Büyüme ve İstihdam

Ekonomik büyümenin faydalarından biri istihdamda artış yaratmasıdır. Üretimin artması genelde üretim sürecinde kullanılan emek talebinde de artışa yol açar. Bu durum işsizlerin iş bulmasını ve işsi...

1.04.2004 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Ekonomik büyümenin faydalarından biri istihdamda artış yaratmasıdır. Üretimin artması genelde üretim sürecinde kullanılan emek talebinde de artışa yol açar. Bu durum işsizlerin iş bulmasını ve işsizlik oranının gerilemesini sağlar.  
 
Ancak, son 2 yıldır Türkiye’de bu mekanizma çalışmıyor. Ekonomi hızlı büyüyor ama bunun istihdama olumlu bir yansıması görülmüyor.  
 
2001’de yaşanan kriz sırasında istihdam 21 milyon 581 bine düşmüştü. 2002’de ekonomi yeniden büyümeye geçti ama istihdamda düşüş sürdü. 2002’de ekonomi yüzde 7.8 büyürken istihdam 21 milyon 354 bine geriledi.  
 
Tahminlere göre 2003 yılında da ekonomi yüzde 5’in üzerinde bir büyüme gösterdi. Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE), henüz 2003’ün yıllık işgücü istatistiklerini yayınlanamadı. Ancak, 4 dönemin ortalaması alındığında istihdamdaki düşüşün geçen yıl da sürdüğü ve 21 milyon 290 bine indiği görülüyor.  
 
İstihdam gerilerken işsiz sayısı da arttı tabii. 2001 krizi sırasında işsizlerin sayısı 1 milyon 967 bine çıkmıştı. Ekonomi yeniden büyümeye başlamasına rağmen 2002’de işsiz sayısı 2 milyon 464 bine çıktı. Büyüme devam etmesine karşılık 2003’te de işsiz sayısında hafif bir yükseliş daha yaşandı ve 2 milyon 497 bine ulaştı.  
 
Suçlu verimlilik artışı  
 
Esasında ekonomi büyürken istihdamın artmaması sadece bize özgü bir durum değil. Şu sıralar ABD de aynı dertten muzdarip. BusinessWeek Dergisi’nin Amerika baskısının 22 Mart tarihli sayısının kapağı bu konuya ayrılmıştı. Ekonomi büyürken istihdamın artmaması, sonbahardaki seçimlerde Başkan George W. Bush’un yerini korumasının önündeki en büyük engel olarak görülüyor.  
 
Ekonomi büyürken istihdamın artmamasının nedeni ABD’de de bizde de aynı; verimlilik artışı. Son iki yılda ekonomi büyürken işletmeler üretimi yeni işçi alımına gitmeden artırma yoluna gitti. Bunun için siparişler, mevcut işçiler daha çok çalıştırılarak yerine getirildi. Üretimde işgücü tasarrufu sağlayan teknoloji yatırımları da gerçekleştirildi. Özellikle geçen yıl  yatırımlardaki artış büyük ölçüde makine-teçhizat alımlarından kaynaklandı. Yeni makine ve teçhizat işgücü başına üretimin yani verimliliğin artmasını sağladı ve emek talebinin artmasının önüne geçti.  
 
DİE’nin hesapladığı verimlilik endeksi incelendiğinde bu durum açıkça görülüyor. İmalat sanayinde üretimde çalışan kişi başına kısmi verimlilik endeksinde son 2 yılda önemli bir yükseliş yaşanmış durumda. 2001 yılının son çeyreğinde 117.6 olan bu endeksin değeri, 2003 yılının üçüncü çeyreğinde 137 idi. Buna göre 2 yıldan kısa bir sürede yaşanan verimlilik artışı yüzde 16.5’i buluyor.  
 
Verimlilik artışı önlenmeli mi?  
 
Ekonomi büyürken istihdamın artmamasında sanık sandalyesinde verimlilik artışı oturuyor ama çözüm verimlilik artışlarının önüne geçmekte yatmıyor. Çünkü, Türkiye’nin uluslararası pazarlardaki rakipleriyle başa çıkabilmesi için verimliliği artıracak teknoloji yatırımları yapması zorunlu.  
 
Ülkemizde işçi ücretleri gelişmiş ülkelere göre düşük olmasına karşın, uluslararası pazarlarda karşımıza dikilen rakiplerin üzerinde. Türkiye’nin Çin, Pakistan gibi ülkelerle ücretler üzerinden rekabet etme imkanı yok. Bu ülkelerle rekabet edebilmek için işgücünün verimliliğini artıracak teknolojik yatırımları yapmak gerekiyor.  
 
Örneğin, rakip ülkelerde günde 1 dolar alan ve 100 birim üretim yapan işçilere sahip olan bir işletme ile rekabet edebilmek için, Türkiye’de günde 8 dolar alan bir işçinin en azından 800 birim üretim yapmasını sağlamak şart. Bu ise üretim sürecinde teknolojik açıdan daha gelişmiş makineler kullanmadan mümkün olmuyor.    
 
Komple yeni yatırımlar şart  
 
Ekonomideki büyümenin yeniden istihdam artışı sağlayabilmesi için, komple yeni yatırımların devreye girmesi gerekiyor. Mevcut tesislere makine ve teçhizat alımına yönelik yatırımlar genelde istihdamda bir artışa yol açmıyor. Hatta bu tür yatırımlar çalışanların bir kısmına yol verilmesine ve istihdamın gerilemesine neden olabiliyor. Yeni üretim tesislerinin kurulması ise kaçınılmaz olarak yeni işçi alımını da beraberinde getiriyor. Bu tür yatırımların artması da ekonominin genelinde istihdamın artmasını sağlıyor.  
 
DİE’nin harcamalar yöntemiyle milli gelir verileri incelendiğinde, komple yeni yatırımlarda kriz sırasında başlayan gerilemenin hala devam ettiği görülüyor. Verimlilik artışına yol açan ve işgücü tasarrufu sağlayan makine-teçhizat yatırımlarının ise kısa sürede toparlandığı ve yeniden yükselişe geçtiği dikkati çekiyor.  
 
2001 krizi sırasında hem makine-teçhizat yatırımları hem de komple yeni yatırım yapılıp yapılmadığının göstergesi olan bina inşaatı yatırımları gerilemişti. 2002 yılında özel sektörün makine-teçhizat yatırımları reel olarak yüzde 1.4 artarken, bina inşaatı yatırımları yüzde 15.8 düştü. 2003 yılının ilk 3 çeyreğinde özel sektörün makine-teçhizat yatırımlarındaki artış güçlendi ve yüzde 39.6 olarak gerçekleşti. Buna karşılık bina inşaatı yatırımlarındaki düşüş aynen devam etti. Geçen yılın ilk 3 çeyreğinde bina inşaatı yatırımları yüzde 16.4 oranında geriledi.  
 
Büyüme de yatırımlara bağlı  
 
Bu yıl yatırımların nasıl bir seyir izleyeceği hem büyüme hem de istihdam açısından büyük önem taşıyor. Yalnız istihdamın artması için değil, hızlı büyümenin devam edebilmesi için de komple yeni yatırımların artması gerekiyor.  
 
Çünkü, 2001 krizi sırasında atıl hale gelen kapasiteler son 2 yıldaki büyümeyle dolduruldu. Hızlı büyümenin bu yıl da devam edebilmesi yeni kapasitelerin yaratılmasına yani yeni tesislerin kurulmasına bağlı. Kurulacak yeni tesisleri ise yeni işçiler istihdam etmeden çalıştırmak mümkün değil. Kısacası bu yıl ya büyüme yavaşlayacak ya da hızlı büyüme devam ederse istihdamda artışı da beraberinde getirecek.  
 
Bizim gözlemlerimiz yatırımlarda bir canlanmanın başladığı yönünde. Ancak bu canlanmanın boyutu konusunda şu anda kesin bir şey söylemek mümkün değil. 2004’ün kaderini görebilmek için birkaç ay daha beklemek gerekiyor.  
 
Durum umutsuz değil  
 
Aslında iktisatçıların çoğu ne 2004 yılından ne de önümüzdeki yıllardan büyüme açısından pek umutlu değil. Geçmiş yıllarda Türkiye’de büyüme hep iç talebin canlanması ile sağlanırdı. İç talebin canlanması ise dış dünyadan kaynak girişiyle ve kamu yatırımlarıyla finanse edilirdi. Artan iç ve dış borçlar nedeniyle artık bu iki faktörün de devre dışı kaldığı ve bu nedenle iç talebin canlanmasının zor olduğu düşünülüyor. Uzun bir süre hem büyümenin hem de istihdam artışının yavaş seyredeceği tahminleri yapılıyor.  
 
Ancak, büyüme sadece iç talebe bağlı bir şey değil. Geçen yıl olduğu gibi ihracata dayalı bir büyümenin gerçekleşmesi de mümkün. İhracata dayalı büyüme de yeni yatırımları uyarabilir ve istihdamda artış sağlayabilir.  
 
Ayrıca, enflasyonun tek haneye düşmesi ve ekonomide istikrarın sağlanmasından sonra doğrudan yabancı yatırımların artması ihtimali de var. Yani önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin daha sağlam dış kaynak girişlerine sahne olması imkansız değil.  
 
İç talep de hep böyle cansız kalmayacak. İhracata dayalı büyümenin ve yabancı yatırımların sağlayacağı iş olanakları, gelir düzeyinin artmasını sağlayacak. Artan gelir düzeyiyle birlikte iç talep de eninde sonunda canlanacak.  
 
EKONOMİNİN İSTİHDAM YARATMA KAPASİTESİ DÜŞÜYOR  
 
Türkiye ekonomisinin son dönemde büyümeye rağmen istihdamda bir artış gerçekleştirememesi bilim adamlarının da ilgisini çekiyor. Bu konuda araştırmalar yapılıyor. Bu araştırmalardan biri geçen ay, bilimsel makalelerin yayınlandığı bir dergi olan İktisat, İşletme ve Finans’ta yer aldı. İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden iki doçentin, Öner Günçavdı ile Suat Küçükçifçi’nin yaptığı araştırma, “Türkiye Ekonomisinin Üretim ve İstihdam Yaratma Kapasitesi Üzerine Gözlemler” başlığını taşıyor.  
 
Günçavdı ve Küçükçifçi’nin, 1973, 1985, 1990 ve 1996 yıllarına ait girdi-çıktı tablolarından yararlanarak yaptıkları araştırmanın sonucu, Türkiye ekonomisinin istihdam yaratma kapasitesinin giderek düştüğünü gösteriyor. Bunun temel nedeni ise firmaların teknolojiye yatırım yapıp üretimde emek kullanımını azaltması olarak görülüyor. İnceleme konusu olan dönem boyunca emek-hasıla oranının istihdamı azaltıcı yönde etki yaptığı dikkati çekiyor. Teknolojik gelişme ile üretimde emek kullanımının azaltılması, ekonomideki büyümenin istihdam yaratıcı etkisini frenliyor.  
 
Günçavdı ve Küçükçifçi’nin hesaplarına göre, 1973-1996 döneminde istihdamda yaşanan net artış yüzde 47 düzeyinde. Esasında bu dönemde üretimdeki artışın istihdam yaratıcı etkisi yüzde 324 olmuş. Ancak üretimde emek kullanımının azaltılması istihdam üzerinde yüzde 277 oranında azaltıcı bir etki yapmış. Böylece istihdamdaki artış, üretimdeki artışın gerektirdiğinin yüzde 15’i düzeyinde kalmış.  
 
En son yayınlanan girdi-çıktı tablosu 1996 yılına ait olduğu için, araştırma bu tarihten sonra ekonominin istihdam yaratma kapasitesinin ne yönde değiştiğini ortaya koyamıyor. Ancak bu dönemde yaşadığımız 2 krizi ve son 2 yılda büyümeye rağmen istihdamın artmadığını göz önüne alırsak, ekonominin istihdam yaratma kapasitesindeki düşüşün devam ettiği tahminini yapmak mümkün.  
 
İHRACATTA 1 YILDA 3 YILLIK YOL ALDIK  
 
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) verilerine göre, 2003 yılında ihracatımız 46 milyar 878 milyon dolar olarak gerçekleşti. İhracat önceki yıla göre yüzde 30 oranında artış gösterdi. Uzun döneme ilişkin verilere bakıldığında Türkiye’nin ihracatındaki normal artış oranının ise yüzde 10 dolayında olduğu görülüyor. Buna göre 2003’te ihracatta 3 yıllık yol aldığımız anlaşılıyor.  
 
İhracatın 2003 yılında ulaştığı düzey, 1996 yılındaki düzeyinin 2 katı. 1990’lı yılların sonlarında ihracat 26-27 milyar dolar arasında takılıp kalmıştı. Fakat son yıllardaki atakla, ihracatı 7 yılda ikiye katlamayı başardık.  
 
İhracattaki artışın kurlardaki gerilemeye rağmen gerçekleşmesi ise dikkat çekici. Türkiye’de ihracatın artması için kurların da mutlaka yükselmesi gerektiği şeklinde bir inanç var. Bu nedenle geçen yıl ihracatçılar sürekli kurdan şikayet etti. Ancak bu şikayetlere rağmen ihracatta olağanüstü bir yükseliş gerçekleşti. Çünkü kur dışındaki tüm faktörler ihracatın yükselmesini sağlayacak yönde hareket etti. Örneğin işçi ücretleri reel olarak geriledi. Verimlilik yükseldi. Enerji ve diğer girdi maliyetlerinde ise fazla bir artış gerçekleşmedi.  
 
2003’teki ihracat artışına, doların euro karşısında değer kaybetmesi nedeniyle kuşkuyla bakanlar var. İhracatçılarında içinde bulunduğu bu kitle, kur etkisi nedeniyle dolar cinsinden hesaplanan ihracatın yüksek göründüğünü iddia ediyor. Ancak yapılan hesaplar kur etkisinden arındırıldığında da ihracatta yüzde 20’nin üzerinde bir artış olduğunu gösteriyor. 2003’te ihracatın miktar olarak yüzde 21.9 artması da “Gerçekte ihracatta artış yok” diyenleri haksız çıkarıyor.  
 
İthalat ve finansmanı  
 
2003 yılında ithalat da tüm zamanların en yüksek değerine çıkarak 68 milyar 734 milyon dolara yükseldi. İthalat önceki yıla göre yüzde 33.3 oranında artış gösterdi.  
 
İthalattaki artış bazı çevrelerde korku yaratıyor. Ancak ekonomimizin yapısı gereği, üretimin ve dolayısıyla ihracatın artması için ithalatın da artması zorunlu. Türkiye ekonomisi üretimde önemli boyutta ithal girdi kullanıyor. Bu nedenle ithalatımızın dörtte üçe yakın bir bölümü hammadde ve ara mallarından oluşuyor. Üretim yükselişe geçince mecburi olarak ithalat da yükselişe geçiyor.  
 
Önemli olan ithalattaki artış değil, bu artışın ekonominin finanse edebileceği düzeyin üzerine çıkıp çıkmaması. Bunun için takip edilen bir gösterge, ihracatın ithalatı karşılama oranı. Önceki yıllara ait veriler bu oranın yüzde 60’ın altına indiği dönemlerde ekonominin sorunlar yaşamaya başladığını gösteriyor. Örneğin 2001 krizi öncesinde 2000 yılında bu oran yüzde 51’e inmişti. 2003 yılında ise ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 68.2 düzeyinde ve tehlike sınırının epey üzerinde gerçekleşti.  
 
2003 yılında ithalattaki artış cari işlemler dengesi açığını da artırdı. 2002’de 1 milyar 522 milyon dolar olan cari açık, geçen yıl 6 milyar 808 milyon dolara çıktı. Cari açık bizim tahminimizden biraz yüksek çıktı ama hükümetin 7.7 milyar dolarlık gerçekleşme tahmininin altında kaldı. Cari açığın 9-10 milyar dolara çıkacağını tahmin edenler de yanıldı.  
 
2003’te yaşanan artış yüksek olmasına karşın cari açık da şu anda ekonominin finanse edebileceği düzeyin üzerinde değil. Cari açığın 2003 yılı tahmini milli gelirine oran yüzde 2.8 olarak hesaplanıyor. Türkiye’de bu oran yüzde 3.5’i aştığı zaman sorunlar başlıyor. Yani şu an için tehlike sınırının altındayız.  
 
TÜFE’DE DE TEK HANE YAKIN  
 
1970’li yılların başından bu yana çift haneli olan enflasyon, şubat sonunda TEFE’de (Toptan Eşya Fiyatları Endeksi) tek haneye indi. Halkı esas ilgilendiren TÜFE (Tüketici Fiyatları Endeksi) enflasyonunun da 2-3 ay içinde tek haneye inmesi mümkün.  
 
Toptan eşya fiyatlarındaki yıllık artış oranı şubat ayında yüzde 9.1’e indi. Aynı ayda tüketici fiyatlarındaki yıllık artış oranı ise yüzde 14.3’e geriledi.  
 
Toptan eşya enflasyonunda çift hane süreci Mart 1971’de başlamıştı. Türkiye’nin 12 Mart Muhtırası’nı tartıştığı günlerde, toptan eşya fiyatlarındaki yıllık artış oranı yüzde 9.2’den yüzde 11’e çıkmıştı. 1975 yılının ikinci yarısı ve 1976’nın ilk ayları hariç, sonraki yıllarda toptan eşya enflasyonu hep tek hanenin üzerinde oldu. Hatta 1980 ve 1994 yıllarında üç haneli oranlar da görüldü. Toptan eşya enflasyonu Aralık 1994’te yüzde 149.6’ya kadar çıktı ve rekor kırdı.  
 
Enflasyondaki gidişat tüketici fiyatlarındaki yıllık artış oranının da yakında tek haneye inebileceğini gösteriyor. Tüketici enflasyonu son aylarda, Aralık 2003 tarihli Capital’in “Tek Haneli Enflasyon” başlıklı Konjonktür bölümünde yaptığımız projeksiyona uygun bir seyir izledi. Söz konusu projeksiyonda şubat ayı sonunda yıllık tüketici enflasyonunun yüzde 14.2’ye ineceği tahminini yapmıştık. Gerçekleşme sadece 0.1 puan daha yüksek oldu. Aynı projeksiyonda tüketici enflasyonunun mayıs ayında tek haneye ineceğini öngörmüştük. Bu tahminimiz hala geçerli.  
 
Merkez Bankası, yılın ikinci yarısında enflasyonda hafif bir yükseliş olacağını ve 2004’ün yüzde 12’lik hedef dolayında kapanacağını düşünüyor. Merkez Bankası’nın hesaplarına göre tek haneye kalıcı düşüş 2005 yılında olacak. Ancak bize göre 2004’ün tek haneli enflasyonla kapanması da mümkün.    
 
DOĞRUDAN YATIRIMDA GİDEN GELENİ GÖTÜRDÜ  
 
Merkez Bankası’nın verilerine göre, geçen yıl yabancıların Türkiye’de yaptıkları doğrudan yatırımların tutarı 578 milyon dolar oldu. Yurtiçinde yerleşik Türk vatandaşlarının yabancı ülkelerde yaptıkları doğrudan yatırımların tutarı ise 499 milyon dolar olarak gerçekleşti. Böylece giden geleni büyük ölçüde götürdü. Türkiye’nin aldığı net doğrudan yabancı yatırım tutarı 79 milyon dolarda kaldı.  
 
Yabancıların geçen yıl ülkemize yaptıkları yatırım tutarı, son 10 yılın en düşük düzeyi. Son 10 yılda bu tutar 600 milyon doların altına inmemişti. Aria’nın yatırımı sayesinde, yaşanan krize rağmen 2001 yılında yabancı yatırım tutarı 3 milyar doların üzerine çıkmıştı. 2002’deki doğrudan yabancı yatırım tutarı ise 1 milyar doların üzerindeydi. Ekonomi krizden çıkarken yabancı yatırımcıların Türkiye’ye ilgisinin azalması dikkat çekici.  
 
Geçen yıl Türk vatandaşlarının yurtdışında yaptıkları yatırımların tutarının da önceki yıla göre arttığı görülüyor. Ancak daha önceki yıllarla karşılaştırıldığında olağanüstü bir artış yok. Türk vatandaşlarının yurtdışında yaptıkları yatırımların tutarı en yüksek düzeyine 2000 yılında çıkmış ve 870 milyon dolar olarak gerçekleşmişti.  
 
Türkiye’ye yapılan doğrudan yabancı yatırımların kaynağı genelde Avrupa Birliği (AB) ülkeleri. Geçen yıl gelen yabancı yatırımların içinde AB kaynaklı olanların payı yüzde 70’i aşıyor. Yabancı yatırımların Türkiye’deki sektörlere dağılımında ise sanayi ile hizmetler sektörü ön plana çıkıyor. Geçen yıl yabancılar daha çok sanayi sektörüne yatırım yaptı.  
 
Türkiye’nin dünyadaki yabancı sermaye akımından aldığı pay denizdeki bir damla kadar küçük. Hükümet bu payı artırmak için çaba harcıyor. Geçen yıl haziran ayında çıkarılan bir yasayla yabancıların yatırım için izin alma zorunluluğu kaldırılmıştı. Geçen ay dünyanın büyük şirketlerinin tepe yöneticileri ile yapılan toplantı da bu çabanın son örneği. Ancak yabancı yatırımların artması için öncelikle ekonomide istikrarın sağlanması gerikyor.  
 
TÜKETİCİDE TEMKİNLİ İYİMSERLİK HAKİM  
 
Ekonomideki durumu izlemek için kullanılan istatistiklere geçen ay bir yenisi eklendi. Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) ve Merkez Bankası (MB) birlikte hazırladıkları Tüketici Güven Endeksi’nin ilk sonuçlarını açıkladı. Tüketici davranışlarını tespit etmek amacıyla kullanılan endeksin sonuçları bundan böyle her ayın 21’inci gününü takip eden ilk iş gününde açıklanacak.  
 
Tüketici Güven Endeksi’nin ilk sonuçları geçen yılın aralık ayı ile bu yılın ocak ve şubat aylarına ait. Bu sonuçlar tüketicide temkinli bir iyimserliğin hakim olduğunu gösteriyor. Endeks sıfır ile 200 arasında değer alabiliyor. Endeks değerinin 100’den küçük olması tüketici güveninde kötümser durum, 100’ün üzerinde olması iyimser durum olduğunu gösteriyor. Son 3 aya ait değerler 100’ün üzerinde ama çok da yüksek değil. Ayrıca endeksin değerindeki aylık artışların da pek yüksek olmadığı görülüyor. Şubat ayında tüketici güveninde yaşanan artış yüzde 0.4 düzeyinde kalıyor.  
 
Endeksin alt kalemleri incelendiğinde, şubat ayındaki artışın tüketicilerin mevcut dönemi dayanıklı tüketim malı satın almak için uygun olarak değerlendirmelerinden kaynaklandığı anlaşılıyor. Ancak bu uygun durumdan yararlanıp dayanıklı tüketim malı satın almayı planlayanların oranı çok düşük düzeyde kalıyor.  
 
Bu durum tüketicinin satın alma gücündeki artış konusunda fazla iyimser olmamasından kaynaklanıyor. Ankete cevap verenler içinde önümüzdeki 6 ayda satın alma gücünde artış olmasını bekleyenlerin oranı yüzde 32.1’de kalıyor. Ankete cevap verenlerin yüzde 46.2’si satın alma gücünün aynı kalacağını düşünüyor. Tabii satın alma gücünde artış beklenmeyince harcama planı da yapılmıyor.  
 
SANAYİ 2004’E YAVAŞLAYARAK GİRDİ  
 
2003’ün son ayında üretim patlaması yaşayan sanayi sektörü, 2004 yılına daha düşük bir artış oranı gerçekleştirerek giriş yaptı. Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) verilerine göre, ocak ayında sanayi üretimindeki artış oranı yüzde 6.5 olarak gerçekleşti. Oysa aralık ayında sanayi üretimindeki artış oranı yüzde 21.6 olmuştu. Ocak ayında da üretimdeki artış oranının yüzde 10’un üzerinde olması bekleniyordu.  
 
İmalat sanayi kapasite kullanım oranları, sanayideki yavaşlamanın şubat ayında da devam ettiği sinyalini veriyor. DİE’nin verilerine göre, şubat ayında kapasite kullanım oranı yüzde 73.4 oldu. Bu oran ocak ayında yüzde 77.2 düzeyindeydi. Yine de şubat ayındaki kapasite kullanım oranının geçen yılın aynı ayında gerçekleşen oranın 1.5 puan üzerinde olması biraz rahatlama sağlıyor.  
 
Esasında sanayinin performansının kış aylarında düşmesi biraz da mevsimsel koşullardan kaynaklanıyor. Genelde kış aylarında sanayi üretiminin düzeyi diğer mevsimlere göre daha düşük olur. Bu yıl ocak ve şubatta ağır kış koşullarının yaşanması, sanayideki yavaşlamanın önemli nedenlerinden biri gibi görünüyor.  
 
Bu yıl sanayinin nasıl bir performans göstereceğini kestirebilmek için birkaç ay daha beklemek gerekiyor. Bahar aylarıyla birlikte sanayi üretiminin yeniden yükselişe geçmesi mümkün olabilir. Nitekim geçen yılın ilk yarısını vasat bir performansla geçiren sanayi, haziran ayıyla birlikte yeni bir atağa kalkmıştı.  
 
Sanayinin 2004’teki performansı, ekonominin genelindeki büyüme oranı açısından büyük önem taşıyor. Sanayinin performansı yüksek olursa, ekonomi üst üste üçüncü hızlı büyüme yılını yaşayabilecek. Sanayinin performansının düşmesi halinde ise ekonominin genelindeki büyüme oranı da vasatın altına düşebilecek.  
 
HER 10 KİŞİDEN 3’Ü GURBETTE YAŞIYOR  
 
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) 2000 yılında düzenlediği nüfus sayımının ayrıntılı sonuçları, nüfusumuzun sosyal yapısıyla ilgili önemli bilgiler veriyor. Örneğin sayımın insanlarımızın doğum yerleri ve halen yaşadıkları yerlerle ilgili sonuçları, Türkiye’nin son 50 yılda yaşadığı göç sürecinin boyutu hakkında ipuçları veriyor. Göçün insanlarımızı en çok hangi illerden kopardığı ve nerelere sürüklediği hakkında bilgi edinmek mümkün oluyor.  
 
Nüfus sayımının doğum yeri ve yaşanılan yer ile ilgili sonuçlarından elde edilen bilgileri şöyle sıralamak mümkün:  
 
* Nüfus doğum yerlerine göre sıralandığında da birinci sırayı, 10 milyonu aşan nüfusuyla en kalabalık ilimiz olan İstanbul alıyor. Nüfus kağıtlarının doğum yeri hanesinde İstanbul yazanların sayısı 4 milyon 360 bini buluyor.  
 
* Bu açıdan ikinci sırada Ankara, üçüncü sırada Konya, dördüncü sırada ise İzmir var. Nüfus büyüklüğü açısından İzmir’in gerisinde kalan Konya, doğum yeri açısından ise öne geçiyor. Bu illerde doğanların sayısı 2 milyonu aşıyor.  
 
* Doğum yeri sıralamasında son sırada ise Yalova yer alıyor. Bu ilde doğanların sayısı sadece 79 bin. Yalovalılar’ın Türkiye’nin diğer illerine gittiklerinde hemşehri bulmaları epey zor görünüyor.  
 
Tunceli terk edilme şampiyonu  
 
* Doğduğu ilin dışında yaşayanların oranının en yüksek düzeyine çıktığı il Tunceli. Doğum yeri Tunceli olan 236 bin kişinin yüzde 70.9’u başka illerde yaşıyor. Bu durum Tunceli’nin yaşadığı ekonomik zorlukların ve terör eylemlerinden çektikleri sıkıntıların doğal bir sonucu. Bu zorluklar olmasa ve bu ilde doğanlar yerinden kıpırdamasa, Tunceli bugün Türkiye’nin nüfus bakımından en küçük şehri olmayacaktı.  
 
* Doğduğu ilin dışında yaşama oranının yüksek olduğu diğer illerin de genelde Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde bulunan ve ekonomik durumu pek parlak olmayan iller olduğu görülüyor. Bu açıdan Ardahan yüzde 65.1 oranıyla ikinci sırada. Bayburt, Kars, Sinop, Gümüşhane, Erzincan, Artvin, Kastamonu, Sivas ve Çankırı’da da doğduğu ilin dışında yaşanların oranı yüzde 50’yi aşıyor.  
 
* Doğduğu ilin dışında yaşayanların sayısının en yüksek olduğu il ise Sivas. Bu ilde doğup da başka yerlerde yaşayanların sayısı 700 bini buluyor. Türkiye’nin başka yerlerine gittiklerinde hemşehrilerine rastlama olasılığı yüksek olan ikinci kitleyi ise Erzurumlular oluşturuyor. Erzurum’da doğup da başka illerde yaşayanların sayısı 606 bin kişi düzeyinde bulunuyor.  
 
* Doğduğu toprakları terk etme oranının en düşük olduğu il ise Bursa. Bu ilde doğan 1 milyon 402 bin kişinin yüzde 87.1’i halen yine bu ilde ikamet ediyor. İstanbul ve İzmir de terk edilme oranı düşük olan iller arasında. Doğum yeri İstanbul ve İzmir olanların halen yüzde 86.7’lik bölümü yine bu illerde yaşıyor.  
 
* Nüfusu içinde başka illerde doğanların oranının en yüksek olduğu ilin ise Yalova olduğu görülüyor. Bu ilin 169 bin kişilik nüfusunun yüzde 65.3’ünü başka yerlerden göçüp gelenler oluşturuyor. Yüzde 62.2’lik oranla İstanbul ikinci sırada yer alıyor. İstanbul, barındırdığı göçmen sayısı açısından ise 6 milyon 231 bin kişi ile ilk sırayı alıyor.  
 
* Türkiye’nin tamamı ele alındığında ise 18 milyon 518 bin kişinin doğduğu ilin dışındaki illerde yaşadığı görülüyor. Türkiye’nin herhangi bir ilinde doğanların toplam sayısı ise 66 milyon 526 bin. Bu durum yaklaşık olarak her 10 kişiden 3’ünün doğduğu toprakların dışında yaşadığını gösteriyor.  

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz