İçi boş ittifak

4.03.2016 12:31:520
Paylaş Tweet Paylaş
İçi boş ittifak
İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden itibaren trans-Atlantik ortaklığı global ekonominin uluslararası güvenliği ve istikrarı açısından çok önemli oldu. Günümüzde bu ittifak 1941’den beri hiç bugün kadar zayıf ve global anlamda yetersiz kalmadı. İşin içine giren kapsamlı global riskler göz önüne alındığında, bu aslında Avrasya Grubu’nun 2016 yılı için bir numaralı politik riskidir. Bir dereceye kadar bu durum, geniş ve farklı bir politik ve ekonomik değerler yelpazesini temsil eden Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Türkiye ve diğerleri gibi gelişmekte olan piyasaların hükümetlerinin artan etkisinin, yani “farklı olanın yükselişi”nin doğal bir sonucudur diyebiliriz. Bu ülkelerin, dünyanın en zengin ülkelerinden çeşitli konularda gelecek baskıları görmezden gelmeye yetecek kadar güçleri ve özgüvenleri var. Bununla birlikte, Irak ve Afganistan’daki uzun savaşlar, Amerikalıların yurtdışında yeni maliyetleri ve riskleri kabullenmeye daha isteksiz olmalarını sağlıyor. Bu durum Obama yönetimini de tıpkı George W. Bush yönetiminde olduğu gibi yaptırımlar, uzaktan gözlemeler ve insansız hava uçakları benzeri tek taraflı dış politika araçlarına sarılmaya zorluyor. Bu değişiklik Washington ile onun pek çok Avrupalı müttefikinin arasının açılmasına neden oluyor. Son durumda Avrupa’nın kafası kendine has olan ve uzayıp giden çok ciddi bir meydan okumalar listesiyle fena halde karışmış durumda. Bunların arasında mülteci dalgasıyla yaratılan politik sıkıntılar, IŞİD’le ilgili güvenlik tehditleri, Ukrayna ve Suriye hakkında Rusya ile farklı düşünceler ve Britanya’nın yaklaşmakta olan seçimleri sayılabilir. Nitekim artık Avrupalı hükümetlerin sorunları çözmek için yüzlerini alışkın oldukları Amerikalı ortağına değil kendisine Washington’un sağlayamadığı fırsatları sunan diğer hükümetlere döndüğünü görüyoruz. AB’nin geleceğine kuşkuyla bakıldığı bir dönemde liderlerinin nasıl olup da 21’inci yüzyılın ekonomik güçleri arasında kalmaya devam ederimin hesabını yaptığı Britanya’nın Çin’e kur yapmakta ekonomik bir avantajı var. İngiltere önündeki fırsatları çeşitlendirmek amacıyla Çin önderliğindeki Asya Altyapı Yatırımları Bankası’na üye olmak için Amerikalıların itirazlarını görmezden gelmişti. Sırf Çin’in Renminbi’sinin uluslararasılaştırılmasına yönelik global bir merkez olmak için Britanya, teknoloji paylaşımında, Çin’in insan hakları uygulamalarında, Tayvan gibi güvenlik meselelerinde, Güney Çin denizi ve hatta Hong Kong’daki demokrasi sorunlarında bile daha az endişelenir hale gelecek.
GÜVENLİK DÜRTÜSÜ
Fransız hükümeti artık IŞİD’e karşı askeri anlamda kendine çok güvenir oldu. Evet, Almanya diplomasiye, insani yardımlara ve altyapı desteğine odaklanırken Amerikalılar da Suriye’deki IŞİD’in tepesine yığınla bomba attı. Oysa Ruslar, Suriye diktatörü Başer El-Esad’ı destekliyor ve Fransa Rusların bu çabalarının IŞİD’in kökünü kurutacağını ve Avrupa’ya doğru gelen çaresiz mülteci akınlarını durduracağını ümit ediyor. Paris’teki son saldırıdan sonra Fransa, Rusya ile aktif bir işbirliğini engelleyeceğini bildiği için yüzünü NATO’ya dönmek yerine tarihte ilk defa Lizbon antlaşmasının bir bölümünden faydalanarak müşterek Avrupa güvenliğini gündeme getirdi. Peki şimdi Transatlantik ittifakına ne oldu? Almanya’nın da Türkiye ile birlikte çalışması için bir politik dürtüsü var. Şansölye Angela Merkel kendisinin açık kapılı mülteci politikasının sadece bu hızla artan mülteci dalgasının bir sele dönüşmemesi durumunda işe yarayacağını çok iyi biliyor. Bunun garantilenmesi için de Almanya’nın daha şimdiden 2 milyondan fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’nin Recep Tayyip Erdoğan hükümetiyle anlaşmalar yapması gerekiyor. Erdoğan’ın siyasi muhaliflerini taciz etmesine rağmen Merkel, sırf Türkiye Avrupa’ya olan göçmen akışlarında bir kapı muhafızı olduğu için Türkiye’nin AB üyeliği yolculuğunu eski rayına tekrar oturtmayı ve Türklerin Avrupa genelinde vizesiz seyahat etmelerinin yeniden dikkate alınabileceğini önermişti. Bu politikalar akıllıca olsunlar ya da olmasınlar, onların geleneksel Transatlantik değerlerini temsil etmedikleri kesin. Bu yıl ABD ve Avrupa arasındaki ayrılıklar en çok Ukrayna ve Suriye meselelerinde göze çarpacak. Her iki krizi de uzaktan izleme lüksüne sahip Amerikalılar, kendi prensiplerinden ödün vermeyecek. Bu da Ukrayna Putin’in gölgesinden kurtuluncaya kadar Rusya’ya uygulanan yaptırımların süreceği ve Esad’ın gitmesi gerektiği anlamına geliyor. Her iki ülkeden kaynaklanan etkilerle doğrudan ilgilenmek zorunda kalan Avrupalılar ise pragmatizme (çıkarcı politikalara) bel bağlamaya devam edecekler. Bu da AB’nin yıl sonuna kadar Rusya’ya uygulanan yaptırımları hafifleteceği ve Suriye’de aynı anda tek bir düşmana karşı savaşacağı anlamına geliyor. Transatlantik ortaklığının içinin boşaltılması aynı zamanda önümüzdeki yıllarda Avrupa ile Birleşik Devletler’in Çin’e kıyasla birbirleriyle daha fazla ortak yönlerinin olmasının önemini kaybetmesi anlamına da gelecek.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


YAZARIN DİĞER YAZILARI TÜMÜNÜ GÖRÜNTÜLE

Yorum Yaz