Bir Devin Anıları

İzzet Özilhan / Anadolu Endüstri Holding Kurucu Ortağı Efes Pilsen’i, Anadolu Grubu’nu herkes bilir. İzzet Özilhan’ı tanıyanların sayısı ise sınırlıdır. Oysa, ortağı Kamil Yazıcı ile birlikte gru...

1.10.2001 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

İzzet Özilhan / Anadolu Endüstri Holding Kurucu Ortağı

Efes Pilsen’i, Anadolu Grubu’nu herkes bilir. İzzet Özilhan’ı tanıyanların sayısı ise sınırlıdır. Oysa, ortağı Kamil Yazıcı ile birlikte grubun kuruluşunu gerçekleştirdi. Dev bir imparatorluk oluşturmasına rağmen, sürekli basından uzak kaldı, kendi deyimiyle, “yatırımlarını yapıp, vergisini vermeyi” tercih etti... Türk iş dünyasının bir dönemine tanıklık eden İzzet Özilhan, ilk defa Capital’e konuştu... Develi’de bir bakkal dükkanında başlayan, Çekoslavakya’da bira işiyle devam eden, 2000’lerde yurt dışına taşan müthiş yükseliş öyküsünü anlattı...

Türkiye, Cumhuriyet’in ilanından sonra gerek sosyal, gerek politik ve gerekse ekonomik olarak büyük bir değişimin ve gelişimin içinde buldu kendisini. Özellikle yatırımların teşviki, ülkenin refah seviyesinin yükseltilmesine yönelik çalışmalara büyük önem verildi. 1933 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin onuncu yılı için yazılan, marş da “Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” dizelerini içeriyordu. 1923’ten 1940’lı yıllara kadar Türkiye’nin özellikle doğusunda demiryolu inşaatları hızla devam ediyordu.

Bu inşaatların, bugünün önde gelen işadamlarından birinin iş hayatına ilk adımlarını atmasına neden olduğunu ise çok az kişi biliyor belki. Anadolu Grubu (Anadolu Endüstri Holding adıyla kurulmuştu) kurucu ortaklarından İzzet Özilhan, ortaokul yıllarında babasının demiryolu inşaatlarının yakınında açtığı dükkanda çalışarak iş hayatına giriyordu. İzzet Özilhan, 5 yaşından beri kesinlikle harçlık almadığını ve çalışarak harçlığını çıkardığını söylüyor. Özilhan, “O dönemlerde kayısı çekirdeklerini kırar, içindeki bademleri satarak para kazanırdım” diye anlatıyor heyecanla...

Anadolu Grubu’nun kurucu ortağı İzzet Özilhan, Kayseri’nin Develi ilçesinin Pusatlı köyünde zahire dükkanı işleten bir babanın oğlu olarak dünyaya gözlerini açtı. Girişimci ruhu o günlerde kendini gösterdi ve babası ile birlikte iş yapmaya başladılar. Askere gitmeden önce 12 yaşında görüp beğendiği Türkan Hanım’la nişanlanan Özilhan, asker dönüşü evlenerek İstanbul’a yerleşti ve böylece ortağı Kamil Yazıcı ile de tanışma süreçleri başladı.

Tepebaşı’nda açtığı bakkaliye dükkanının ardından Tahtakale’de hırdavatçılığa başlayan Özilhan, Kamil Yazıcı ile ortaklığını da burada kurdu. Maliye eski bakanı Kayseri’li Ziya Müezzinoğlu’nun “Ortak Pazar’a giriş sürecinde ya çimento ya da bira fabrikası yapacaksın” sözleri üzerine, Türkiye’de bira üretmeye karar veren İzzet Özilhan, Anadolu Endüstri Holding’in bugünkü seviyesine ulaşmak için ilk adımları da atmış oldu.

İzzet Özilhan çok uzun yıllardan beri iş dünyasında yer almasına rağmen basına çıkmayı çok sevmiyor. Capital’in çok özel sorularını yanıtlayan Özilhan, “Basında gerçekleri yazanlar için hiçbir diyeceğim yok. Ama biz grup olarak çok fazla ortada olmayı istemiyoruz. Vergimizi veriyoruz, hukuka uygun hareket ediyoruz ve bu nedenle sansasyonumuz da olmuyor zaten” diyor.

Anadolu Endüstri Holding’in kurucu ortağı İzzet Özilhan ile gerek kendisi gerekse Anadolu Grubu’nun geçmişi ve gelecekteki vizyonu üzerine özel bir söyleşi gerçekleştirdik.

İş hayatınıza nasıl başladığınızı bize anlatabilir misiniz?

İş hayatına başlangıcım çocukluk ve mektep zamanlarıma dayanıyor. 1930’lu yıllarda, ben orta mektebin birinci ya da ikinci sınıfındayken ülkede mahrumiyet çok büyüktü. Babam harmandan harmana veresiye satar, köylerde zahire olduğunda oralardan zahire toplar, köyde ambar yapar ve orada kalırdı. Kazandığı para, o zahirelerin, o köyden nakliyesini bile kurtarmazdı.

Ben bir gün dükkandayken, babamdan birisi alışveriş yaptı ve babama para verdi. Ben parayı görünce şaşırdım ve babama “Bu ne?” diye sordum. Babam, “Bu adam demiryollarında çalışıyor, usta ve 85 kuruş da yevmiye alıyor” dedi. Ben yemekte her gece babama bu malları dükkanda veresiye satana kadar demiryollarının yakınlarında satsan, ben de tatillerde gelip sana yardımcı olsam diyordum. Böylelikle babam o yıl Erzurum-Sivas demiryolu hattının yapıldığı bölgede dükkan açtı. Yaz tatilinde de ben yardım etmeye gittim. Ben çalışmaya başladıktan sonra babam memlekete döndü ve bana sürekli mal gönderdi. Babam ancak kış aylarında geldi.

Eğitiminize bu koşullarda devam edebildiniz mi, yoksa yarıda bırakmak durumunda mı kaldınız?

Ben ortaokuldaki hocama bu durumu anlatan bir mektup yazmıştım. Öğretmenim bana, “sen okumalısın, geç gelsen de sınıfını geçersin” dedi mektubunda. Babam geldiğinde bu mektubu ona okudum. Babam beni okutmayacağını söyledi. Ancak, “eğer çok gitmek istiyorsan, o zaman bu dükkanı yıkarım, birlikte gideriz” dedi.

Ben mecbur kaldım ve okumadım. 1938 yılında Erzurum-Sivas hattı bitti. Biz o zaman Erzincan’daydık. Erzincan’daki malların hepsini topladım, amcamla birlikte Diyarbakır’a, oradan da Batman’a gidecektim. O dönemde Batman’da tren yolu köprüsü yapılıyordu.

Ben Batman’daki demiryolu inşaatında 4 yıl kaldım. Kurtalan’a kadar uzanan demiryolu politikacılar tarafından Cizre’ye kadar götürülseydi, bugün oralarda terör olmazdı diye düşünüyorum.

1938-1942 yılları arasında Batman’daydım ve askere de iki yıl geç kalmıştım. Bu nedenle 1943 yılında beni Trakya Tahkim Komutanlığı’na sürdüler. Askerliğimi bitirince, Develi’ye döndüm, evlendim ve oradan da İstanbul’a geldim. İstanbul’da, Tepebaşı’nda bakkaliye dükkanı açtım. Böylelikle ticaret hayatına atılmış oldum.

Ortağınız Kamil Yazıcı ile nasıl tanıştınız?

Ben Tepebaşı’nda bakkaliye dükkanını açtım. Bir pazar günü Kayseri’den tanıdığım iki kişi ile Kamil Bey bana geldi. Kamil Bey o dönem askerdi. Merkez Kumandanlığı’nda Develili Alaattin Bey vardı. Bunu duymuşlar.

Kamil Bey de Selimiye’de acemiliğini yapıyordu. Daha sonra dağıtım olacaktı. Bana, “Merkez kumandanı sizin hemşehriniz, bir arasan da Kamil için konuşsan” dediler. Ben aradım, görüştük, akşam yemeği için sözleştik. Yemekte Kamil Bey’in durumunu anlattım, onu Merkez Kumandanlığı’na alırsa memnun olacağımı belirttim. Kısa bir süre sonra Kamil Bey Merkez Kumandanlığı’na gitti. Tanışmamız böyle gerçekleşti.
Tepebaşı’ndaki bakkaliye dükkanımda durmaları için babamı ve kardeşlerimi İstanbul’a getirdim ve ben de Tahtakale’de hırdavatçılığa başladım. Kamil Bey terhis olup giderken beni de ortak alır mısınız diye sordu. Biz Tahtakale’de ortak olduk ve birlikte çalışmaya böylelikle başladık.

Peki başka ortaklarınız var mıydı?

O dönem başka ortaklarımız da vardı. Ancak, bizim cesaretimize ayak uyduramadılar ve biz Kamil Bey ile yolumuza devam ettik. Ardından örneğin Çekoslovakya ile işe başladık, pek çok şeyler geçirdik.

Çekoslovakya ile nasıl bir ticari ilişki kurdunuz? Kimler aracı oldu?

Ben Ortak Pazar’a girecek olduğumuz dönemde Maliye eski bakanı Kayserili Ziya Müezzinoğlu’na, Ortak Pazar’a girince neyle yaşayabiliriz diye sormuştum. O da ya çimento ya da bira fabrikası yapacaksın demişti. Çekoslovakya’da da bira olduğu için, benim ilgimi çekti. Biz hırdavatçılık yaparken, Çekoslovakya’daki bir fabrikanın genel müdürüne bir bira fabrikası yapmak istediğimi söyledim ve beni bir bira fabrikasına göndermesini rica ettim. O da, “ne yapacaksın birayı” demişti. Ancak daha sonra yediğimiz bir yemekte cebinden 3-5 Kron çıkardı ve “Bu kadar para herkesin yanında olur, sen biradan vazgeçme” dedi.

O arada Koç bizim şu andaki bira fabrikasının arazisinde Amerikalılarla bira yapıyordu. Arazi de Koç’a aitti. Biz Çek birası ile küçükten başlamıştık ve o arada da arazi bulamadık.

Amerikalılar da vazgeçip gidince, ben Kamil’e gidip, “Koç’a arazi için teklif verelim” dedim. O arazi bira fabrikası için çok uygundu. Çünkü, bira için suya ihtiyaç vardır ve suyun kaynağı da orasıydı.

Biz Vehbi Bey’e gittik ve ortaklık teklif ettik. Vehbi Bey, düşünme süresi istedi ve birkaç gün sonra telefon etti. “Siz de benim gibi ayağı çarıklı yetişmişsiniz. Sizinle ortak olunur, ancak bizim ortaklar bunu istemiyor” dedi. Ben de o zaman araziyi satın bize dedim. 1965 yılında 170 dönüm araziyi 3.5 milyon liraya satın aldık. Şu anda markamız dünya markası haline geldi.

Kamil Bey ile birlikte ilk sermayenizi nasıl sağlamıştınız?

Biz hiçbir zaman borçlanmaya gitmedik. İlk sermayemizi de kendi kazancımızla yarattık. Tabii o dönemlerde itibar da fazlaydı. Senetle alım satım yapabiliyorduk. Ayrıca, bankalardan kredilerimiz de vardı. Benim demiryollarında çalıştığım paranın tümünü babam eritti. Babama para dayanmazdı ve bu nedenle biz tasarruflu olduk.

Anadolu Grubu olarak yeni yatırımlarınız olacak mı? Yeni alanlara girmeyi düşünüyor musunuz? Siz sanırım yeni yatırımlara çok sıcak bakmıyorsunuz...

Örneğin biz Türk cumhuriyetlerinde Coca Cola yatırımına giriştik. Ben bu yatırıma itiraz ettim ve şimdi görülüyor ki, bu yatırımda hep zarar ediyoruz. Ben yeni yatırımlar yapmanın tabii ki taraftarıyım ancak her şeye hak ettiği değer verilmeli, fazlası değil.

Her şeyin değerini ve fiyatını bilirim. Ben 24 Ocak Kararları’nın içindeydim ve Odalar Birliği’ni temsil ediyordum. Turgut Özal o zaman müsteşardı ve Başbakanlık’ta 9 kişiye brifing verdi. Bu kararların ardından serbest ekonomiye geçildi ve pek çok şey vaat edildi. Ancak, bunların neredeyse hiçbiri gerçekleşmedi.

1980’li yıllarda girdiğimiz zor süreçte pek çok yerimizi satmak zorunda kaldık. 10 yıldan beri ben kafalarına yumruk vuruyorum, KİT’leşiyorsunuz diyorum. İşlerin tümü oğlumun idaresinde. Moskova’daki bira fabrikasının yüzde 85’i bizim. Bugünün ekonomik şartları ve borçlarla zaten çok fazla yatırım yapmak, açılmak mümkün değil. Önemli olan var olduğumuz alanlarda gelişmektir diye düşünüyorum.

Rusya’da bira işine nasıl girdiniz?

Moskova’da çok güzel bir fabrika kurduk. Bu fabrikanın kuruluşu da şu şekilde oldu. Üniversiteyi Moskova’da okumuş Azerbaycanlı bir Türk vardı. Türkiye’ye geldiğinde Moskova’da İspanyolların ve İtalyanların belediye ile ortak bir malt fabrikası yaptıklarını, ancak bu fabrikayı çalıştıramadıklarını söyledi. O da Moskova Belediye Başkanı’na Efes Pilsen’den bahsetmiş. Biz gidip bu fabrikayı gördük, fabrikanın yüzde 15’i bize verildi ve biz o fabrikayı çalıştırdık.

Fabrikayı çalıştırınca bir arazi olduğunu ve bunu bize vermek istediklerini söylediler. Moskova’nın içinde bize 200 dönüm arazi verdiler ve biz de orada büyük bir malt fabrikası kurduk. Şimdi o fabrika bile küçük geliyor.

Sanırım bir de otelleriniz var...

Evet otellerimiz de var. Ancak, otelcilik işinde fazla büyümeyi düşünmüyoruz. Çeşme Ilıca Oteli’nin ortağıyım. Bunun yanında, Ürgüp’te Turban Oteli’ni aldık. Bu oteli kiraya verdik, şu anda tadilatı sürüyor. Ayrıca, Akçay’da da Nail Özkardeş ile birlikte Turban Oteli’ni aldık. Bu otel de 5 yıllığına kirada şu anda.

Bir de geçtiğimiz günlerde Gemlik’te Kırlangıç zeytinyağı fabrikası satın aldık.

Grup olarak finans sektörü için ne gibi projeleriniz var?

Biz finans sektöründe Abank ile yer alıyoruz. Banka için uzun zamandan beri niyetimiz vardı aslında. Ama ben yine satın aldığımız fiyatlara razı olmamıştım. Yine de idare ediyoruz. Kapasitemiz ve limitimiz neyse onunla her işte kazanç sağlayabileceğimize inanıyorum. Ancak kendini başkasıyla ölçmek kimseye bir şey getirmez.

Siz de Kamil Bey de basında çok fazla yer almıyorsunuz. Bunun belirli bir nedeni var mı?

Evet ben de Kamil Bey de basına çıkmayı pek sevmiyoruz. Hatta Tuncay da çok sevmez ama bulunduğu konum dolayısıyla onun daha fazla basında yer alması gerekiyor. Ben torunlarımın düğünlerine bile basının girmesine izin vermedim. Basında gerçekleri yazanlar için hiçbir diyeceğim yok. Biz grup olarak çok fazla ortada olmayı istemiyoruz. Vergimizi veriyoruz, hukuka uygun hareket ediyoruz ve bu nedenle sansasyonumuz da olmuyor zaten.

İş dışındaki özel hayatınızda neler yapıyorsunuz?

Şimdi bakıyorum da eşimi ilk gördüğüm günden bu yana 70 yıl geçmiş neredeyse. Ben, iş dışımdaki hayatımda da eşimle vakit geçirmeyi seviyorum. Yaz aylarında tatil yaparım. Gelinimin rahmetli babası Çeşme’de bir arazi almıştı ve ben de orayı çiftlik yapacaktım. Tatillerimi orada geçirmeyi düşünüyordum. Ama şu anda Darıca’da bir çiftliğimiz var ve daha çok oraya gidiyoruz.

Geçtiğimiz günlerde İzmir’e gittiğimizde Çeşme’deki araziye gittim. Ancak, bu arazinin her tarafına ev yapılmış. Bizim içecek grubu başkanımız Muhtar Kent’e bu araziye bir ev yapmasını söyledim. Bundan sonra oraya da gideceğim herhalde.

İşe haftada iki ya da üç gün geliyorum. Yılda iki kez Çekoslovakya’ya kaplıcalara kür yapmaya gidiyorum eşimle birlikte.

Ortağınız Kamil Yazıcı ile iş dışında sık görüşüyor musunuz?

Hayır, iş dışında çok sık görüşmüyoruz. Hatta Kamil Bey de Çekoslovakya’da küre gider, ancak ayrı ayrı şehirlere gideriz.

1980’li yıllarda Anadolu Grubu zor bir döneme girdi. Bunun nedeni neydi?

Bunun en büyük nedeni ortağım Kamil Yazıcı’nın başka işlere girmesidir. Özellikle Nasaş işine girmesi etkili oldu. Ben o dönemlerde Güney Biracılık adına 20 milyonluk bir kredi almıştım. Ancak, Kamil Bey, Nasaş’ın geleceği çok büyük, çok parlak, Nasaş hisseleri alalım dedi. Ancak, ben bu krediyi Güney Biracılık için aldığımı söyledim ve bu krediyi oraya kullanmak istemedim. Ancak, Kamil Bey yine de Nasaş işine girdi ve biz Nasaş’tan çok büyük zarar ettik. Elimize hiçbir şey geçmedi.

Peki Kamil Bey ile hiç nerede hata yaptık diye tartıştınız mı? Bu konular üzerine konuştunuz mu?

Tabii konuştuk ve yapılan hatalar da anlaşıldı. Kamil Bey pek çok iş konusunda benim fikirlerimi uygulamazdı. Bundan 3-5 yıl önce Marmara Bira Fabrikası ortaya çıktı. Ben gidip fabrikayı gördüm, değerini biçtim. Bizimkiler 50 milyon dolar diye getirdiler ama ben ancak 40 milyon mark olacağını söylemiştim. Neredeyse yarısı kadar bir fiyat biçmiştim. Kamil Bey Heineken’in Türk pazarına gireceğini, eğer girmezse benim altından bir heykelimi yaptıracağını söyledi.

Biz yurt dışında tatildeyken Marmara Bira Fabrikası için anlaşmalar hazırlanmış ve Kamil Bey ile bana imza için getirildi. Ben imzalar atılırken Kamil Bey’e “Arkadaş altın heykelimi isterim” dedim. Beni birkaç yıl atlattı ancak sonunda altın bir heykelimi yaptırdı.

“EŞİMİ GELECEĞİM PARLAK DİYE VERDİLER”

Eşinizden hep sevgiyle bahsediyorsunuz. Kendisiyle nasıl tanıştınız?

Eşimle aramızda 7 yaş fark var. Ben 12 yaşındayken evdeki ineği sürüye götürüyordum. Böyle bir günde bir evin kapısının önünde güzel bir kız gördüm ve “Ne kadar güzel kızmış, büyüyünce evlensem onunla keşke. Ama ben okuyacağım ve bu nedenle onunla evlenmeme olanak yok. Çünkü, kızlar çabuk büyür, çabuk evlenir” diyorum. Ben o dönemlerde dükkanın arka tarafında yatıyordum. Babam bana sürekli mal gönderirdi, ben de paraları toplardım. O paralardan bir kısmını sanki eşime veriyormuş gibi “Al Türkan şunları sakla” diyerek yastığımın altına koyardım. Halbuki o zaman daha tanışmıyoruz bile...

Seneler geçti, bir kış ayında Türkan’ı istedik ama vermediler. Annemler bana başka kızlar teklif ediyorlar ama benim gözüm başka kimseyi görmüyor. Ya Türkan olacak ya da evlenmem diyorum. Aradan zaman geçti, Türkan’ın dedesi, damadına, benim geleceğimin çok iyi olacağını ve Türkan’ı bana vermelerini söylemiş. Biz Türkan’la nişanlandık, ben askere gittim ve dönünce de evlenip İstanbul’a yerleştik. İstanbul’da küçük bir sermaye ile bakkaliye dükkanını kiraladım ve daha sonra da piyasaya indim.

“ORTAKLAR BİRBİRLERİNE DÜRÜST OLMALI”

Kamil Bey ile bu kadar uzun yıllar süren beraberliğinizin sırrı nedir? Yeni nesillere bu konuda ne gibi tavsiyeler verebilirsiniz?

Yeni nesil öncelikle hak ve hukuk kuralları ne gerektiriyorsa onu yapmalıdır. İnsanların kesinlikle birbirini aldatmaması gerektiğine inanıyorum. Bizim Kamil Bey ile birlikteliğimiz de bu temellere dayanıyor ve bugün de hala devam ediyor. Ortakların mutlaka birbirlerine saygı ve sevgi ile yaklaşmaları, birbirlerinin haklarını gözetmeleri gerekiyor. Ben yeni nesile de bu şekilde hareket etmelerini tavsiye ediyorum.

Şu anda Anadolu Grubu’nda ikinci ve üçüncü kuşak iş başında. Bugün sizin ve Kamil Bey’in grup içindeki rolleriniz neler? Günlük işlere giriyor musunuz?

Hayır, günlük işlerle çok ilgilenmiyoruz. Biz daha ziyade yönetim kurullarında alınacak kararların görüşülmesinde bulunuyoruz. Zaten bizim işe gidip her konuya el atma şansımız yok artık. Biz ancak müdürlerimizin toplantılarının sonuçlarını inceleyip gördüğümüz eksikler ya da hatalar üzerine önerilerde bulunuyoruz.

“BÜYÜMEYİ BİRA YATIRIMINA BORÇLUYUZ”

Anadolu Grubu’nun gerçek büyüme dönemi ne zaman oldu? Hangi karar ve yatırımların büyümenizde etkisi oldu?

Bizim gerçek büyümemiz aslında bira işine girmekle başladı diyebilirim. Bira işinden sonra diğer işlerimizi dağıttık. Büyük borçlarımız kalmadı ve biraya uzun süre devam ettik. Biradan da devlete büyük vergiler ödüyoruz. Bizim asıl para kazanma dönemimiz 1975 yılından sonra başladı diyebilirim.

Son yıllarda Anadolu Grubu büyük ve olumlu bir değişimden geçiyor. Grubun yeni vizyonu nedir?

Bizim grubumuzda her şey yazılır, gelir ve günlerce tartışılır. Şu anda bira işine kesinlikle devam ediyoruz. Örneğin otomotivde Honda, Isuzu ve Lada bizim. Geçtiğimiz günlerde Kia markası da alındı. Aslında ben bu kararda yönetime itiraz ettim ama yönetim kurulu almak istedi. Şu ana kadar hiçbir şey satamadık, 15 milyon dolarımız gitti. Ama sonuçta elimizde bir marka daha olmuş oldu. Bu marka için gelecekte belki farklı bir strateji geliştirebiliriz.

“BENİM DE VEHBİ KOÇ GİBİ EŞEĞİM VARDI”

İzzet Özilhan’ın iş yaşantısı anılarla dolu. Capital’e de o günlerden bazılarını şöyle anlattı:

40 EŞEKLE NAKLİYAT: Anadolu’ta ticaret o günlerde zordu. Bir gün mal nakletmek için araç arıyorduk ve bir türlü bulamıyorduk. Amcam “Buldum İzzet” deyince, ben de kamyon ya da araba bulduğunu zannettim. Ancak, “40 eşek buldum” dedi. Mallarımızı 40 eşeğe yükledik, Diyarbakır’ın Bismil kazasından geçerken eşeklerden biri suya girdi ve devrildi. Üzerinde de şeker çuvalı varmış. Eşeğin yakınında bulunan 8-10 kişi hemen koşup şekerleri emmeye başladılar.

İZMİR’DE BİR TOPLANTI:  İzmir’de Odalar Birliği toplantısındaydım. İsmail Türk 1930’lu yıllardaki kriz dönemini anlatıyordu. Toplantıyı da ben yönetiyordum. İzmir Ticaret Odası Başkanı Şinasi Ertan da katılımcılar arasındaydı. Toplantı bitti, o arada Şinasi Ertan “İzzet Bey, bu yüksek faizlerle yatırımlara devam eder misiniz?” diye sordu. Ben 1930’ların krizinin benim okul hayatıma mal olduğunu söyledim ve salonda bir anda alkış tufanı koptu. Hepsi de iyi ki okumamışsın dediler. Şinasi Bey’in, “yatırımlara devam edip etmeyeceğimize” dair sorusuna da devam edeceğiz diye yanıt verdim. Ancak, bir süre sonra böyle gitmeyeceğini görerek birçok şeyi elimizden çıkarmak durumunda kaldık.

EŞEĞİM DEVELİ’DEYDİ: Develi’de çocukluk zamanımda eşeğim vardı, Vehbi Koç’un da eşeği varmış. Ama Vehbi Bey eşeğini Ankara’nın içinde işe gitmek için kullanıyormuş. Ama ben Develi’nin Pusatlı köyünden eşeğe binip şehre gider ancak eşeğe ineklerimiz için aldığım samanı yükler dönerdim.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz