Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş, kriz nedeniyle, “kredi/mevduat” oranının yüzde 84’lerden 80’lere düştüğünü söylüyor. “Vadesinden önce krediyi öde” çağrılarının gerçeği yansıtmadığına dikkat çeki...
Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş, kriz nedeniyle, “kredi/mevduat” oranının yüzde 84’lerden 80’lere düştüğünü söylüyor. “Vadesinden önce krediyi öde” çağrılarının gerçeği yansıtmadığına dikkat çekiyor. Buna karşılık kredileri durdurma uygulamasının olduğunu belirtiyor. Ancak, son dönemde farklı bir yarışın öne çıktığını belirtiyor ve ekliyor:
“Kredi riski düşük olan firmaların önünde yeniden kuyruk oluşmaya başladı. Bu firmaların kapısında, kredi vermek için birbirimizle yarışıyoruz.”
Krizin etkilerinin en ağır hissedildiği Ekim ayından bu yana bankalar, kredi vermeyi kestikleri için eleştiriliyor. Geçmişte her bankadan rahatlıkla kredi alabilen büyük ölçekli firmaların taleplerinin bile reddedildiği konuşuluyor. Hatta verilen kredilerin geri çağrıldığı söyleniyor.
Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş, bugüne kadar vadesinden önce krediyi öde diyen bankaya rastlamadığını, krediyi kesme olayının ise bir ölçüde doğru olduğunu söylüyor.
Bu dönemde her bankanın risklerini ölçerek hareket etmek zorunda olduğuna dikkat çeken Ateş, “Değişen şartlarda, durum değerlendirmesi ve hasar saptaması için bir süre durduk. Bunu da yapmak zorundaydık çünkü hakikaten derin bir kriz ortamındayız” diyor.
Son 1-1,5 aydır ise yeniden kredi vermeye başladıklarını söyleyen Ateş, “Bankalar da, mevcut büyüklüklerini korumak için kredi vermek zorunda. Yalnızca şu anda doğru aktif peşindeyiz. Bu nedenle de riski düşük olana doğru bir eğilim var” diye konuşuyor.
Bankacılık kariyerinde yaklaşık 30 yılı geride bırakmak üzere olan Hakan Ateş, şu anda içinde bulunduğumuz krizi tehdit olarak değil bir fırsat olarak gördüğünü söylüyor. Bu nedenle Denizbank’ta 2009 için 2008’den daha iddialı hedefler koyduklarını söylüyor ve ekliyor: “Yüzde 30’lar civarında büyüyeceğimiz alanlar olacak.”
Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş ile bankacılık sektörünün gelişimini, yeni döneme yönelik beklentileri konuştuk. Krizin hem bankacılığa hem reel sektöre yansımalarına dair önemli değerlendirmeler yapan Ateş’in, sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
*2008’i nasıl geçirdiniz. Geçtiğimiz yıl ulaştığınız büyükler ne düzeyde oldu?
-2008, 2038 ve 2058’de de çok önemli bir yıl olarak hatırlanacak. 2008, olağanüstü değişikliklerin olduğu, sistemik risklerin ortaya çıktığı, “batmak için çok büyük” lafının, “hayatta kalmak için çok büyüğe” dönüştüğü bir yıl oldu.
Biz Denizbank olarak bu dönemde öncelikli sektörler belirledik. Kamunun finansmanı, tarım, turizm, gemicilik, eğitim, sağlık, enerji ve altyapı sektörlerinde çok etkin çalışmalarımız oldu. Son çeyrekte biraz yavaşladık ama hiçbir kredimizi vadeden önce çağırmadık. Ama vadesi dolan kredileri yenileyip yenilememek konusunda risk değerlendirmelerini yeniden yaparak karar aldık. Zaten bizim işimiz de bu. Kaynakları akılcı dağıtacaksak risk analizini de en iyi şekilde yapmamız gerekiyor. İyi kullanamayacak olana kredi veremeyiz.
Denizbank hedeflerini bu zor kriz yılında da tutturdu. Aktif büyüklüğümüz 28.3 milyar TL’yi buldu. Özel bankalar arasında 6’ncı banka konumumuzu pekiştirdik. Belli sektörlerde önce gelen banka olduk. Özellikle tarımda edindiğimiz konum beni çok memnun ediyor. Aynı şekilde KOBİ bankacılığında önemli çalışmalara imza attık. 2008 yılı içinde hedeflerimizin üzerinde 50 şube açtık. Şu anda 400 yurtiçi, 12 yurtdışı şubeye ulaşmış durumdayız. Kredilerimiz ve aktiflerimiz yüzde 27, mevduatımız ise yüzde 11 oranında büyüdü. Bunlar, 2008’in bizim için önemli rakamları oldu.
2009 zor bir yıl olacak. Bu yıla özel tedbirler aldınız mı?
Dexia bizi, fonlama konusunda 2008 boyunca çok rahat ettirdi. Satın alma sonrası Dexia’nın dışında hiç yurtdışı kaynak kullanmadık. Ancak, önümüzdeki dönem için kaynaklarımızı çeşitlendirmek istiyoruz. Bu nedenle yeni yurtdışı kaynaklara bakacağız.
Şu anda verimlilik rasyoları açısından önde gelen bankalardan biriyiz. Bunu da sürdürmeye devam edeceğiz. Diğer yandan riske dair çok önemli tedbirlerimiz var. Sektörlerde çok hızlı taramalar yapıyoruz. Eninde sonunda bu krizden herkes etkilenecek. Emtia fiyatları süratle düştü, sonra yeniden yükseldi. Bu oynaklık tarihin hiçbir döneminde olmadı.
Bugün her sektörde iyi, yani kredisini geriye ödeyebilecek firmalarla çalışıyoruz. Ama tabi dünya bir girdabın içinde. Bir İngiliz atasözü var: “Kafanı usturaya vurdururken çok fazla kımıldamayacaksın” denir. Biz de bu hesapla, firmaların varlıklarını sürdürebilmelerini ön planda tutarak çalışmaya gayret edeceğiz.
Sektörleri incelediğinizi söylediniz. Hangi sektörler kredi açısından daha riskli görünüyor?
Şu anda çok berbat durumda diyebileceğim bir sektör yok. Demir çelik sektöründe bile talep devam ediyor. Yurtdışı müteahhitlik hizmetlerinde keza öyle. Müteahhitlerimiz şu anda Rusya ve Dubai sıkıntıda olsa bile, geniş bir coğrafyada kendilerine iş imkanı yaratabiliyorlar.
Bankacılık sektörü üzerindeki ileriye dönük en büyük tehdit batık krediler. Kredi aslında verirken batar denir. Bu son krize kadar büyük ölçüde doğruydu ama son krizde artık çok iyi derecelendirilmiş firmalar bile bir anda ortadan kalktı. Bir firma düşünün borçluluk oranı çok yüksek. İkinci bir firma düşünün, akarken bir kenara koymuş yani özvarlığı da yüksek. Bu ikisini ayırmak gerekiyor. Biz de bunu yapıyoruz.
Dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de develuasyon oldu. Dolar yüzde 25-30 oranında değerlendi. Böyle bir ortamda ithalatı fazlaysa, talebi daralmışsa risk de artmış demektir. Örneğin, otomotiv sektöründe durum böyle. Ama bu tabi otomotivle hiç çalışılmaz anlamına gelmiyor. Çalışıyor ama koşulları değişiyor. Risk değerlendirme kriterlerimiz eskiye nazaran biraz daha derinleşti. Bu riskle uğraşan insanların doğal refleksidir. Piyasa biraz fazla reaksiyon gösterdi. Döviz kredisi fiyatları yüzde 12’lere çıktı. Ama şimdi yeniden 8-9’lara indiğini görüyoruz. Daha da inecek. Bu iş ne kadar teğet geçti geçmedi, bunun yorumunu ben yapamam ama birçok ülke kadar etkilenmediğimiz muhakkak.
Ancak krizin 4 aşamalı olduğunu da unutmamak lazım. Birincisi bilançoların bozulması. Bunu batan büyük bankalarda gördük. İkincisi konsolidasyon. Bu da büyük ölçüde oldu. Şimdi üçüncü aşamadayız, o da ekonomik kriz. Ekonomik krizden nasıl etkileneceğimizi göreceğiz. Kriz şartları ülkemiz için henüz yeni başlıyor. Dördüncü aşamada da toparlanma süreci gelecek.
Bankacılıkta krediyi geri çağırma ve krediyi kesme uygulamaları olduğu söyleniyor. Bu ne kadar yaygın? İşin boyutu ne kadar ciddi?
Son veriler, sistemde kredi/mevduat oranının yüzde 84’ten yüzde 79-80’e düştüğünü gösteriyor. Ama ben vadesinden önce “krediyi öde” diyen bankaya hiç rastlamadım. Bankalar Birliği’nde de bunu defalarca görüştük. Eğer ki bir firma hacze uğradıysa, banka da alacağını almak için harekete geçer, krediyi durdurur. Bu oluyor ama yeni bir şey değil, eskiden de vardı. Kriz nedeniyle şimdi biraz daha artmış olabilir. Çünkü, zor duruma düşmeler de artıyor.
Krediyi kesme olayı ise bir ölçüde doğru. Her banka risklerini ölçerek hareket etmek zorunda. Değişen şartlarda, durum değerlendirmesi ve hasar saptaması için bankalar olarak bir süre durduk. Bunu da yapmak zorundaydık, çünkü hakikaten derin bir kriz ortamındayız. İşte bu dönemde, “bankalar krediyi kesti” diye şikayetler çoğaldı. Ama herhalde şimdilerde bunu çok duymuyorsunuzdur. Çünkü, kredi riski düşük olan firmaların önünde yeniden kuyruk oluşmaya başladı. Bankalar son 1-2 aydır bu firmaların kapısının önünde kredi vermek için yine birbirini yiyor. Çünkü, bankalar da iyi aktif arayışı içinde. Bankalar da kredilerden nemalanmaya çalışıyor. Yalnızca şu anda riski düşük olan firmalara doğru bir eğilim var. Bu da duraksama gibi yansıyor.
Peki banka müşterilerinin ne kadarının mali yapısı bozuldu? Ne kadarı kredi alabilecek müşteri olmaktan çıktı?
Burada analizi segment bazında yapmak lazım. Denizbank olarak biz bireysel tarafta hala yoğun olarak kredilendirme yapıyoruz. Örneğin, SMS ile kredi veriyoruz. Ancak, burada oranlar değişti. Daha önce SMS ile aldığımız kredi başvurularımızın yüzde 15’ini onaylıyorsak şimdi, yüzde 8-9’unu onaylıyoruz. Bu, hem talep eden vatandaşın durumundaki bozulma hem bizim kriterleri biraz daha sıkmış olmamızdan kaynaklanıyor.
Genel amaçlı krediler ve kredi kartlarında kimse bir daraltma yapmadı. Ama örneğin, konut ve taşıt kredilerinde arz ve talep birlikte düştü. Buralarda bankalar hevesli değil, tüketici de çekimser. Ama bu durum geçici. Örneğin İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi büyük şehirlerde, talebin hiç düşmediği yerler var.
Peki KOBİ’ler cephesinde durum nedir?
KOBİ’ler tarafında ise sıkıntı var. Dönen çek hacmi, iflaslar ve haciz işlemleri arttı. Bunu biz çok derin bir kriz olarak değerlendirmiyoruz ama eskiye oranla ciddi bir sıkıntı söz konusu. KOBİ kredilerinde taleplerin yüzde 65-70 oranında bir kısmı kabul ediliyordu. Bu oranlar 50’ler düzeyine düştü diyebilirim. Aynı kriterlerle değerlendirsek bile durumunda bozulma olan KOBİ’ler fazla.
Ticari ve kurumsal tarafta da çok büyüklerin dışında, sektörüne göre değişkenlik arz etmekle birlikte, doğal olarak sıkıntı var. Alarm çanları çalmıyoruz ama 2009’da bu sıkıntıların azalmayacağını, aksine artacağını söyleyebiliriz. 2001 krizin sonra yaşadığımız birkaç yıla benzer bir döneme giriyoruz. Bu dönemde kredilendirme de, kredilendirilebilir müşteri sayısı da azalacak.
Bankalar arası rekabet krizden önce çok artmıştı. Şimdi nasıl?
Kriz döneminde rekabet etmeyiz diye düşünüyorduk ama öyle olmadı. Örneğin, kredi alabilecek iyi firmalara döviz kredilerinde yüzde 12’lerde verdiğimiz faizleri yüzde 8’lere kadar düşürdük. Rekabet, Türk bankacılık sisteminin en güzel yanıdır. En asil, en adil tarafıdır. Biz bankacılar olarak çok eleştirildik ama bankacılık, en verimli çalışan sektörlerin başında geliyor. Teknoloji, insan kaynağı, ürün seti ve rekabet anlayışıyla Türk bankacılık sektörü, dört dörtlük bir sınav verdi diye düşünüyorum. Bundan sonra da önü çok açık.
Diğer yandan bankacılık sermaye işidir. Sermayemizi kaldıraç olarak kullanarak para kazanıyoruz. Sermayesi güçlü, ileriye yatırım yapabilen bankalar bu dönemde de mutlaka kazançlı çıkacaktır. Zaten baktığınızda herkesin de iddiası bu doğrultuda. Kimse bu krizden küçülerek çıkmak istemiyor. Çünkü, pazar çok hızlı gelişiyor. Şu anda bir durgunluk olsa bile, pasta herkese yetecek kadar büyük.
“Kredi Alabilecek Müşteri Sayısı Azaldı”
Likidite Boğulma
Her kriz sonrası durumda “likiditede boğulma” dediğimiz bir hadise olabilir. Kriz oldu, önemli bir miktar para ortaya saçıldı. Bu para bir yerlerde dolaşıyor. Bu arada faizler neredeyse sıfıra indi. Borçlanma oranları ise hala yüksek. Dolayısıyla bankaların kredi vermesi gerekiyor. Aksi halde küçülmek zorundalar.
Doğru Aktif Arıyoruz
Bu dönemde mevcut büyüklüğü korumak için doğru aktif bulmak gerekiyor. Kredi riski düşük, iyi firmalar pazarlık yapıyor, “başka zaman” diyor. “Hangi fiyatla olursa olsun ver” diyene de biz vermiyoruz. Yani ortada bir polarizasyon durumu var. Dünyada da krizin temel nedeni, kredi vermenin altın kuralı olan risk ölçme modelinin şaşırmasıydı.
Paradigma Değişti
Derecelendirme şirketinden sigortacıya doğru genişleyen bir mutluluk zinciri vardı. Şimdi ise geri dönüş yaşanıyor. Riski eskiden ölçtüğümüz gibi ölçmeye başladık. Bu nedenle de kredi verilebilir müşterinin sayısı hızla azaldı. Bu arada regülatörün de üzerimizdeki baskısı artıyor. Burada şüphesiz bir paradigma değişimi var ve dünya hiçbir zaman 2008 öncesi gibi olmayacak.
“Bu Krizde Zarar Eden Banka Olmaz”
Yabancılar Memnun Kalacak
Türk bankalarına yatırım yapmış olan yabancıların bundan birkaç yıl sonra, ne kadar iyi yatırım yapmışız, ne kıymetli aktifimiz oldu diyeceklerini düşünüyorum. Çünkü, Türkiye’de hala çok büyük bir potansiyel var. Hala araba, hala ev, hala kredi kartı ihtiyacı var. Türkiye kaynakları, üreten ve tüketen nüfusuyla cazibesini koruyor. Krizden de bankaların zarar etmeden çıkacaklarını düşünüyorum. Zarar etmek için ancak çok kötü yönetiliyor olması gerekir.
BDDK böyle banka olmadığını söylüyor.
İlk 10 Sıralaması Değişmez
Kriz dünyada bankaların büyüklük sıralamalarını değiştirdi. Bizde bugün ilk 10 banka, bugün mevduat ve kredilerin yüzde 90’ına sahip. Ben gelecekte de bir değişiklik olmayacağını düşünüyorum. Fortis ve BNP birleşseydi, belki onun yansıması olabilirdi ama o da durduruldu biliyorsunuz. Kamu bankalarının özelleştirme programı kriz sonrasına kaldı. Kamu dışında büyük yerli ya da yabancı özel bankalar ise oldukça iyi durumda.
Kriz Sonrası İçin Kahinlik Zor
Türk bankacılığı bu tabloyu korursa kriz sonrası, örneğin 2011 gibi çok öncelikli bir yere gelebilir. Ancak, tabi farklı bir tablo da olabilir. Örneğin, Citibank geçtiğimiz dönemde Salomon Smith Barney’in en iyi varlığı olduğunu, asla elden çıkarmayacağını söylemişti. Şimdi satacağı konuşuluyor. Dolayısıyla kriz sonrasıyla ilgili kahinlik yapmak zor.
Denizbank’ın 2009 Planı
Yüzde 30 Büyüme
Ben bankacılık kariyerimde 29’uncu yılımdayım. Bu ahir ömrümde 2 bankayı sıfırdan kurdum. Biri Garantibank Moskova, diğeri de Denizbank’tı. Bu süre boyunca çok sayıda krize denk geldim. Biz bu krizleri iyi yönetiyoruz diye düşünüyorum.
Şu anda içinde bulunduğumuz krizi de tehdit olarak değil bir fırsat olarak görüyorum. Bu nedenle Denizbank’ta kendimize 2009 için 2008’den daha iddialı hedefler koyduk. Yüzde 30’lar civarında büyüyeceğimiz alanlar olacak. Bu yıl 50 yeni şube daha açacağız.
Öne Çıkacak 2 Alan
Bu yıl özellikle küçük işletmelere yönelik faaliyetlerimizi genişleteceğiz. Örneğin, geçtiğimiz dönemde çıkardığımız ve şu ana kadar 230 bine ulaşan üretici kart sayısını 2009 sonuna kadar 350 bine çıkarmak hedefindeyiz. 2012’ye kadar 4 üreticiden birinin Denizbanklı olmasını hedefliyoruz. Ayrıca ana ortağımız Dexia’nın desteğiyle, kamu ve belediye finansmanı yoğunlaşacağımız bir diğer alan olacak. Ocak 2009 itibarıyla kamu finansmanını bir işkolu olarak tanımlayan ilk bankayız.
Hande D. Süzer
[email protected]
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?