Michael Mazarr, Georgetown Üniversitesi profesörlerinden. Aynı zamanda Center for Strategic and International Studies (Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi) uzmanlarından. Gelecek bilim ü...
Michael Mazarr, Georgetown Üniversitesi profesörlerinden. Aynı zamanda Center for Strategic and International Studies (Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi) uzmanlarından. Gelecek bilim üzerine çalışıyor. Son kitabı “Global Trends 2005” bu alanın en önemli çalışmalarından. “Gelecek yüzyılın el kitabı” diye değerlendiriliyor. Mazarr, dünyanın her birkaç yüzyılda bir dramatik değişimden geçtiğini, içinde bulunduğumuz dönemin de böyle bir sürece işaret ettiğini söylüyor. “Endüstri ekonomisinden bilgi ekonomisine geçiş yaşıyoruz. Bu dönüşüm, teknoloji ve ekonominin yanı sıra, insanın yaşamını ve karakterini de değiştiriyor. Ayrıca önümüzdeki tahmin edilemeyecek fırsatlar da sunuyor” diyen Mazarr, çok önemli trendlere de dikkat çekiyor.
TREND 1
TEMELLER NEYİN ÜZERİNE KURULU?
Michael Mazarr, önümüzdeki 5 yıla ait trendleri mevcut düzenin oturduğu temeller üzerinde yorumlamak gerektiğine inanıyor. Temeli oluşturan yapı malzemelerini ise kısaca demografi, doğal kaynaklar ve kültür olarak kabul ediyor.
Ona göre, demografik yapı geleceğin biçimlenmesinde belirleyici role sahip. Dünyadaki ortalama nüfus artış hızı önümüzdeki 30 yıl içinde yüzde 1’ler seviyesine doğru gerilerken, gelişmiş ülkelerde ise bu oran sıfırın altına düşerek eksi büyüme oranlarına inecek. Bu dengesizlik, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin dünya nüfusunun çoğunluğunu barındırması nedeniyle daha da belirgin hale gelecek. Bir yanda nüfus patlaması yaşanırken, diğer yandan giderek yaşlanan toplumlar yer alacak. Yaşlı ve genç nüfuslu toplumlar arasındaki sosyal ve ekonomik farklılıkların daha belirgin hale gelmesiyle, bunun getirdiği sorunlar da artacak.
Gücünü doğal kaynaklardan alan ekonomik sistemi çok gerilerde bıraktık. Ancak, aradan neredeyse bir yüzyıl geçmesine rağmen doğal kaynaklar önemini sürdürüyor. Özellikle de gıdanın temel kaynağı olan tarım, su ve enerji kaynakları devletler arasında problem olmaya devam ederken, gelişme sürecine de etki edecekler.
Gelişme sürecinde kültürün rolüne farklı modellerle açıklama getirilmeye çalışılıyor. Onlarca modele rağmen, henüz üzerinde çoğunluğun mutabık kaldığı bir model yok... Ancak, şüphesiz din, dil, değerler ve toplumsal alışkanlıklar gibi, kültürü oluşturan öğeler önümüzdeki yıllarda da gelişimin temelini oluşturacaklar.
İŞTE GELECEK İÇİN YAPILMASI GEREKENLER
*Yenilenebilir enerji üretimi için dünya çapında bir araştırma ve geliştirme programının hayata geçirilmesi şart. Petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynaklarına alternatif olabilecek kaynakların bulunması, ülkelerin enerji konusunda dışa bağımlılığının azalmasında önemli bir adım olabilir.
*Önümüzdeki 10 yıl içinde verimliliğin ciddi şekilde artırılması hedeflenerek tarım alanındaki araştırmalara hız verilmesi gerekiyor.
*Dünyanın farklı bölgelerindeki krizlere hazırlıklı olunması şart. Bu hazırlık sadece kısa süreli gıda yardımı gibi geçici çözümleri değil, sürdürülebilir yaşam kalitesinin sağlanması için uzun vadeli stratejileri de beraberinde getiriyor.
*Gelişmiş ülkelerde, yaşlı nüfusun hızla yükseleceği yıllarda ortaya çıkacak olası bütçe krizlerine karşı emeklilik reformu, genişletilmiş tasarruf planları ve borçların azaltılması gibi önlemlerin şimdiden alınması gerekiyor.
TREND 2
TARİHİ ŞEKİLLENDİREN GÜÇLER
İlk trendde önümüzdeki 10 yılda göreceli olarak sabit kalacak olgu ve süreçlere dikkat çekiliyordu. İkinci trend ise büyük çapta global değişime yol açabilecek “güç”lere odaklanıyor, bilgi çağını şekillendirecek 5 ana güç ve bunların olası etkileri inceleniyor. Mazaar bunları şöyle sıralıyor: “Bilim ve teknoloji, sosyoekonomik süreçler, insanın büyüme ve gelişme hırsı, sosyal yapılaşma ve öğrenen toplumlar ve son olarak da kaos ve karmaşa teorisi”...
Ona göre, merkeziyetçiliğin ağır bastığı toplumlarda, kapalı ekonomilerde ve reform yanlısı olmayan kurumların ağırlıklı olduğu sistemlerde bu güçler mevcut düzeni kökünden sarsacak. Bu yapıları çarpıcı bir şekilde yeniden şekillendirecek
Bu güçlerden en önemlisinin bilim ve teknoloji olduğunu belirten Mazaar, özellikle de biyoteknoloji, yenilenebilir enerji ve enformasyon teknolojisinin önümüzdeki yıllara damgasını vuracağını söylüyor. Gen haritasının çıkarılması paralelindeki gelişmeler tıp ve ilgili alanlarda devrim yaratırken, etik tartışmalardan biyolojik silahlara kadar bir dizi sorunu da beraberinde getirecek.
İnsanın büyüme hırsı
Önümüzdeki 10 yılda önemli bir uğraş da alternatif enerji kaynaklarının bulunması için harcanacak. Ancak, muhtemelen bu alanda ciddi bir ilerleme gösterilemeyecek. Enformasyon teknolojisi ise tam anlamıyla tüm gelişmelerin arkasındaki itici güç olacak.
Tarihsel sürecinin analizi her ne kadar somut olaylarla özetleniyorsa da, toplumların evriminde insanın büyüme hırsının ve bilinmeyene duyduğu merak ve isteğin önemli rolü var. İşte, bilgi çağıyla birlikte daha donanımlı hale gelen insanın bu arayışı artarak sürecek. Öğrenen birey ve öğrenen toplumlar hızla ilerlemeye devam ederken, gelişmiş ülkelerle geri kalmış ülkeler arasındaki fark ise iyice açılacak.
DEĞİŞİME NASIL HAZIRLANMALI?
*Kaos teorisi, bilgi çağını irdelemek için önemli bir analitik araç olarak değerlendirilmeli.
*Çin ve Ortadoğu ülkeleri gibi ülkelerde serbest piyasa ekonomisine geçiş dönemi
çalkantılarına karşı hazırlıklı olunmalı.
*Genetik çalışmalar ve biyoteknolojinin doğurduğu diğer çeşitli etik konularla ilgili kamuoyunda konsensüs oluşturulması için adımlar atılmalı.
*Uluslararası ilişkilerde, global sosyal dengeleri gözeten bir dış politika vizyonu oluşturulması için adımlar atılmalı.
TREND 3
İNSAN KAYNAKLARI EKONOMİSİ
Her ne kadar içinde yaşadığımız döneme bilgi çağı deniyorsa da, Michael Mazarr bu çağı “insan kaynakları ekonomisi” olarak adlandırmayı daha doğru buluyor. Çünkü, ekonomik gücün ve büyümenin temel kaynağını bugün insan oluşturuyor. İnsan, ekonomide daha önceleri hiç olmadığı kadar büyük ve vazgeçilmez bir role sahip.
Ancak, insan kaynakları ekonomisinin etkileri her kültürde aynı şekilde hissedilmeyecek. Çünkü, her kültür bu trendin avantajlarından yararlanmaya ve olası sonuçlarıyla başa çıkmaya hazır değil. Örneğin hiyerarşiye dayalı kültür yapılarında veya değişime dirençli toplumlarda insan kaynakları ekonomisinin yükselen değerleri şirketlerden kamu yönetimine kadar geniş bir kesimde muhtemelen huzursuzluğa yol açacak.
Özellikle yabancı düşmanlığının yaygın olduğu ve dışarıdan gelen yeni fikirlere şüpheyle bakıldığı toplumlarda karışıklık çıkması olasılığı ise daha fazla. Bu toplumlar ya entegre olan dünya ekonomisinin sunduğu olanaklardan yararlanmak için, radikal bir değişime giderek, hem düşünsel hem de insan mozaiği açısından daha kozmopolit olacaklar. Bu değişimi de ağırlıkla eğitime yatırım yaparak sağlayacaklar. Ya da giderek daha fazla kendi içlerine ve karanlığa gömülecekler.
İnsan kaynakları ekonomisi özellikle işyerlerinde bir dizi değişikliğe yol açacak. Önümüzdeki yıllarda çalışma biçimleri yeni baştan tanımlanacak. Yeni çalışma biçiminin özünü ise gelirin çalışanlar arasında adil olarak paylaşılması, ekip kültürü, “networking” yapılanma, bilgi ve fikirlere dayalı üretim oluşturacak.
“İK EKONOMİSİ”NE NASIL HAZIRLANMALI?
• Şirketlerin yeni döneme uyum sağlayacak şekilde reorganizasyona gitmeleri ve stratejilerini tekrar gözden geçirmeleri gerekiyor.
• Düşük gelirli ve kalifiye olmayan çalışanların becerilerinin geliştirilmesi için gerekli adımların atılması lazım.
• Eğitimin sadece okullarda değil, şirketlerden evlere kadar mekana ve yaşa bağlı kalmadan geniş bir alana yayılması şart.
• Bilgi çağının ekonomik performansını ve yeni ekonomik teoriyi daha iyi tanımlayabilecek, ölçebilecek ve insan kaynakları ekonomisinin daha iyi anlaşılır ve ölçümlenir olmasını sağlayacak araçlar geliştirilmeli.
TREND 4
GLOBAL KABİLELER DÖNEMİ
İçinde bulunduğumuz çağ, aynı zamanda bir paradokslar ve çelişkiler dönemi. Bir yandan globalleşme almış başını giderken, bir yandan da neredeyse her toplumdan farklı etnik seslerin yükseldiği duyuluyor. Hızlanan global ticaret, coğrafi uzaklığı ortadan kaldıran ulaşım araçları ve iletişim imkanlarıyla toplumlar kozmopolit bir yapıya kavuşuyor. İşte, globalleşme yönündeki bu gelişme, yerel, ulusal, etnik ve dinsel kimliklerin baskın çıkmasıyla tam anlamıyla çelişiyor.
Globalleşme trendinin en çarpıcı yansıması ekonomik göstergelerde hissediliyor. Örneğin, 1983 ila 1993 arasındaki 10 yılra dünyadaki toplam üretim yüzde 34.6 oranında artarken, dış ticaret ise yüzde 70.5 oranında büyüdü. Dünya Bankası’nın tahminlerine göre önümüzdeki yıllarda da ihracattaki büyüme, GSMH büyüme oranının iki katı düzeyinde gerçekleşecek.
2004 yılı itibariyle ise gelişmiş ülkelerin GSMH’sında dış ticaretin ortalama ağırlığı yüzde 40’a ulaşırken, gelişmekte olan ülkelerde ise bu oran yüzde 50’ye kadar çıkacak. Globalleşmenin diğer bir ölçüsü olan yabancı yatırımların tutarı da giderek artıyor.
“Toplumsal globalleşme”
Ekonomideki globalleşmeye paralel olarak bir de toplumsal düzlemde hissedilen globalleşme olgusu var. Gelecek bilimci Watts Wacker ve Jim Taylor’un “homophyly” olarak ortaya attıkları yeni tanıma göre globalleşmenin etkisiyle farklı toplumların bireyleri etkileşim sonucunda homojen özellikler kazanmaya başlıyorlar.
Global cephede ortak bir dünya bilincine doğru ilerlenirken, bir yandan da etnik köklere sahip çıkma, toplumsal parçalanmalar ve çoğulculuk yayılıyor. Globalleşmeyle çelişen bu eğilimin kökeninde de diğer trendlerde açıklanan olgular saklı aslında: İnsanın yabancılaşma duygusu yaşamasıyla bir yerlere bağlanma arzusunun artması, otoriteyi ve düzeni sağlayan kurumların ağırlıklarının azalması, bireyin artan bilgi düzeyi ile globalleşmeye direnmesi gibi...İşte önümüzdeki beş yıl içinde dünya bu aksi yönde ilerleyen iki trendin muhtemel çatışmalarına sahne olacak.
ÇATIŞMA NASIL ÖNLENEBİLİR?
• Şirketler için başarı artık ne sadece global arenada ne de yerel pazarlarda sağlanabilir. Ancak, ikisi için birden bütünsel bakış açısı geliştiren şirketler başarıyı yakalayabilirler.
• Coğrafi uzaklığın bir anlamda ortadan kalkmasıyla, dış ticarette ortaya çıkacak bir devrime hazırlıklı olunmalı.
• Hizmet sektörünün ve uluslararası kuruluşların artan önemini dikkate alarak dış ticaret politikaları gözden geçirilmeli.
• Farklı kültürler arasında ortaya çıkan gerilimi ve gerginliği azaltmak için hem hükümetler hem de kamu dışı oluşumlar düzeyinde diyalog kurarak kültürler arası karşılıklı anlayış ve hoşgörü sağlanmalı...
TREND 5
OTORİTE EL DEĞİŞTİRİYOR
“İnsanları yönetmek zor, çünkü çok fazla bilgi sahibiler.” Ünlü Çin öğretisi Tao Te Ching tarafından yüz yıllar önce dile getirilen bu olgu, asıl içinde bulunduğumuz dönemde gerçek anlamını ifade ediyor.
Bilgi çağına geçiş hem siyasi hem de sosyal yaşamın en önemli olgusu “otorite” kavramının sarsılmasına yol açtı. Teknoloji ve toplumsal alandaki hızlı değişim geride bıraktığımız çağa damgasını vuran tüm geleneklerin ve kurumsal yapılanmanın gücünü azaltıyor. Ancak, bu değişim, “otoritenin zayıflaması”nın ötesinde, yeni ve ilginç oluşumları beraberinde getiriyor.
Otoritenin bir çeşit transformasyona uğradığına ve el değiştirdiğine tanık oluyoruz. Alışageldiğimiz, geleneksel otorite mercileri irtifa kaybederken, onların yerini bilgi çağına özgü yeni kurumsal yapılar alıyor.
Ailenin yeni tanımı
Değişim dört farklı alanda kendini hissettiriyor. Bunlardan ilki aile ve akrabalık ilişkileri. Sadece ABD gibi gelişmiş ülkelerde değil, ailenin toplumsal düzende kritik role sahip olduğu Japonya, Çin ve Kore gibi, Asya ülkelerinde de klasik aile yapısının korunamadığı görülüyor.
Örneğin Çin’de 1981 yılında boşanma oranı yüzde 4.7 iken, bu oran geçtiğimiz yirmi yıl içinde yüzde 12’ye yükseldi. İstatistiklere göre anne ve babaların çocuklarına ayırdığı özel zaman giderek azalıyor. Örneğin Japonya’da bir baba çocuklarıyla günde ortalama 36 dakika geçirirken, bir Amerikan babasının çocuklarına ayırdığı vakit ise 56 dakika ile sınırlı. Bireyin otorite hiyerarşisiyle ilk tanıştığı kurum olan ailenin temellerinin sarsılması diğer otorite yapılarını da doğrudan ve dolaylı olarak etkiliyor.
Ulusal-devletin değişen rolü
Değişime uğrayan en önemli yapılardan bir diğeri ise ulusal-devlet. Sadece devlet düzeyinde değil, köylerden belediye meclislerine kadar tüm temsil ve yönetim düzeylerindeki birimler yetki ve yaptırım güçlerini kaybediyorlar.
Kamu harcamaları birçok ülkede hala çok yüksek düzeylerde seyrediyor. Örneğin kamu harcamalarında 90’lı yılların ortalaması ABD’de milli gelirin yüzde 33’ü, Almanya’da yüzde 50’si, Fransa’da ise yüzde 54’ü seviyesinde idi. Ekonomik hayattaki ağırlıklarını korumalarına rağmen toplumu temsil eden kurumlara olan saygı ve güven giderek azalıyor.
Çin ve Ortadoğu gibi merkezi otoritenin hayli etkin olduğu toplumlar için bile bu durum geçerli. Devletin otoritesinin azalmasındaki en önemli etkenlerden biri de şüphesiz globalleşmeyle birlikte hükümetlerin ekonomik faaliyetleri kontrol ve yönlendirme kabiliyetinin azalması...
Din öznelleşiyor
Aileyi ve devleti etkileyen güçler, yüzyıllardır en sağlam doktrin olarak görülen ve de toplumların en fazla saygı gösterdiği otorite olan dinleri bile tehdit ediyor. Hiyerarşiye dayalı bir yapıya sahip olan dinlere olan bağlılık azalıyor. Dinler hakimiyetlerini yitiriyorlar. Ancak, bu gidiş dine, kadere veya ruhani konulara olan inancın kaybedildiği anlamına gelmiyor.
Aksine, 21’inci yüzyılı dinin yeniden uyanış çağı olarak yorumlayan teolog ve gelecek bilimcilerin sayısı bir hayli fazla. Ancak bu kişiler önemli bir farka dikkat çekiyorlar:
“Geçmişin merkezileşmiş dogmalarının yerini tamamıyla bireye has, kişisel yoruma açık bir din anlayışı alıyor. Bir başka deyişle insanlar dinin organize yapısını reddederken, kendi içsel seslerine ve sağduyularına güvenerek yeni bir maneviyat tarzı geliştiriyorlar”.
Gelenekler
Bir toplumu oluşturan en önemli etkenlerden olan gelenekler ise hızlı değişim dönemlerinde ilk sorgulanan ve terk edilenler arasında yer alıyor. Bilgi çağının hiyerarşik yapılanmaya karşı olan vatandaşları için gelenekler başarı ve ilerlemenin önünde ciddi bir engel olarak algılanıyor. Geleneklerine değer verenlerin sayısı giderek azalırken, gelenekçilik karşıtları ise çoğalıyor. Dolayısıyla geleneklerle hayat bulan otorite de inişe geçmiş durumda.
YENİ DEĞERLER OLUŞTURULMALI
*Dinden boşalan yeri alacak yeni dini veya ahlaki değerlere bağlı bir ortam oluşturulmalı.
*Geçiş dönemlerinde en fazla karşılaşılan sorunlardan olan yolsuzluk ve suç ile mücadele etmek için, devletler bütçeden daha fazla pay ayırmalı.
*Erişkinlik çağında daha fazla sorumluluklarına sahip çıkabilecek şekilde hazırlanmaları için, ilk ve orta öğrenime daha fazla önem verilmesi gerekiyor.
*Uluslararası rekabet avantajları prensipleri doğrultusunda eğitim, altyapı ve diğer ilgili konulara yatırımları çekecek çalışmalar hızlandırılmalı.
*Referandum veya diğer benzeri yöntemlerle “doğrudan demokrasi”yi hızlandıracak ortamlar yaratılmalı
*Hem etik, hem de rekabet faktörleri göz önüne alınarak şirket misyonu ve stratejileri topluma karşı daha fazla sorumluluk ve duyarlılık içerecek şekilde yeniden oluşturulmalı.
TREND 6
YABANCILAŞMA: İNSANLIK SINAVDAN GEÇİYOR
Bilgi çağına eşlik eden sosyal ve ekonomik transformasyonun bireyleri yoğun bir stres altına soktuğu apaçık ortada... Değişime uyum sağlamak hiçbir zaman kolay olmadı. Ancak, içinde bulunduğumuz yıllarda yaşadığımız değişim insan psikolojisinin karşılaştığı en acımasız sınavlardan biri olacak.
Sınavın zorluğu, bilgi çağının bireye yüklediği yeni rollerden kaynaklanıyor. Sosyal, siyasi ve ekonomik arenadaki bölümlenme ve merkeziyetçilikten uzaklaşma olgusu bireysel yaşamlara da yansıyor. İnsanlar artık herhangi bir konuda karar verirken, toplumsal değerlere güvenme rahatlığına sahip değiller. Bireyler kendi seçimleriyle, kendi yaşamlarına sahip çıkmak zorunda. Toplumsal düzeni örnek alan yaşam anlayışı yerini bireyin kendi sorumluluğunu üstlendiği bir çağa bırakıyor.
Sosyal ve ekonomik geleceğimiz için, daha fazla kişisel sorumluluk alma zorunluluğu aynı zamanda endişe ve yabancılaşma olgusunu da beraberinde getiriyor. Geçiş dönemlerinde bireyler aşırı ruhsal ve duygusal dalgalanmalar yaşarken mevcut toplum kuralları ve kabul edilmiş değerler insanın kendini güvende hissetmesi için yeterli olmuyor. Bu durumda bireyler iki aykırı uçtan birine doğru sapma gösteriyorlar. Ya muhafazakar değerlere daha çok sahip çıkıyorlar, hatta dogmatizmin içine sürükleniyorlar. Ya da kendi varlıklarını daha fazla sorgulayarak ve toplumsal düzeni daha derinlemesine anlamaya çalışarak, daha bilinçli ve olgun bir yaşam anlayışına kavuşuyorlar.
İşte bu noktada bilgi çağının iki farklı yüzüyle karşılaşıyoruz. Bir yanda birey ve toplum psikolojisini temelden sarsılıyor. Diğer yanda daha fazla bilgi ile donanan insanlar daha farklı bir bilinç ve yaşam anlayışı düzeyine erişiyor.
BİREYİ RAHATLATMANIN YÖNTEMLERİ
*Medyanın skandallar ve felaketlerin yanı sıra, olumlu ve umut veren haberleri düzenli olarak işlemesinde yarar var.
*Eğitimde başarı ve reform için maksimum gayretin gösterilmesi gerekiyor.
*Yabancılaşma olgusuna karşı yeni sosyal değerler ve toplum bağlarının kuvvetlenmesi için gerekli ortam sağlanmalı.
*Şirketlerin de bu değişime hazırlıklı olması, bilgi çağının karmaşık yapısında çalışanlarına daha fazla yön verebilecek ve yardımcı olabilecek anlayış ve araçları geliştirmesi gerekiyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?