İktisat Fakültesi´nde okurken hocalarımız sık sık, ekonomi eğitimini Türkiye´de aldığımız için şanslı olduğumuzu söylerdi. Bu şansın eğitimin kalitesiyle bir ilgisi yoktu tabii. Söz konusu şans, Tü...
İktisat Fakültesi´nde okurken hocalarımız sık sık, ekonomi eğitimini Türkiye´de aldığımız için şanslı olduğumuzu söylerdi. Bu şansın eğitimin kalitesiyle bir ilgisi yoktu tabii. Söz konusu şans, Türkiye´nin ekonomi bilimi açısından adeta bir laboratuar işlevi görmesinden kaynaklanıyordu.
Normalde laboratuar deneyleri fen bilimlerine mahsustur. Ancak Türkiye´de devleti yönetmekle görevli olanlar ekonominin dengeleriyle o kadar sık oynuyorlar ki, insan adeta bir deneye tabi tutulduğumuzu düşünüyor. Türkiye´de sık sık, devlet ve ekonomi yönetiminde nelerin yapılması gerektiğine değil ama nelerin yapılmaması gerektiğine dair örnek olaylar yaşanıyor.
19 Şubat depremi
Esas mesleği ekonomi profesörlüğü olan bir başbakanımızın 1993-94 döneminde yaptıkları, hocalarımızın yukarıda bahsettiğimiz sözünün ne kadar doğru olduğunu anlamamızı sağlamıştı. 19 Şubat´ta yaşadıklarımız, bu konudaki düşüncelerimizi bir kez daha pekiştirdi.
Aylardır hazırlığı yapılan ve ne kadar önemli olduğunu artık sağır sultanın bile duyduğu 20 Şubat´taki iç borç ihalelerinin hemen öncesinde, başbakan ve cumhurbaşkanının birbirine girmesi olacak şey değildi. MGK (Milli Güvenlik Kurulu) toplantısında yaşanan bu sürtüşmenin anında ve bizzat başbakan tarafından kamuoyuna yansıtılması ise daha da inanılmazdı tabii.
"Kol kırılır, yen içinde kalır'' kuralının en çok uygulanması gereken böyle bir ortamda, kamuoyunun yaşanan olaydan anında haberdar olmasının ekonomik etkisi çok olumsuz oldu. Hükümetin istifa etmesinden korkan bankalar, sadece 1 gün içinde Merkez Bankası´ndan 7.6 milyar dolarlık döviz talebinde bulundu. Merkez Bankası´ndan daha önce de buna yakın döviz çıkışları olmuştu ama bu çıkış en azından 10-15 günlük bir süreye yayılmıştı.
Programın sonu mu?
Ellerinde yeterince TL bulunmayan bankalar, panik içerisinde yaptıkları bu döviz taleplerinin büyük bölümünü ertesi gün iptal etmek zorunda kaldı. Ancak mali piyasadaki çalkantı bir türlü durmayınca, 14 aydır uygulanan istikrar programında revizyon gündeme geldi. Hükümet döviz kurunu çapa olarak kullanmayı bırakıp dalgalanmaya bırakınca, kurlar yükselişe geçti.
Biz konjonktür bölümünü hazırladığımız sırada olay henüz çok tazeydi ve piyasalardaki çalkantı sürüyordu. Bu nedenle 19 Şubat´taki siyasi depremin ekonomiye çıkardığı fatura konusunda çok fazla şey söylememiz zor.
Ancak hükümetin istifa etmeyeceğini açıklaması ve artık kriz yönetiminde iyice ustalaşan Hazine´nin aldığı önlemlerle, söz konusu siyasi depremin kamu maliyesine ilk olumsuz etkileri sınırlı tutulabildi.
Hazine, 20 Şubat´taki 7 ve 12 aylık iç borçlanma ihalelerini iptal ederek, yerine 1 ay vadeli bir ihale açtı. GSM satışından ve dış borçlanmadan gelen para sayesinde, bu ihalede itfasının gerektirdiğinin çok altında borçlanma imkanını da buldu. Böylece 500-600 trilyonluk bir ek faiz yüküne yol açabilecek bu olay, bizim hesaplarımıza göre 35 trilyonluk ek faiz yüküyle atlatılabildi.
Ancak döviz kurunun dalgalanmaya bırakılması ve fiili olarak devalüasyon yaşanmasından sonra faizleri düşürme imkanı pek kalmadı gibi. Bu nedenle yaşanan krizin esas faturası gelecek ihalelerden itibaren Hazine´ye çıkarılmaya başlayabilir.
Gaf üstüne gaf
Esasında 19 Şubat´ta yaşananlar, Başbakan Bülent Ecevit´in geçen ay yaptığı ilk gaf değildi. Bu olaydan daha 15 gün önce yapılan bir başka gaf ta iç borçlanma faizinin yükselmesine yol açmış ve Hazine´ye 18 trilyon liralık bir ek faiz yükü getirmişti.
Sözünü ettiğimiz olay, hükümetin, mali kriz sonrasında faizlerin yükselmesiyle zor duruma düşen reel ekonomiye destek vaat etmesiyle ortaya çıktı. Bu vaat, zaten diken üstünde duran mali piyasalar tarafından istikrar programından çark olarak yorumlanınca, yavaş yavaş düşüş trendine girmiş olan faizler yeniden yükseldi.
Hazine, 13 Şubat´ta düzenlediği 3 aylık bono ihalesinde yıllık yüzde 57 brüt, yüzde 14.2 dönem faiziyle 802 trilyon lira borçlandı ve 114 trilyon lira faiz ödeme yükümlülüğü altına girdi. Oysa daha 10 gün önce 23 Ocak´ta yapılan 3 aylık bono ihalesinde yıllık brüt faiz yüzde 48, dönem faizi ise yüzde 12 olarak gerçekleşmişti. Eğer faiz değişmeseydi, 13 Şubat ihalesinde ortaya çıkacak faiz yükü 96 trilyon lirada kalacaktı.
Ekonomideki tarihi gaflar
Ecevit´in geçen ay yaptığı gafların benzerlerini daha önce de yaşadık. Bunlardan en ağır hasara yol açanı, 1993-94 döneminde, zamanın başbakanı Tansu Çiller´in giriştiği faiz düşürme operasyonuydu. İç borçlanma ihalelerinin iptali şeklinde gerçekleştirilen bu operasyon, faizleri düşürmek yerine yüzde 80´lerden yüzde 300´lere çıkartmıştı. Çünkü ihale iptalleri sonucu boşta kalan para dövize yönelmiş, dövizdeki tırmanışın önüne geçmek için süper faizli bonolar çıkarmak şart olmuştu. Bu hata 1994 yılında ekonominin yüzde 6.1 oranında küçülmesine yol açtı.
1988 yılında, zamanın ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Yusuf Bozkurt Özal´ın bir yıl vadeli mevduatta faiz üst sınırını yüzde 65´ten yüzde 64´e düşürmesi sonrasında da benzer gelişmeler yaşanmıştı. Para, mevduattan çözülüp dövize yönelince faizler serbest bırakılmış ve yüzde 85´e kadar çıkmıştı.
1996 yılında, Refahyol´un Maliye Bakanı Abdüllatif Şener´in, iç borçlanma faizine üst sınır getirileceğini açıklaması sonucu yaşanan mini deprem de hatırlarda. Bu açıklama, iç borçlanma faizinde 10 puanlık artışa yol açmıştı.
Başka dünyanın insanları
Türkiye´de bu tür olayların yaşanması, siyasetçilerin ekonomideki gelişmeleri yeterince takip etmemesinden kaynaklanıyor. Devlet yönetiminde bulunan kadroları 1980 öncesinde yetişen kuşaklar oluşturuyor. Bu kişiler, 1980 sonrasında yaşanan şu gelişmelerin ekonomiyi siyasi gelişmelere karşı çok hassas kıldığını idrak edemiyor:
* 24 Ocak 1980 Kararları´yla başlayan serbestleşme süreci sonrasında devletin ekonomideki payı azaldı. Ekonomide hakimiyet artık ��zel sektörün elinde. Ancak ekonomiyi ilgilendiren kararları siyasetçiler alıyor. Bu nedenle özel sektör, siyasetçilerin ağzından çıkan her sözü dikkatle izliyor ve ona göre pozisyon alıyor. Bu pozisyon değişiklikleri ekonomide dalgalanmalara yol açıyor.
* 1980 öncesinde tasarruf yapanlar paralarını ya altına ya da bankaya yatırmak durumundaydı. Günümüzde ise dövizden borsaya, bonodan repoya kadar çok çeşitli tasarruf araçları var. Para, bu tasarruf araçları arasında yer değiştirirken sadece ekonomideki değil siyasetteki gelişmeleri de dikkate alıyor.
Yabancıların etkisi ne kadar?
* Tasarruf araçlarının çeşitlenmesi, yurtdışından da portföy amaçlı sermaye girişini artırdı. Yurtdışı yatırımcılar için ülkede izlenen ekonomik politikaların değişmemesi çok önem taşıyor. Bu nedenle yabancı yatırımcılar, siyasette, ekonomi politikalarında değişikliğe yol açabileceğini düşündükleri bir gelişme olduğunda hemen paralarını alıp gitmeye başlıyor.
Devlet yönetiminde bulunan siyasetçilerimiz ekonominin gerektirdiği gibi davranmayı öğrenmedikçe, daha bu tür çok olayla karşılaşırız. Siyasi kaynaklı ekonomik çalkantıların ortadan kalkması için, siyasetçilerimizin her davranışlarının ekonomik birimler tarafından yakından takip edildiğini anlamaları ve ``devlet adamı'' gibi davranmaya başlamaları gerekiyor.
EKONOMİ GEMİSİNİN ÇAPASI GİTTİ
19 Şubat´taki siyasi deprem sonucunda mali piyasada yaşanan çalkantılarla baş edemeyen hükümet, 22 Şubat´ta kurları dalgalanmaya bıraktı. Bunun üzerine kurlar hızla yükselmeye başladı. Biz konjonktür bölümünü hazırladığımız sırada dolar kuru 800 bin ile 1 milyon lira arısındaydı ve hangi düzeye oturacağı henüz belli olmamıştı.
Kurların serbest bırakılmasıyla, 14 aydır uygulanan istikrar programı çapasız kaldı. Çapanın kopmasından sonra ekonomi gemisinin hangi sulara sürükleneceği henüz belli değil. Ancak önceki deneyimlerden yararlanarak şu sonuçların gerçekleşebileceğini söyleyebiliriz:
* Kurların dalgalanmaya bırakılması, fiili olarak bir devalüasyon anlamına geliyor. Merkez Bankası´nın kasasında bol miktarda döviz bulunması bu devalüasyonun oranının düşük kalmasını sağlayabilir. Siz bu yazıyı okuduğunuzda muhtemelen kurlar bir düzeye oturmuş ve böylece devalüasyonun oranı da ortaya çıkmış olacak.
* Devalüasyon ihracatçıların sıkıntısını bir süre için giderecek. TL´nin değer kaybetmesiyle ihracatın yükselişe geçmesi beklenebilir. İthal ürünlerin TL cinsinden fiyatları yükseleceği için, devalüasyon ithalatı ise kısacak. Böylece dış ticaret ve cari işlemler dengesinde düzelme yaşanacak.
* Kurlardaki artış ithal hammadde ve ara mallarının TL cinsinden fiyatlarının yükselmesi demek. Türkiye´nin ithalatının üçte ikisini sanayinin üretim yapmak için kullandığı hammadde ve ara malları oluşturduğu için bu nokta önemli. Bu durum işletmelerin maliyetlerini artıracak ve enflasyonda yükselişe yol açacak. Enflasyonun nereye kadar yükseleceği ise devalüasyon oranının ne kadar olacağına bağlı.
* Kur artışlarının ve enflasyonun yükselmesi faiz oranlarının geriletilmesini zorlaştıracak. Geçen yıl gördüğümüz yüzde 30´luk faiz oranlarına geri dönmek, uzun bir süre için hayal olarak kalacak.
* Faiz oranları yüksek düzeyde kalacağı için talepteki kısılma sürecek. Talep canlanmayınca üretim de gerileyecek. Bu yıl ekonominin küçülmesi veya büyüme oranının çok düşük düzeyde kalması söz konusu olacak.
* Dış dünyada Türkiye´deki gelişmelerin bir domino etkisi yaratarak, Asya Krizi benzeri bir kriz yaratmasından korkanlar var. Eğer bu korku gerçekleşirse Türkiye ilk kez dünya ekonomisinde başrole çıkacak. Bu durum gelişmiş ülkelerin ve uluslararası kurumların Türkiye´ye daha fazla önem vermeye başlamalarını sağlayacak. Enflasyonu düşürmemiz ve ekonomimize çeki düzen vermemiz konusundaki dış baskılar yoğunlaşacak. Tabii bunun gerçekleştirilmesi için Türkiye´ye verilen dış destek de artabilecek.
SANAYİ 1999´DA KAYBETTİĞİNİ 2000´DE GERİ ALDI
Devlet İstatistik Enstitüsü´nün (DİE) verilerine göre, geçen yıl sanayi üretimi yüzde 5.4 oranında artış gösterdi. 1999 yılında ise üretim yüzde 5.2 oranında gerilemişti.
DİE´nin aylık sanayi üretim endeksi incelendiğinde, 2000 yılı ile ilgili olarak şu noktalar dikkati çekiyor:
* 2000 yılında yaşanan artışla, sanayi üretimi 1998 yılındaki düzeyine geri döndü. DİE´nin 1997=100 bazlı aylık sanayi üretim endeksinin 2000 yılındaki ortalama değeri 100.9 düzeyinde. 1999 yılında 95.7 olan bu değer, 1998 yılında da 100.9 düzeyindeydi.
* 2000 yılını en iyi geçiren sektörlerin başında otomotiv yer alıyor. DİE´nin verilerine göre motorlu kara taşıtları üretimi 2000 yılında yüzde 51 oranında arttı. Hem iç piyasada satış rekoru kırılması hem de ihracatın artması, geçen yıl otomotivcilerin yüzünü güldürdü.
* Türkiye´nin ihracatında lokomotif görevini üstlenen konfeksiyon sektöründe de 2000 yılı performansı iyi. Geçen yıl bu sektördeki üretim yüzde 18.6 oranında artış gösterdi.
* Tekstil sektöründeki üretim artışının yüzde 7.7 olduğu görülüyor.
* Sanayi üretiminde en büyük paya sahip olan petrol ürünleri sektöründe üretim yüzde 9.3 oranında azaldı. Bu durum, 1999´da yaşanan depremde aldığı hasar nedeniyle, TÜPRAŞ´ın İzmit´teki rafinerisinin yılın ilk aylarında düşük kapasiteyle çalışmasından kaynaklandı.
* Sanayi üretiminde ağırlığa sahip olan diğer sektörlerden kimyada yüzde 1.5 oranında üretim düşüşü yaşanırken, gıdadaki üretim yüzde 6, ana metal sanayiindeki üretim ise yüzde 6.1 arttı.
Tehlike sinyalleri
Kasım ayında yaşadığımız mali kriz sonrasında ise sanayi üretiminden gelen sinyaller pek iyi değil.
İlk kötü sinyal aralık ayında sanayi üretiminin yüzde 4.2 oranında gerilemesiyle geldi. Ancak bu gerilemede mali krizin etkisinin yanında aralık ayında yaşanan uzun bayram tatilinin de etkisi vardı.
İkinci kötü sinyal ise 2001 yılının ilk ayında imalat sanayii kapasite kullanım oranının düşmesiyle geldi. İmalat sanayi geçen ocak ayında yüzde 71.8 oranında kapasite ile çalıştı. Geçen yılın ocak ayında kapasite kullanım oranı yüzde 73 düzeyindeydi. Geçen sonbahar aylarında ise kapasite kullanım oranı yüzde 80´lere kadar çıkmıştı.
Döviz kurlarının serbest bırakılmasıyla yaşanan fiili devalüasyondan sonra ekonominin 2001 yılını durgunluk içinde geçirmesi ihtimali yükseldi. Bu ihtimal gerçekleşirse sanayi de 2001 yılını pek parlak geçiremeyecek tabii.
ENFLASYONDA OCAK AYI SONUÇLARI İYİ
Ocak ayında TEFE (toptan eşya fiyatları endeksi) enflasyonu yüzde 2.3, TÜFE (tüketici fiyatları endeksi) enflasyonu ise yüzde 2.5 olarak gerçekleşti. Geçen yılın aynı ayındaki oranlar yüksek olduğu için, yıllık enflasyonda önemli bir düşüş yaşandı. Yıllık TEFE enflasyonu yüzde 28.3´e, yıllık TÜFE enflasyonu ise yüzde 35.9´a geriledi.
Kur artışı yüzde 1´in altında tutulduğu için, ocak ayı enflasyon oranlarını fazla yüksek bulan ve beğenmeyenler oldu. Ancak bizim yaptığımız hesaplara göre bu oranlar hiç de fena değil. Bu görüşümüzün gerekçelerini şöyle sıralayabiliriz:
* Biz istikrar programı uygulamasından önceki 10 yıldaki, yani 1990-99 dönemindeki aylık enflasyon oranlarının ortalamasını mevsim normalleri olarak kabul ediyoruz. 2000 yılındaki aylık enflasyon oranları, söz konusu mevsim normallerinin ortalama 2 puan altında çıkmıştı.
* Bilindiği gibi hükümetin yıl sonu enflasyon hedefleri TEFE´de yüzde 10, TÜFE´de yüzde 12 düzeyinde. Yaptığımız hesaplara göre, bu yılki enflasyon hedeflerinin tutması için, aylık oranların mevsim normallerinin 3.5-4 puan altında gerçekleşmesi gerekiyor.
* Ocak ayındaki TEFE enflasyonu, bu ay için hesaplanan mevsim normalinin 4.1 puan altında kaldı. Ocak ayındaki TÜFE enflasyonu ise bu ay için hesaplanan mevsim normalinin 3.5 puan altında. Buna göre ocak ayında gerçekleşen enflasyon oranları, yıl sonu hedeflerine uygun.
Ancak şubat ayında yaşadıklarımızdan sonar önümüzdeki aylarda enflasyonda ocak ayındaki performansı göstermemiz zor. Kurlardaki yükselme nedeniyle enflasyonda da artış olacak gibi.
BÜTÇEDE 2000 HEDEFLERİ TUTTU
2000 yılında konsolide bütçedeki gerçekleşmeler yılbaşında konulan hedeflere uygun oldu. Maliye Bakanlığı´nın verilerine göre, 2000 yılında bütçede yaşanan gelişmeleri şöyle değerlendirmek mümkün:
* Bütçe açığı hedefin altında kaldı. Hedef 14.1 katrilyon lira iken gerçekleşme 12.8 katrilyon lira oldu.
* Faiz dışı denge hedeflenenden daha çok fazla verdi. Hedef 7 katrilyon lira faiz dışı fazla vermek iken, gerçekleşme 7.6 katrilyon liraya yaklaştı.
* Harcamaların da hedeflenen düzeyin altında çıktığını görüyoruz. Bunda faiz ödemelerinin beklenenden 693 trilyon lira daha düşük gerçekleşmesinin büyük etkisi var. Diğer önemli harcama kalemi olan personel harcamaları ise hedeflenen düzeyi 782 trilyon lira aştı.
* Bütçe gelirleri hedeflenen düzeyi yaklaşık 1.2 katrilyon lira geçti. Bunun nedeni, ekonomideki canlılık sayesinde vergi gelirlerinin hedefi 2.5 katrilyon lira aşması oldu. Özelleştirmede hedefe ulaşılamaması nedeniyle, vergi dışı normal gelirler ise beklenenin çok altında kaldı.
2001´e iyi girdik
Bütçe uygulamasında 2001 yılı da iyi başladı. Ocak ayında bütçe sadece 35 trilyon lira açık verdi. Geçen yılın aynı ayında bütçe açığı yaklaşık 1.6 katrilyon liraydı. Bütçe açığının azalmasında faiz ödemelerindeki düşüşün etkisi büyük. Ocak ayında faiz ödemeleri yüzde 35.9 geriledi. Bu sayede faiz dışı fazla da yüzde 169.2 artışla 1.3 katrilyon lirayı buldu.
Ancak faiz oranlarındaki yükselme nedeniyle 2001 yılındaki faiz ödemeleri beklenenden yüksek olacak gibi görünüyor. Bu durum önümüzdeki aylarda bütçe açığının beklenenin üzerine çıkmasına neden olabilir.
2000´DE 33 BİN 161 ŞİRKET KURULDU
Yeni kurulan şirket sayısı, ekonomideki yatırım eğiliminin önemli göstergelerinden biridir. Ekonominin canlandığı ve geleceğe güvenin arttığı dönemlerde, yeni kurulan şirket sayısı artar. Çünkü böyle dönemlerde daha çok girişimci iş hayatına adım atar.
Türkiye´de geçen yıl 33 bin 161 adet yeni şirket kuruldu. Bu sayı 1999 yılında kurulan şirket sayısından yüzde 22.4 oranında daha fazla. 1999 yılında kurulan şirket sayısı 27 bin 83´tü.
Ancak yaşanan bu artışa rağmen 2000 yılında şirketleşme eğiliminin çok güçlü olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü 2000 yılında kurulan şirket sayısı 1999 öncesindeki 6 yılın epey gerisinde ve 8 yıl önceki düzeye yakın.
Türkiye´de şirketleşme eğiliminde 1993 yılında bir atak yaşandı. O yıl yeni kurulan şirket sayısı ilk kez 40 binin üzerine çıkmıştı.
Yaşanan krize rağmen 1994´te de yeni kurulan şirket sayısı yükseldi. 1994 yılında 48 bin 573 şirket kuruldu.
1995-98 döneminde ise yeni kurulan şirket sayısı 50 binin üzerinde gerçekleşti. Hatta 1997 yılında kurulan şirket sayısı 60 binin de üzerindeydi.
2000 yılında ekonomide yaşanan canlanma şirketleşme eğiliminin 1993-98 düzeyine yükselmesini sağlayamadı. Yaşanan ekonomik çalkantılar nedeniyle 2001 yılında da şirketleşme eğiliminin güçlenmesi zor görünüyor. Bu eğilimin tekrar 1993-98 düzeyine çıkması için ekonominin birkaç yıl üst üste hızlı büyümesi gerekiyor gibi.
TÜSİAD´IN 2001 TAHMİNLERİNDE REVİZYON
Kasım ayında yaşadığımız mali krizden sonra 2001 yılı tahminlerinin revize edilip düşürülmesi kervanına TÜSİAD da katıldı. TÜSİAD´ın (Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği) ocak ayında yayınladığı son ``Konjonktür'' raporunda yer alan 2001 yılı tahminleri ile ekim ayında yayınlanan önceki rapordaki 2001 tahminlerini karşılaştırdığımızda şu sonuçlara ulaşıyoruz:
* Son rapordaki tahminlere göre, TÜSİAD uzmanları 2001 yılında ekonominin yüzde 2.4 oranında büyüyeceğini tahmin ediyor. Önceki rapordaki büyüme tahmini ise yüzde 4.7´ydi. Buna göre mali krizin Türkiye´nin ekonomik büyümesini 2.3 puan gerileteceği tahmin ediliyor.
* Son tahminlere göre, 2001 yılının ilk yarısında durgunluğun hakim olması bekleniyor. İkinci yarıyılda ise ekonominin büyüme hızının çok hafif bir yükselme göstereceği tahmin ediliyor.
* Önceki tahminler ise bunun tam tersiydi. Ekim ayında yapılan tahminler 2001 yılının ilk yarısında ekonominin canlığını korumasını öngörüyordu. Ekonomideki yavaşlamanın üçüncü çeyrekten itibaren başlaması bekleniyordu.
* TÜSİAD´ın 2001 yılı enflasyon tahminlerinde ise artış var. Ancak bu artış çok fazla değil. Son tahminlere göre 2001´de yıllık ortalama TEFE enflasyonunun yüzde 21.4 olması bekleniyor. Ekim ayında yapılan tahminler ise aynı oranı yüzde 20.3 olarak öngörüyordu.
Şubat ayında yaşadığımız son gelişmelerden sonra, TÜSİAD´ın 2001 tahminlerini yeniden revize etmesi söz konusu olacak gibi.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?