Bir şirketin inovasyon kapasitesi ölçülebilir mi? Scott D. Anthony,
bunun basit sorularla mümkün olabileceğini düşünüyor. Bir şirkette
başarılı fikirler başına düşen finansal katkı ne, inovasyon başarı oranı
ne ve yatırım etkinliği nasıl? Yazar bu ayrıştırma sayesinde
şirketlerin elleri altında bulunan farklı inovasyon stratejilerini gün
ışığına çıkarabileceğini düşünüyor. Dünyanın en inovatif şirketi
hangisi? Fast Company editörleri, onun Nike olduğunu söylüyor. Rakamları
birbirleriyle kıyaslama canavarları, geçen yıl Salesforce.com’un hisse
senedi fiyatı içinde en yüksek “inovasyon primi”nin gerçekleştiği şirket
olduğunu bulmuşlardı. MIT Technology Review ise herhangi bir şampiyon
belirlememişti. Ancak bu dergi, geçenlerde yayınladığı “Top 50 Bozucu”
şirket listesinde, General Electric ve IBM gibi iri cüsselilerle Square
ve Coursera gibi gelecek vadeden cüceleri aynı potada göstermişti.
Görüş
ayrılığı yeni bir şey değil ve aslında geri dönüp birkaç yıl önceki
benzer sıralamalara baktığınızda onların ancak yüzde 50’ye yakınının
çakıştığını görürsünüz. Niçin? Belki de şirketlerin inovasyon yapma
yeteneğinin uzun soluklu olmamasındandır. Ya da belki de bir şirketin
inovasyon motorunun aslında ne kadar iyi çalıştığını anlamanın çok zor
olmasından ve dolayısıyla dergi editörlerinin de son çıkan ve çok rağbet
gören ürünler ve hizmetler hakkında duygusal davranmış olmalarından
kaynaklanmaktadır.
UZLAŞAMAMA SORUNU
Hiç şüphe yok ki
“inovasyon” ölçümü su götürür bir iştir. Burada sorunun bir kısmı,
inovatif bir şirketi aslında neyin belirlediği konusunda henüz genel bir
uzlaşıya varılamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Oysa bu sorunu
çözmeye soyunmuş bazı ölçümler de yok değil.
Özel şirketler
açısından inovasyonun başlıca amacı, finansal etki yaratmak
olduğundandır ki “İnovasyon Yatırımının Getirisi” (ROII) en akla yatkın
ve makul bir tümleşik ölçüm olabilir. Siz kendi ROII rakamınızı,
inovasyon ile yaratılan kârları veya nakit akışlarını toplayarak ve bu
rakamı bahsedilen getirileri elde etmek için yapılan toplam yatırımlara
bölerek hesaplayabilirsiniz.
Muhtemelen elde edeceğiniz oran, geriye (geçmişteki yatırımlarınızın şimdiki neticelerinin ölçümüne) veya
ileriye
(inovasyona bugün yaptığınız yatırımların gelecekteki beklenen
değerinin ölçümüne) yönelik olacaktır. Her ne kadar ROII, bir dereceye
kadar faydalı olsa da o aslında bir şirketin belirli bir neticeye nasıl
ulaştığını tam anlamıyla ölçmez. İşte burası, Dupont analizinin devreye
girdiği noktadır.
BASİT BİR FORMÜL
Şirketlerin kendi
performanslarını değerlendirmek için özkaynak kârlılığı kavramını
kullandıkları 1920’li yıllarda, DuPont tek bir ölçümün doğal olarak
kendine has sınırlamaları olabileceğini fark etmişti. Bu yüzden de
özkaynak kârlılığını 3 farklı bileşene ayırmaya karar vermişti. Özkaynak
kârlılığı (özkaynaklara bölünen net gelirler) aslında 3 kilit faaliyet
rasyosunun birbirleriyle çarpılmasından elde edilir:
- Kârlılık (satış hasılatı üzerinden kazanılan net gelirler)
- Faaliyet etkinliği (özkaynaklarla yapılan satışlar)
- Finansal kaldıraç (özkaynaklarla edinilen aktifler)
Bu
basit formül aslında, bir şirketin iş modeli hakkında fevkalade işe
yarar öngörüler sunar; bir şirketin güçlü yanları veya fırsat alanları
hakkında çok hızlı bir teşhiste bulunmanızı sağlar.
Dupont’un
getirdiği yeniliği aklımızda tutarak biz de ROII’yi aşağıdaki gibi alt
bölümlere ayırarak çok daha iyi bir ölçümle ortaya çıkabiliriz:
- İnovasyon boyutu (başarılı fikirler başına düşen finansal katkı)
- İnovasyon başarı oranı (başarılı fikirler bölü ortaya atılan toplam fikirler)
- Yatırım etkinliği (ortaya çıkan fikirler bölü toplam sermaye ve faaliyet yatırımları)
Bu
ayrıştırma sayesinde şirketlerin elleri altında bulunan farklı
inovasyon stratejileri gün ışığına çıkarılabilir. Diğerlerine kıyasla
göreceli olarak daha tehlikesiz bir yol izleyen şirketlerin başarı
oranları daha yüksek, aldıkları risk oranı daha düşük ve etkinlik
dereceleri daha yüksek olabiliyor. Ancak aynı zamanda bir şirket, daha
fazla risk alarak ama daha üstün etkinlik seviyesine sahip daha düşük
başarı oranlarını göze alarak da aynı getirilere sahip olabilir.
Bu
türden bir analiz, bir şirketin inovasyon kapasitesini değerlendirmek
isteyen liderler veya yatırım analistleri için fevkalade değerli
olabilir. Bu, hatta farklı kurumsal koşullar
için geçerli birkaç prototip stratejiye ışık tutan bir çerçeve çalışması olarak bile ortaya atılabilir.
GERÇEK SORUN
Günümüzde
asıl sorun bu gibi rakamları ellerinin altında tutan çok az sayıda
şirket olmasında ve kıyaslamayı neredeyse imkansız hale getirecek
şekilde ortak tanımlamaların ve kamuoyuna açık istatistiklerin
bulunmayışında yatıyor. Örneğin, “Bir fikir nasıl tanımlanır” veya
“Başarı ne anlama gelir” gibi son derece basit soruların aslında tutarlı
bir şekilde cevaplandırılması gerekir.
Bir şirketin uzun vadeli
başarısında (ve bazen hayatta kalma savaşında) inovasyonun ne kadar
önemli olduğu göz önüne alındığında, belki de artık halka açık olan ve
hisse senetleri borsada işlem gören şirketlere kendi inovasyon kanalları
ve inovasyon performanslarının ardındaki kilit sürücüler hakkında
düzenli olarak raporlar vermelerini mecburi tutmanın zamanı gelmiştir.
Onların
bu işi yaptıkları güne kadar siz, en azından popüler dergilerin
manşetlerine taşınan şirketlerden uzak durun. Sonuçta hepimiz biliyoruz
ki Business Week’in 2008 sıralamasında öne çıkan ve ABD hisse senetleri
piyasasında işlem gören 20 şirketten yarısı, 2008 Mart-2013 Mart
arasındaki dönemde, kendi pazar endekslerinde berbat bir performans
gösterdi. Her ne kadar bu sıralamada yer alan Apple ve Amazon.com gibi
şirketler, S&P 500’ye kıyasla çok güçlü performans göstermiş olsalar
da Blackberry (Research in Motion), General Motors, Nokia, Sony ve
Toyota’nın hisse senetleri bu dönemde olağanüstü zorluklar yaşadı.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?