Dünyaca ünlü ekonomist Amartya Sen’e Nobel Ekonomi Ödülü getiren çalışmada, demokrasi ve ekonomi ilişkisi vardı. Profesör Dani Rodrik’in son çalışmalarından biri, “Demokrasi daha fazla kazandırır” ...
Dünyaca ünlü ekonomist Amartya Sen’e Nobel Ekonomi Ödülü getiren çalışmada, demokrasi ve ekonomi ilişkisi vardı. Profesör Dani Rodrik’in son çalışmalarından biri, “Demokrasi daha fazla kazandırır” başlığını taşıyor. Sadece bunlar değil, Robert Barro ve John Helliwell gibi ekonomistler de benzer çalışmalarda, sürdürülebilir kalkınmanın, demokrasiyle olabileceğini ortaya koyuyorlar. Bu araştırmaların iki önemli çarpıcı sonucu var; birincisi otoriter rejimle büyüme döneminin sona erdiği, ikincisi de demokrasinin insani kalkınmayı da yukarı çektiği yolunda...
İktisat bilimciler arasında yakın zamana kadar demokrasinin ekonomik kalkınmaya köstek mi yoksa destek mi olduğu tartışılıyordu. Bu konu, ekonomi ve politika dünyasının en parlak beyinlerini ve akademisyenlerini de uzun süre meşgul etti. Son zamanlara kadar “Demokrasi ve kalkınma birbiriyle bağdaşmaz” görüşü yaygındı. Özellikle gelişmekte olan ülkeler için demokratik yönetimin kalkınmayı sekteye uğratacağı, zaten kıt olan kaynakların çarçur edilmesine ve verimsiz alanlara yatırım yapılmasına neden olacağı düşünülüyordu.
Ancak, gelişmiş istatistik teknikleri ve ülkelerin ekonomik performansını gösteren veriler kullanılarak ekonomik büyüme ve politik özgürlük arasındaki ilişkiyi inceleyen çok sayıda ekonomik çalışma gerçekleştirildi.
Son dönemde 100’ü aşkın ülke örneğini kapsayan ampirik çalışmalar yapıldı. Bu araştırmalar, demokrasinin, uzun vadede büyüme hızını düşürdüğüne inanmak için ortada gerçekçi bir neden olmadığını gösterdi. Robert Barro, John Helliwell, Nobel ödülü sahibi ekonomist Amartya Sen ve Dani Rodrik, Amerika’nın en seçkin üniversitelerinde bu konu üzerinde çalışan ünlü profesörler arasında...
Otoriter rejim büyüme getirir mi?
Araştırmaların sonuçları, otoriter rejimlerin ekonomik büyüme konusunda her zaman başarılı olmadığını gösteriyor. 1980’lerin ve 1990’ların en başarılı reformları, seçimle iktidara gelen demokratik hükümetlerce gerçekleştirildi. Arjantin ve Brezilya’daki stabilizasyon ile Polonya’nın sosyalizmden pazar ekonomisine geçişteki başarısı, yeni demokratik yönetimler tarafından hayata geçirildi. Botswana, Malta ve Kosta Rika, küçük ülkeler olmalarına rağmen demokratik yönetim sayesinde son 20 yıl boyunca “sürdürülebilir büyümeye” ulaştılar.
Gelişmekte olan ülkelerin son 10 yıl içindeki yıllık ortalama büyüme oranları sıralandığında eksi (-) değerlere geçen en sondaki 10 ülkenin tamamının otoriter rejimlerle yönetildiği gerçeği ortaya çıkıyor. En düşük büyüme oranına sahip olan ülke Irak, onu Kongo, Sierra Leone ve Burundi takip ediyor.
Irak ekonomisi son 10 yılda ortalama olarak her yıl yüzde 12 oranında küçülmüş. Dünyanın ikinci büyük petrol rezervlerine sahip olan Irak’taki halkın refah düzeyi Türkiye’den çok geride. Petrol zengini olmasına rağmen Libya’da bir atılım yapamadı, geçtiğimiz 10 yıl içinde yılda sadece yüzde 0.8 büyüyebildi.
Güney Afrika örneği
Afrika’daki otoriter rejimler de yıllardır yerinde sayıyor. 1990-1999 döneminde Kongo yılda yüzde 1.2, Angola yüzde 0.6, Zambiya ve Ruanda yüzde 0.5 oranında küçüldü. Kişi başı 3 bin 900 doları aşan milli geliri ile kıtanın en gelişmiş ülkesi sayılan Güney Afrika’da ilk demokratik seçimler 1994’te yapıldı. Irk ayrımcılığına karşı sürdürülen mücadelenin sembolü olan Nelson Mandela halkını özgürlüğe kavuşturdu. Güney Afrika’ya, dünya ülkeleri 1980’li yıllarda politik belirsizlik ve ırk ayrımcılığı nedeniyle çeşitli yaptırımlar uyguluyordu. Buna birde kuraklık eklenince 1980’lerin sonunda ülke ekonomisi krize girdi. 1994 demokratik seçimleri sonrasında ekonomik büyüme hız kazandı, ilk yıl yüzde 3.2, ikinci yıl yüzde 3.1, üçüncü yıl yüzde 4.1 büyüme oranı yakalandı.
“Kardeş ülke” olarak bildiğimiz Pakistan sık sık askeri darbelere sahne oldu. Son olarak 1999’da Benazir Butto darbeyle devrildi ve ülke halen askeri rejimle yönetiliyor. Demokrasinin bir türlü yerleşme olanağı bulamadığı Pakistan, büyüme ve kalkınma yarışında gerilerde kaldı. 1980-89 döneminde yılda ortalama 6.4 olan büyüme oranı 1990-99 döneminde yüzde 3.9’a düştü.
1970’de Türkiye’de kişi başı milli geliri 400 dolar düzeyindeyken, Pakistan’da 170 dolardı. Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik Raporu’na göre, 1998’de Türkiye milli gelirini 3 bin 167 dolara çıkarırken, Pakistan ancak 511 dolara ulaşabildi.
Krizi kolay atlatamayanlar
Zaman zaman Güney Kore, Tayvan ve Singapur gibi Doğu ve Güneydoğu Asya ülkelerinin 1980’li yıllarda yakaladıkları yüksek büyüme performansı örnek olarak gösterilir. Bunu ileri sürenler, büyümenin, otoriter rejimler altında gerçekleştirildiğini, dolayısıyla ekonomi açısından bu tip rejimlerin daha ideal olacağını ileri sürürler.
Ancak, bu ülkeler 1990’lı yıllarda ekonomik krizlere teslim oldu, otoriter rejimler de durumu kurtarmaya yetmedi. Harvard Üniversitesi’nde ekonomi profesörü olan Dani Rodrik tarafından yapılan çalışmalar, demokratik yönetimlerin ani ekonomik şoklarla daha iyi başa çıktığını da ortaya koyuyor.
Zaire, Uganda ve Haiti’de ise otoriter rejimin denetimindeki ekonomi tam anlamıyla çöktü. Çok sayıda ülkede yaşanan bu gelişmeler ve araştırmalar, iktisat teorisindeki hakim görüşü değiştiriyor. Ekonomi uzmanları, son dönemde, “Ekonomik büyüme ve kalkınma demokrasi olmadan olmaz” görüşünde birleşmeye başladı.
Geçiş döneminin getirdikleri
Aslında ekonomik büyüme ile demokrasi arasındaki ilişkiyi en iyi, son yıllarda “geçiş sürecindeki” ülkelerin performansı ortaya koyuyor. Bu nedenle, otoriter rejimlerden demokrasiye geçiş yapan ülkelerin durumunun özel olarak değerlendirilmesi gerekiyor. SSCB’nin çöküşünün ardından 1991’den itibaren bu birlik sınırları içindeki eski cumhuriyetler birbiri ardına bağımsızlığını ilan etti.
Ermenistan ve Azerbaycan ekonomileri ilk bunalım yıllarını atlattıktan sonra büyümeye başladı. Bosna – Hersek hızlı bir toparlanma sürecine girdi, Polonya ve Slovak Cumhuriyeti ise geçiş döneminde olup da çok iyi performans sergileyen, hızlı büyüyen ülkelerden. Macaristan, Romanya ve Çek Cumhuriyeti ise gerçekten iyi performans sergileyen ülkeler olarak görüldüler.
Demokrasinin diğer nimetleri
Demokratik yönetimler sadece iyi büyüme performansı yakalanmasına destek olmakla kalmıyor, farklı ekonomik açılardan olumlu sonuçlar doğuruyor. Profesör Dr. Dani Rodrik, yaptığı bir araştırmada, demokrasinin ekonomik gelişmeye katkısını açıkça ortaya koyuyor. Rodrik’in araştırmasına göre bu katkılardan öne çıkanlar şöyle:
* Demokrasi, ekonomik performansın daha istikrarlı olmasını sağlar. Dolayısıyla, uzun vadede sürekli ve tahmin edilebilir ekonomik büyüme oranları doğurur. Geçmişe bakıldığında Hindistan, Kosta Rika, Malta ve Mariutus gibi uzun soluklu demokrasilerin, İsrail, Şili ve İran gibi otoriter rejimlere göre daha az volatilite yaşadığı görülüyor.
* Demokratik yönetimler, şiddetli şoklarla daha iyi başa çıkar. Demokrasinin gereği olan ekonomik düzenleme kurumlarına, telif hakları düzenlemelerine, sosyal güvenlik kuruluşlarına ve sosyal çatışmaları çözebilecek sisteme sahip olan ülkelerin ekonomileri şoklara karşı daha dayanıklıdır. Ani düşüşler göstermez.
* Demokrasi ile yönetilen ülkelerde ücretler daha yüksek olur. Ücret düzeyi gayri safi milli hasıla ve tüketim fiyatları ile ilişkili olduğu kadar demokrasiye de bağlıdır. 1970-1989 dönemindeki verileri kullanarak yaptığım bir çalışma, gelir düzeyi çok yüksek olmayan Hindistan, İsrail, Malta gibi ülkelerde ücretlerin verimliliğe kıyasla daha yüksek olduğunu gösteriyordu.
Bu çalışmada spektrumun öteki ucunda yer alan Suriye, Şili, Suudi Arabistan ve Türkiye’de ise hem demokrasi indeksinde hem de ücret düzeyi açısından beklenilende daha düşük değerler ortaya çıktı.”
TÜRKİYE’NİN PERFORMANSI DEMOKRASİYE GEÇTİKTEN SONRA YÜKSELDİ
Ülkelerin rejimleriyle ilgili yaptığımız araştırma, dünyada hızlı bir şekilde demokrasiye geçiş sürecinin yaşandığını ortaya koyuyor. Otoriter rejimden demokrasiye geçen ve hızla kalkınan ülkelere en iyi örnek olarak Arnavutluk veriliyor. Arnavutluk, 1991’de demokrasiye geçti. Son 10 yılda, 1993 hariç, her yıl yüksek oranda büyüme yakaladı.
Türkiye ise 1950’de çok partili yaşamla birlikte demokrasiye geçti. 1950 öncesine ve sonrasına ait göstergeler incelendiğinde demokrasiye geçişin Türkiye ekonomisine olumlu etki yaptığını görmek mümkün. 1923-1950 arasında yılda ortalama yüzde 4 olan gayri safi milli hasıla artışı, 1950 sonrasında yüzde 5’e çıktı. Yılda ortalama yüzde 2.1 olan kişi başı milli gelir artışı ise 1950-2000 arasında yüzde 5’e yükseldi. Sanayi üretimindeki yıllık ortalama artış 1950 öncesinde yüzde 5.6 düzeyinde iken demokrasiye geçişle birlikte yüzde 7’ye yükseldi.
“BOTSWANA AFRİKA’DA BİR DEMOKRASİ VE KALKINMA VAHASIDIR”
Prof. Dr. Amartya Sen/1998 Nobel Ödülü Sahibi
İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde ve İrlanda’da Trinity College’de ders veren Amartya Sen, 1998’de Nobel Ödülü kazandı. Demokrasi ve gelişme üzerine çalışmalar yapan Sen’in, demokrasi ve ekonomik büyümeye ilişkin değerlendirmeleri şöyle:
ÇİN VE KORE ÖRNEĞİ İSTİSNA: Çin ve Güney Kore, bir dönem otoriter yönetimler altında olan Hindistan, Kosta Rika ve Jamaika gibi demokratik ülkelere göre hızlı büyüme yakaladı. Ancak, bu iki örnek otoriter rejimlerin ekonomik büyüme açısından daha iyi sonuçlar doğurduğunu ispatlamaz. Çünkü, hem demokratik olup hem de hızlı, istikrarlı büyüyen ülkeler var. Botswana, otoriter rejimler altında ezilen Afrika kıtasında adeta bir demokrasi vahası gibidir ve en hızlı büyüyen Afrikalı ülkedir.
OTORİTER REJİMİN GETİRDİĞİ: Aslında, otoriter yönetimlerin, politik ve sivil hakların bastırılmasının, ekonomik gelişmeyi desteklediğine dair elde çok az kanıt vardır. Sistematik ampirik çalışmalarda politik özgürlük ve ekonomik performansın bağdaşmadığını destekleyen bir bulguya rastlanmadı. Demokrasi ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki bir çok farklı koşulla da bağlı.
SADECE GSMH YETERLİ DEĞİL Bazı istatistiksel çalışmalarda ikisi arasında zayıf negatif bir ilişki saptandı, bazılarında da ekonomik büyüme ve demokrasi arasında güçlü pozitif bir ilişki bulundu. İkisi arasında herhangi bir bağlantı olmadığını savunan hipotezi de reddetmek zor.
Bu noktada biraz araştırma metodolojisine değinmek istiyorum. Bu konuda yapılan çalışmalarda sadece istatistiksel bağlantılara bakmamalıyız, ekonomik büyüme ve gelişmeyi etkileyen günlük süreçleri de dikkatle izlemeliyiz. Dahası, ekonomik gelişmeyi değerlendirmek için sadece gayri safi milli hasıla veya ekonomik büyümeyi gösteren diğer göstergeler yeterli değil. Demokrasi ve politik özgürlüklerin vatandaşların hayatı üzerindeki etkilerine de bakmak gerek.
POLİTİKA VE SİVİL HAKLAR: Bir taraftan politik ve sivil haklar arasındaki ilişkiyi incelemek, diğer taraftan kıtlık gibi büyük felaketlerin önlenmesinde demokrasinin rolünü belirlemek lazım. Hükümetlerin zor durumda olan insanların ihtiyacına yanıt vermesinde, toplumun hükümete uyguladığı baskı önemli rol oynar. Ancak, demokratik yönetimlerde toplumlar hükümete seçim, protesto gibi yöntemler kullanarak baskı uygulayabilir.”
DÜNYA ÜLKELERİ 20’İNCİ YÜZYILDA DEMOKRASİYE YÖNELDİ
Merkezi Amerika’da olan “Freedom House” adlı kuruluş, dünyadaki politik değişimleri inceliyor ve her yıl bir “Özgürlük indeksi” yayınlıyor. Akademisyenler çalışmalarında bu indeksi kullanılıyor.
Freedom House’ın yaptığı araştırmalar, dünya ülkelerinin 20’inci yüzyılda hızla demokrasiye geçtiğini gösteriyor. Otoriter rejimlerin ekonomik kalkınma getirmediğini gören ülkelerin demokrasiye geçişi 1970’lerde hızlandı. Yirminci yüzyıl sadece insanlar ve ideolojiler arasındaki kanlı çatışmalara sahne olmakla kalmadı, ulusal bağımsızlık ve ülke içinde kişisel demokratik haklar için verilen şiddetli mücadelelere de tanık oldu.
Yüzyılın başında dünyada demokratik bir seçimle başa gelmiş tek bir yönetim bile yoktu. Siyahlar ve kadınların demokratik hakları söz konusu değildi. Monarşi ve imparatorluklar hakimdi.
1950’lere gelindiğinde ise Almanya’da totaliter Nazi devri kapanmıştı. Savaş sonrasında Avrupa ve Japonya’da demokratik yönetimlerin etkinliği arttı. Yüzyılın ortasında 22 ülke demokrasi ile yönetiliyordu, dünya nüfusunun yüzde 31’i demokratik özgürlüklerine kavuşmuştu. Tam 21 ülkede ise kısıtlı demokrasi uygulamaları vardı ve dünya nüfusunun yüzde 11.9’u yarı-demokratik yönetimler altında yaşıyordu.
Yüzyılın sonuna gelindiğinde liberal ve seçimle iş başına gelen yönetimlerin ağır bastığı görülüyor. Komünist dünyanın ve Latin Amerika’nın büyük çoğunluğu, Asya ve Afrika ülkelerinin bazıları demokrasiye geçti.
Şu an 192 dünya ülkesinin 119’unda seçimle başa gelen demokratik yönetimler var ve bu ülkelerde dünya nüfusunun yüzde 58.2’si yaşıyor. Freedom House tarafından temel insan haklarına ve hukuk kurallarına saygılı bulunan 85 ülke var ve gerçek demokrasi ile yönetilen bu ülkelerde dünya nüfusunun yüzde 38’i yaşıyor.
“TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ VE YÖNETİMİN NE KADAR İYİ İŞLEDİĞİNİ TARTIŞMALIYIZ”
Prof. Dr. Refik Erzan/Boğaziçi Üniversitesi
“Türkiye için demokrasi dışı bir alternatif gerçekçi değildir. Tartışılması gereken, demokrasinin ne derece iyi çalıştığıdır” diyen Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Refik Erzan, “demokrasi ve kalkınma” ile ilgili sorularımızı şöyle yanıtladı:
Siz demokrasi ve ekonomik büyüme arasında nasıl bir ilişki olduğunu savunuyorsunuz? Sizce demokrasi ekonomik büyümeye ne kadar oluyor?
Tarihsel bir perspektifte demokrasi ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmaların, benim bildiğim kadarı ile, net ve genelleştirilebilecek bir bulgusu yoktur. Ayrıca, iki yönde de kuvvetli örnekler olduğunu biliyoruz.
Konuyu daraltarak devlet yönetiminin kalitesi ile ekonomik kalkınma ve büyüme arasındaki ilişkiye bakabiliriz. Bu durumda çok kuvvetli bir ilişki saptanmaktadır. Bu bulguların neticesinde, son 10-15 yıldır ülke yönetimi (governance) konusu Dünya Bankası tarafından kalkınmanın en önemli şartı olarak kabul edilmektedir. Verilen kredilerin, yapılan yardımların çoğunluğu kurumsallaşma - kurum oluşturma (institution building) içermektedir.
Türkiye'de demokrasi ortamı ekonomik büyümeye olumlu etki edebilecek düzeyde gelişti mi? Türkiye'nin son 50 yıllık ekonomik gelişmesine bakarak demokrasi ve ekonomik büyüme ilişkisi üzerinde neler söyleyebilirsiniz?
Bugün Türkiye için demokrasi dışı bir alternatif gerçekçi olmadığı için, tartışılması gereken konu iyi çalışan ve iyi çalışmayan bir demokrasidir. İyi çalışmayan bir demokraside iyi ülke yönetimi olması mümkün değildir. Türkiye’nin uzun zamandır çektiği ekonomik sıkıntıların nedeninin kötü yönetim olduğu çok açıktır. Bu durumda demokrasinin iyi işler hale gelmesi gayet tabii ki ekonomik büyümeyi kısa bir sürede çok yüksek seviyelere getirebilir. Bu çerçevede iyi demokrasinin popülizm olmadığı vurgulanmalıdır.
Demokratikleşmeden benim beklentim her alanda şeffaflığın ve katılımcılığın artması ve hukuk devleti prensiplerine uyulmasıdır.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?