İhracat kontrolleri ticaret savaşlarına yeni bir boyut getiriyor

Son dönemde, hükümetler çip, silah, yapay zeka ve kuantum bilişim ürünlerinde yurtdışına satabilecekleri ürünlere kısıtlamaları genişleterek korumacı ticaret politikalarına ihracat kontrollerini dahil ederek yeni bir boyut getirme eğilimi gösteriyor.

23.07.2025 12:38:370
Paylaş Tweet Paylaş
İhracat kontrolleri ticaret savaşlarına yeni bir boyut getiriyor

İhracat kontrolleri, artık sadece güvenlik temelli değil, siyasi ve teknolojik bir baskı aracı olarak da kullanılıyor. İhracat kontrolleri malların, hizmetlerin, yazılımların ve teknolojilerin sınır ötesi hareketini sınırlıyor, hassas ürünlerin belirli kullanıcılar veya kullanımlar için ihracatını engelliyor. Bu kontroller, aynı zamanda yabancı uyrukluların teknolojiye erişimini de düzenliyor.

Bu dönüşümün en büyük örneklerinden biri ABD ve Çin arasındaki ekonomik ve teknolojik rekabette görülüyor.

ABD Başkanı Donald Trump’ın "kurtuluş günü" olarak nitelendirdiği 2 Nisan'da duyurduğu gümrük vergileriyle Çin'e karşı attığı adımlar, Pekin'in nadir toprak elementleri (NTE) ihracatına getirdiği kısıtlamalarla karşılık buldu. Bu gelişmeler, yeni ticaret savaşlarında gümrük vergilerinin yanı sıra ihracat kontrollerinin de kullanılabileceği ortaya koydu.

Kurumsal karar alma süreçlerinde genellikle gümrük tarifeleri ve enerji maliyetleri ön planda olsa da, Ukrayna-Rusya Savaşı sırasında uygulanan Batı yaptırımları ve ihracat kontrolleri şirketlerin bu alandaki farkındalığını artırdı.

Çin, Trump'ın gümrük vergilerine yanıt olarak NTE'ler ve bu elementleri içeren mıknatısların ihracatını askıya aldı. Bu karar, özellikle Avrupa otomotiv sektöründe ciddi tedarik sıkıntılarına neden oldu. BMW ve Mercedes-Benz gibi üreticiler, bu darboğazdan doğrudan etkilendi. Kararın etkisi, otomotivden havacılığa, yarı iletkenden savunma sanayisine kadar birçok sektörde küresel tedarik zincirinin kırılganlığını gözler önüne serdi.

ABD'nin 11 Haziran'da Çin ile geçici bir NTE anlaşmasına varması piyasaları kısa vadeli rahatlatsa da, Çin'in bu alandaki baskın pozisyonu Batılı ülkeler için hala büyük bir risk oluşturuyor.

Çin, küresel NTE üretiminin yaklaşık yüzde 70'ini ve rafinaj kapasitesinin yüzde 90'ını kontrol ediyor. Öte yandan, dünya rezervlerinin sadece yüzde 34’ü Çin'de bulunuyor.

Uluslararası Enerji Ajansı, 2040'a kadar kobalt ve nadir toprak elementlerine olan talebin yüzde 50-60 bandında artacağını öngörüyor. Bu artışın arkasındaki itici güçler ise enerji dönüşümü, dijitalleşme ve yapay zeka teknolojileri olarak öne çıkıyor.

Japonya, Çin'e bağımlılığı azalttı

Japonya, Çin'in 2010'da NTE ihracatını durdurmasının ardından, alternatif tedarik kaynakları oluşturma ve teknolojik inovasyonla bu bağımlılıktan kurtulma yoluna gitti. Diplomatik bir anlaşmazlık sonrası Çin'in Japonya'ya ihracatı kesmesi, Tokyo'nun stratejik bir dönüşüm başlatmasını sağladı.

Bu süreçte Japonya, tedarik zincirlerini çeşitlendirdi, stratejik rezervler oluşturdu ve özellikle Japonya Metal ve Enerji Güvenliği Örgütü (Jogmec) aracılığıyla yurt dışı projelere yatırım yaptı. Jogmec, 2004-2020 döneminde, dünya çapında 100'den fazla projeye 600 milyon doları aşan yatırım yaptı. Jogmec, riskli bölgelerdeki projelerde ilk yatırımın yüzde 75'ine kadarını karşıladı.

Avustralyalı Lynas ile 2011’de yapılan anlaşma kritik bir dönüm noktası oldu ve Jogmec'in sağladığı finansmanla Lynas, Çin dışındaki en büyük nadir toprak üreticisi konumuna geldi ve bugün Japonya’nın bu alandaki ihtiyacının üçte birini karşılıyor.

Tokyo, ayrıca NTE'lerini geri kazanmak amacıyla elektronik atıklardan kentsel madenciliği teşvik ediyor ve kritik hammaddeler için 180 günlük stok depoları planlıyor. Ogasawara Adaları çevresinde bulunan büyük yataklarla, Japonya 2028'e kadar derin deniz madenciliğine yaklaşık 1,26 milyar avroluk yatırım yapmayı planlıyor.

Japon sanayisi de bu sürece katkı sunuyor. Örneğin Honda, hibrit araçlar için ağır nadir toprak elementleri içermeyen yeni bir neodimyum mıknatıs geliştirdi. Enerji sektöründe ise geleneksel silikon bazlı güneş panellerine alternatif olan perovskit güneş hücreleri üzerine 1,5 milyar dolardan fazla yatırım yapılıyor. Bu yeni teknoloji daha hafif, esnek ve düşük maliyetli olmasıyla dikkat çekiyor. Tokyo’nun hedefi, 2040'a kadar bu hücrelerle 20 nükleer santralin üretimine denk bir kapasiteye ulaşmak.

Aynı zamanda Japonya, ABD, AB ve Avustralya ile birlikte Uluslararası Maden Güvenliği Ortaklığı’nın kurucu üyelerinden biri olarak adil ve sürdürülebilir hammadde zincirlerinin kurulması için uluslararası düzeyde de aktif rol oynuyor.

"Şirketler, sürekli değişen ortamla başa çıkmaya çalışıyor"

ABD merkezli danışmanlık şirketi Minerva Technology Futures Strateji Başkanı Emily Benson, AA muhabirine yaptığı değerlendirmede, ihracat kontrollerinin son birkaç yıldır stratejik rakiplerin askeri modernizasyon kabiliyetlerini zayıflatmayı amaçlayan "saldırgan araçlar" olarak kullanıldığını belirterek, "Günümüzdeki yeni durum, ihracat kontrollerinin doğrudan ticaret müzakerelerine bağlanması olarak öne çıkıyor. Bu durum, ihracat kontrollerinin pazara erişim gibi geleneksel ticaret unsurlarıyla ilişkilendirilen alanlarda taviz elde etmeye yönelik yeni bir baskı aracı olarak kullanılmasına işaret ediyor." dedi.

Benson, şirketlerin sürekli değişen bir ortamla başa çıkmaya çalıştığını vurgulayarak, bu konuda firmaların yaklaşımlarının değişiklik gösterdiğini ifade etti.

Nvidia gibi bazı firmaların ihracat kontrollerinin gevşetilmesi konusunda açıktan görüş bildirdiğini dile getiren Benson, şöyle devam etti:

"Bu şirketler, Çin'e ihracat yapabilme imkanının ABD firmalarına stratejik avantaj sağladığını savunuyorlar. Başka bir deyişle, eğer ABD şirketleri pazarda hakim konumda olmazsa, oluşan boşluğu yerli alternatifler doldurabilir. Diğer bazı şirketler ise daha temkinli bir yaklaşımı benimsiyor ve ABD-Çin ticaret ilişkilerinin nasıl şekilleneceğini görmek için beklemeyi tercih ediyor."

Benson, gelişmekte olan teknolojilere yönelik ihracat kontrollerinin uygulanmasının bu teknolojilerin nasıl kullanıldığına ve ne ölçüde yayıldığına bağlı olacağını aktardı.

ABD'nin geleneksel yaklaşımının, ileri teknolojilerin nihai kullanım amacının askeri olmadığı sürece ihracatına izin vermek yönünde olduğunu anımsatan Benson, "Bu yaklaşımın devam etmesi muhtemel. Dikkate alınması gereken bir diğer faktör ise şu anda yapay zeka alanında çift kullanımlı teknoloji üreten ülke sayısının sınırlı olması. Bu durum kısa sürede değişirse, ihracat kontrol politikaları da muhtemelen bu doğrultuda yeniden şekillenecektir." değerlendirmesinde bulundu.

Viyana Ekonomi ve İşletme Üniversitesi Avusturya ve Uluslararası Vergi Hukuku Enstitüsü Misafir Araştırmacısı Mehmet Alpertunga Avcı da sahip olduğu NTE'leri işleyip katma değeri yüksek teknolojilerde kullanabilen ülkelerin "demode ve agresif koruyucu önlemlerle" hareket eden ülkelere kıyasla daha avantajlı olacağını ifade etti.

Bu kapsamda, ülkelerin NTE sahipliklerine ve teknolojik gelişmişliklerine göre izleyebilecekleri stratejilerin anlamlı hale geleceğini dile getiren Avcı, "NTE'ye sahip olmayan ve teknolojik olarak gelişmemiş ülkeler, asgari NTE kullanımı gerektiren teknolojilere yönelme, ihracatçı ülkelerle ticareti kolaylaştırıcı anlaşmalar yapma, teknoloji transferine dayalı sanayi havzaları kurma ve ithalata vergi teşviki getirme seçeneklerini değerlendirebilir." önerisinde bulundu.

Avcı, NTE sahibi ve teknolojik olarak gelişmiş ülkelerin ise üretimlerini sınırlandırarak fiyatlama gücünü artırmaya çalışabileceğini belirterek, şunları kaydetti:

"Bu ülkeler, ihracatını standart ve sertifikasyona bağlamayı, kritik sektörlerde dikey entegre tedarik zincirleri kurmayı öncelikli hale getirebilir. Ancak birbirini dışlayan bu stratejilerin, küresel dominasyon için ülkelerin NTE'leri kontrol altında tutma gayretini besleyeceği, alınan kararları daha da agresifleştireceği açık."

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz