Risk aldım çok çalıştım

Akfen Holding, adını TAV ile duyurdu.

1.07.2011 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Risk aldım çok çalıştım

Tepe ortaklığıyla kurulan TAV, İstanbul Atatürk Havalimanı'nın işletmesini aldıktan sonra başarılı performansı ve hızlı büyümesiyle göz doldurdu. Akfen Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın, bu başarının birden bire gerçekleşmediğinin altını çiziyor. "Arkasında çalışma, düşünme, zaman zaman risk alıp zaman zaman korkaklık yapma, fedakarlıkla dolu uzun yıllar var" diye konuşuyor. Son 10-15 yıldaki yükselişe Türkiye'nin politik ortamının da katkı sağladığını göz ardı etmemek gerektiğine dikkat çekiyor ve ekliyor: "Gerileyen, hem demokratik hem ekonomik olarak kan kaybeden bir ülkede yıldız işadamları çıkmaz." Hamdi Akın, hızlı düşünen, eleştirilere kulak asmadan içgüdülerini dinleyen ve risk alan cesur bir girişimci. İş hayatında eşiklerin olduğunu, her eşiğin bir adım ileri gitmeye imkan sağladığını düşünüyor. Kazan imalatı yaparak başladığı, Türkiye'nin güçlü holdinglerin birini yarattığı iş hayatında kendisinin de çok önemli dönüm noktaları olduğunun altını çiziyor. Onun için ilk dönüm noktasını, fizik mühendisi olmak isterken babasının zoruyla makine mühendisliği bölümüne girmesi oluşturuyor. "Babam zorlamasıydı, o bölüme girmez, bugün muhtemelen emekli bir fizik öğretmeni olurdum" diye o günleri anlatıyor. İş hayatındaki diğer çok önemli dönüm noktalarını, son yılların gözde şirketlerinden TAV'ın başarı öyküsünün arka planını şöyle anlatıyor:

1980'ler milat oldu
TAV'a kadar iş hayatıma başladığım günden bu yana belli eşikleri aştım elbette. Çok ufak bir işletmeyken bile Ankara'da bugün hala unutamadığım büyük ihalelere girdim. 12 Eylül 1980'den sonra Türkiye'de yapı değişti. Turgut Özal'ın ekonominin başına getirilmesi ve Türkiye'nin bambaşka bir ekonomik modele geçmesi, bu önemli eşiklerden biridir. Türkiye'de işadamları yavaş yavaş kabuk değiştirdi. Aslında burası bir milattır da diyebiliriz. Biz o dönemde yeni iş hayatına giren kimseler olarak eski tip işadamları olmak yerine o günün, yani 80'lerde yaratılan işadamı tipine uyduk. Rahmetli Özal, daha liberal, daha açık, dünyayı daha çok tanıyan, global yatırımcılarla birlikte çalışmak isteyen, daha uluslararası bir işadamı istiyordu. Hep de buna destek verdi. İşadamları o zamana kadar yurtdışına çıkamıyordu. Senede 1-2 defa yurtdışına çıkma hakkı vardı. Özal birden bire bunu sınırsız hale getirdi. İşadamlarını kendi uçağına doldurup yurtdışına götürdü. Bunlar işadamları için yepyeni şeylerdi. Bambaşka bir dünya ortaya çıktı. Hepimizin düşüncesi değişti. Başka bir gözlükle bakmaya başladık.~

"Ortaktan ayrılık kritik eşikti"
İş hayatımda aldığım bazı kritik kararlar da eşik atlamama sebep oldu. 1986 yılına geldiğimizde ben riskimizi artırmamız gerektiğine inanıyordum. Bunun için çok daha fazla çalışmamız, daha çok talip olmamız gerektiğini biliyordum. O zaman Akfen'de yüzde 50-50 iki ortaktık. Ortağım "Duralım, çok fazla risk etmeyelim, evimizi arabamızı ipotek vermeyelim" düşüncesindeydi. Düşüncelerimiz çatıştı ve 1986'da ayrıldık. Ben kendi evimi ve babamın evini ipotek yaptırdım. Herkesi riske atarak devlet ihalelerine girmeye başladım. Sonunda da başarılı oldum. Her girdiğim iş yeni bir iş getirdi.

"Bankaların desteğini unutamam"
Ayrılığı bir cümleyle geçtik ama tabii o kadar kolay olmadı, çok zor bir ayrılıktı. Ayrılınca ortağımın hissesine karşılık bir şeyler vermem lazımdı. Maddi olanağım yoktu. Onu da borçlanarak, yine risk alarak yaptım. Mutlaka arkanızda bir maddi gücünüzün olması gerekiyor. O gün benim için bu maddi güç bankalardı, bugün de öyle. Babanız zengin değilse, bankalara kendinizi çok iyi anlatmanız lazım. Ben demek çok iyi anlatmışım ki o günkü Şekerbank yönetimi beni destekledi. Hem ortaklıktan ayrılmamda hem yeni işlere girmemde bana destek oldu. Onların o desteği olmasa yapamazdım. Onları ikna etmemde de uzun yıllara dayanan işbirliğimiz ve tecrübelerimiz etkili oldu diyebilirim. O güne kadar zaten 10 yıldır Şekerbank ile çalışıyordum. Bütün kadrolarını tanıyordum. Onlar da benim ne yediğimi ne içtiğimi, nerelerde gezdiğimi, nasıl yaşadığımı, hovarda mıyım, para mı yerim, Mercedes mi alırım, tatile mi giderim, ne tip meraklarım var hepsini biliyorlardı.

TAV en büyük fırsat oldu
Son 10-15 yılda bir yandan çalışırken bir yandan da fırsat bekliyorduk. Bu beklediğimiz fırsatlardan biri de TAV olarak karşımıza çıktı. 1989 yılından beri havaalanı işindeydik. 1997 yılına kadar 8-9 yıl boyunca havaalanı inşaatlarında bulunduk. 1997 yılında gerçekleştirilen Atatürk Havalimanı yap-işlet-devlet ihalesindeki oyunculardan biri olmayı becerdik. Öncesinde Antalya Havalimanı'nı, ardından Isparta ve Samsun havaalanlarını ve İstanbul C Terminali gibi işleri yapmamış olsaydık, Tepe İnşaat'ı yüzde 50-50 ortaklığa ikna edemez, İstanbul Havalimanı ihalesine giremez ve TAV'ı yaratamazdık. TAV ortaklığında CEO Ali Kantur'un etkisi büyük olmuştur. Çok ciddi karar verebilme özelliği vardı, bütün yetkileri üzerinde barındıran bir kişiydi. Aslında çok kısa süre içinde bizimle bu işe karar verdi. Profesyonel yapıda bazı direnmeler olmasına rağmen Sayın Doğramacı'yı ikna etti. Ben o zamana kadar İhsan Doğramacı'yı hiç tanımazdım.

"2005'ten bu yana 3 milyar doları TAV olmak üzere 6 milyar dolarlık özelleştirme yaptık. Şimdi İDO'yu da koyarsak bu rakam 7 milyar dolara ulaştı. İDO çok güzel bir bebek. Önümüzdeki 5-6 yıl içinde büyüyecek, serpilecek ve iyi bir değer olarak ortaya çıkacak. TAV'ın ikinci 10 yıl için 100 milyon yolcu hedefi var. Akfen de yeni şirketler yaratabilen, yarattığı şirketleri en iyi şekilde Türkiye'ye kazandırabilen bir holding olmaya devam edecek."

UNUTULMAZ BİR İHALEYDİ

Antalya Havalimanı ihalesine girmeseydim, bugünlere gelemezdim. Hiç unutmuyorum o gün salonda iki tane arka arkaya ihale vardı. Biri Antalya Havalimanı'nın terminalinin ve apronunun, diğeri İstanbul Havalimanı'nın apronunun yapılması işiydi. İhalelerden birini Akfen, diğerini Sani Şener aldı. O gün o zarfı atmış olmamız ve o işi alıp havalimanı işine bulaşmamız önemli bir dönüm noktasıdır. TAV'da da ikinciyle aramızda işletme süresinde 10 gün farkla ihaleyi aldık.~

SATILABİLİR ŞİRKETLER YARATMALIYIZ


Biz tipik bir altyapı holdingiyiz. Altyapıdan başka işimiz yok. Havalimanı, liman, su dağıtım işi, enerji... Altyapı konusundaki her alana yatırım yapmak isteğindeyiz. Ama sürekli mevcut işlerimizle uğraşacağız demiyoruz. Sahip olduğumuz değerleri her zaman satabilecek, bu alandan her an çıkabilecek şekilde yapılandırıyoruz. Bu, belki de bizim en önemli özelliklerimizden biri. Ben Türkiye'nin istikbali, Türkiye'nin ekonomik büyümesi, daha fazla istihdam sağlaması açısından böyle yapılması gerektiğine inanıyorum. Türkiye'de önemli olan şirket sayısıdır. Ne kadar çok şirket kurulursa işsizliğe o kadar çare olunur. Biz yeni iş yaratma işini biliyorsak, bunu yapmalıyız. Çok da fazla şirketin çok da uzun süre sahibi olmamızın bir anlamı yok. Şirketler tüm diğer mallar gibi alınıp satılabilirdir. Yeni nesil işadamlarının da bunu mutlaka kendilerine ilke edinmeleri gerektiğine inanıyorum. Bu inancımı kuvvetlendirmek için bilfiil kendi uygulamamı böyle yapıyorum. Dışardan bazen iyi bazen kötü yorumlanıyor ama hiç umurumda değil. Bir kulağımdan girer öbür kulağımdan çıkar. Ben kendime göre yaptığım işi doğru buluyorum, bu işin Türkiye'ye faydasının da çok daha fazla olduğunu biliyorum. Türkiye ne kadar çok hisse senedinin ve şirketin el değiştirdiği bir ticaret alanı haline dönüşürse o kadar çok canlılık, o kadar çok iş imkanı olur.


Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz