Hiç şüphe yok ki 21’inci yüzyılın
başlangıcında önemli meydan
okumalarla yüzleşiyoruz. Dünya
nüfusu 7 milyar insanı aştı ve 2050
itibarıyla bu gezegende 9 milyardan
fazla insan yaşayacak. Gelişmekte
olan piyasalarda yaşam standartları
da hızla yükselerek tarımsal emtiaların
tüketiminde enerjik bir artışı
körüklüyor.
Peki tarımı hedef alan bu meydan
okumalarla yüzleşmeye ve aynı
zamanda iklim değişikliğiyle başa
çıkmaya ve doğayı korumaya ne
kadar hazırlıklıyız? Avrupa’da hakim
olan bakış açısı şüphelerle dolu. Biz
bu meydan okumalarla başa çıkmaya
çalıştıkça genellikle sorunlar hakkında
hem gerçek hem hayali mevcut olan
veya durumu kötüleştirebilecek bir
odak ortaya çıkıyor. Bu endişeleri
ciddiye almak ve çözüm bulmak
zorundayız. Ancak korkular elimizi
kolumuzu bağlıyor ve bizi ileriye doğru
gitmekten alıkoyuyor. Bu meydan
okumaların üstesinden gelebilmek
için iyimser, cesur ve yaratıcı olmamız
şart. Toplumun her seviyesinde,
bir perspektif değişikliğine ve
sürdürülebilir inovasyona net bir
şekilde adanmışlığa ihtiyacımız var.
Sırf son 50 yılda tarımda kaydedilen
ilerlemelerin bile bizi motive etmeye
yetmesi gerekir. Norman Borlaug’un
ateşlediği “Yeşil Devrim” ile tohum
ıslahı, yetiştirme ve modern mahsul
koruma alanlarındaki yeni yöntemler
sayesinde 1960’lardan bu yana
tarımsal getiriler dramatik boyutlarda
artarak milyonlarca insanın temel
beslenmesi garanti altına alındı. Çok
sayıda insan için yokluk anlamına
geleceğinden hiç kimse bu başarıları
geriye döndürmek istemiyor. Buna ilaveten ayrıca çözüm bulunması
gereken azalan topraklar, aşırı
gübreleme ve toprak erozyonu gibi
ortaya yeni sorunlar da çıkıyor. Aynı
zamanda bu meydan okumalarla
daha iyi nasıl başa çıkabileceğimizi
de tekrar tekrar öğrenip duruyoruz.
Bilim ve tarımdaki ilerlemeler
sayesinde özellikle de kaynakları ve
çevreyi koruyan verimli tarıma yönelik
çözümler geliştirmekle ilgilenen BASF
gibi şirketlerle beraber çiftçilikte
inovasyonların ardı arkası kesilmiyor.
İnsanoğlunun tarihi aslında tarımın
tarihiyle sıkı sıkıya iç içe geçmiştir.
Bizim ileride tarımı bir sonraki
sürdürülebilir gıda arzı seviyesine
yükseltmemiz ve aynı zamanda da
yenilenebilir hammaddelerle biyoenerji
sunuyor olmamız gerekecek. Bunları
başarmanın çok sayıda olası yolu var.
Elimizdeki temiz su kaynaklarını
akıllıca kullanmamız gerektiğine
hiç kuşku yok. Aynı zamanda
“mavi gezegenimizde” kıt olanın
su miktarı olmadığını, temiz suyu
her yere taşıyacak yeterince uygun
bir altyapımızın olmadığını da
unutmamalıyız. Bir kez daha, bu
aslında bir perspektif sorunudur.
Sadece kıtlık senaryolarına uyum
sağlamaya çalışmayıp olumlu yönde
değişiklikler yaratmaya odaklanırsak
arzı iyileştirmenin yollarını bulmakta
çok daha başarılı olabiliriz. Ayrıca
mevcut ve olası kıtlıkların üstesinden
gelmemizi sağlayacak fırsatların da
derhal farkına varmamız ve onlardan
faydalanmamız şart.
BASF, bitki biyoteknolojisinin bu
fırsatlardan biri olduğuna inanıyor.
Bitki biyoteknolojisi, her şeye çözüm
değil, ancak bu modern biyoloji
bilimi global gıda arzının artırılması
için son derece güçlü bir araç. Bitki
biyotekolojisi konvansiyonel ıslah
yöntemlerinin sınırlarını aşıyor ve
çiftçilerin hasılatı artırmalarını ve
kaynakları korumalarını sağlıyor.
Bitki biyoteknolojisi daha şimdiden
gelişmişlerin yanı sıra gelişmekte olan
ülkelerde de pek çok sosyoekonomik
başarıya imza atıyor. O aynı
zamanda tarım sektöründe çevrenin
korunmasını daha da ileri boyutlara
taşımaya da yardımcı olabilir.
Bizler BASF Bitki Bilimi ile 1998
yılından beri bu fırsatlar üzerinde
aktif bir şekilde araştırmalar
yürütüyoruz. Bilhassa da 25 yıl önce yapılan ilk sürüm deneyler
ve sayısız güvenlik araştırmalarının
sonucunda, bunun “riskli bir teknoloji”
olduğuna dair hiçbir önemli kanıta
rastlanmadığından, burada global
tarım��n sürdürülebilirliğine ciddi
katkılar yaptığımıza ikna olmuş
durumdayız. Aksine, 1996 yılındaki
ilk ticarileştirme uygulamasından bu
yana tarımsal yetiştirme rakamlarında
görülen sürekli artış net bir mesaj
veriyor: Sadece 2010 yılında 29
ülkeden 15,4 milyon çiftçi toplamda
148 milyon hektarlık bir arazi üzerinde
genetik yapısı değiştirilmiş (transjenik)
mahsuller yetiştirdi. Bu alan dünya
genelindeki ekilebilir arazilerin yüzde
10’una tekabül ediyor ki bu, yaklaşık
Almanya, Fransa ve İspanya’nın
toplam yüzölçümüne eşit.
Bitki biyoteknolojisi modern mahsul
koruma süreçleriyle tarımsal
uygulamaların bir tamamlayıcısı
olmasının yanı sıra bitkilerin ıslahında
da çok değerli bir ilerlemedir.
Bu yüzden tarım tarihinde ileriye
doğru atılan önemli bir adımı temsil
etmektedir. Biz BASF’de işte bu
fırsattan faydalanmak istiyoruz.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?