Goldman Sachs, dünyanın önde gelen yatırım bankalarından... Yayınladığı raporlarla piyasayı yönlendiriyor, ülkeleri değerlendiriyor. Bu dev kuruluşun en son raporu Türk bankacılık sektörü üzerine.....
Goldman Sachs, dünyanın önde gelen yatırım bankalarından... Yayınladığı raporlarla piyasayı yönlendiriyor, ülkeleri değerlendiriyor. Bu dev kuruluşun en son raporu Türk bankacılık sektörü üzerine... Sektörü gelişmekte olan ülkelerle değerlendiren rapor, bir yandan içinde bulunduğu duruma yönelik saptamalar yapıyor, diğer yandan çok hayati öngörülerde bulunuyor... Bu önemli raporda sektördeki kritik noktalara da dikkat çekiliyor.
Son dönemde bankacılık sektöründe çok önemli gelişmeler yaşandı. Şu sıralar etraf sisli ve kimse önünü kola kolay göremiyor. Yaşanan gelişmelerin nasıl sonuçlanacağı herkes tarafından merakla bekleniyor. İşte, böyle bir ortamda, dünyanın önde gelen yatırım bankalarından Goldman Sachs çok önemli bir rapor yayınladı. 13 Mart 2001 tarihini taşıyan “Banks-Turkey” (Bankalar-Türkiye) adlı bu rapor, Türk bankacılık sektörünün içinde bulunduğu koşulları değerlendiriyor, geleceğe yönelik çok hayati öngörülerde bulunuyor.
Goldman Sachs’ın raporundan çıkan en önemli mesaj şöyle özetlenebilir: “ Genel olarak bakıldığında çok da olumlu bir havaya sahip olduğu söylenemez”. Raporda Türk bankacılık sektörünün bütün zayıflıkları eleştirilmiş ve alınması gereken önlemlerin tek tek altı çizilmiş.
Rapor,Türkiye’nin önünde zorlu günler olduğunu ve bankacılık sisteminin halen risk içerdiğini anlatıyor. Capital olarak raporun bir özetini vererek, bu konuda dışarıdan bir kuruluşun nasıl bir bakış açısına sahip olduğunu ortaya koymaya çalıştık. İşte Goldman Sachs’ın değerlendirmeleri ana başlıklarıyla şöyle:
“Hala birçok risk var”
Türk bankacılık sisteminin öz sermayesinin büyük çoğunluğu çok şubeli, büyük bankalara ait. Bu nedenle sistem hala risk içeriyor. Açıkçası, Türk bankalarını zorlu ve uzun bir yeniden yapılanma süreci bekliyor. Bu sürecin maliyetinin 35 milyar doları aşacağı düşünülüyor.
Ayrıca, 10 milyar dolar tutarındaki açık pozisyon nedeniyle, Türk Lirası’nın devalüe olmasından sonra sistemin kaybının 3 milyar dolara ulaştığı tahmin ediliyor... Bu da uluslararası muhasebe sistemindeki (IAS) öz sermayenin kabaca yüzde 30’unu teşkil ediyor.
Ek olarak, eğer piyasada devlet tahvilleri mimlenseydi, öz sermaye sıfıra inebilirdi. Öz sermaye pozisyonunun tekrar kazanılması ihtimali düşük ve sistemdeki öz sermayenin neredeyse tamamı büyük bankalarda.
Yeni dönemde likidite sorununa dikkat etmek gerekiyor. Bu sorunun hala çözülememesi kaygı uyandırıyor. Bir an önce yeniden yapılandırma ve konsolidasyon çalışmalarına başlanması gerekiyor.
Yeni bir IMF paketi olmaksızın konsolidasyon ve yeniden yapılanma çalışmalarının yapılması pek mümkün gözükmüyor. Bu şartlar altında da, para basma ve iç borçlanmadaki yapısal çalışmaların riski yükseliyor.
Sistem nasıl sağlığına kavuşur?
Türk bankaları konusunda ihtiyatlıyız ve şu konular büyük önem taşıyor... Bu noktada şu başlıklara dikkat çekmekte yarar var:
* Bankacılık sistemini kurtarma çalışmaları sırasında likiditeye ve ayakta kalmaya çalışmaya odaklanmakta yarar var. Uzun dönemde, Yapı Kredi ve diğer özel bankalar daha güçlü piyasa payı elde edebilirler. Bankacılık sektörü daha kârlı bir duruma gelebilir.
* Yabancılar, bankaları pozitif bir yaklaşımla değerlendirmeye başlamak için, etraflı ve güvenilir bir yeniden yapılanma programına geçildiğini görmek istiyorlar. Uygulanacak programın, hem kamu hem özel bankaların ihtiyacı olan sermayenin zamanlaması ve ölçüsü konusunda rehberlik etmesi gerekiyor.
* Türkiye’deki kamu finansmanı sorunları da bankacılık sisteminin yeniden yapılandırılmasıyla aynı süreçte ele alınmalı. Bu zaman zarfından etkin bir politik liderliğe ihtiyaç var.
“Top hükümetin kucağında”
Hükümetin şu anda içinde bulunduğu durumu hızla çözmesi mümkün görünmüyor. IMF, Dünya Bankası ve onların büyük ortaklarından gelen göstergelere göre şimdilik yeni para akışı olasılığı da düşük. NATO üyesi Türkiye’nin jeopolitik önemine rağmen, hükümet zayıf uygulamasının faturasının Washington’dan yollanacak bir çekle kapatılabileceğini bekleyemez. Bunun iki nedeni var:
*IMF ve Dünya Bankası’nın Türkiye’ye yolladıkları yardım paketleri daha önce Asya ve Latin Amerika’ya yolladıklarıyla neredeyse aynı seviyede.
*1997-1998 Asya ve Rusya krizlerinden farklı olarak, Türkiye’deki kriz, OECD ülkelerine veya gelişmekte olan piyasalara bulaşabilecek bir tehdit gibi görünmüyor.
“İç borç yeniden yapılanmalı”
Faizleri aşağı çekmek için iç borçlanma konusunda yeniden yapılanma gerekecek. Bunun için iç borcun yüzde 85-90’ını üzerinde taşıyan yurtiçi bankalarla anlaşma yapılması gerekecek... Bunun, mayıs-haziran ayı gibi gerçekleşeceğini düşünüyoruz. Operasyonun başarısı, yapıldığı dönemdeki faizlerin seviyesine bağlı. Faizler ne kadar düşük olursa, yapılanmanın maliyeti hükümet için o kadar karşılanabilir gerçekleşecektir.
Türk ekonomisi, faizlerin zirveye çıktığı, enflasyonun ne olacağının tahmin edilemediği ve gelir beyanlarıyla bilançolara zarar gelmesi ihtimali olan bir dönemde. Böyle bir dönemde, Türk bankalarının kazançları üzerine tahmin yapmak olanaksız. Önümüzdeki 6–12 ay içinde analizin odağında bilançonun sağlamlaştırılması ve sürdürülebilir gelişmenin bulunması gerekiyor. Eğer yatırımcıların bankalara olan güveni geri kazanılmak isteniyorsa, bankalar ve yetkililer şeffaf olmak ve sık sık açıklama yapmak durumundalar.
Türkiye’deki büyük bankalar pek çok kriz atlattı; 1994’teki devalüasyon, 1997-1998 Asya krizinde ve 1998’de Rusya’da yaşanan karmaşanın yarattığı sıkıntılı ekonomik dönemlerde ayakta kalmayı başardılar. Eğer 1994 krizinde yaşananlar gelecekteki performanslar için bir gösterge olarak kabul edilirse; Yapı Kredi, Garanti, Akbank ve İş Bankası gibi özel bankalar da dahil olmak üzere, büyük ölçekli bankalar sorunlarını rahatlıkla aşabilecektir. Bu bankalar son krize güçlü bilançolarla girdiler. Krizi sermaye baz��nda önemli bir kayıp yaşamadan atlatabilirler.
“Türkiye’nin rating’i daha düşük”
İki ayrı ülkede yaşanan iki ayrı kriz asla birbirinin aynı olamaz. Krizlerdeki farklar ülkeler için temel makro unsurlarla ilişkilidir. Yine de süreçler birbirine benzer ve değerlendirme yapmayı kolaylaştırır.
Daha önceki örneklere bakacak olursak bir iyi bir de kötü haber bulunuyor:
Kötü haber; bankacılık krizleri stresli ve maliyetli süreçlerdir. İyi haber; bankacılıkta yaşanan karmaşalar değişim için güçlü bir katalizördür. Krizlerin sonuna gelindiğinde çoğunlukla daha sağlıklı bir bankacılık sistemi oluşur. Türkiye’de maalesef bankacılık sistemi oldukça kırılgan. Buna bağlı olarak, Asya’da yaşanan tecrübelere dayanarak, krizin sağlam olan kurumları kırılgan bankacılık sisteminden ayıracağı söylenebilir.
Hong-Kong, Singapur ve Filipinler, dibe vurmalarıyla sonuçlanabilecek krizleri engelleyebildiler. Çünkü, öncelikle kurumlardaki, yönetim ve bankacılık sektöründeki yapısal zayıflıklar daha az sayıdaydı. Sonra, onların daha az reforma ve yapısal değişikliğe ihtiyacı vardı. Türkiye’de durum biraz farklı...
Kore, Malezya, Tayland ve Endonezya, bankacılık sistemine dayanan yapısal kırılganlıklarından ötürü zarar görmeye devam ediyor. Tayland, Kore ve Endonezya, sürekli olarak sonunun nereye varacağı belli olmayan sorunlar yaşıyor. Bununla beraber, Türkiye, Asya ve Latin Amerika ile kıyaslandığında daha az “rating” alıyor.
Türkiye’de hala tahsil edilemeyen kredilerin kurtarılması için hiçbir plan yapılmadı. Yönetmelik çatısı, bağımsız bir düzenleyici kurum oluşturulduğundan beri gelişiyor. Fakat kurumdaki çalışan sayısı yeterli değil. Geçmişte bankalar, bünyesinde bulunan kurumlara yüklü borçlar veriyordu. Bu nedenle, bankaların yönetmelik çatısının ve kredi kültürlerinin oldukça zayıf olduğu anlaşılıyor. Yüksek enflasyon gibi unsurlar Türkiye’yi, Türkiye’ye has ve ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakıyor.
Arjantin-Türkiye analizi
Arjantin de Türkiye’ye benzer kriz yaşayan ülkelerden biri... Arjantin’de, 1995 Meksika’da yaşananlarla tetik alan kısa süreli bir kriz yaşandı. Kriz, güven kaybından kaynaklanan kısa vadeli likitide sıkışmasıyla ortaya çıktı. Diğer bir etmen ise bir sonraki devalüasyon yaşayacak olan ülkenin Arjantin olması beklentisiydi.
Yine de Arjantin devalüe olmadı ya da çapasından ayrılmadı. Hem lokal hem yabancı yatırımcılar, paralarını bankalardan büyük ölçeklerde çekmeye başladı. Birkaç ay içinde bankacılık sektörü mevduat tabanının yüzde yirmisini kaybetti. Kaliteye yönelik çaba kırılmakta olan bankacılık sektörünün konsolidasyonunu hızlandırdı. Böylece, denge ve güven hızla geri kazanıldı.
Meksika yaralarını 10 yılda sardı
1991–1994 yılları arasında Meksika da bir kriz yaşadı. Kriz, Meksika ekonomisinin ve bankacılık sisteminin yapısındaki zayıflıkları ortaya çıkardı. Bankacılık sektörü 1990 yılında yabancılardan çok lokale yönelik özelleştirilmişti. Sektör, 1991-94 yılları arasında yüklü miktarlarda ve kolayca borç dağıtarak zayıflamıştı.
Meksika bankacılık sistemi böylece iflas etti. Daha sonraki on yılı iyileşme çalışmalarına ayırmak zorunda kaldı. 1994 ve 1996’daki Meksika krizi pezo devalüasyonu kaynaklı görülüyordu. Fakat, aslında devalüasyon önceden var olan zayıflıkları bir araya getirdi. Bu zayıflıklar, 1994 yılı sonuna doğru yeni hükümetin başa gelmesinden hemen sonra çeşitli ekonomik dengesizlikler sırasında oluşmuştu.
“YENİDEN YAPILANMANIN MALİYETİ 35 MİLYAR DOLAR”
Goldman Sachs yetkilileri, bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması çalışmalarının maliyetinin yüksek olacağı görüşündeler. Bu konudaki yorumları şöyle:
“Türk yetkilileri, bankacılık sektörünün yeniden yapılandırma çalışmasının maliyetini 25 milyar dolar olarak belirtiyorlar. Piyasalar ve ortam hızla dengeye kavuşsa bile, biz bu rakamın 35 milyar doları aşacağını tahmin ediyoruz. Maliyet, şu anki kura göre Türkiye’nin Gayri Safi Milli Hasılası’nın (GSYH) yüzde 20-28’ini teşkil edecek.
Türkiye’deki çalışma en pahalı yeniden yapılandırmalardan biri olacak. Tayland, Meksika ve Endonezya’ya yakın rakamlar söz konusu. Bu ülkelerdeki yeniden yapılanma çalışmalarının maliyeti Gayri Safi Milli Hasılalarının (GSYH) yüzde 25-30’u civarında tutmuştu.”
BREZİLYA’DA NELER YAŞANDI
Goldman Sachs’ın raporuna göre, Türkiye’de yaşanan krize ışık tutabilmek için Brezilya, Meksika ve Arjantin’deki krizlerin iyi incelenmesi, Türkiye’deki sıkıntıların bu ülkelerde yaşananlarla kıyaslanması gerekiyor.
Brezilya’nın temelde sağlıklı olan bankacılık sektörü, hem 1995 Meksika hem de 1998-99 Rusya krizini diğer ülkelere kıyasla daha az zarar görerek atlattı. Çünkü, Brezilya’da zaten 1999 yılı için devalüasyon beklentisi vardı. Bankalar çok iyi hazırlanmışlardı. Beklentilerin tersine, 1999 yılı başındaki devalüasyon sonrasında enflasyon düşük kaldı. Bunda işçi sendikasının verdiği desteğin payı büyüktü. Borç verirken limitlere sadık kalınmıştı.
Ayrıca, yöneticiler ve yetkililer proaktif hareket ettiler. 1995-97 Meksika krizi sonrası birkaç banka kapandı. Sonuç olarak, bankacılık sektörü Asya ve Rusya krizlerinden güçlenerek çıktı. 1999’daki devalüasyon, aynı zamanda Brezilya’daki makro dengeyi onaran sürecin bir sonucuydu. Itau Banco ve Bradesco gibi iyi yönetilen özel sektör bankaları konsolidasyonu hızlandırırken, piyasa paylarını ve kârlarını artırdı
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?