Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı; 'Biz sosyal sorumluluk duygusu yüksek bir kuruluş olarak bu konudaki eksiklerimiz üzerinde kafa yormaya başladık' dedi.
VitrA, yakın zamanda üretmeye başladığı dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosu için İstanbul Modern’de tanıtım etkinliği düzenledi. Geçtiğimiz ay Milano Tasarım Haftası’nda sergilenen lavaboların, Londra’da 21-23 Mayıs tarihlerinde düzenlenen Clerkenwell Design Week kapsamında da vitrine çıkacağı açıklandı.
Dünyanın ilk ve tek %100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosunu üreten VitrA, ilk olarak Kasım ayında UNICERA 2023’te tanıttığı çevre dostu lavabolar için İstanbul Modern’de tanıtım etkinliği düzenledi. Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı ve Eczacıbaşı Yapı Gereçleri CEO’su Özgen Özkan’ın ev sahipliği yaptığı etkinliğe, mimar ve tasarım camiasından pek çok isim katıldı. Ünlü İngiliz tasarımcı Tom Dixon’la birlikte tasarlanan enstalasyonla geçtiğimiz ay Milano Tasarım Haftası’nda sergilenen lavabolar için 21-23 Mayıs tarihlerinde Londra’daki Clerkenwell Design Week kapsamında da, bölgede yer alan VitrA showroomunda etkinlikler gerçekleştirileceği açıklandı.
Bülent Eczacıbaşı: Çevre konusu gündemimize 1970’li yıllarda girdi
Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı gecede yaptığı konuşmada; 'Biz atıklarımızı, okyanuslara, denizlere, atmosfere, topraklara saldığımız sürece, çevre bunu ne kadar kaldırabilecek, nasıl etkilenecek? Ayrıca üretim artışları böyle sürdüğü müddetçe dünyanın kaynakları ne kadar süre yeterli olacak? Bunlar tartışılmaya başlandı. Biz de sosyal sorumluluk duygusu yüksek bir kuruluş olarak bu konudaki eksiklerimiz üzerinde kafa yormaya başladık.
1980’li yılların başında ben Selpak ve Solo markalarıyla temizlik kağıtları üreten, o zamanki adıyla İpek Kağıt kuruluşumuzun genel müdürüydüm. Bu görevi üstlenir üstlenmez ilk yaptığım işlerden biri o tesiste bir atık arıtım tesisi kurmak oluştu Karamürsel’de. Bu atık arıtım tesisinde biz atık sularımızı İzmit Körfezi'ne vermeden önce arıtıyorduk. Ve bir açılış daveti yaptık arıtım tesisi için. Ve bu davette sularımızı nasıl temizlediğimizi anlatmak için de fabrikanın içine bir akvaryum kurduk. Akvaryumun içine de balık doldurduk. Suları da bu akvaryumun içinden geçirdik. Ben o balıkların keyifle ve salimen o akvaryumun içerisinde dolaştığına şahsen tanık oldum.
Bir başka anımı daha anlatacağım size. O da 1992 yılında Brezilya'nın Rio de Janeiro kentinde çevre ve kalkınma konferansı düzenledi Birleşmiş Milletler. Bu konferans çevre sorunlarının, sürdürülebilirlik sorunlarının dünya gündemine yerleşmesinde çok önemli bir rol oynadı. O sırada Sayın Rahmi Koç, TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanıydı. Ben de TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanıydım. Türkiye'den bu konferansa Rahmi Bey ve birkaç iş insanı katıldı. Bu konferansı takip eden haftalarda veya aylarda yapılan ilk TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısında Rahmi Bey, Yüksek İstişare Kurulu Başkanı olarak çıktı konuşma yaptı ve konuşmasında konferansın mesajları konusunda TÜSİAD üyelerini bilgilendirdi. Konferansın ana mesajlarını onlarla paylaştı. Ben de başkan olarak o günün gündeminde Türkiye'nin ekonomik sorunlarıyla ilgili yorumlar yaptım.
Bu toplantıdan sonra bizleri üyelerimiz acı acı eleştirdi. Bir sohbet hatırlıyorum üyelerimizle. Orada benim babam Nejat Eczacıbaşı da vardı. Üyeler dediler ki çok açık bir şekilde, biz dediler başkanlarımızdan birbirini destekleyen, birbirini güçlendiren mesajlar bekliyoruz. Hele Türkiye'nin siyasi sorunlarına değinmeyen konuşmaları zaten anlamsız buluyoruz. Bir de Türkiye bu kadar sorunlarla karşı karşıyayken, çıkıp çiçeklerden, böceklerden söz etmeyi son derece anlamsız buluyoruz. Ve bunu da siyasetçilerin tepkilerinden korktuğunuz için yapıyorsunuz diye düşünüyoruz dedi. Buna babam Nejat Bey tepki verdi. Rahmi Bey’i savundu. Dedi ki ben öyle düşünmüyorum. Rahmi Bey son derece zamanında ve yerinde bir konuşma yaptı. Çok büyük sorunları, burnumuzun ucundaki sorunları bize anlattı. Bırakın TÜSİAD’ı Türkiye'de ve TÜSİAD içindeki üyelerden, bırakın bu konferansa katılmayı acaba bu konferansın yapıldığını kaç kişi biliyor? Kaç kişi farkında? Hiçbiriniz farkında değil. Ve göreceksiniz ki 10-15 sene içerisinde hepimiz bu sorunları konuşuyor olacağız, başka da bir şey konuşmayacağız dedi.
Şimdi iki vizyoner büyüğümüzü burada anmış olduk. Gördük ki pek Nejat Bey’in tahmin ettiği kadar belki çabuk olmadı, 10-15 senede olmadı ama artık işte bu noktaya geliyoruz, artık başka hiçbir şeyin konuşulamadığı noktaya geliyoruz. Ve çok büyük bir değişim görüyoruz. Çevre konusu artık birtakım entelektüellerin sohbet konusu olmaktan çoktan çıktı. Karşımızda bir hayatta kalma, insanlığın devam etmesi, bu gezegen üzerindeki yaşamın devam etmesi sorunu var. Tabi bu gezegen söylemini ben bir kenara bırakmak istiyorum. Pek sevmiyorum çünkü gezegene hiçbir şey olmaz. Gezegen yoluna devam eder, doğa da yoluna devam eder, olan insanlara olur. Ve biliyoruz ki biz böyle gidersek yaşam bizim alıştığımız biçimde artık bu gezegen üzerinde sürmeyecek. Çünkü çevre sorununun üzerine bambaşka yepyeni bir boyut eklendi. Dev bir boyut eklendi, o da ikim değişikliği. Ve bu değişiklik de bir ölçüde zaten geri dönülmez bir biçimde gerçekleşti.
O nedenle biz artık sadece önleme tedbirleri üzerinde değil, aynı zamanda uyum tedbirleri üzerinde çalışmak zorundayız. Bu gerçekleşmiş olan geri dönülmez değişime biz nasıl uyuyacağız? Onun üzerinde de çalışmak zorundayız. Bu genel değişime paralel olarak kuruluşlarımızda da çok büyük bir değişim gerçekleşti. Biz de artık konuya bir sosyal sorumluluk meselesi olarak bakmıyoruz. Bu iş sosyal sorumluluk meselesi değil. Bu iş artık kuruluşlarımızın yaşamını devam ettirmeleri, rekabet güçlerini korumaları ve ayakta kalmaları meselesi. Çünkü biliyoruz ki sürdürülebilirlik olmazsa, biz sürdürülebilir kurumlar olamazsak, bir kere müşteriler bizim ürünlerimizi tercih etmeyecekler. Bırakın onu zaten ürünlerimize bazı pazarlara sokmayacaklar, giremeyeceğiz o pazarlara. Genç yetenekli insanlar bizim kuruluşlarımızda çalışmayacak. Finansmana erişmek çok zorlaşacak. Zorlaştı bile… Zorlaştı bile çünkü finans kurumlarının artık kriterleri artık kredi koşulları arasında sürdürülebilirlik kriterlerini en ön sıralara çıkarmaya başladılar. İşte bütün bu nedenlerden biz sürdürülebilir tedarik zincirleri kurmak zorundayız.
Şimdi kuruluşlar belirli aşamalardan geçerek bu çalışmaları sürdürüyorlar. İlk aşamalarda hammadde ve enerji kullanımında verimliliği artırma çalışmaları yapılıyor. Bunlardan çabuk geri dönüşler sağlanıyor, ölçülebilir geri dönüşler sağlanıyor, moraller yükseliyor. Oldukça kolay çalışmalar bunlar. Ama ondan sonra sürdürülebilirliğe hizmet eden ürünler geliştirme aşamalarına geçiliyor. Bizim kuruluşlarımız da - dünyada da biraz öyle - bu aşamalarda. Bizim için önemli iki konu var. Bir tanesi bunların enerji. Kuruluşlarımızın en önemli girdileri arasında enerji yer alıyor. Enerji kullanımında verimliği artırmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda karbon ayak izimizi de azaltmaya çalışıyoruz. Hammadde verimliğini arttırmaya çalışıyoruz. Tabii çok önemli bir konu da su kullanımını ve verimliliği artırmaya ve tasarrufları artırmaya çalışıyoruz.
Bazı kilometre taşlarından söz edeyim. 2006 yılında biz Eczacıbaşı olarak Birleşmiş Milletler Global Compact imzacısı olduk. O yıldan itibaren sürdürülebilirlik alanındaki gelişmelerimize bağımsız denetim raporlarıyla destekleyerek raporlamaya ve paylaşımlarımızla paylaşmaya, onları bilgilendirmeye başladık. Her yıl biraz daha ileriye gittik. Yenilenebilir enerjiye yatırımlar yaptık. Güneş enerji santrallarımızın kapasitesini giderek artırdık. Eczacıbaşı’nın enerji şirketini kurduk. 2030 yılından itibaren de enerjiyi çok kullanan yapı ürünleri grubumuzda %100 oranında öz tüketimle üretim yapmayı öngörüyoruz, planlıyoruz.
Aynı zamanda veri analitiğinden yaralanıyoruz. Veri analitiğinden yaralanarak da hammadde ve enerji kullanımını optimize etmeye çalışıyoruz. Bunun da sonuçlarını görüyoruz. Burada çok önemli bir başarı hikayesi daha yeni gerçekleşti. VitrA Karo kuruluşumuz dünyadaki sayılı tesisler arasına girdi. World Economic Forum’un, Dünya Ekonomik Forumu’nun Global Lighthouse diye bir kuruluşlar grubu var. Bu grubun içerisinde 153 çok ileri, seçkin kuruluş var. VitrA Karo da bu kuruluşlardan biri oldu ve dünyada karo alanında faaliyet gösterip bu gruba giren ilk kuruluş oldu. Bu da çok övündüğümüz bir başarı oldu.
Şimdi peki bundan sonra ne olacak diye sorabilirsiniz. Bundan sonra olması gereken, gerçek anlamda sürdürülebilir bir kuruluş olmak, sürdürülebilirliğe hizmet eden bir kuruluş olmak. Nasıl kuruluşlar bunlar? Bunlar, sürdürülebilirliği böyle önemli de olsa bir faaliyet olarak sürdüren kuruluşlar değil, tüm stratejilerinin içine sürdürülebilirliği entegre etmiş olan kuruluşlar. Ve bütün yöneticileri bir sürdürülebilirlik lideri, sürdürülebilirlik yöneticisi olan şirketler. Herkes yeşil yaka bu şirketlerde, yeşil yaka olmayan yok.
Bu arada da nasıl bir değişim geçirdiğimizi gözler önüne sermek için gene bir anımdan bahsederek konuşmamı bitireyim. Galiba 2006 yıllarındaydı, bizim o zamanki CEO'umuz Erdal Karamercan bana geldi. Ve bu işi direktör seviyesinde bir yöneticimize teslim etmemiz gerektiğini söyledi. Erdal Bey doğrusu benim tanıdığım yöneticiler arasında, Türkiye'deki CEO’lar arasında ona en erken aşamada inanmış olan ve gereğini yapmış olan bir yöneticidir. O bunları söylediği zaman eyvah dedim, itiraf edeyim ki biz yeni bir bürokrasi yaratıyoruz. Ayrıca Global Compact'i imzalamamız gerektiğini söyledi. Ben de “Nedir o Global Compact?” falan diye sordum. Ama doğru karar verdik. Konuyu bugün de aramızda olan Okşan Atilla Sanön’e teslim ettik. O zaman da ona “sürdürülebilir yenge” adını taktık. Ama şimdi ne diyoruz? Şimdi diyoruz ki konunun sorumlusu en tepedeki yönetim kuruludur. Ve bütün yöneticiler sürdürülebilirlik yöneticisidir, sürdürülebilirlik lideridir. Bu da dönüşümün ve uyanışın boyutlarını gözlerini de seriyor. Umarım geç kalmamışızdır.
“İnovasyon inat işi”
Eczacıbaşı Yapı Gereçleri’nin sürdürülebilirlik konusunda geçmişinden bahseden Özgen Özkan ise “Eczacıbaşı’nın geneline baktığımız zaman, bu bizim için yeni bir hikaye değil. 2008’de başlamış bir konu. O yıldan itibaren Eczacıbaşı, kurumsal olarak sürdürülebilirliği gündemini almış bir şirket” dedi. Seramik sağlık gereçleri üretim süreçlerinde hiçbir zaman proses atıklarının atılmadığını söyleyen Özgen Özkan, “Endüstriyel simbiyozun parçası olarak, başka endüstrilere yönlendiriyorduk. Karo seramiğe gidiyordu, çimento sektörüne gidiyordu. Aslında biz hep o döngünün içindeydik” dedi.
İnovasyonun inat işi olduğuna vurgu yapan Özgen Özkan, “Bu inatla biz bu endüstriyel atıklarımızı nihai tüketici yerine hizmet edebilecek şekilde nasıl bir ürüne çeviririz diye düşünüyorduk çok uzun süreden beri ve sonuçta bunu başardık. patent başvurularını da yaptık. Tamamıyla kendi mühendislerimiz tarafından geliştirilmiş bir süreç, dünyada bir ilk. Bu yüzden çok alçak gönüllü olamayacağız” açıklamasını yaptı.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?