin üzerindeki şirketin önemli bir miktardaki yatırımını bu büyük şirketler yapıyor. Bulgularımız yayınlandı. Bu şirketlerin içinde birtakım öncü firmalar var. Sizin sorduğunuz soruya dönmem gerekirse; bu işin arkasındaki driver yani itici güç nedir diye baktığımızda 5 önemli faktör karşımıza çıkıyor. Türkiye'den yurtdışına yapılan yatırımlarda hizmetler kesiminin öne çıktığını görüyoruz. ~
Bizim yaptığımız çalışmada yurtdışındaki doğrudan yatırımcı şirketlerimiz daha çok kendilerine pazar açmak için bu işi yapıyorlar. Eczacıbaşı Grubu ise bambaşka bir strateji izliyor. Eczacıbaşı, gelişmiş olan ülkelerdeki know-how'a ulaşma stratejisi izliyor. Ben de hizmetler sektöründen bilişime dayalı dış yatırımlara yönelmek önemli bir hedef olarak önümüzde durmalı diye düşünüyorum.

Sedef Seçkin Büyük Benim Kordsa Global CEO'su Hakan Bey'e bir sorum olacak. Siz kendi deneyimlerinizi anlatır mısınız? O ülkelerdeki yatırımlarınızı nasıl artırdınız? Hem yatırım yapılan ülkede hem Türkiye'de neler yaşadınız?

Hakan Tiftik Bizim durumumuz Murat Bey'in de anlattığı kriterlere baktığımızda "piyasa arayan" şirketler grubuna giriyor. Bizim yurtdışına açılmamız 1993 yılında Mısır yatırımımızla başladı. Ben bunu biraz da bizim içinde bulunduğumuz sektör tarafından yönlendirilmiş bir yatırım olarak değerlendiriyorum. Ana müşteri grubumuz, yüzde 90'a varan oranda lastikçiler. Lastik sektörü de tüm dünyada ciddi anlamda konsolide olmuş durumda. Büyük global oyuncuların, en azından bundan 5 yıl öncesine kadar ağırlığını koyduğu, dünya pazarının yüzde 60-65'ini oluşturduğu 5 büyük lastik üreticisinin oluşturduğu bir pazar. Baktığınız zaman sanayi tekstili sektöründe Kordsa gibi bir şirketin, lastik müşterisine servis veren bir şirketin, en önemli özelliklerinden bir tanesi de ölçek ekonomisi. Ölçek ekonomisini yakalamak için tabii ki tek bir ülkeye odaklanmak yeterli olmuyor. Özellikle Türkiye'nin o zamanki boyutlarına baktığımız zaman 1973'lerde 1975'lerde... Ve Kordsa ihracata yöneliyor. Yüzde 65-70 oranında ihracat yapan Kordsa şirketi, 1993 yılına geldiğimizde belli bir doyuma ulaştığı için kendine farklı pazar arayışlarına geçiyor. Farklı pazar arayışlarında da daha çok korumalı pazarları tercih ediyor. Yani ihracatta tam olarak istediğini yakalayamadığı Mısır gibi yüksek gümrük vergileriyle korunan pazarları ön plana çıkarıyor. İlk tecrübe "ortaklı olalım, tek başımıza gitmeyelim" mantığıyla başlıyor. İlk başlangıç pazar aramayla başlıyor. Aynı zamanda sektöre baktığınız zaman satınalma gücü çok yüksek bir müşteri kitlesi, Michelin gibi Good Year gibi, Bridgestone gibi çok büyük ve güçlü. Tedarikçi olarak baktığımız zaman o zamanın şirketleri Dupont, Akzo Nobel gibi çok güçlü kimyasal devler var. Arada da ister istemez sıkışan bir ara üretici konumu var. Öyle bir ortamda ister istemez geriye ve ileriye entegrasyonu düşünmek gerekiyor. Büyümek isteyen bir şirketin ölçek ekonomisini artırması, geriye veya ileriye büyüme yollarını araştırması gerekiyor. Geriye entegrasyon için baktığımız zaman o dönemlerde bizim için en önemli ürün naylon ürünüydü. Lastik içerisinde kullanılan ana hammaddelerden bir tanesi naylon. Naylonun da dünyadaki belli başlı tedarikçileri var. Naylonun kaşifi ve dünya piyasasındaki bir numarası o zamanlar Dupont. Sabancı Holding o zamanlar İzmit'te Dupont ile beraber, Kordsa'dan bağımsız bir naylon ortaklığı kuruyor. Ki aslında bu ortaklık ileride Kordsa'nın da globalleşmesinin altyapısını oluşturuyor. Çünkü ileride o ortaklık, naylon iplik ve kord bezi yani Dupont'la Sabancı ortaklığı, DUSA şirketi ve Kordsa şirketi, 1999 - 2000 yıllarında global bir ortaklığın asıl adımını atıyor. Dupont ile beraber yüzde 50 - 50 ortak olarak Kordsa şirketi hem Kuzey Amerika hem Güney Amerika hem de Ortadoğu, Afrika ve Avrupa bölgesindeki yatırımlarını birleştirmiş oluyor.~
 Bu aslında Kordsa'nın ilk uluslararası büyüme tecrübesi olarak da tanımlanabilir. Bunun tabii ki hem tedarikçi tarafında bizi zorlayan bir tarafı oluyor hem de müşteri tarafında... Bugün geldiğimiz noktada bile Good Year gibi, Michelin gibi, Bridgestone gibi müşterilerimiz sürekli olarak kendisi de dünyanın farklı bölgelerinde, farklı ülkelerinde yatırım yapıyorlar. Ürün çok fazla rafta kalamayan, müşteriye özel üretilen bir ürün olduğu için, lokal üretim ve lokal tedarik tercih ediliyor. Büyük lastik üreticileri 2000'li yılların başında Uzakdoğu'da daha fazla yatırım yapıp daha fazla büyümeye başladıkları zaman biz de aynı mantıkla Uzakdoğu'ya yöneldik. Endonezya, Tayland ve Çin'de yatırımlarımızı yaptık. Baktığınız zaman Kuzey Amerika, Güney Amerika, Avrupa, Ortadoğu, Afrika ve Asya Pasifik bölgelerindeki yatırımlarımızla tüm dünyadaki yayılımımızı tamamlamış olduk.

M. Rauf Ateş Şu anda yurtdışında kaç tesisiniz var?

Hakan Tiftik Şu anda 9 farklı ülkede 10 tane tesisimiz var. Ortaklık olarak baktığımız zaman bunlardan üçü ortaklık. Geri kalanların hepsi Sabancı'nın yüzde 100 sahibi olduğu şirketler. ABD, Brezilya, Arjantin, Almanya, Mısır, Endonezya, Tayland ve Çin. Ana tesisimiz Türkiye'de.

M. Rauf Ateş Teşekkürler. Ahmet Bey sizinle devam edelim. Bayraktarlar Holding olarak Alman Odelo Grubu'nun tamamını çok yakın bir zamanda satın aldınız. Siz neler yaşadınız, şu anda ne aşamadasınız?

Ahmet Bayraktar
Bizim deneyimimiz en taze deneyim. Aslında bizim ilk deneyimimiz 1989 yılında başlıyor. Tunus'ta aynı Kordsa gibi korunan pazardan istifade etmek üzere, Türkiye'den sermaye ihracı yaparak yüzde 50¬50 bir ortaklık kuruyoruz. Orada üretimimiz olan far ve stop lambalarını Tunus pazarı için üretiyorduk. O zaman Renault'un, Iveco'nun ve Isuzu'nun bir fabrikası vardı ve oralara teslimat yapalım düşüncesiyle gitmiştik. Tunus'ta sanayinin fazla gelişmemiş olması, korunan pazarda montajla üretim yapılıyor olması nedeniyle araç üretim fabrikalarının hepsi kısa zaman sonra kapandı. Tunus hükümeti montaj ağırlıklı üretim yapan bu fabrikaların kapanmasını istedi. Ve biz yedek parça pazarı için parça üretmeye başladık. Aslında bizim ilk başlangıcımız 1979'da aldığımız lisanstı. Fransa'dan Renault araçları için lisans aldık. Sonra lisansını aldığımız şirket büyük bir Fransız gruba satıldı. Ve o grup 1982'de bizimle devam etmek istemedi. Bağımsız kaldık ve hiçbir lisans olmadan, 1990 yılına kadar kendimiz çalıştık. 1990 yılında Toyota'nın Türkiye'ye gelecek olması ilgimizi çekti. O yıllarda dünyada Toyota'nın yıldızı parlıyordu. Türkiye'de de muhakkak bizim ona üretim yapmamız gerekiyor düşüncesiyle Toyota ile temaslarımızı hızlandırdık. Toyota'nın imalatçısı olan bir Japon firmadan lisans alarak Toyota'nın belki de Türkiye'de en kapsamlı yerleştirmesini yapan firma olduk. Biz geçmişteki tüm otomotiv müşterilerimize çok şey borçluyuz. 80'li yıllardan başlayarak Türkiye korunan bir pazardan korunmayan bir pazar konumuna gelmekteydi. O dönemde Toyota gibi bir üreticiye parça üretebilmek, onların standartlarını karşılayabilmek için yatırımlar yaptık. Başarılı bir performans sergiledik ama Toyota Türkiye'de bir Türk ortaklığı olduğu için sadece iç pazar için üretim yapıyordu. Adetler yükselmiyordu. Biz Toyota'ya üretim yaparken diğer araç üreticileri bize biraz tereddütle bıraktılar. Onlardan kayıplarımız oldu. Derken 2000'li yıllara geldik. Bu yıllar, Türkiye'de otomotiv sektörünün gerçekten global pazarlara açılmaya başladığı bir dönem oldu. Bu Türkiye'deki otomotiv sanayi için bir milattı. Bu dönemde bizi terk eden Fransız şirket de buradan aldığı siparişleri bize yaptırtmak için gelip lisans vermek istedi. Böylece iki lisans sahibi, aynı zamanda bağımsız ürün geliştiren ve tasarım yapan bir şirket olarak aracın hem optik hem de kozmetik olarak en önemli parçaları olan far ve stop lambalarını üretir hale geldik. ~
O güne kadar iç pazara yönelik yaptığımız üretimler ve yedek parçaya yaptığımız ihracatlar vardı. 2000'li yıllarda global pazarlara satılan araçlara üretim yapmak ve gerçekten globalleşen bir sektörün içerisinde paydaş olmak bize farklı şeyler öğretmeye başladı. Üretirken hem kalite hem de rekabet anlamında büyük bir baskı altında kalmaya başladık. Epeyce de bocaladığımızı söyleyebilirim. 2004 yılına kadar hiç kolay olmadı. Daha çok üretiyorsunuz, zamanında teslimat yapıyorsunuz...  Yine bu dönemde Toyota'nın olsun  Renault'nun olsun bizlere çok büyük katkıları oldu. Bu sayede, onların araçları sayesinde kendimizi Avrupa'da yavaş yavaş gösterir hale geldik. Yaptığımız üretimler Avrupa'ya ihraç ediliyordu. Baktığınız zaman bu parçaları kim yapıyor? Biz. Bu nedenle bize özellikle Almanya'dan Mercedes'ten, ticari vasıtalardan, otobüslerden tasarım yaparak kendilerine satmamız için talep geldi. Başarılı işler de yaptık. Ama kolay olmadı. Onları da korkuttuğumuz, zorlandığımız dönemler oldu. Bu aşamalar içinde ciddi kazanımlarımız da oldu. Küreselleşen bir dünyada, bu yönde çok etkin bir sektörde rol almak çok kolay değil. Buradaki rekabet ve uyumun yanında zamanında teslimat yapmak, bu yönde yatırımlar yapabilmek, ürün geliştirebilmek, bir yandan da lisans aldığınız iki firma ile bu pazarı paylaşabilmek gibi zorlukları var. Fakat başarılı bir diplomatik yönetimle, onlarla iyi geçinerek üretimlerimizi sürekli artırdık. Artırırken kendimizi geliştirdik. "Yalın mükemmellik" adlı üretim ve yönetim sistemini kendi adımızı da kaydettirerek fabrikamızda oturttuk. Bu sistem çok başarılı oldu. Sektör ve camia içinde duyuldu. Bu duyuldukça bizim başarılı olmamız, iyi olmamız rekabetin yoğunlaştığı Avrupa otomotiv sektöründe bize olan ilgiyi de artırdı. Tabii bunun sonrasında bize büyük baskılar gelmeye başladı. "Şirketinizi satın, ortak olalım" gibi teklifler gelmeye başladı. Bu arada biz kendimizi ölçmek için İş Yatırım'la bir şirket değerleme yapalım dedik. Halka mı açılmamız lazım, gerçekten biz bir değer miyiz, değil miyiz diye anlamak istedik. Yaptıkları bu değerlemede ortaya bir sonuç çıktı. Bir yandan araç üreticilerine bağımlıyız. Büyüklerden hammadde alıyoruz, büyüklere mal satıyoruz. Arada eziliyoruz. Bu arada para kazanmak kolay değildi. Ama biz başarılıydık. Fakat bağımlı olmak, yaptığımız bu değerlendirmede bizim değerimizi ciromuzla beraber düşük çıkarıyordu. Bu bizi düşündürmeye başladı. Önümüze bir şans çıktı. Almanya'da geçmişi olan bir şirketin (Odelo Group) iflas sonrası kurtarılarak ekonomiye kazandırılması için satılacağı haberi geldi. Bu şirkete talip olduk. Bu da kolay olmadı. Almanya'da bize 40 tane soru sordular. Bu üreticinin de bütün müşterileri Almanya'daki araç üreticileri. Mercedes, Porsche, Audi, Volkswagen gibi... Karar mercileri içerisinde bu firmaların hepsi vardı. Bir kısmı bizi biraz tanıyordu. Son zamanlarda başarılı çalışmalarımızdan dolayı Volkswagen'den de iş almıştık. Kendimizi bir şekilde kabul ettirdik. 11 ay süren yoğun bir çalışma sonrası geçtiğimiz 17 Aralık'ta şirketin bize resmi satışı yapıldı. Bu şirket ciro olarak bizim sahibi olduğumuz aydınlatma şirketinden çok daha büyük bir şirket. Bize göre 5- 5,5 misli cirosu var. Bu şirketin en önemli özelliği de otomotiv aydınlatmasında değişen teknolojilere ilk giren yani LED'li üretimlere ilk giren firma olması. Bu konuda da bugün en üst sınıf araçlara üretim yapıyorlar. Müşterilerinin dünya pazarı üzerinde, özellikle gelişen pazarlarda çok önemli stratejik planları var. Bugün Alman araç üreticilerinin Çin, Hindistan başta olmak üzere Güney Amerika ve hatta Kuzey Amerika'da çok büyük planları var. Hem teknolojik anlamda, hem pazar büyüklükleri anlamında, hem de globalleşmeye yönelik fırsatları bünyesinde bulundurması nedeniyle çok ilgimizi çekti.~

M. Rauf Ateş Memduh Bey sizin de yurtdışında girişimleriniz var. Neden yurtdışına bakıyorsunuz? Şu anda ne aşamadasınız?

Memduh Boydak Boydak Grubunun mobilya cenahını refere ederek konuşuyorum. Şu anda 80 ülkeye ihracat yapıyoruz. 45 ülkeye de yoğun ihracat yapıyoruz. Bunların içerisinde de 10-12 tane kale pazarımız var. İran, Irak, Yunanistan, Libya, Mısır, ABD, Almanya, Fransa gibi... Biz 55 yıllık bir şirketiz. 1957'den beri sektörün içerisindeyiz. Son 20 yılımızda yoğun bir markalaşma süreci yaşadık. Dolayısıyla son 20 yılın ciddi bir know-how'ı, bilgi birikimi oldu. Neyle ilgili? Üretimle, pazarlamayla, ürün yönetimiyle ilgili yani pazarda marka oluşturmayla ilgili ciddi bir bilgi birikimimiz oluştu. Şu anda sektörde İstikbal, Bellona ve Mondi markaları olmak üzere mobilya grubunda üç markayla hizmet veriyoruz. Bu deneyimimizi başka ülkelerde de birkaç açıdan yaşamayı istediğimiz için yurtdışına yatırıma yöneldik. Birincisi gümrük duvarlarını aşamadığımız ülkeler var. Mesela Rusya gibi. Bu ülkeler bizim için yatırım yapma bakımından cazip ülkeler. 1998'de biz Rusya'daydık ama kriz olduktan sonra 5 mağazayı kapatmak durumunda kaldık. İkincisi de büyüdüğümüz pazarlarda geleceğe ve pazar dinamiklerine yatırım yapma meselesi var. Mesela yatırımlarımızdan bir tanesi de Kuzey Irak'ta. Her ne kadar yeni inşaatlara başladıysak da Kuzey Irak'ta bir yatırımımız var. Burada 20'nin üzerinde İstikbal, Bellona mağazamız var. Bu pazarlarda pazarımızı geliştirme, derinliğimizi artırma anlamında yatırım yapma düşüncemiz var. Yani iki türlü yatırım planımız var. Üçüncüsü de var ki; bununla ilgili arayışlarımız hâlâ devam ediyor. Aynı Eczacıbaşı'nın yaptığı gibi gelişmiş know-how'ları alma konusunda, o ülkelerde de faaliyet göstererek, o pazarları da hazmetme konusunda bir yatırım projemiz var. Saydığım yöntemlerden ilk ikisini halihazırda gerçekleştirmiş olduk. Üçüncüsünü de araştırıyoruz.

M. Rauf Ateş
Hangi ülkelere bakıyorsunuz?

Memduh Boydak Know-how için İtalya, Almanya gibi ülkelere bakıyoruz. ABD'ye de bakıyoruz ama o coğrafyadan korkuyoruz. Çok uzak olması bizi ürkütüyor. Bizim ürünlerimiz Kordsa gibi endüstriyel ürünler değil. Beğeni, moda gibi farklı dinamikleri var. Mobilya sektörü biraz da dinamik bir sektör. Modası, tasarımı, deseni, dizaynıyla farklı bir iş.

M. Rauf Ateş Şu anda olan yatırımlarınız neler?

Memduh Boydak
İki ülkede yatırımımız var. Rusya ve Ukrayna. Biz de yaklaşık 8-9 aylık uzun bir süreç yaşadık. Gizlilik anlaşmasından tutun işin bitirilmesine kadar çok yorucu aşamalardan geçtik. Bu süreçten sonra Rusya'daki fabrikamız faal olarak çalışıyor. Ukrayna'da da durmuş bir tesis aldık. Orayı harekete geçirme ile ilgili çalışmalarımız yoğun şekilde sürüyor. ~
Bir de Kuzey Irak'ta henüz temeline başladığımız inşaatımız var. Biz ilk yurtdışı yatırımımızı 1990'lı yıllarda marketing alanında yaptık. Almanya'da bir dağıtım, lojistik, pazarlama şirketi kurduk. Bundan birkaç yıl sonra da ABD'de kurduk. Oralarda kendi lojistik organizasyonumuzu yapıyoruz. Türkiye'de tecrübesine sahip olduğumuz markalaşma, ürün yönetimi bilgilerini grubumuzun, ülkemizin faydasına dönüştürmeyi istiyoruz.

M. Rauf Ateş Sözü İş Yatırım Kurumsal Finansmandan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Murat Kural'a devredelim. Murat Bey, yurtdışındaki Türk yatırımları son yıllarda nereden nereye geldi?

Murat Kural 2007 yılında benzer bir toplantı yapmıştık. O toplantımızda "Türkiye'den global bir şirket çıkar mı" diye tartışmıştık. O zaman ana hatlarıyla Türk şirketlerinin markalaşması gerektiğini, küresel bakış açısına sahip olması gerektiğini vurgulamıştık. Bununla beraber de motivasyonun son derece önemli olduğu ve yatırım yapılacak sektörün dinamiklerini bilmenin önemini vurgulayarak fırsatları değerlendirmeye atıfta bulunmuştuk. O zaman bir şey eksik kalmıştı. "Acaba biz treni kaçırdık mı?" deniyordu. Türk şirketleri o zaman "Hindistan'dan, Rusya'dan uluslararası şirketler çıkıyor. Türk şirketleri olarak biz bu trendi kaçırdık" diyorlardı. Şu anda benim Türk yatırımcılardan edindiğim izlenim, o günlerden farklı olarak bir özgüven artışı var. Yani kriz
dönemi Türkiye ve Türk şirketlerine büyük bir özgüven getirmiş. Artı stratejik niyetlerini çok daha belirgin olarak ortaya koymuşlar. Baktığımız zaman dünyadaki ekonomi büyüklüğü 60 trilyon dolara ulaşmış durumda. İlk 500 şirkete baktığımızda bunların toplam satışları 23,5 trilyona ulaşmış durumda. Dünyada bir yıl içerisinde yapılması gereken toplam yatırım ihtiyacı bu yıl itibariyle 11 trilyon dolar. Bu 2030 yılında 25 trilyon dolarlara çıkacak. 11 trilyon doların yaklaşık 7 trilyon doları fabrika ve makine yatırımları, 2 trilyon doları konut yatırımları, 2 trilyon dolarları da altyapı yatırımları. Buradan geliyorum şirket birleşmeleri ve devralmalara. Orada da toplam büyüklük 2,1 trilyon dolara ulaşmış durumda. Bunların yaklaşık yüzde 48'i Cross Boarder Transactions. Yani aslında dünyanın gidişatı net. Türkiye'nin ciddi şekilde global şirket ortaya çıkarması ve bu sayıyı giderek artırması gerekiyor. Zaten yatırım bankacılığı alanında da ülkeleri yavaş yavaş bu şekilde kategorize etmeye başladılar. Biliyorsunuz önce BRIC ülkeleri çıktı. BRIC ülkelerinin birçoğunun büyük olması önemli ama onunla beraber aynı zamanda global şirketler ortaya çıkarmış olmaları da önemli. Daha sonra Türkiye'nin de içinde bulunduğu ikinci bir kavram ortaya çıkarıldı. Buna da CIVETS ülkeleri deniyor. İçinde Kolombiya, Endonezya, Vietnam, Mısır ve Güney Afrika var. Bir ne Next Eleven (N-11) denilen bir grup var. Bunların en önemli farkı uluslararası marka yaratma konusunda bir adım daha geride olmaları. Fakat ileriye yönelik olarak da çok büyük potansiyel taşıyorlar. Bence 2007'den bu yana Türk girişimcisindeki en önemli fark artık ciddi bir özgüvenin ortaya çıkmış olması.

M. Rauf Ateş Teşekkürler. Barış Bey sizinle devam edelim. Siz Ahmet Bey'in satın alma
işinde danışmanlık yaptınız. Dolayısıyla bu satın alma sürecini yakından gözlediniz. Yaşanılan zorluklar nedir? İzlenimleriniz neler?

Barış Tunçsiper Satın almak aslında kolay bir iş gibi görünüyor ama eğer satan satıcıysa, alan da alıcıysa. Bedel konusunda, şartlar konusunda da anlaşılırsa çok zor bir konu değilmiş gibi görünüyor. Ama özellikle bir Türk şirketinin normların dışına çıkıp yurtdışına açılması bu döneme kadar çok karşılaşılmış bir konu değil ve ciddi bazı sorunlar çıkabiliyor. ~
Bu bağlamda ilk zorluk yatırımcı olarak karşı tarafa ciddiyetinizi gösterebilmek. Burada yalnızca satan tarafa değil aynı zamanda tüm dünya genelindeki büyük otomotiv şirketlerine bir bakıma ciddi bir alıcı olduğumuzu ispatlamamız gerekiyordu.

M. Rauf Ateş Teşekkürler. Memduh Bey, tekrar size dönelim. Know-how satın alma gibi girişimleriniz olduğunu söylemiştiniz. Almak istediğinizde karşınıza ne tip zorluklar çıkıyor?

Memduh Boydak Satanlar tarafında da zaman zaman bazı zorluklar oluyor. Eskiden Türkiye'nin imajı çok yeterli değildi. Bir Türk şirketi gidecek Almanya'da veya ABD'de şirket satın alacak... Bunlar eskiden abesle iştigal konular olarak görülüyordu. Son zamanlarda Türkiye'deki siyasi istikrar, ekonomik gelişim çok önemli katkılar sağladı. Dolayısıyla bir Türk şirketi olarak Alman şirketine talip olduğunuzda insanlar artık abes karşılamıyor. Örneğin biz en son aldığımız iki fabrikayı da Polonyalı bir gruptan aldık. Bu devralma sürecinde karşı taraf bizi dünya çapında bilmesine rağmen biraz tedirginlik yaşadı. Devralma süreci nasıl olsun, zamanlaması nasıl olsun, para nereye gelsin gibi konularda hafif bir güven bunalımı oldu. Ama bu süreç hızla değişiyor ve Türkiye'de önemli gelişmeler oluyor. Bunu görüyoruz.

M. Rauf Ateş Murat Bey, tekrar sizinle devam edelim. Türk şirketlerin yurtdışı satın almalarıyla ilgili mevzuat gibi konularda yapılması eksik kalan, yapılması gereken şeyler var mı? Kamu otoritesinin bu konudaki çalışmaları ne yönde?

Murat Alıcı Aslında beyefendilerden dinlediğimiz hikayeler son derece gurur verici. Sorunuza geçmeden önce söylenenlere ilişkin kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Hakikaten bir ülkeye gidip orada yatırım yapmak, oradaki bir markayı veya şirketi satın almak yüksek özgüven gerektiren bir macera. Zorlu bir yol.
Yine bu bağlamda yurtdışı yatırımlarla ilgili tüm ülkelerin sürekli gündeminde olan bir konu olan yurtdışı yatırımların ülkeler açısından faydası-maliyeti konusuna değinmekte fayda var. Ben size yakın zamanda yapılan bir çalışmanın tespitlerinden bahsetmek istiyorum. Bu konu AB ülkelerinde de son derece ilgi çeken bir konu. Çünkü dışarıya yapılan her yatırımın Avrupa'daki istihdamı azalttığı düşünülüyor, öyle bir algı var. Avrupa Komisyonu'nun özel bir araştırma şirketine yaptırdığı bir çalışma var. Avrupa Birliği ülkelerinin dünyadaki yatırım stoku 3,3 trilyon dolar düzeyinde. Ve bu her geçen yıl artıyor. Bu çalışmanın bulgusu şu: Yapılan dış yatırımlar, Avrupa Birliği ülkelerinin rekabet gücünü artıran bir rol oynuyor. Çünkü aksi durumda, yani dış yatırım yapmadıklarında o rekabet gücünü yakalama imkanları yok. İlk etapta yurtdışı yatırımların düşünüldüğü gibi bir istihdam kaybına sebep olduğunu rapor da tespit ediyor. Ama bununla birlikte ilerleyen dönemde aynı şirketlerin çok daha kaliteli ve beceri düzeyi çok daha yüksek istihdam sağlama potansiyelinin daha fazla arttığı gözleniyor. Onun için Türkiye'deki şirketlerimizin yurtdışında yaptıkları tüm yatırımların ülke ekonomisine de son derece I faydalı olduğunu söylemek mümkün. Sizin sorunuza gelirsem; bu da çok önemli  bir konu. Yurtdışında yatırım yapmak şirketlerimiz açısından her anlamda bir öğrenme süreci. Satın alma sürecini başlatmaktan, bu süreci yönetmekten tutun da son ödemeyi yapana kadar geçen tüm süreç önemli bir deneyim. Burada şöyle bir nokta öne çıkıyor. ~
Bizim şirketlerimizin çoğunlukla yöneldiği coğrafyalar aslında yatırımcılar açısından hukuk sisteminin sorunsuz olmadığı bölgeler. Örneğin Kuzey Afrika ülkeleri, Kuzey Irak gibi bölgelere gittiğimizde AB standardında bir iş ortamı veya mevzuatla karşılaşmıyoruz. Daha farklı düzenlemeler oluyor. Bunlar tabii ki bazı sıkıntılar yaratıyor. Peki bu noktada yatırımcı ülkelerin kamu otoriteleri neler yapıyor? Yatırımcılarının gidebilecekleri piyasalar hakkında en ayrıntılı şekilde bir ön bilgilendirme hizmetleri var. O ülkelerde bulunan ekonomi - ticaret müşavirleri bahsettiğim bu görevleri ifade ediyor. Bu son derece önemli. Bir ülkeye yatırım yapmayı düşündüğünüz zaman, o ülkede şirket kuruluş süreci nasıldır, sizin yabancı yatırımcı olarak tabi olacağınız sınırlarınız nelerdir, hazırlıklı olmanız lazım.Tüm bunları bilmek çok önemli. Hazine Müsteşarlığı'nın 26 ülkede 30'un üzerinde ekonomi müşavirliği var. Son dönemde ön plana çıkan bazı olayların da gündeme getirdiği ihtiyaçlara istinaden ekonomi müşavirliklerimizin bu rolü ağırlık kazandı. Dolayısıyla yatırımcılarımız o ülkelere gittiklerinde o ülkedeki ekonomi müşavirliklerinden o ülkenin mevzuatı, kurumları, iş yapma süreçleriyle ilgili her türlü yardım alma imkanına sahipler. Diğer bir konu da şu. Biz çok uzun zamandır, 1960'lardan bu yana ülkelerle ikili yatırım anlaşmaları müzakere ediyoruz. Şu anda Türkiye'nin 81 ülkeyle imzaladığı yatırımların karşılıklı teşviki ve korunması anlaşmaları var. Bu anlaşmaların müzakeresi de yine Hazine Müsteşarlığı tarafından yürütülüyor. Bu anlaşmalar bizim yatırımcılarımıza anlaşmanın tarafı olan bir ülkeye gittiklerinde belirli standartları sağlıyor. Örneğin bizim gözettiğimiz "ulusal muamele prensibi" diye bir konu var. Yatırım yapılan ülkedeki yerli yatırımcılar hangi muameleye tabiyse, sorumlulukları ve hakları neyse, bizim yatırımcılarımızın da aynı bu hak ve sorumluluklar çerçevesinde faaliyet göstermelerini sağlamış oluyoruz. Veya "en çok gözetilen ülke prensibi" var. Bu da şu: Örneğin ABD'li bir yatırımcı bir ülkede belirli bir muamele görüyorsa, bizim yatırımcımızın da aynı muameleyi görmesini, ayrımcı bir tavırla karşılaşmamasını bu anlaşmalarla sağlıyoruz. Bunun ötesinde bazen ülkelerde hukuk sisteminin çok iyi işleyemediği durumlarda yatırımcılarımızın maruz kalabileceği keyfi uygulamalara karşı bazı önlemler bu anlaşmalar ile alınabiliyor. Örneğin kamulaştırma gibi durumlarda yatırımcılarımızın haklarını yaptığımız bu anlaşmalarla güvence altına almış oluyoruz. Maalesef bazı ülkelerde uyuşmazlık yaşayan bazı yatırımcılarımız da oluyor. Bu durumda bulundukları ülkede mahkemeye gitmeden, doğrudan uluslararası tahkime gitme olanağı yine bu anlaşmalarla sağlanabiliyor. Bu durumlarda da yatırımcılarımızın uğradıkları zararı kurtarmaları söz konusu olabiliyor. Bu anlaşmalar müzakere edilmeye devam ediyor. Geçmiş yıllarda bu anlaşmaları Türkiye'nin yatırım çekmeye çalışan bir ülke olduğu perspektifinden hareketle müzakere ediyorduk. Ama son dönemde artık yatırımcıları başka ülkelere giden bir ülke olarak bu anlaşmaları müzakere ediyoruz. Bunu yaparken de o ülkelerdeki yatırımcılarımızın ihtiyaçlarını, beklentilerini hatta yaşadıkları sıkıntıları dikkate alan bir anlayışla yol alıyoruz. Mesela şu anda gündemimizde yoğun biçimde Afrika ülkeleri var. Afrika ülkeleriyle anlaşmalar müzakere ediyoruz. Dünyanın bu bölgesi yatırımlar açısından son derece oldukça cazip. Tüm ülkeler gibi bizim yatırımcılarımız da orada yer almak istiyor. Ama maalesef burada yatırım yapmak isteyenler açısından yasal çerçeve belirli standartlarda değil. Dolayısıyla bu yatırım anlaşmalarıyla bu türden eksiklikleri tamamlamayı hedefliyoruz. Tüm bu faaliyetlerimiz hakkında farkındalığı artırmak ve bilgi vermek üzere yaklaşık 9 ay önce "Yurtdışında Yatırım" web sitesini Müsteşarlığımız, www.ydy.gov.tr adresinde erişime açtı. Bu web sitesi yurtdışında yatırım yapmak isteyen veya yatırım yapan girişimcilerimize hizmet vermek üzere hazırlandı. Özellikle bu ikili anlaşmalar konusunda bilgi vermeye yönelik bir portal. Yatırımcıların ihtiyacı olduğuna inandığımız çeşitli bilgileri de içeriyor. Buradan imzaladığımız tüm anlaşmaların içereğine ulaşmak mümkün. Çok büyük ilgi görüyor bu portal. Yaklaşık 11 aylık sürede 6 bin ziyaretçisi oldu. Bu rakamın, bu tarz çok spesifik hizmet sunan bir portal için çok yüksek ilgi düzeyini gösterdiğine inanıyoruz. ~
Demek ki birçok yatırımcımızın dışarıya dönük bir bakış açısı var. Tekrar bana söz gelirse siyasi risk konusuna da ayrıca değinmek isterim.

M. Rauf Ateş Teşekkürler. Sedef Hanım'ın bir sorusu var Sedat Bey'e. Onu alalım.

Sedef Seçkin Büyük Benim Sedat Bey'e şöyle bir sorum var. Yaptıkları araştırma yurtdışındaki büyük Türk yatırımcıları kapsıyor. Bu şirketlerin geldikleri aşama, büyüklükleri, yönetiliş biçimleri anlamında belli ortak
özellikleri var mı? Şirketlerin DNA'sı hakkındaki tespitlerinizi sormak istiyorum.

Sedat Aybar
Ben hem sizin sorunuza yanıt vereyim hem biraz daha genel bir değerlendirme yapayım. Direkt yurtdışı yatırımlar benim kendi kişisel kariyerimde çok önemli olan bir konu. Ben kesinlikle direkt yurtdışı yatırımlara yönelik hem şirketlerin hem Türkiye'nin bir stratejisi olması gerektiğine inanıyorum. Bu bağlamda yaptığım bir başka çalışma daha vardı. Özellikle Murat Bey'in bahsettiği Afrika ülkelerinin iyi anlaşılmasına katkı yapabilmek için 2006 yılında Kadir Has Üniversitesi bünyesinde ilk defa Ortadoğu ve Afrika'yı araştıran bir merkezi kurdum. Bu merkezi kurarken ki beklentim şuydu: Bir gün doğrudan yurtdışı yatırım konusu ve Afrika çok önemli bir hale gelecek. Ve dolayısıyla böyle bir bilgi birikimine ve bilgi yönelimine ihtiyaç duyulacak.
Burada duyduklarım beni şahsen çok mutlu eden şeyler. Bir soru çok fazla öne çıktı. "Türk olmak yurtdışında şirket alımlarında bir olumsuzluk yaratıyor mu?" Türkiye'den dışarıya yönelen yatırımlara baktığımız zaman ağırlıklı olarak Avrupa'nın öne çıktığını görüyoruz. Bizim araştırmamız da bunu ortaya koyuyor. Eminim Hazine'de de benzer veriler vardır. Türkiye'den yurtdışına giden yatırımların yüzde 70'den fazlası Avrupa Birliği ve Kuzey Amerika'ya yönelik yatırımlar. Özellikle 11 Eylül'den sonra yurtdışından bu bölgelere yapılan yatırımlarda güvenlik unsuru öne çıktı. Özellikle ABD'liler başta Çin olmak üzere diğer gelişmekte olan ülkelerden gelecek yatırımları ciddi biçimde gözden geçiriyorlar. ABD'ye yatırımlara bakacak olursak Türk olmanın veya başka bir ulusa ait olmanın negatif etkisi bu güvenlik bağlamında söz konusu olabilir.
Sizin sorunuza tekrar gelirsem, baktığımızda birtakım öncü grupların, öncü şirketlerin olduğunu görüyoruz. Bu öncü şirketlerin belli ortak özellikleri var. Öncelikle özgüvenleri çok yüksek. Bir öncü şirket bir piyasaya girdiği zaman, ister satın alma ister sıfırdan yatırım olsun, burada yatırım yaptığı zaman arkasından o piyasaya birçok küçük firma da girmeye başlıyor. Yani özgüveni olan, kendisine güvenen, sermaye yapısı çok güçlü olan ve dış piyasaları tanıyan, bilgi birikimine sahip büyük bir grubun arkasından diğer firmalar da pazara girişi yapmaya başlıyor. Tabii bu kendisine özgüveni olan şirketlerin en önemli dayanakları güçlü sermaye yapıları ve finansman. Gördüğümüz şöyle bir şey var. Yurtdışına doğrudan yatırım yapan şirketlerin çoğu kendi fonlarına güveniyorlar. Henüz yayınlanmamış akademik çalışmalarımızdan bir tanesinde şöyle bir konu vardı. "Türkiye'den özellikle Sahraaltı Afrika'ya yapılan yatırımlarda ön plana çıkan unsurlar nedir?" diye araştırdık. Burada birçok değişkenin içinde ikisinin öne çıktığını gördük. Bunlardan biri devletin yaptığı ikili anlaşmalar. Yani yurtdışına yatırım yapacak şirketlerin devletin yaptığı anlaşmaları göz önünde bulundurmaları çok önemli. Bu da Türkiye'de özel sektörün hala devletin bir yatırım strateji geliştirmesine ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.
İkinci öne çıkan unsur ise tarihsel bağlarımız. Özellikle Kuzey Afrika'da yapılan yatırımların çok fazla olmasının bir nedeni orayla olan tarihsel bağlarımız. Bu iki unsur çok önemli bulgularımız arasında.
Toparlayacak olursam, baktığımızda Afrika'da Türk mallarının çok ciddi bir pazar elde ettiğini görüyoruz. Fakat bu ilişkiler çok düzenli ilişkiler değil Burada ön plan çıkan şey şu. Evet, dış yatırımlarımız var ve bunlar
büyüyor. Ticaretimiz de var ve büyüyor. Fakat ne dış yatımlarımız ne de ticaretimiz düzenli. ~
O nedenle bu yatırımlar ülkeler pozitif getiri sağlayacak bir yapıya henüz kavuşmamış durumda. Yani bu pazarda henüz el yordamıyla gidiyoruz. Bunların bilimsel çalışma zeminine taşınması gerektiğini düşünüyorum.
Şirketlerde bir diğer ortak unsur da anonim şirket olmaları. Yani kamudan borçlanarak finansmanlarını gerçekleştirmeleri. İkinci önemli konu da sigortacılık. Bizim şirketlerimiz bu piyasalara girdiklerinde kendi kendilerini korumaya çalışıyorlar. Ama arkalarına bir sigorta gücü almadan gelişmelerinin ve serpilmelerinin pek mümkün olmadığını görüyoruz. Krediler yetersiz ve bunların artırılması gerekiyor. Dış piyasalara yönelik sigorta sisteminin acilen oluşturulup geliştirilmesi geriyor. Hükümet bu konuda çeşitli çalışmalar yapıyor ve olumlu bir direkt yurtdışı yatırım ortamı yaratmaya çalışıyor. Bunların hepsi çok olumlu ama yetersiz. Türkiye'nin daha fazlasına ihtiyacı var. Türkiye'nin hem devletinin hem şirketlerinin dışarıya yönelik bir "doğrudan yurtdışı yatırım stratejisi" oluşturmasına ve geliştirmesine ihtiyacı var. Bunun da bilimsel temellerde yapılması gerekiyor. Artık bu aşamaya gelinmiş. Yaptığımız toplantı da bu gerçeği açıkça ortaya koyuyor.

M. Rauf Ateş Hakan Bey sizinle devam edelim. Yurtdışında en çok yatırımı olan şirketlerden birisi de Kordsa Global. Bundan sonrasındaki hedefleriniz neler? Bulunduğunuz bölgelerdeki işleri mi büyüteceksiniz yoksa yeni arayışlar, satın almalar olacak mı?

Hakan Tiftik Baktığımız zaman dünya 2009 yılında ciddi bir kriz yaşadı. Ardından hızlı bir toparlanma sürecine girildi ve şu anda hemen hemen tüm sektörlerde büyüme görüyoruz. Global veya lokal bir oyuncu olsanız dahi eğer büyümüyorsanız küçülmeye ve yenilmeye mahkumsunuz. Murat Bey'in sınıflandırmasına gönderme yaparsam, biz piyasa arayan bir yatırımcı olarak kendimizi görüyoruz. Bu yüzden mutlaka ve mutlaka gelişen ve büyüyen pazarlara yöneleceğimiz bir gerçek. Birçok sektör gibi bizim sektörümüzde de büyüyen taraf genelde gelişmiş ekonomilerin olduğu coğrafyalar. Bu ülkeler Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya. Kordsa Global kendi sektöründe üretim, satış ve teknoloji anlamında bir numara. Takdir edersiniz ki bunu koruyabilmek elde etmekten çok daha zor. O yüzden de sürekli olarak fırsatlar nerede, nerelerde büyüyebiliriz, katma değeri yüksek nasıl yeni ürünler piyasaya sunabiliriz sorularının üzerinde çalışıyoruz. Bu bağlamda merkezi Türkiye'de olan teknoloji yatırımımızı da yaptık. Kendi know-how ve teknolojimizi daha da ileriye götürmeye çabalıyoruz. Piyasaya yeni ürünler sunabilmek için çaba sarf ediyoruz. Ben konuşmalarda dikkatimi çeken ve not aldığım bazı başlıklara geri dönmek istiyorum. Şirket satın alması veya greenfield dediğimiz sıfırdan yatırımlar konuşuldu. Bu bağlamda aslında şirketlerin de öncelikle niçin direkt yurtdışı yatırıma yöneldiklerini analiz etmeleri lazım. Murat Bey'in bahsettiği kriterlerden hangisi onlar için önemli bakmaları lazım. İçinde bulundukları sektör organik büyümeye mi yoksa satın almalar yoluyla büyümeye mi daha uygun? Mesela kendi sektörümüzün 10-15 sene evveline baktığım zaman bizim için en uygun olan büyüme stratejisi satın almalar yoluyla büyümekti. Çünkü olgunlaşmış bir sektör. Arz-talep dengesi arz yönünde fazla veriyordu. Pazara yeni kapasite koyacağımıza mevcut kapasiteleri satın alıp konsolide etmek en akılcı yatırımdı. Ama bazı sektörler için bu en doğru büyüme yöntemi olmayabilir. Öyle sektörler vardır ki, mevcut şirketleri alacağınıza sıfırdan bir tesis kurmak, en son teknolojiyi kullanmak çok daha akılcı olacaktır. Benim kişisel olarak bu globalleşme sürecinde yaşadığım en önemli tecrübelerden birisi bu oldu. Yatırım yapacak olan şirketlerin hangi sektörde olduklarını iyi bilmeleri, hangi tarzda yatırım yapacaklarını iyi belirlemeleri ve ne yöne doğru gitmek istediklerini çok iyi anlamaları şart.
Mesela illa global büyüme de gerekmeyebilir. Yani merkezi bir yerden üretim yaparak uluslararası bir büyüme de sağlanabilir. İhracat yönüne giderek de büyümek mümkün. Bugün Çin'in uyguladığı model budur. Mesela Çinli şirketler dış yatırımlarında Hintli şirketler kadar agresif değil. Bu da başka bir yöntem.~

M. Rauf Ateş Sizin sektörünüzde dünya genelinde çok sayıda şirket var mıdır, yoksa her ülkede bir ya da iki rakibiniz mi var?

Hakan Tiftik Rakibimiz olarak baktığımız zaman her ülkede bir rakibimiz yok. Uluslararası etkinliği yoğun olan şirketler farklı ülkelerde de birbirinin rakibi konumunda. Koreli, Çinli, ABD'li, Japon global rakiplerimiz yoğunlukta. Teknoloji yoğun bir sektör olduğumuz için sadece maliyet tarafı değil teknoloji tarafı da bizim rekabette çok önemli bir unsur. Ayrıca lastik ve otomotiv gibi global bir sektöre hizmet verdiğimiz ve ölçek ekonomisine çok bağlı bir sektör olduğumuz için rakiplerimizin çoğu da bizim gibi global. Global olmayanlar ise son derece yaygın bir uluslararası ağa sahip. Ama sektörde bu anlamda ilk globalleşen şirket de biziz.

M. Rauf Ateş Teşekkürler. Ahmet Bey, sizin bir de Tunus yatırımınız vardı. O devam ediyor mu? Bu satın alma işini sevdiniz mi? Gerisi gelecek mi?

Ahmet Bayraktar Tunus yatırımımız biraz o noktada kaldı. Fazla bir şey veremedik. Toplantımızın başlarında bu satın almayı Alman toplumunun nasıl karşıladığına dair konuşmuştuk. Müsaade ederseniz bu konudaki gelişmeleri paylaşmak istiyorum. Öncelikle bu satın alma Alman medyasında çok geniş yer aldı. Gizlilik anlaşmamız olduğu için bedeli açıklanmadı. Ama bu haber Alman medyasında çok geniş yankı buldu. Özellikle "Türkler aldı" manşetleri çok çıktı. Ama o manşetlerin altında hep çok pozitif değerlendirmeler yapıldı. Şirketin geleceğinin bu satın almayla çok daha iyi olacağı, küresel pazarda çok daha iyi noktalara gelineceği yazıldı. Bizim Türkiye'de başarılı bir üretici olduğumuzdan, uluslararası birçok araç üreticisinden aldığımız ödüllere yer veren haberler çıktı. Onun dışında bu satın almayı Türk ve Alman toplumu da çok pozitif karşıladı. Fabrikalarımızda oldukça çok sayıda Türk vatandaşı var. Almanya veya Türkiye vatandaşı olan birçok Türk çalışanımız da var. Onların korkunç iltifatlarıyla karşılaştık. Satın saldığımız şirketin Almanya'da 4, Slovenya'da 1 fabrikası var. Grup olarak satın aldık. Toplamda 1400 kişi çalışıyor. Bunların 500'ü Slovenya'da. Diğer 900 kişi de Almanya'daki fabrikalarda. Türk vatandaşlarının da çok gururlandıklarını, yaptığımız törende ağlamamak için kendilerini zor tuttuklarını gördük. Satın almanın ardından her fabrikamızı ayrı ayrı ziyaret ettik. Tüm çalışanlarımıza bir fincan Türk kahvesi ve Türk lokumu ikram ettik. Hem birbirimizle tanışmak, hem hedeflerimizi anlatmak için törenler tertip ettik. Sendikayla yapılan tüm anlaşmaları tanıdığımızı, bunları muhafaza edeceğimizi ifade ettik. Biz 3 jenerasyon gitmiştik. Babam, oğlum ve ben birlikte gittik. Tüm bu ziyaretlerimizde çok olumlu tepkiler aldık. Hiçbir negatif durum görmedik.~
Bizim bu şirketi almaktaki asıl nedenimiz ise şuydu: Türkiye'de bağımlı olduğumuz için istediğimiz kadar iş alamıyorduk. Çünkü Türkiye'de araç üreten bir Türk markası yok. O yüzden bize sahip çıkacak bir müşteri de yok. Dışarıdan gelen müşterilere lisanlı veya lisansız olarak yapmaya çalıştığımız işlerimiz vardı. Dolayısıyla Almanya'daki bu şirketi satın aldığımızda bizi Alman oto sanayinin stratejik bir partneri olarak, onun yan sanayisi olarak, onun imalatçısı olarak dünyanın her yerinde görmek istediklerini söylediler. Yaptığımız ticari anlaşmalarda da bunlar var. Dolayısıyla bizim küresel pazara açılmamızda çok önemli fırsatlar veriyorlar. Bizim yaptığımız anlaşmalarda, özellikle Çin'de ve NAFTA'da sıfırdan yatırım olarak birer fabrika yapacağımızı da taahhüt ettik. Tabii bizim bu grubu alırken müşterinin yanı sıra teknolojiye sahip olmak, küresel pazara ulaşabilmek ve bu şirketi bugünkü konumundan çok daha büyük boyutlara götürme hedeflerimiz var. 2010 itibarıyla bu şirketin cirosu 163 milyon Euro. Bunları yaparken hem araç üreticilerine hem de satıcı gruba 5 yıllık gelecek planları yaptık. Rekabetimizi nasıl sağlayacağımızın çalışmalarını yaptık. Bugün geldiğimiz noktada 5 yıl içinde bu 163 milyon Euro ciroyu 370 milyon Euro'ya çıkarma hedefimiz var. Bu gerçekten mümkün olabilecek bir gelişme. Zaten Alman araçlarına olan müthi�� bir talep var. Örneğin bu aldığımız şirket geçen yıl planlanan üretim miktarından yüzde 10 daha fazla üretim gerçekleştirmiş. Talep o boyutta. Bunun yanında Alman üreticilerinin gelişen pazarlarda da çok ciddi yatırım planları var. Bu yatırım planları daha çok Çin, Güney Amerika, Hindistan bölgelerinde. Dolayısıyla Alman araç üreticilerinin bu pazarlarda çok büyük ataklar yaptığını göreceğiz. Çünkü Almanya mühendisliğini, markasını yıllardır yaptığı güzel şeylerin bereketini şimdi görüyor diye değerlendiriyorum. Zaten Almanya AB ülkeleri içinde hem ekonomik gelişmede hem sanayi üretiminde diğer ülkelere de önemli farklar attı. Burada konuşulan konulardan biri de ülke stratejisi ve devlet politikası oldu. Bununla ilgili de birkaç şey söylemek istiyorum. Bazı konularda arkadaşlarımızdan bu konunun takip edildiğini de duyduk. Ama ben bu konuda devlet tarafından çok fazla bir destek olduğunu veya bir politika çerçevesinde yönlendirildiğimizi söyleyemeyeceğim. Geçtiğimiz 1 yıl içinde sayın bakanların "yurtdışında şirket alımlarına destek verilecek" şeklinde açıklamaları oldu. Bugüne kadar hiçbir şey yapılmadı. Ben bu konuda Ankara'da 15 değerli bürokratımızla bir toplantı yaptım. Böyle bir konu var, sizden ne istiyoruz, neden istiyoruz diye konuştum. Hatta o konuyu da anlatayım. Biz bu firmaya talip olduğumuzda, "Bir Çinli var, o da talip. Seninle görüşmek istiyor" dediler. Biz de Münih'te buluştuk. Bir akşam yemek yedik. Çinli firmanın yöneticisi bana "En güçlü alıcı siz görünüyorsunuz. Gel seninle Çin'de ortak bir şirket kuralım. Beraber satın alalım. Çin'de çok uygun destekler, krediler var. Çin'deki işleri biz yapalım. Avrupa ayağını da siz yapın" dedi. Bu bana çok ters geldi. Bir Türk firması olarak, neden bir Çin şirketi olarak Alman firmasını satın alayım? Bizim de o noktada, o görüşmeden sonra Türkiye'den bir talebimiz oldu. O toplantıyı da bu vesileyle yaptım zaten. İki şey istedik. Birincisi oradaki avukatlık, danışmanlık vs. masraflarımızın karşılanması. Nasılsa ihracat teşviki var. İkincisi de dışarıya götüreceğimiz sermayenin Eximbank çerçevesinde kredilendirilmesi... Maalesef iki konuda da bir gelişme olmadı. Bir kararname hazırlandığını duyuyoruz ama ne aşamada bilmiyorum. Sonuçta bizim işimiz bitti ama bizden sonrası için bunlar gereklidir. Gerçekten Türkiye'de dışa açılmanın bize getireceği, Türkiye'ye getireceği çok büyük katkılar vardır. İstihdama olsun, yapılacak üretimlere olsun, ihracata olsun, Türkiye'nin tanıtımına olsun... Bunun Türkiye'yi dünyaya tanıtacak çok ciddi bir enstrüman olduğunu düşünüyorum.

M. Rauf Ateş Murat Bey sizinle devam edelim. Global şirket nasıl olunur? Bu yolda nelere dikkat etmek gerekir?~

Murat Kural Dünyanın en büyük ilk 500 şirketine baktığımızda, Japonların toplam gelir içindeki payları 1995'te yüzde 35'lerdeydi. 2010'lara geldiğimizde payları yüzde 10'lara düşmüş. BRIC ülkelerinin payları yüzde 1'lerden yüzde 10,5-11'lere çıkıyor. Buraya kadar normal. Ama ekstra bir durum var. ABD'nin pay yüzde 28'den 30'a çıkmış. İsviçre dahil Avrupa ülkelerinin payı da yüzde 30'lardan yüzde 36'lara çıkmış. Dolayısıyla orada bir farklılık ortaya çıkıyor. Japonlar gerilerken neden Avrupa ve ABD'nin payı artıyor? Şimdi bunun birkaç tane sebebi var. Avusturya'da mesela ilk kez bir şirket ilk 500'e 2006 yılında girdi. Sonraki yıllarda peş peşe başka Avusturyalı şirketler listeye giriyor. İkincisi ise yatırımcılar gelişmekte olan ülkelerdeki özelleştirmelere giriyorlar. Konsolidasyon ve özelleştirmeler global şirketlerin ortaya çıkmasını sağlayacak. Bu bir gerçek. Peki Japonya'dan almamız gereken dersler neler? Japonya'daki şirketlerin bazı temel hatalar yaptıklarını görüyoruz. Birincisi; Japon şirketleri yurtdışına giderken Avrupalı ve ABD'li şirketlere göre 2 hatta 3 kat daha fazla expat götürüyorlar. Yani Japon mantığını yurtdışına giderken de yanlarında götürüp, birebir tatbik etmeye çalışmışlar. Ama o ülkenin veya o pazarın ihtiyacı daha farklı olmuş. Hatırlar mısınız 2000'li yılların başında Japon firmaları hep kapaklı cep telefonu üretmeye çalışırlardı. Halbuki dünyanın gidişatı erişim bazlı, internet bazlı cep telefonuydu. Dolayasıyla kendi ülkelerinde lokal olarak varlıklarını sürdürmelerini sağlayan modeller yurtdışına uymadı. Bununla beraber çok önemli bir başka konu daha var. Buna Japon şirketlerinde çok az rastlıyoruz. Sadece Sony ve Nissan'da var. Üst düzey yönetimde küreselleşme yok. Türk şirketlerin global olduktan sonra yapması gereken en önemli şey bence bu. Global olduktan sonra global kalabilmek, böyle yaşayabilmek için mutlaka küresel insan sermayesinden faydalanmak gerekiyor.

Sedef Seçkin Büyük Daha çok büyük yatırımcıları konuştuk ama bir de Romanya'da, Afrika'da, Ukrayna'da küçük girişimci yatırımcılar var. Onların payı nedir?

Murat Alıcı Şöyle söyleyebilirim. Bizim yayımladığımız veri setlerinde şirketlerin büyüklüklerine göre bir kayıt sistemimiz yok. Ama sorunuzdan da anlıyorum ki önümüzdeki dönemde belki bu formatta bilgi de yayımlamak düşünülmeli. Buradan başka bir konuya bağlantı kurmak istiyorum. Biraz önce Sedat Bey de bahsetti. DEİK'le yapılan çalışmada zaten büyüklerin kimler olduğu ortaya kondu. Toplam yurtdışı varlığın yüzde 85'ini bu 19 şirket temsil ediyor. Biraz önce bahsettiğim 3 bin 641 firma da bizim yaptığımız örnekleme göre Türkiye'nin toplam yurtdışı yatırımının yüzde 95'ini temsil ediyor. Yani buradan şu hesabı yapabiliriz. 3 binin üzerinde küçük ölçekli firmamız yurtdışında. Onlar da toplam yurtdışındaki sermayenin yaklaşık yüzde 10'unu temsil ediyorlar. Küçük şirketlerimiz de son yıllarda bu anlamda özgüvenlerini artırdı ve özellikle çevre ülkelerdeki yatırımlarını artırıyorlar. Hem özel sektörümüz hem kamunun bu konuya bakan kesimi bir öğrenme sürecinde. Hemen bir göstergeden bahsetmek istiyorum. AB ülkelerinde 2008 yılı itibarıyla bir ölçüm yapılmış. Bazı ülkelerde çok büyük yatırımlar yapılıyor. Ama bunlar ülkelerin büyüklükleri açısından ne ifade ediyor? 2008 yılında yapılan toplam yatırım stok değerinin gayri safi yurtiçi hasılaya oranına bakılmış. Yüzde 40'lar ile en yükse Hollanda görünüyor. AB'deki diğer ülkelere bakıyoruz, en düşük yüzde 5'ler düzeyinde İtalya ve Yunanistan var. Bu noktada Türkiye'nin kıyaslanabilir göstergesine baktığımızda yaklaşık yüzde 2,5 düzeyinde. Bu bizim aslında ekonomik büyüklüğümüze göre yurtdışı yatırımlar açısından daha ne kadar çok potansiyelimiz olabileceğini gösteriyor. Onun için bunu bilmekte fayda var diye düşünüyorum.~
Ülke ekonomisine sağlanan faydalar konusunda bir göstergeyi sizinle paylaşmak isterim. Yaklaşık 19 milyar dolarlık yatırım stokunun kâr transferlerine baktığımızda Hazine'nin yaptığı 2009 yılı çalışmasına göre, Türkiye'ye gelen yaklaşık 1,4 milyar dolarlık bir kâr transferi var. Bu da son derece önemli bir rakam.
Bu noktada başka bir konuya, siyasi risk sigortası konusuna da kısaca değinmek istiyorum. Yurtdışında, özellikle sorunlu ülkelerde yatırım yapan şirketlerin ilk düşündükleri şey yatırımlarını ileriye dönük olarak nasıl garanti altına alabilecekleridir. Bununla ilgili çok farklı yaklaşımlar var. Bazı ülkeler bu garantileri yatırımcıları için bizatihi kendi kurdukları kuruluşlar üzerinden sağlıyorlar. Örneğin ABD'de OPIC var, Almanya'da Hermes, Fransa'da COFACE var. 30 ülkenin 100'e yakın bu türden hizmetler sağlayan kuruluşları var. Bunların büyük kısmı da o ülkelerin Eximbank'ları. Diğer bir yöntem olarak, siyasi riski sigortalayan uluslararası kuruluşlar var. Bunlara en önemli örnek Dünya Bankası bünyesindeki MIGA. Yani Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı. Türkiye'nin de üye olduğu bir kuruluş. Yine Türkiye'nin üye olduğu İslam Kalkınma Bankası bünyesinde Islamic Corporation For Insurance of Investment and ExportCredit (ICIEC) diye bir yapı var. Bu da yine garanti sağlayan bir yapı. Bir başka alternatif de özel sigorta şirketleri tarafından yatırımcıların bir ülkeye gittiklerinde yatırımlarının siyasi risklere karşı sigorta teminatı altına alınmaları. Şimdi biraz da siyasi risk sigortasının kapsamına bakalım. Siyasi risk, şirketlerin bir ülkede faaliyet gösteriyor olmaktan dolayı karşı karşıya olabilecekleri ticari olmayan riskler. Örneğin, kar transferi yapmak istendiğinde engelleme ile karşılaşırsanız veya o ülkenin parasının konvertibilitesiyle ilgili olarak bir problem yaşarsanız veya o ülkede bir iç kargaşa, savaş durumunda oradaki tesisiniz zarar görürse bunları siyasi risk olarak tanımlamak mümkün. Veya bulunduğunuz ülkenin kamu otoritesi tarafından varlıklarınıza el konulması, kamulaştırma, devletleştirme durumları yaşanırsa, bütün bu hususlar siyasi risk olarak sigortalanabilir. Olaya yabancı yatırımcılar açısından bakalım. Bir ülkeye gidiyorsunuz. Oradaki kurallara tabi oluyorsunuz. Oraya paranızı yatırıyorsunuz, büyük miktarlarda yatırımlar yapıyorsunuz. Dolayısıyla bunları sigorta ettirme ihtiyacı da bir şekilde ortaya çıkıyor. Biraz önce söylediğim gibi kamunun yurtdışında yatırım yapan girişimcilerine desteği bazı ülkelerde bu şekilde tezahür etmiş. Yani bu türden imkanlar sağlayan kuruluşları var. Bu siyasi risk sigortası işini yaparken tabii ki karşılığında bir ücret de alınıyor. Her ülkenin, her yatırım projesinin kendine özgü niteliklerini de göz önünde bulundurarak bir sigorta risk primi de belirliyorlar. Böyle bir imkanın var olması bile son derece önemli. Bu konu şu anda ülkemizin de gündemine geldi: Türkiye'de, yaklaşık 10 yıl önce yatırım ortamını iyileştirmek üzere bir reform süreci başlatıldı. Bu 10 yıl boyunca Hazine Müsteşarlığı'nın koordinatörlüğünde, yatırımlarla ilgili tüm kurumları bir araya getiren, aynı zamanda özel sektörü temsil eden, TOBB, TÜSİAD, YASED ve TİM'in de içinde yer aldığı kısaca YOİKK dediğimiz Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu olarak isimlendirilen bir platformda Türkiye'deki yatırım ortamı problemlerini tartışıp onlara çözümler üretme süreci devam etti. Bu süreçte önemli kazanımlar sağlandı. 2003 yılında doğrudan yatırımlarla ilgili yasanın değiştirilmesi, liberal hale getirilmesi, Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı'nın kurulması, şirket kuruluş sürecinin basitleştirilmesi. Bunlar hep bu platformdan çıkan reformlar. Son olarak yine bu platform özel sektörü ve kamuyu bir araya getirerek, TOBB'un ev sahipliğinde
yaklaşık 200 kişinin katıldığı bir hafta sonu çalışma toplantısı yaptı. Bu geleneksel olarak iki yılda bir yapılan Kızılcahamam Yatırım Konferansları şeklinde anılıyor. Burada 2011 ve daha sonraki döneme yönelik Türkiye'nin yatırım ortamıyla ilgili yapılması gereken eylemler belirlendi. Bu toplantının sonucunda çıkan 79 maddeden oluşan bir eylem planı 11 Mart 2011 tarihinde kamuoyuna duyuruldu. Bu eylem planında yapılacak işler, o işi yapmakla sorumlu kamu kurumu, o işin yapılmasında ilgili olan özel sektör ve kamu kurumları, işin ne zaman yapılacağına dair takvim, kamuoyuna duyurularak böyle bir taahhüt ortaya kondu.~
 Yaklaşık 4 yıldır YOİKK bu şekilde çalışıyor. Bu sayede son derece faydalı işler yapılıyor. Geçmiş yıllardan farklı olarak ilk defa bu yıl farklı nitelikte bir sorun YOİKK gündemine getirildi. Yatırımcılarımızın yurtdışındaki yatırımları ile ilgili bir eylem gündeme geldi: Siyasi risk sigortasıyla ilgili olarak Türkiye'de ne tür bir mekanizmaya ihtiyaç var, ihtiyaçlar nelerdir, özel sektörün bu konudaki talepleri nelerdir bunlara ilişkin bir çalışma yapılması gereği ortaya kondu. Burada çalışma paydaşları kamu kurumlarının yanında yine özel sektörü temsilen bu platformda yer alan TOBB, TÜSİAD, YASED yer alıyor Yine Eximbank ve DEİK de bu çalışma grubunda bir araya gelip özellikle bu konuyu yurtdışında yatırım yapan yatırımcılarımızın ihtiyaç duydukları bu tür tedbirleri veya kamu hizmetlerini ortaya koymak üzere ele alacaklar. Biraz önce konuştuğumuz konularla da çok bağlantılı bir konu. Bir süreç yaşıyoruz. Ve bu süreçte özel sektörün bu türden ihtiyaçları yatırım ortamını Türkiye'de iyileştirmeye yönelik bir platformda gündeme geldi. Dolayısıyla kamunun yurtdışında yatırım yapan girişimcilere yönelik yaklaşımını da belki bu tür çalışmalarla ele alma fırsatı sağlanabilir.

Hakan Tiftik Bu çalışmalar Tunus, Mısır, Libya'daki olaylardan sonra mı ortaya çıktı? Çünkü çok güzel bir yaklaşım ortaya çıktı. Bizim Mısır'da fabrikamız olduğu için hem DEİK'in hem Dışişleri Bakanlığı'nın kurduğu kriz masalarıyla güzel bir iletişim içinde olduk ve çok faydalandık.

Murat Alıcı O bölgeye baktığımız zaman Kuzey Afrika'da yatırımcılarımızın 400-500 milyon dolar düzeyinde bir yatırımı var. Mesela biraz önce bahsettiğim yatırımların karşılıklı olarak korunmasıyla ilgili anlaşmalar o ülkelerin hepsiyle var. Ama yatırımcılarımızın bu anlaşmaların sağladığı imkanlar konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıklarını görüyoruz. Biz o dönemde Dışişleri Bakanlığımız, ilgili diğer kurumlarımızla hemen bu bilgilendirmeyi yaptık. Haklarının neler olduğunu, ileriye dönük olarak anlaşmalardan kaynaklanabilecek taleplerinin neler olabileceğini anlattık. Böyle bir deneyim yaşadık. Bu siyasi risk sigortası da zaten o aşamada gündeme geldi. Bu sigorta ihtiyacı daha önceden de var olan bir konu. Mesela MIGA'dan bahsettim biraz önce. MIGA'nın baktığınız zaman tüm tarihi boyunca sigorta yaptıran 9 Türk şirketimiz var. Toplam 14 proje için yaptırmışlar. Proje bedeline baktığımız zaman yaklaşık 190 milyon dolar düzeyinde ve oldukça az. Şu anda da bunlardan sadece devam eden 18 milyon dolarlık 3 yatırımımız için MIGA'dan alınmış siyasi risk sigortaları var. Bu aslında şunu gösteriyor: Maalesef Türkiye'deki girişimciler yurtdışına yatırım yaparken sigorta konusunu öncelikli görmüyorlar. Bundan sonra biraz daha farklı olacağı düşüncesindeyiz. Bunu olan olaylardan, gelen taleplerden anlıyoruz.

M. Rauf Ateş Konuklarımızdan eklemek isteyenler varsa onların görüşlerini rica edelim.

Duran Şimşek
Ben kısa bir ekleme yapmak istiyorum. Sedef Hanım'ın sorusuna da yanıt olabilir. Türkiye'den yurtdışına yapılan yatırımlar genellikle bankacılık ve enerji alanlarında oluyor ama Hazine Müsteşarlığı küçük yatırımcıların da takibini yapıyor. Küçük yatırımcılar genellikle çevredeki ülkelere yatırım yapıyorlar ve özellikle imalat, turizm, konaklama, ulaştırma sektörüne yoğunlaşıyorlar. Pazar çeşitlendirme amaçlı yapıyorlar.~

Hakan Tiftik
Ben Sedat Bey'e çok kısa bir soru sormak istiyorum. Biraz evvel Türkiye'nin direkt dış yatırımlarla ilgili stratejisinin olması yönünde kendisinin de uğraş verdiğinden bahsediyordu. Bu bağlamda dış yatırımlarda finansman eksikliği desteği konuşuluyor. Biraz evvel Murat Bey siyasi risk sigortasından bahsetti. Böyle bir şey acaba borç finansmanını, maliyetini farklı bir boyuta getirir mi sizce? Böyle bir şeyi yatırımları büyütmek için kullanabilir miyiz?

Sedat Aybar Kuzey Afrika'da olup bitenlerden sonra yurtdışına yaptığınız doğrudan yatırımlar, siyasi arenada kötü giden bir şeyler sonucunda sizin ülkenize nasıl yansıyabileceği üzerine bize bir sürü ders verdi. Onun içerisinde bir tanesi orada çalışan nüfusun buraya taşınmasıydı. Ya da Mısır'daki yatırımlarda olduğu gibi bakanlar iktidarda olacağını düşündükleri kesimlerle ilişkiye geçtiler. Bu siyasi risk olayı bir anda ön plana çıktı. Fakat literatürün içerisinde bu siyasi risk faktörü yatırım yapan kurumsal yatırımcıların portföy çeşitlendirmesinde verdikleri kararların içinde en önemli unsurlardan biri. Yani kimse siyasi olarak destabilize olan bir bölgeye yatırım yapmak istemiyor ve oradaki risklerinin ne olduğunu öğrenmek istiyorlar. Bu konuda çalışma yoksa el yordamıyla gidip kendi bağlantılarını kurup siyasi riske karşı kendilerini garanti altına almak istiyorlar. Elbette bu tür bir çalışmanın yapılması gerekir ve böyle bir çalışma yurtdışı yatırımlara önemli katkı sağlar. Açık olan bir şey var. Evet şu an bir öğrenme sürecini yaşıyoruz. Siyasi risk anlamında da bir öğrenme sürecini yaşıyoruz. Bu öğrenim sürecinin içinden de kendimize birtakım dersler çıkarmamız ve bahsettiğimiz o stratejileri oluşturmamız gerekiyor. Bunun içerisinde elbette KOBİ'lerin rolü ve KOBİ'lerin ihtiyaçları boyutu da var. Bunu el yordamıyla değil ciddi temellerde yapabilmemiz için birinci ve en önemli şart bir veri tabanının oluşturulması. Hatta birden fazla veri tabanının oluşturulması gerekiyor. Siz ülkenizin yurtdışına yaptığı yatırımların boyutlarını, hangi alanlara yapıldığını, kimler tarafından yapıldığını, ne dersler çıkartıldığını bilmezseniz, böyle bir veri tabanınız yoksa herkes kendi başına sağa sola koşturabilir. Bu da ciddi iktisadi kayıplara yol açabilir. Böyle bir emekleme dönemindeyken üzerine en büyük görev düşen kesim devlet. Bu bilgiyi şirketlerin kendi imkanlarıyla toplamaları mümkün değil. Devletin bu ihtiyaçlar konusunda, talepler konusunda, fiyat elastikiyetleri konusunda, bu iş bilimsel temellerde nasıl yapılması gerekiyorsa onu teşvik edecek şekilde davranması gerekiyor. Anladığım kadarıyla Kızılcahamam'daki toplantıda da böyle girişimler var. Bunların çoğalması gerekiyor. Daha fazla kesimin bir araya gelmesi gerekiyor. Daha çok insanın bu konuları tartışması ve deneyimlerini paylaşması gerekiyor ve bunlardan dersler çıkartmak gerekiyor. Bize benzeyen başka ülkelerdeki yatırımcıların deneyimlerini de öğrenmemiz gerekiyor. Bunları sistemli bir şekilde çalışalım ki emekleme döneminden yürüme dönemine geçelim. İktisadi olan yatırımları yapalım ve ülkeye pozitif gelirleri sağlayabilelim. Bu kapsamda bir de duyuru yapmak istiyorum. 23-25 Mayıs tarihinde Kolombiya Üniversitesi ile yaptığımız projede, proje partneri olan ülkelerden uzmanlar Kadir Has Üniversitesi'ne gelecekler. İki buçuk gün kendi deneyimlerini paylaşacaklar. Bu ülkelerin içinde Çin, Hindistan, Brezilya, Arjantin, İsrail, Meksika, Slovenya, Güney Afrika, Moritanya dahil 26 ülkeden uzman gelecek. Bu da gelişmekte olan ülkelerden dışarıya doğrudan yatırım yapan şirketler üzerine uluslararası düzeyde yapılmış ilk toplantı olacak. Bu etkinliğe o ülkelerin büyük firmalarının CEO'ları da katılacak ve deneyimlerini panellerde anlatacak.~

Ahmet Bayraktar Bu konuda ülkemizde çok fazla bir deneyim yok. Özellikle global pazar içerisinde girişimde bulunan az da olsa çok önemli grupların birtakım girişimleri olmuş. Bence bu tecrübelerden yararlanmak lazım. Yaşananlar az şeyler değil. Ben bizim yaşadığımız 11 aylık süreçte 21-22 defa Almanya'ya gidip geldim. Bir sürü danışmanlarla çalıştık. Çok fazla tecrübe yaşadık. Bana herkes kızıyor; neden bir günlük tutup bunları yazmadın diyorlar. Gerçekten de günlük tutmak lazımmış. Tecrübe kolay kazanılmıyor ve bu bilgiler belli kişilerde, belli firmalarda var. Bu deneyimlerden faydalanmak lazım. Bunlardan yararlanma yolunu bulmanın, Türkiye'nin dünya pazarında daha etkin bir sermaye rolü kazanmasına çok katkısı olur diye düşünüyorum.

M. Rauf Ateş Tüm konuklarımıza katkıları için çok teşekkür ederim.


MURAT ALICI
“TÜRK ŞİRKETLER ÜST LİGE ÇIKTI”

Doğrudan yatırımlarla ilgili çalışmalara baktığımızda bir şirket ne zaman uluslararası ortaklığa gider, ne zaman başka bir ülkede yatırım yapar, ne zaman lisans kullanır, tüm bunların nasıl bir gelişim süreci izlediği ortaya konmuş. Aslında son dönemde Türk şirketlerinin bu anlamda bir üst lige çıktıklarını görüyoruz. Mesela lisans almak, yabancılarla ilk kurulan ilişkilerden biri. Bu şekilde belirli bir standart ve kalite yakalanıyor. Daha sonra ortaklığa gidiliyor. Ortaklarla birlikte uluslararası çapta üretim yapılıyor, sonra da tek başına yola devam etme kapasitesi oluşturulabiliyor. Çoğunlukla böyle bir süreç görüyoruz. Burada da görüyoruz ki yatırımcılarımızın hepsi bu süreçlerden geçiyorlar. Sevindirici olan şu: Biz dünyanın bu bölgesinde zamanı çok hızlı yaşadığımız için bu tarz süreçler Avrupa'daki gibi uzun yıllar almıyor. Büyük gruplarımız gerçekten çok hızlı bir sürede bu basamakları atlayıp dünya pazarlarında büyük oyuncu olabiliyorlar. Önemli bir örnek olması bakımından mesela Ülker'in Godiva'yı satın alması, Türk şirketlerinin yabancı şirketleri satın almasına ilişkin bir psikolojik engeli yıkan en önemli adımlardan biri oldu. Çünkü bir Türk şirketi 850 milyon dolar ödeyerek tüm dünyanın tanıdığı, bildiği bir markayı satın alabildi. Bu alım hem dünyaya hem kendi iş alemimize önemli bir mesaj verdi: "Türkiye'de de global oyuncular var ve artık sahaya çıkıyorlar". Bence bu gelişme önemli bir yol açtı ve firmalarımız da bu büyük satın almanın verdiği özgüvenden önemli ölçüde destek aldı. Şimdi yaygın bir şekilde gördüğümüz firmalarımızın ilk satın alma deneyimlerinden sonra bu yöndeki adımlar mutlaka daha da hızlanacaktır. Bu operasyonların sayısı artacaktır. Bunlar ülkemiz adına son derece gurur verici gelişmeler.

SEDAT AYBAR
“TÜRKİYE STRATEJİ OLUŞTURMALI”

Buradaki soru şu: Türkiye'den ve diğer gelişmekte olan ülkelerden yurtdışına yapılan yatırımlar, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi birtakım pozitif kazanımlar getirecek mi? Ülkemizde istihdamın artmasına, Türkiye'nin büyümesine ve gelişmesine katkı sağlayabilecek mi? Şunu görmek lazım. Yurtdışına yapılan her doğrudan yatırım pozitif bir geri dönüş sağlayacak diye bir şey yok. İktisadi olmayan birçok ortaklıklar hüsranla sonuçlanıyor. Elbette Türk şirketleri de diğer çokuluslu şirketler gibi kâr etmeyi bekliyorlar. Bu son derece doğal. Ancak kârlarını maksimize edebilmeleri ancak çok ciddi biçimde oluşturulmuş stratejiler etrafında hayata geçebilir. Baktığımızda ön plana çıkan 2 tane strateji var. ~
Birincisi şirket alımları. Özellikle 2008'den sonra Batı'daki şirketlerin değerleri son derece düştü. Ve şirket alımları son derece kolaylaştı. Türkiye'deki iktisadi büyümeyi de göz önünde bulundurursak, Türk şirketleri pazara girip o şirketleri satın alma fırsatı ele geçirdiler. Birçok alım da yaptılar. Bu alımların özellikle Batı piyasalarında olduğunu görüyoruz. Başka bir şey daha var. Greenfield yani sıfırdan yatırım dediğimiz yatırımlar var. Bu tarz yatırımların ise daha çok Kuzey Afrika ülkelerinde yapıldığı gözleniyor. Sıfırdan yatırımların var olabilmesi, her şeyden önce o ülkeyi ciddi olarak tanımaktan geçiyor. Oysa bizde işler çoğu zaman el yordamıyla ilerliyor. Bu açıdan devlete de üniversitelere de özel sektöre de çok büyük iş düşüyor. Türkiye'nin hem devletinin hem şirketlerinin dışarıya yönelik bir "doğrudan yurtdışı yatırım stratejisi" oluşturmasına ve geliştirmesine ihtiyacı var.

HAKAN TİFTİK Ben Kordsa içindeki kariyerimde de aslında epey şanslı oldum. Kordsa'nın izmit'ten çıkıp tüm dünyaya yayılış sürecini tamamen bizzat yaşadım. Kordsa'nın global büyümesinin büyük bir kısmı da şirket satın almalarından geldi. Şimdiye kadar 9 şirket satın aldık. Bu tabii ki beraberinde büyük bir tecrübe ve know-how getiriyor. Satın almak işin sadece başlangıcı. Satın aldığınız bu şirketi kendi yapınıza nasıl entegre edeceksiniz? Lokal kültürle global şirket kültürünüzü nasıl harmanlayacaksınız? Siz şirketi satın alırken hissedar olarak bir beklentiniz oluyor. Aynı şekilde orada çalışan insanların da bir beklentisi oluyor. Yeni hissedar bana ne getirecek diye düşünüyorlar. En büyük değeriniz o insanlar. Bunu unutmamak lazım. Yeni pazarları, yeni müşterileri, yeni satışları ve büyümeyi o insanlar size getirecek. Bir Türk şirketi olarak o insanları nasıl motive edeceksiniz? Nasıl yönlendireceksiniz? Tüm bunlar asıl kritik sorular. Tüm bunları başarıyla sağlayacaksınız ki onlar da bu Türk şirketine değer yaratmak için uğraşsınlar. Biz bu uzun yolculukta bunları da yaşadık. Bu kültürleri nasıl yöneteceksiniz, entegrasyonu nasıl yapacaksınız? Yaptığınız yatırımın geri dönüşü açısından bu sorulara doğru yanıtı bulmak son derece önemli. Her yurtdışı yatırım da başarı veya iyi bir geri dönüş getirmeyebiliyor. Bu çokönemli bir konu.

AHMET BAYRAKTAR
“SATIN ALMALAR İSTİHDAM YARATACAK”

Dışarıya yapılan yatırımların istihdama katkısı veya eksisi olur mu diye de tartışılıyor. Aslında ben bu tarz yatırımlar sayesinde Türkiye gibi bir ülkenin çok daha fazla kazançlı çıkacağını ifade etmek istiyorum. Neden? Çünkü bizim işimizde rekabet gücümüzü artırabilmek için, Almanya'daki Avrupa'daki araç üreticilerine üretim yapabilmek için pahalı olan üretimleri Türkiye'ye getirmek mecburiyetindeyiz. Benim yapacağım ilk iş bu üretim merkezlerini Türkiye'ye taşımak olacaktır. Bu da istihdam demektir. Hatta şu andaki mevcut Farba fabrikamızın bir benzerini süratle Gebze'de yapmaya başladık. Orada faaliyete geçireceğiz. Önümüzdeki yılbaşından itibaren üretime başlayacak. Ve kapasite olarak da 3-4 yıl sonra Bursa'daki fabrikamızın büyüklüğüne ulaşacak. Bir başka konu bizim sektörümüzde, otomotiv aydınlatma sektöründe önemli bir teknolojik gelişim var. O da LED teknolojisi. Satın aldığımız şirketin dışarıdan aldığı önemli miktarda elektronik parçalar var. Bu parçalar bugün Macaristan'da, Slovenya'da üretiliyor. Bunun içinde Türkiye'de bir fabrika kurmayı ve elektronik aksamı gelecekte buradan temin etmeyi düşünüyoruz. Buradaki fabrikanın 40-42 milyon Euro cirosu olacağını ifade edebilirim. Dolayısıyla bu satın almaların beraberinde Türkiye'ye çok büyük getirisi, katkısı olacaktır.~

MEMDUH BOYDAK Aslında biz know-how transferine alışık bir grubuz. Geçmişte kanepe, koltuk, ev mobilyasıyla ilgili bir Alman firmasına lisans ödedik. Ödediğimiz lisans bedeli birkaç milyon Euro'yu geçmiştir. Şu anda da bir italyan firması için yılda 250 bin Euro'nun üzerinde lisans bedeli ödüyoruz. "Biz her şeyi biliriz, biz büyüğüz" diye düşünmüyoruz. Nasıl sinerji yaratırız, nasıl bilgimizi biraz daha katlayabiliriz diye düşünüyoruz. Fakat know-how elde edelim diye düşündüğümüz şirketlerde şöyle bir sorun var: Bazı şirketlere bakıyoruz ve boyutlarından korkuyoruz. ABD'den, Avrupa'dan büyük boyutlu şirketler geliyor. Mesela cirosu 500 milyon dolar diyelim. Bu şirketi çok cazip fiyatlara da alsanız bu büyüklüğü yönetebilir miyim diye korkuyorsunuz. ikincisi de know-how transferi için düşündüğünüz ülkelerde pazar genellikle doymuş oluyor. Rekabet doruklara erişmiş oluyor. Bu iki sorun önemli. Dolayısıyla biz biraz daha buradaki varlığımıza rahatsızlık vermeyecek, uzun vadeli planlar yapabileceğimiz şekilde hareket ediyoruz. Biraz daha seçici davranıyoruz. Mesela ABD'de 450 milyon dolar cirosu olan çok cazip fiyata satılık şirketler var. Korkuyorsunuz çünkü pazar Çin istilası altında. Oradan alacağınız know-how var ama o know-how'ı alacağım derken grubun buradaki varlığına da zarar
verebilirsiniz.

MURAT KURAL
“GLOBAL KALABİLMEK DAHA ZOR”

Türkiye'deki şirketler globalleştikten sonra bu çok uzun soluklu olarak devam edecek ve hızlı bir globalleşme süreci yaşanacak. Öncelikle bu coğrafyaya baktığımızda Türkiye buradaki tek üretim ülkesi. Bizim civarımız tamamen hammadde ülkelerinden oluşuyor. Bu aynı zamanda Türk şirketlerine bu ülkelere gidip yatırım yapma imkanı sağlıyor. Ve bununla paralel olarak bu yarışta diğer ülkelerden bir iki adım önde yer almamıza vesile oluyor. Bununla beraber BRIC ülkelerinin bile bazılarına göre Türk şirketleri son derece rekabetçi bir ortamda yaşıyorlar. Bu derece rekabetçi ortamda yaşayınca tabii ki yurtdışındaki rekabet koşullarına da çok daha rahat adapte olabiliyorlar. Ama globalleşmeye giden yolda, şirketlerin yaptığı veya uyguladığı stratejiler bazen global şirket olarak kalmak için yeterli olmayabiliyor. Bu noktada stratejinizi değiştirmeniz gerekiyor. Bu noktada Japonların düştüğü hataya düşmemek gerekiyor. Global olduktan sonra global kalabilmek, böyle yaşayabilmek için mutlaka küresel insan sermayesinden faydalanmak gerekiyor. Türk şirketlerin global olduktan sonra yapması gereken en önemli şey bence bu.

BARIŞ TUNÇSİPER
“KOBİ’LERİMİZ DE GLOBALLEŞMELİ”

Türkiye 75 milyonluk bir ülke olarak aslında Almanya'dan da çok küçük bir ülke değil. Almanya'nın global şirketlerinin sayısına bakarsak aslında Türkiye'nin bir hayli yol alması gerekiyor. Bunların da KOBİ'lerden çıkacağı belli. KOBİ'lerin mutlaka büyük şirket olma hedefiyle hareket etmeleri gerekiyor. Bu bağlamda KOBİ'lere genel olarak baktığımız zaman Türkiye'de çok fragmente (çok parçalı) bir yapı var. Aynı sektörde birbiriyle rekabet eden yığınla şirket var. Kendi içlerinde rekabet ediyorlar ve bir anlamda birbirlerine zarar veriyorlar. Bir şekilde bu döngüden kurtulup kendilerini farklılaştırmaları gerekiyor. Bu farklılaştırma için de yurtdışı satın alımları çok farklı bir enstrüman. Çünkü bu dış satın alımlarıyla beraber aslında siz rekabet edebilmek için gerekli olan pazar, know-how, teknoloji, isim gibi varlıkları çok daha hızlı bir biçimde elde etmiş oluyorsunuz.~
 Şu anda bizim rakiplerimiz olan Hindistan, Çin yani BRIC ülkeleri bunları bu şekilde elde ediyor. Bizim özellikle KOBİ alanında faaliyet gösteren şirketlerimizin bir vites daha artırıp büyümeye hız vermeleri gerekiyor çünkü tren belki kaçmıyor ama şu an yurtdışı piyasalarda şirket alımları için ciddi bir rekabet var. Üstelik bu ülkeler devlet kanalıyla şirketlerine destek veriyorlar. Hatta şirketlere "gidin yurtdışından şirket, teknoloji, isim alın" diye direktif veriyorlar. Bu bağlamda bizim KOBİ'lerimizin de bu yönde adım atmaları çok önemli. Tabii ki her yatırım doğru yatırım değildir. Bu işin çok profesyonelce yapılması gerekiyor. Kendi şirketiyle alacağı şirket arasındaki sinerjinin çok iyi düşünülmesi ve hesaplanması gerekiyor.


DURAN ŞİMŞEK
“MEVZUATTA DEĞİŞİKLİKLER YAPILIYOR”

Biz Türk yatırımcıların yurtdışına nakdi ya da ayni sermaye akışı konusunda olabildiğince serbestleşmesini ve sıkıntı çekmemelerini istiyoruz. Zaten bu konuda kambiyo mevzuatında gerekli değişiklikler yapılıyor ve olabildiğince bir serbestleşmeye gidiliyor. Gümrük Mevzuatı hükümlerine göre nakdi sermaye bankacılık mevzuatı hükümlerine göre, ayni sermaye Hazine Müsteşarlığı hükümlerine göre yurtdışına çıkartılıyor. Şirketlerin üzerine düşen sadece Hazine Müsteşarlığına bildirim yapmaları. Son dönemde Hazine Müsteşarlığı Banka Kambiyo Genel Müdürlüğü'nde bir de şunu yapmaya çalışıyoruz. Türkiye'deki firmalar yurtdışında hangi sektörlerde yatırım yapabilirler, gittikleri ülkelerde nasıl sorunlarla karşılaşıyorlar, hangi amaçlarla bu ülkelere gidiyorlar? Bu konuda bizim üzerimize düşen bir şey olur mu diye çalışmalar yapmaya başladık. Önümüzdeki dönemde bu konuda daha fazla çalışacağız. Ekonomi müşavirliklerimize çok sayıda yazılar yazdık. Yatırım yapılan ülkelerdeki mevzuat ne durumda, ekonomik durum nedir, yatırım yapmak isteyenler söz konusu ülkede ne gibi yatırımlar yapabilir, hangi sektörler cazip gibi çalışmalar yapıyoruz. Bu konuda hazırladığımız anketlerin şirketlerimiz tarafından titizlikle doldurulmasını istiyoruz. Çünkü bu verilere göre raporlar yazıyoruz.



Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz