Gazi Erçel / Merkez Bankası Başkanı Türkiye´yi yeni milenyuma taşıyan ekonomi politikalarının temelinde, Merkez Bankası´nın uyguladığı para programı yatıyor. Programın mimarı ise başkan Gazi ...
Gazi Erçel / Merkez Bankası Başkanı
Türkiye´yi yeni milenyuma taşıyan ekonomi politikalarının temelinde, Merkez Bankası´nın uyguladığı para programı yatıyor. Programın mimarı ise başkan Gazi Erçel... Capital´e 2000 yılı planını anlatan Erçel, Türkiye´nin politik ve konjonktür açısından önemli bir fırsatla karşı karşıya olduğunu söylüyor. Üstelik bunu ``son şans`` olarak değerlendiriyor. Ona göre Türkiye mutlaka başarıya ulaşmak zorunda. Erçel, ``Bunları uyguladığımızda 3 yıl sonra Türkiye´nin çehresi bambaşka bir hale gelecek`` diyor.
Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel, yeni para programını ve Türkiye´nin 2000´li yıllardaki vizyonunu anlatırken, ``başarısızlık'' ihtimalinden söz dahi ettirmiyor. Kararlılıktan sapmamamız gerektiğini belirtirken, programın 3 yıllık bir dönemi kapsadığını özellikle vurguluyordu. Erçel, bu dönem içinde dalgalanmalar olabileceğini, fakat hedeften sapmanın söz konusu olmayacağını belirtiyordu. Çünkü Erçel´e göre, bu program, Türkiye´nin önündeki son şans.
Zaten ``Kur ve Para Politikası Uygulaması'' açıklanırken, şimdiye kadar olduğu gibi tanım olarak ``Enflasyonla mücadele'' değil de, ``2000 yılı enflasyonu düşürme programı''nın kullanılmış olması, programın iddiasını da bir şekilde ortaya koyuyor.
Erçel´e göre, sonuç önce orta sınıftan alınacak. Çünkü bu tür programların öncelikle olumsuz etkilediği hatta Gazi Erçel´in deyimiyle ortadan kaldırdığı orta sınıf, enflasyonun inmeye başladığını diğer kesimlerden daha önce hissedecek. Programa bakıldığında, bundan önceki ``mücadele'' programlarına göre en önemli fark belki de likiditen ve büyümeden korkmadan enflasyonu indirmeye çalışmak olacak. Bunun bedeli ise Özal´ın büyük sunuşlarla gündeme soktuğu dövizde serbestide yeni bir sisteme geçmek oldu.
Programın başarısından şüphe edilmemesi gerektiğini belirten Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel´in Capital´in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
2000 yılı önemli bir geçiş dönemi olacak gibi görünüyor?
Dikkatli şekilde arkaya dönüp baktığımızda, çizilen politikaların 1998- 1999´da uygulandığını görüyoruz. 1998´in ortalarında IMF ile yakın izleme anlaşması yaptık. Bu süreçte Türkiye´nin makro ekonomik politikalarını çizerken, belirli bir disiplin içinde gittiği imajını hem iç piyasalara hem uluslararası piyasalara verdik. Ve bu dönemi düşünün üç tane hükümet geçti, bir seçim geçirdik. Bir Rusya krizi ile karşı karşıya kaldık. Böyle bir dönemi geçerken Türkiye, disiplinli bir şekilde hem maliye, hem para, hem kur politikalarını, hem de yapısal reformları uyguladı.
Çok derin değildi. Aslında tam derine doğru gidiyorduk ki, Rusya krizi önemli bir engel olarak çıktı. Krizi atlattıktan sonra yılın başına geldik, bu kez Latin Amerika krizi olasılığı ortaya çıktı. Tam kendimizi belirli bir disipline uydururken, seçim ortamının içine girdik. Ardından, 9 dolara kadar inen petrol fiyatları yükseldi.
O dönem ilk başta enflasyonu yüzde 35´lere indirme düşüncemiz vardı ama son noktalarda yüzde 50´lerde olacağı düşüncesiyle programı ona göre yönlendirdik. Bu kadar yüksek petrol fiyat artışına rağmen, görüyorsunuz, fiyat artışlarını toptan eşyada yüzde 57-58, toptan eşyada yüzde 64-65 seviyesinde bitiriyoruz.
2000´in ilk üç ayının programın başarısı için çok önemli olduğu vurgulanıyor...
Enflasyonu önemli şekilde aşağı indirecek politikalar demeti içine girdik. Geleceğe baktığımızda, artık biz 3 aylarla filan ilgilenmiyoruz. Biz 3 yılla ilgileniyoruz. Söylemesi kolay, uygulaması zor görünüyor ama biz kararlıyız. Yalnız biz değil, hükümette çok kararlı.
Bu programın 4 ayağı var. Bu program, enflasyonu indirme programı. İstikrar programlarında ise ödemeler dengesi düzeltilir. Bizim ödemeler dengesinde herhangi bir sorunumuz yok. Enflasyonu indirme programına ihtiyacımız var, hem de kemikleşmiş enflasyonu.
4 ayağa baktığımızda; birincisi enflasyonun en önemli kaynaklarından kamu sektörünün finansman ihtiyacını belirli ölçülerde aşağı indirmek, kamu borcunun GSMH´ya oranını önümüzdeki orta dönemde sabit bir düzeyde tutmak.
İç borcun sabit tutulmasından söz ediyorsunuz değil mi?
Artık iç borç, dış borç kavramı kalmadı. İç borcu, dış borca çevirseniz de aynı rasyoya ulaşıyorsunuz. Türkiye halıhazırda, kamu kesiminin toplam borcunun GSMH´ya oranının yüzde 60´ı geçmeyeceği konusundaki kural doğrultusunda gidiyor. Bütün mesele o aralarda durabilmek. Onun için güçlü bir bütçenin olması lazım. Kamu sektörünün birimlerinin güçlü olması lazım. Yapısal reformlarınızın güçlü olması ve yapısal bozuklukları düzeltebilmeniz lazım. Buna uygun para, kur, gelir politikanızı çizmeniz lazım.
Bütün bu politika demeti içine bir de politik kararlılığı aksiyona dönüştürerek, işlemesini eklediğinizde program bu şekilde ortaya çıkıyor. Türkiye yapısal olarak son derece önemli yerlerden geçmiş durumda. Bunların başında liberalleşme, ekonominin serbestleşmesi geliyor. Ekonomide liberalleştirecek yer kalmadı. Ekonomide çok önemli bir şekilde piyasa ekonomisinin kuralları çalışıyor; hem ödemeler dengesi, hem iç piyasa açısından.
Ama kamu finansman ihtiyacıyla ilgili yapısal düzeltmeleri, piyasanın çalışma düzenini bozan unsunlar olarak düzelteceğiz. Türkiye´de işgücünün piyasaya rahatça girip çıkması da önemli bir yapısaldır. Avrupa´nın önemli sorunlarından biri işgücü piyasasında görülen katılıktır. Bizde bu katılık yok. Asya ülkelerine bakıyorsunuz, bankacılık sistemi deniyor. Bizim bankacılık sistemi zaten yıllardır kurulmuş ve mevduat sigorta sistemi var. Asya´da böyle bir sistem yok. Denetleme sistemi 50 yıl öncesinden kurulmuş.
Dolayısıyla Türkiye çok yerlerden geçmiş şimdi geçmeyen yerleri bulup onları düzeltiyoruz. Buna biraz da politik kararlılığı eklediğiniz zaman bütün unsurlar biraraya geliyor. Şimdi tam kararlılıkla uygulama safhasındayız.
Bu politikanın sonucunda da enflasyonun düşeceğine kesin gözüyle bakıyorsunuz?
Böyle bir durumda ne olacak dediğiniz zaman, temel amaç enflasyonu düşürmek. Bunun için de önce reel faizlerin düşmesi lazım. Ondan sonra kişilerin daha çok dövizle tuttukları birikimlerden, işlemlerden kendi paranıza doğru geçişi, diğer bir tanımla TL´nin güçlendiğini görmeniz gerekir. Faizler düşecek, TL güçlenecek, enflasyon düşmeye başlayacak. Sonuçta makro ekonomide istikrar ortaya çıkacak.
İkincisi, bütçenin, faiz ve personel harcamalarından başka yeri kalmadı. Düzgün bir şekilde faizi aşağı indirip de, bütçeye hareket imkanı verdiğiniz takdirde, yatırımlar ve işgücü artacaktır.
Üçüncüsü dışarıdan fon gelmeye başlayacak. Kamu mali piyasalardan çekildiği için, fonlar özel kesime, özel kesimde de sadece büyük firmalara değil, küçük ve orta ölçekli firmalara doğru akmaya başlayacak.
Bankacılık sistemi içerden ve dışarıdan elde ettiği fonları, devletin kullanımından çekince diğer taraflara akması kaçınılmaz olacak. Toplum olarak bunlardan nereye çıkacağız? İş imkanlarımız artacak. Gelir dağılımı düzelecek. Kaybettiğiniz orta sınıfı bulma imkanı yavaş yavaş ortaya çıkacak.
AB ile beraber hareket eden bir düzeye geldiğinizde de, direkt yabancı sermaye yatırımcılarının çok ilgisini çekeceksiniz. Çin 1994-1998 yılları arasında 140 milyar dolar direkt yabancı sermaye çekti. Avrupa ile bütünleşen Çek Cumhuriyeti, Polonya, Macaristan´a giden yabancı sermaye 5´ten 10 milyar dolara kadar değişiyor.
Bütün bunlar oturduğu takdirde Türkiye çağdaş bir devlet olacak. Yani yaşayanların yaşam kalitesinin yüksek olduğu bir ülke olacak. Bunları uyguladığımızda 3 yıl sonra Türkiye´nin çehresi bambaşka bir hale gelecek. Bu bizim için en son ve en önemli fırsat.
Bu programı aksatabilecek en büyük korkunuz ne? Hedefleriniz iddialı ama Türkiye gibi ülkelerde her şey bir anda bozulabiliyor...
Programa başladığınız zaman, başarmak için başlarsınız. Korkmayacaksınız, çekinmeyeceksiniz, hedefleri koyacaksınız. Bu hedefe ulaşmak için ne yapacaksanız onlara karar vereceksiniz. Nerede aksar diye düşüneceksiniz, aksamaya izin vermeyeceksiniz.
Bu programın bir lokomotifi olması gerekmiyor mu? Bu lokomotifin de, dışardan gelecek fonlar olduğu konusunda yaygın bir görüş var. Çarkın döndürülebilmesi açısından. Sizce de öyle mi?
Bu, çarkın bir parçası olacak ama bütün değil. Bütün parçaların yerinde olması lazım, yoksa sistem işlemez. Örneğin kamu dışı faiz fazlasını yüzde 7-8´lere çıkardınız. Bu esnada sıkı para politikası uyguladınız. O zaman sizin programınız biter, çünkü güçlü maliye politikasına, sıkı para politikası uyguladığınızda faiz fırlar.
Süratli bir şekilde enflasyonu indirmeyi hedefliyoruz. Dövizden gelen paraya piyasada dokunmayacağız. Enflasyon mali sistemin derinleşmesine engel olmuş. Bankaların elinde bulunan TL fonların GSMH´ya oranı yüzde 20´lerde, döviz mevduatını kattığınızda yüzde 35, repoyu kattığınızda 38. Dünya düzeyi yüzde 100´leri aşmış.
Mali sektörün derinleşmesi lazım derinleşmiyor. Gitmiyor, parayı sıkıyorsunuz faiz yükseliyor. Çünkü kamu finansmanı sıkı değil. Şimdi kamu finansmanı yüzde 5´lerde sıkılmış durumda, ben burada çok önemli bir hareket alanı bulacağım. Döviz alacağım, parayı bırakacağım. Karşılığında piyasaya çıkacak para ne yapar, benden gelip tekrar döviz almayacağına göre para gidecek bir yer bulamayınca, faizler aşağıya doğru inmeye başlayacak.
Belirli bir seviyenin aşağısına inecek, para diyecek ki; ben deli miyim burada bu kadar faizle duruyorum diyecek ve gelecek benden döviz alıp çıkacak. Döviz çıkmaya başlayınca paranın miktarı azalacak, o zaman faizler hafif çıkmaya başlayacak. Belirli bir seviyeye gelecek.
Gidenlerden bazıları, bu faiz bana yeterli diyecek. Tekrar gelip, bozdurup, tekrar gidecek. Güçlü bir kamu finansmanına karşı ben para politikamı çok daha güvenli bir şekilde sağlayacağım.
Faize vergi konulmasının, faizleri yükseltebileceği görüşleri de yaygın. Siz bu bağlantıyı nasıl yorumluyorsunuz?
Faize vergi değil. Aslında beklemediğiniz anda servetinizde, gelirinizde bir artış oluyor. 1980´li yıllarda İngiltere´de özelleştirmeye gidilince, kurumlar ucuza gitmiş. Thatcher bir bakmış ki, bunlar çok iyi şirketler, çok iyi k^arlar elde etmişler. Beklemedikleri kazanç demiş ve vergilendirmiş.
1984 yılında İngiliz bankaları yurt dışından önemli k^arlar elde ettiklerinde de, beklemedikleri kazanç olarak değerlendirilmiş. Bizim olayımızda tahvili almışsınız, yüzde 140-100 civarında. Zaten Hazine´miz, yüzde 80´in altında tahvil satmamış ki. Hazine sadece bu yıl 20 milyar dolar reel faiz ödüyor. Ama şimdi enflasyon yüzde 25´e düşecek.
Ya düşmezse?
Hayır düşecek. Sizinle 1 yıl sonra yine beraber oluruz. Çok ciddi ve kararlıyız. Yüzde 60-70 enflasyon beklerken, yüzde 25´e düşen enflasyon karşısında beklemediğiniz, düşünmediğiniz, hesap etmediğiniz geliri gözönüne alın. Allah verdi, oldu diyebilirsiniz. Ama bu uygulama ekonomi hayatında bir kere olur. Bu noktada hiç kimsenin ne servetinde ne de beklediği gelirinde azalma olmadı.
60´tan aldı ve faizler yüzde 30 oldu diyelim. Düşünün dövizi çevirdiniz, kağıda yatırdınız. Dövizin size maliyeti ne oldu? Hiç kimse bu tür bir vergiyi istemez ama hem zorunluluk, hem ihtiyaç, hem de beklenmedik gelirin üzerinden alınınca kişileri, kurumları hiçbir şekilde rencide etmeyeceğine inanıyorum. Bundan sonra alınmayacağı inancındayım. Piyasa da zaten oturdu, düşündü ve bu fedekarlık karşısında bize düşen neyse ödeyelim dedi.
Piyasayı dinleyeceksiniz, ne düşündüğünü hissetmeniz lazım. Piyasa diyor ki, eğer enflasyon yüzde 25´e düşerse, benim çok büyük kazancım olacak.
Ben piyasanın sağduyusuna inanırım. Sinyalleşme mekanizması, para politikasının önemli mekanizmalarından. Siz ben bunu yapıyorum diyorsunuz, piyasa size inanıyor. Ama kredibilitenizin yüksek olması lazım.
Özel sektörden ne bekliyorsunuz?
Özel sektörün hemen her kesimi son derece sorumlu davranıyorlar. Bir tek amaçları var: ``Enflasyon belasından kurtulsak da, doğru düzgün bir ortamda çalışsak`` diyorlar. Onun dışında biz programımız konusunda kendilerine güvence veriyoruz. Tabii ki test edecekler ama sonuçları görmeye başladıkları zaman güven artacak, işimiz daha da kolaylaşacak.
4 yıllık görev süremde piyasalar, benim ağzımdan çıkan her söze, ağzından çıktıysa böyledir diyorlar. Kredibilitenizi kiralayabilirsiniz ama satın alamazsınız. Kiracı olduğunuz için de evden atılma riskiniz var. Kredibilite, geçiş dönemlerinin deneyimlerinden oluşur.
Beklenmeyen faiz vergisi uygulaması, elde edilecek 1.6 katrilyon liradan daha önemli bir olay. Çünkü, bu işin ciddi olduğu anlaşıldı. Bir gecede hiçbir sızıntı olmadan parlamento karar alabildi. Enflasyonu aşağı indirmek kolay da asıl zorluk Yüzde 12´lerden yüzde 5´lere indirip oralarda tutabilmek zor. Ama öbür yandan yüzde 60´lardan yüzde 25´lere düşüş de başka bir rahatlık getirecek. Türkiye´nin şansı koalisyonun üç ortağının da bu programa inanmaları gönül koymaları.
''BANKACILIK SİSTEMİ RAHABİLİTE EDİLMELİ''
Merkez Bankası Başkanı´na göre bankacılık kesiminin programdaki yeri nasıl olacak?
Türk bankacılık sistemi 130 yıl önce kurulmuş. Yabancısıyla, yerlisiyle her türlü motivasyonu olmuş. Koruma, denetleme önlemlerini almış. Altyapısı, insan gücü gelişmiş. Ama değişen dünya koşulları çerçevesinde rehabilite edilmesi lazım.
50 yıl önce Bankalar Yeminli Murakıbı olarak göreve başladığımda, denetlemeleri kural bazında yapardık ve ecza dolabı olup olmadığına bile bakardık. Ama dünya değişti, denetlemeler kural bazından risk bazına geçti. Banka olduğun zaman kredi idaresi, likidite, kur riskleri ön plana çıkıyor. Önemli olan etkin denetim. Bunun için de bağımsız denetim şart. Yoksa Merkez Bankası Başkanı olarak bankaları denetlemek düşünsenize çok büyük bir güç ama ben neden denetleme sisteminin içinde olayım. Benim piyasaların istikrarından sorumlu olmam lazım.
Ayrıca AB koşulları var. Son Bankalar Kanunu´nda AB standardı çerçevesinde bir banka müşteriye sermayesinin yüzde 25´inden fazla kredi veremeyecek. Bankanın sahibine kredi veremeyecek, iştirak yapamayacak. Benim sistemimde küçük ve orta ölçekli firmalar önemli. AB bankacılık sistemi içinde biriken fonların birisine blok halinde verilmesinin cezalandırılmasını öngörüyor.
''FAİZE VERGİ DÖNÜM NOKTASI OLDU``
Faize verginin anlamı neydi?
SSK Kanunu, Anayasa değişikliği, son vergi düzenlemeleri ve en son faiz vergisi olunca bir anda piyasa bunlar gerçekten kararlılar diye düşündü. Faize vergi, aslında olayın dönüm noktası oldu. Piyasalar ve toplum hükümetin hükümetin ne kadar kararlı olduğunu gördü. Her şeye vergi koymuşsunuz, vergiyi daha da artırmışsınız başka vergi alacak alan kalmamış, buna ihtiyacınız var, bunu göstermek açısından önemli bir karardı.
Türkiye, görebildiğim kadarıyla bugünlerdeki fırsatı politik ortamda çok az yakaladı son 10 yılda. Diğer ülkelerin tarihine baktığınızda da çıkışın olmadığı bir yöne doğru yönelip, çıkışın olmadığı bir yerde kaldığınız zaman son derece radikal, ciddi önlemler alıyorsunuz. 1980´de de öyleydi. Orada da deniz bitmişti. Ödemeler dengesi denizi bittiği zaman çok daha ağır şartların içinde kalıyorsunuz. O zaman hem kriz, hem de toplumun her kesiminin çektiği ıstırap çok daha ağır oluyor.
''SONUÇLARI 3 YIL İÇİNDE ALACAĞIZ''
Merkez Bankası´na göre program nerelerde aksayabilir?
Programın aksaması diye bir olay düşünmek istemiyoruz. Karşımıza olumsuzluk geldiği zaman, onu aşmamız gerekir. Bizim programımız anonim. Ben Cumhurbaşkanı´ndan, parlementoya, bürokrasiye kadar inancı gördüm. Burada artık yol yok. Bunun herkes bilincinde.
Programın sonuçları görüldükçe inanç da artacaktır. Bazen olacak dediğimiz sonuçlar, mesela o ayın enflasyonu, beklediğimiz gibi, çıkmayabilir bundan hiçbir şekilde gocunmamamız lazım. Bu 3 yıllık yol, çok kolay aşılacak bir yol değil. İki ay çok iyi gidersiniz, üçüncü ay enflasyon artabilir.
Bu noktada bu iş bitti diyemeyiz. Günlük yaşamıyoruz. Üç yıllık bir perspektifin içine giriyoruz.
İkincisi ve daha önemlisi toplumun her kesimi tarafından algılanması, benimsenmesidir. Bunun için programı algılatacaksınız, anlatacaksınız. Bir de sonuçlarının görülmesi çok önemli. Sonuçları görmeden tam algılanamaz ama yurt içinde de yurt dışında da anlatmaya devam etmeliyiz. Sonuçlar da zaten 3 aylık bir süre içinde alınamaz.
''PROGRAM BÜYÜMEYİ ARTIRAN NİTELİKTE``
Uygulanan programın etkilerini nasıl göreceğiz?
İşgücünün açılmasını, iş bulma imkanlarının artmasını görecek. Biraz da ekonomi canlandığı zaman görecek. Büyüme neye bağlıdır? Ya tüketim harcamalarınız fazladır, ya yatırım harcamalarınız fazladır, ya da bütçeyi açarak, ekonomiyi canlandırırsınız. Ya da dış alem gelirleriyle büyürsünüz. Bizim ödemeler dengemizde imkanımız var. Tüketimi artırırsanız, enflasyonist olur. Ama kişiler daha fazla tükettiği için yaşam standartları artar, o da kötü bir şey değil. Yatırımları artırdığındızda hem iş gücü imkanları hem beraberinde birtakım imkanlar gelecek. İş bulma kapasitesi arttığında, insanlar bunu hemen farkedecekler.
Bizim eğitilmiş iş gücü açısından önemli darboğazlarımız var. Yabancı sermayenin girişi ve yatırımların artışı, bu darboğazı aşmamıza yardımcı olacak. Bizim programımız büyümeyi aşağı indiren değil, artıran niteliklere sahip. Reel faizler aşağı indiği ve dışarıdan fonlar da geldiği zaman, ekonomide kullanılabilecek kaynaklar daha ucuz maliyetli olacak. Bankacılık sistemi otomatikman üretimi, yatırıma dönüştürecek.
Düşünün, içerdeki fonlardan devlet elini çekti ve dışardan da fon akışı oldu. Fon fazlası olacak. Sistem nereye götürecek? Bunlar tabii ilk üç ay içinde olacak şeyler değil. Enflasyonsuz bir zaman yaşamayınca insanlar bilemiyor. Ben 1982´de IMF´de çalışmaya gittiğimde benzinin galonu 1 dolar 32 sent´ti, geçenlerde gittiğimde 1 dolar 112 sent. Düşünün 18 yılda benzinin fiyatında değişiklik olmamış.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?