Türkiye’de her hızlı büyüme döneminde görülen olgulardan biri, büyümeyle birlikte cari açığın da yükselmesidir. Bunun nedeni ekonomimizin ithalata aşırı bağımlı bir üretim yapısına sahip olması. Tü...
Türkiye’de her hızlı büyüme döneminde görülen olgulardan biri, büyümeyle birlikte cari açığın da yükselmesidir. Bunun nedeni ekonomimizin ithalata aşırı bağımlı bir üretim yapısına sahip olması. Türkiye’de daha fazla üretim ithalatın da artması anlamına geliyor. Çoğunlukla ihracat buna ayak uyduramadığı için de sonuçta hem dış ticaret açığı hem de cari açık yükseliyor. 
Türkiye ekonomisinin bir başka özelliği, cari açığın yükseldiği bu dönemlerden ekonomide yumuşak inişi sağlayarak sıyrılmayı pek başaramaması. 1994 ve 2001’de gördüğümüz gibi, genellikle sonuç yüksek bir devalüasyon ve ekonominin krize yuvarlanması oluyor. İşte bu nedenle ekonominin hızlandığı ve cari açığın büyüdüğü dönemlerde iktisatçıların çoğu endişelenmeye başlıyor. Tıpkı bugünlerde yaşandığı gibi.
Yavaş büyümek çözüm mü?
Bazı iktisatçıların bu sorun karşısında önerdikleri çözüm, ekonomide yavaş büyüme hızlarına razı olmak. Örneğin Ercan Kumcu, yüzde 2-4 arasında bir büyüme hızının hedeflenmesi gerektiğinin söylüyor (Hürriyet, 21 Temmuz 2004). Kumcu’ya göre, bu büyüme hızı ile cari açık 1-3 milyar dolar arasında kalacak ve ekonominin ikide bir tökezlemesi olasılığı da ortadan kalkacak.
Ancak Türkiye’nin ihtiyaçları bu kadar düşük büyüme hızlarıyla giderilebilecek gibi değil. Yapılan çalışmalar, her yıl işgücü piyasasına giren gençlere istihdam olanağı sağlanabilmesi için büyüme hızının en az yüzde 6 olması gerektiğini gösteriyor (TÜSİAD, Türkiye’de İşgücü Piyasası ve İşsizlik, Aralık 2002). Aksi takdirde işsiz sayısının sürekli artması ve sonuçta toplumsal sorunlarla karşılaşılması olası.

Ayrıca cumhuriyetin kuruluşundan bu yana temel hedefimiz olan “muasır medeniyet seviyesine yükselmek” için de hızlı büyümeye mecburuz. Gelişmiş ülkelerle aramızdaki refah farkını makul bir sürede kapatmak için her yıl en az yüzde 7-8 büyümemiz gerekiyor. Yüzde 2-4 arasındaki büyüme oranlarıyla, bu ülkelere yetişmemiz yüzyıllar alır.
Yabancı sermayenin ülkemize çok az ilgi göstermesinin bir numaralı nedeni, ekonomik ve siyasi istikrarın bir türlü sağlanamaması. Yabancı yatırımcılar, 30 yılı aşkın süredir devam eden yüksek enflasyonun geleceği görmeyi engellediği bir ülkeye parasını uzun vadeli olarak bağlamaya doğal olarak yanaşmıyor. Siyasetçilerin iktisadi mantığa aykırı hareketleri ve hükümetlerin sık sık değişmesi de aynı sonucu yaratıyor. Esasında bu faktörler yerli yatırımların da yetersiz kalmasına yol açıyor.
Uygur’un, dış borç oranında artışı, dış borçlanma faizinde yükselişi, devalüasyonu ve büyüme oranında düşüşü kapsayan kötümser senaryosuna göre ise, bildiğimiz tanıma göre sürdürülebilir cari denge yüzde 1.9 ile yüzde 2.9 arasında çıkıyor. Yani bu durumda cari açık değil ciddi bir cari fazla vermemiz şart oluyor.
İlk çeyrek için açıklanan büyüme oranı, üç aylık milli gelir verilerinin hesaplanmaya başladığı 1987 yılından bu yana gerçekleşen en yüksek üçüncü oranı oluşturuyor. En yüksek oran 1990 yılının ikinci çeyreğinde yüzde 14.9 olarak gerçekleşmişti. İkinci en yüksek oran ise yüzde 12.6 ile 1995 yılının ikinci çeyreğine ait. Ancak bu yüksek oranlar önceki yıllardaki küçülmelerin üzerine gelmişti. Bu yılın ilk çeyreğindeki büyüme ise 2003’ün aynı dönemindeki yine yüksek sayılabilecek bir oranın (yüzde 7.4) üzerine geldi. 
Uygulanmakta olan istikrar programının en önemli ayaklarından biri olan bütçede yılın ilk yarısı oldukça iyi bir performansla geçildi. Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre, ilk yarıyılda bütçede yaşanan gelişmeler şöyle: 
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?