Ekonomide 3 Kritik Ay

Türkiye, ekonomide dengeleri bir türlü yerine oturtamamanın sakıncasını geçen ay bir kez daha gördü. Bankacılık sisteminde ortaya çıkan likidite sıkıntısı, hükümetlere karşı duyulan geleneksel güve...

1.01.2001 02:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Türkiye, ekonomide dengeleri bir türlü yerine oturtamamanın sakıncasını geçen ay bir kez daha gördü. Bankacılık sisteminde ortaya çıkan likidite sıkıntısı, hükümetlere karşı duyulan geleneksel güvensizliği hortlatınca, uygulanan istikrar programının rafa kalkmasına ve daha yeni canlanan ekonominin yeniden krize yuvarlanmasına ramak kaldı.

Ekonominin sürekli ``bıçak sırtında'', ``uçurumun kenarında'' veya ``sırat köprüsünde'' olduğu bir ülkede hükümete tam bir güven duyulmasını beklemek aşırı iyimserlik olurdu tabii. Ancak mevcut hükümet işbaşına gelir gelmez giriştiği reformlarla, hem yurtiçinde hem de yurtdışında önemli bir güven kazanmayı başarmıştı. Ne var ki son aylarda ``reform yorgunluğu''na kapılınca, kazandığı güven yavaş yavaş eridi. Bu güven erozyonu, bankalar arasında yaşanan olay olmasaydı da, er ya da geç bir yerden patlak verecekti.

Geleceğe bakış

Artık olan oldu. Şimdi geleceğe bakma zamanı.

Ancak piyasadaki para kuraklığının faizleri yükselttiği bir ortamda geleceğe bakanlar, ufukta olumlu bir tablo göremiyorlar. 2001 yılı için yapılan tahminlerde hep faizlerin yüksek kalmayı sürdüreceği varsayımı var. Bu varsayım altında ise ekonominin yavaşlamasından ve hatta küçülmesinden başka bir sonuca ulaşmak çok zor.

Oysa faizlerin 3-4 ay içinde yeniden makul düzeylere düşürülmesi olasılığı da yok değil. 2001 senaryoları bu tür bir varsayımla oluşturulduğunda, ilk çeyrekteki yavaşlamadan sonra ekonominin yeniden canlanması ve makul bir büyüme oranının tutturulması sonucuna ulaşılabiliyor.

Bu bir yol kazası mı?

Bu ikinci varsayım gerçekleşirse, 2000´in kasım ve aralık aylarında yaşadıklarımız bir ``yol kazası'' olarak kalacak. Ekonomi, yuvarlandığı şarampolden çıkacak ve kısa bir duraklamadan sonra yeniden asfalt yolda ilerlemeye başlayacak.

İlk varsayımın gerçekleşmesi halinde ise bizi ya durgunluk ya da kriz bekliyor. 2001 yılında büyüme oranının sıfır ile yüzde 4 arasında kalması halinde durgunluk, eksi olması halinde ise kriz teşhisi koyacağız.

Hükümetin yeniden dört elle reform sürecine sarılması ve IMF´den ek bir destek alması, mali krizin bir yol kazası olarak kalması açısından umut veriyor. Aşağıdaki gelişmelerin de yaşanması halinde bu umut gerçeğe dönüşebilir:

Sözler mutlaka tutulmalı

* Hükümet, IMF´den ek destek alırken, 2000 yılında yapması gerekip de yapamadıklarını, 2001 yılının ilk 3 ayında yapmak için söz verdi. Mali krizin açtığı yaraların çabucak kapanması için, bu sözlerin harfiyen tutulması gerekiyor.

* Hükümetin IMF´ye verdiği sözlerin bir bölümünü geçen ay yerine getirmesi, bu açıdan umut verici. IMF´ye Türk Telekom ve THY´nin özelleştirilmesi için 14 Aralık´a kadar ihale açılacağı sözü verilmişti. Bu söz yerine getirildi.

* Hükümet verdiği sözleri tutarsa, mali kriz sırasında yurtdışına kaçan yabancı sermaye yeniden dönüş yapabilir. Özelleştirme ve yapısal reformlar konusunda adım atılması, Hazine´nin uygun şartlarda dış borç bulmasını da sağlayabilir.

Kuru savunmak şart

* 2001´de kur politikasının aynen sürdürülmesi gerekiyor. Kurun savunulması istikrar programının devamı açısından kritik öneme sahip. Bir devalüasyon yaşanması halinde istikrar programının çöpe atılması kaçınılmaz. Çünkü böyle bir durumda artan ithal hammadde ve ara malı maliyetleri enflasyonu sıçratacak. Ayrıca faizler de yüksek düzeyini sürdürecek ve ekonomide küçülme kaçınılmaz olacak.

* Kurun savunulması yabancıların geri dönmesi açısından da önemli. Mali kriz sırasında yabancıların 7 milyar dolarlarını alıp gitmelerinde en büyük etken devalüasyon korkusuydu. Devalüasyon ihtimalinin ortadan kalkması halinde kaçan yabancı para yeniden dönüşe geçebilir.

* IMF´den gelecek 7.5 milyar dolarlık ek kaynak, 2001 yılında kur politikasını sürdürmenin imkan dahiline girmesini sağladı. Merkez Bankası´nın rezevrlerine eklenecek olan bu para, dövize yeni bir hücumu önlemek için subap vazifesi görecek.

Risk primine dikkat

* Kur politikasının sürdürülmesi, yeterince hızlı olmasa bile enflasyondaki düşüşün sürmesini sağlayacak. Nominal faizler, enflasyonun üzerine makul bir reel faiz oranı ve risk primi eklenerek belirlendiğine göre, enflasyonun düşmesi faizleri de bir miktar geri çekecek.

* Risk priminin azaltılması ise yurtdışından para girişinin başlamasıyla mümkün olacak. Hazine, 2001 yılında da itfasının yüzde 75´i kadar borçlanmayı planlıyor. Dış borçlanmanın sürdürülmesi halinde bu plan tutabilir. Hazine´nin bankalara eskisi kadar muhtaç olmaması, iç borçlanmadaki risk primini düşürebilir.

* Bankalar, para satarak para kazanan işletmeler. Büyük yatırımların yapılmadığı Türkiye´de bankaların para satabilecekleri çok fazla alan yok. Hazine´nin dış borçlanmayı sürdürmesi halinde, bankalar ister istemez faizleri düşürmek zorunda kalacak.

* Dış dünyada yaşanacak şu iki gelişme de 2001´de ekonomide dengelerin tutması için yardımcı olacak. Petrol fiyatlarının düşmesi ve Euro’nun değer kazanması, ekonomi büyüse bile cari işlemler açığını azaltabilecek.

Faiz ne zaman düşer?

Faizlerin ne zaman ve nereye kadar düşeceği, yurtdışından gelecek dövizin miktarına ve ne kadar çabuk geleceğine bağlı.

Türkiye´nin yaşadığı önceki mali krizlerin incelenmesi, faizlerin eski seviyesine dönmesinin 6 ile 9 ay arasında bir zaman aldığını gösteriyor. Ancak bu krizlerin çoğunda devalüasyon yaşanmıştı ve hükümetin arkasında dış destek de yoktu.

Bu kez devalüasyona izin verilmemesi ve hükümetin arkasında IMF´nin maddi desteğinin olması, faizlerin 3-4 ay gibi bir sürede eski seviyesine çekilebileceğini düşündürüyor.

Bu beklenti gerçekleşirse, 2001 yılının bahar aylarından itibaren ekonomi yeniden büyüme trendine girebilecek. Faizlerin düşmesi ve büyümenin 2 yıldır sürmesi yatırımları uyarabilecek. Böylece 2001 yılı bir durgunluğa veya krize düşülmeden atlatılabilecek.

Burası Türkiye...

Tabii 2001 yılına yönelik planlar yaparken yaşadığımız Türkiye olduğunu da unutmamak gerekiyor. Bu ülkede siyaset sık sık ekonominin önüne geçebiliyor.


Koalisyonu oluşturan siyasetçilerin reformları ve özelleştirmeyi engelleme çabaları sürerse, 2001´de karşımıza bugünlerde herkesin korktuğu tablo çıkabilir.

Böyle bir durumda dış kaynak girişi hayal olur. Hatta IMF´nin desteğini çekmesi ve bir devalüasyonun yaşanması da söz konusu olabilir. Devalüasyon, enflasyonu yeniden sıçratır. Faizler daha da yükselir. Ekonomi, son 10 yılda üçüncü kez küçülür.

BU TABLODA KRİZ İŞARETİ VAR MI?

Kasım ve aralık aylarında yaşanan mali krizin nedenleri araştırılırken, doğal olarak makro ekonomik göstergelere de bakıldı. Türkiye´ye kara gözlüklerle bakmaya alışmış bir kesim, yaşanan mali krize makro ekonomik temeller bulmaya çalıştı. Hatta mevcut durumun 1994 yılından kötü olduğunu söyleyenler bile çıktı.

Oysa bize göre yaşanan mali krizin makro ekonomik bir temeli yok. Bu sonuca nasıl vardığımızı şöyle açıklayabiliriz:

* 2000 yılında dış açıkta bozulma yaşandığı bir gerçek. Cari işlemler açığı rekor düzeylere çıktı. Ancak ekonominin diğer temel göstergelerinde iyileşme var. Bu göstergelerdeki iyileşme, dış açıktaki yükselmenin tehlike yaratması ihtimalini azaltıyor.

* Örneğin, enflasyonda 1999´a göre 30 puanlık bir düşüş söz konusu. 1999 yılı sonunda yüzde 62.9 olan TEFE (Toptan Eşya Fiyatları Endeksi) enflasyonu 2000 yılı sonunda yüzde 31-33 dolayında çıkacak. 1999 yılı sonunda yüzde 68.8 olan TÜFE (Tüketici Fiyatları Endeksi) enflasyonu da 2000 yılı sonunda yüzde 38-40 dolayında gerçekleşecek gibi.

* Kamu kesimi dengesinde de 2000 yılı sonundaki durum 1999 yılı sonundakinden daha iyi. Bütçe açığı 1999 yılında yüzde 185.1 oranında artmıştı. 2000 yılında ise bütçe açığındaki artış oranı yüzde 30´un altında kalacak. Faiz dışı fazlada yaklaşık 6 katlık artış söz konusu. 1999 yılında GSMH´nin (Gayri Safi Milli Hasıla) yüzde 15.2´si düzeyinde olan kamu kesimi borçlanma gereksiniminin ise 2000 yılında yüzde 10.9´a indiği tahmin ediliyor.

* Yüksek döviz rezervleri sayesinde, Merkez Bankası kurlarda aşırı bir artışa izin vermeyecek güce sahip. Nitekim yaşanan mali kriz sırasında da Merkez Bankası kurlardaki artışın hedeflerden sapmasına izin vermedi. IMF´den alınan 10.4 milyar dolar nedeniyle, 2001 yılında da kurlarda aşırı bir artış yaşanması zor.

* 1999 yılında küçülen ekonomi 2000 yılında yeniden canlandı. Üstelik bu canlanma ekonomide aşırı bir ısınmaya yol açacak kadar da olmadı. Büyüme oranı hükümetin yüzde 5.5´lik hedefinin çok üzerine çıkmayacak gibi görünüyor.

Temel ekonomik göstergelerde kriz işaretinin bulunmaması, mali krizin nedenini başka yerde aramak gerektiğini gösteriyor. En güçlü ihtimali ise hükümetin 2000´in ikinci yarısında reformlar ve özelleştirme konusunda ayak sürümeye başlamasının güven erozyonuna yol açması oluşturuyor. Bankacılık sisteminde yaşanan gelişmeler, sadece, istikrar programının geleceği konusunda kuşkuya kapılan yabancıların kaçması için tetik vazifesi gördü.

DEVALÜASYONA İHTİYAÇ YOK

Geçen ay yaşadığımız mali kriz sırasında yabancıları paralarını alıp gitmeye sevk eden etken, bir devalüasyon yapılması olasılığıydı. IMF´nin desteği gelmese ve rezervler erimeye devam etseydi, belki bu olasılığın gerçekleşmesi söz konusu olabilecekti.

Devalüasyon gereğini zaman zaman dile getirenler oluyor. Çünkü 2000 yılı başında uygulanmaya başlayan istikrar programı nedeniyle kur artışları yavaşlatıldı. Enflasyon beklendiği ölçüde düşmediği ve kur artışının üzerinde gittiği için, TL´nin reel olarak değer kazandığı savunuluyor.

İhracatı kısıp ithalatı artırdığı ve böylece dış açığı yükselttiği için TL´nin reel olarak değer kazanması sakıncalı. Ancak sadece Türkiye´deki enflasyon ile kur artışını karşılaştırarak TL reel olarak değer kazanıyor demek yanıltıcı. Bunun için ihracat yaptığımız ülkelerdeki enflasyonu da dikkate almak ve bir reel kur endeksi hesaplamak gerekiyor.

DPT´nin (Devlet Planlama Teşkilatı), 1982 yılının ocak ayını baz alan böyle bir endeksi var. DPT´nin reel kur endeksi, 0.75 dolar ve 0.25 marktan oluşan bir döviz sepeti dikkate alınarak ve Türkiye´deki TEFE, ABD´de ve Almanya´daki üretici fiyatları kullanılarak hesaplanıyor.

DPT´nin bu endeksine göre, 2000 yılında TL´nin aşırı değerlenmesi söz konusu değil. Enflasyonun yüksek olduğu yılın ilk aylarında TL reel olarak değer kazanmıştı. Ancak enflasyonun yavaşladığı yaz aylarında TL´nin değeri 1999 sonundaki değerinin bile altına indi.

DPT´nin reel kur endeksi, ekim ayında TL´nin yeniden değer kazanmaya başladığını gösteriyor. TL, kasım ve aralık aylarında da değer kazanmış olabilir. Ancak TL´nin 2000 yılı sonundaki değeri 1999 yılının çok üzerinde olmayacak gibi. Bu nedenle bir devalüasyon ihtiyacı görünmüyor.

DIŞ AÇIKTA YAVAŞLAMA SİNYALİ

Yaşanan mali krize makro ekonomik göstergeler arasından gösterilen tek dayanak, cari işlemler açığının beklenenden çok fazla yükselmesiydi. Ancak mali krizin doruk noktasına çıktığı günlerde açıklanan eylül ayı verileri, dış açıktan yavaşlama sinyalleri geldiğini gösterdi.

Merkez Bankası´nın verilerine göre, cari işlemler dengesi eylül ayında sadece 51 milyon dolar açık verdi. Bu, 2000 yılı içinde gerçekleşen en düşük aylık açık tutarı.

Eylül ayındaki fren sayesinde, kümülatif açık tutarı hemen hemen ağustos ayındaki seviyesiyle aynı ve 6 milyar 771 milyon dolar düzeyinde kaldı.


Cari işlemler açığındaki frenin nedenleri incelendiğinde, ithalattaki hız kesmenin başı çektiği görülüyor. İthalattaki artış oranı 2000 yılı başından beri yüzde 27´nin altına inmemişti. Eylül ayında ise ithalat yüzde 16 oranında arttı ve 4 milyar 226 milyon dolar olarak gerçekleşti.

Ağustos ayında sürpriz bir şekilde 2 milyar doların altına gerileyen ihracatın, eylül ayında yeniden önceki aylardaki seviyesine yükselmesi de cari açığın fren yapmasının nedenleri arasında.

Ancak eylül ayındaki 2 milyar 219 milyon dolarlık ihracatın, 1999 yılının aynı ayında yapılan ihracattan yüzde 2.4 oranında daha düşük olduğunu da belirtelim. Eylül ayında ihracat artsaydı, cari işlemler dengesi fazla verecekti.

Ocak-eylül dönemi itibariyle ise ihracatta yüzde 4, ithalatta yüzde 35.1 oranında artış söz konusu. Dokuz aylık dönemde 20 milyar 11 milyon dolarlık ihracat, 38 milyar 969 milyon dolarlık ithalat yapıldı.

2000 BÜYÜME ORANI YÜZDE 6 DOLAYINDA ÇIKACAK

Devlet İstatistik Enstitüsü´nün (DİE) verilerine göre, Türkiye ekonomisi 2000 yılının üçüncü çeyreğinde yüzde 6.9 oranında büyüdü. İlk iki çeyrekteki büyüme oranları yüzde 4´lerde gerçekleştiği için, bu durum ekonominin 2000´in ikinci yarısına vites yükselterek girdiğine işaret ediyor.

DİE´nin verileri incelendiğinde, ekonominin üçüncü çeyrekte hızlanmasının nedenlerinin şunlar olduğu ortaya çıkıyor:

* Ticaret sektöründeki hızlı büyüme üçüncü çeyrekte de sürdü. Ticaret sektörü üçüncü çeyrekte yüzde 12.2 oranında büyüdü. Ticaret sektöründeki bu hızlı büyüme özellikle otomobil ve dayanıklı tüketim malı satışlarındaki artıştan kaynaklanıyor.

* Üçüncü çeyrekte ekonominin vites yükseltmesinde esas etkili olan gelişme ise sanayi üretimindeki artışın hızlanması. Sanayi sektörü üçüncü çeyrekte yüzde 9.8 oranında büyüdü. Sanayi sektöründeki büyüme oranı ilk çeyrekte yüzde 2.8, ikinci çeyrekte ise yüzde 4 düzeyindeydi.

* İnşaat sektöründe işlerin açılması da ekonomiye itici güç görevi yaptı. Üçüncü çeyrekte inşaat sektöründeki büyüme oranı yüzde 7.9 oldu. İnşaat sektöründe yılın ilk çeyreğinde yüzde 2.1 oranında gerileme yaşanmış, ikinci çeyrekte ise yüzde 2.9´luk bir büyüme gerçekleşmişti.

Tarımın ise ekonomiye beklendiği kadar katkı yapmadığı görülüyor. Üçüncü çeyrekte tarımsal üretim yüzde 1.9 oranında arttı. İkinci çeyrekteki artış oranı da aynıydı. Yılın ilk çeyreğindeki tarımsal üretim artış oranı ise yüzde 1.4 düzeyindeydi.

Hükümet 2000 yılında tarımsal üretimin yüzde 3.6 oranında arttığını tahmin ediyor. Ancak ilk üç çeyrekteki veriler bu tahminin tutmasının zor olduğunu gösteriyor. 2000 yılındaki tarımsal üretim artışı yüzde 2 dolayında kalacak gibi görünüyor.

2000 tahminleri

Şu ana kadar elimize geçen veriler, ekonominin 2000 yılının dördüncü çeyreğinde de hızlı büyüdüğünü gösteriyor.

İmalat sanayi kapasite kullanım oranı, ekim ve kasım aylarında yılın en yüksek düzeyine çıktı. İmalat sanayi ekimde yüzde 81.9, kasımda ise yüzde 79.8 oranında kapasite ile çalıştı.

Sanayi üretimi ekim ayında yüzde 13.2 oranında yükseldi. Bu 2000 yılı içinde sanayi üretimde görülen en yüksek ikinci artış oranı.

Ekim ve kasım aylarında dayanıklı tüketim malı ve otomobil satışlarındaki artış da sürdü.

Yaşanan mali krizle birlikte faizlerin yükselmesi, aralık ayında otomobil ve dayanıklı tüketim malı talebini kısmış olabilir. Ancak bayram ve yılbaşı alışverişi nedeniyle, faizlerin yükselmesinin toplam talep üzerindeki etkisi sınırlı kaldı gibi.

Ekonominin 2000 yılının son çeyreğinde yüzde 8-9 dolayında bir büyüme göstermiş olması mümkün görünüyor. 2000 yılının tamamındaki büyüme oranı ise hükümetin yüzde 6´lık gerçekleşme tahmini dolayında çıkabilir.

1999 verilerinde revizyon

DİE, 2000 yılı üçüncü çeyrek milli gelir verileriyle birlikte, 1999 yılı milli gelir verilerinin revize edilmiş halini de yayınladı.

Önceki veriler 1999 yılında ekonominin yüzde 6.4 oranında küçüldüğünü gösteriyordu. Yapılan revizyonla birlikte 1999 yılındaki küçülme oranı yüzde 6.1´e indi.

Revizyon, 1999 yılı kişi başına milli gelirinde ise 2 dolarlık bir artışa yol açtı. Daha önce 2 bin 878 dolar olarak açıklanan kişi başına milli gelir, revizyon sonrasında 2 bin 880 dolara çıktı.

EKONOMİK BÜYÜME İSTİHDAMI ARTIRDI

Devlet İstatistik Enstitüsü´nün (DİE) verilerine göre, temmuz, ağustos ve eylül aylarını kapsayan yılın üçüncü çeyreğinde Türkiye´de 1 milyon 295 bin işsiz vardı. Bu sayının sivil işgücüne bölünmesi ile bulunan işsizlik oranı ise yüzde 5.6 olarak hesaplanıyor.

Bilim adamları Türkiye´deki işsizlik oranının gerçeği yansıtmadığını, gerçekçi bir orana ulaşmak için eksik istihdamdakilerin de dikkate alınması gerektiğini söylüyor. Bu eleştiri dikkate alındığında, üçüncü çeyrekte işgücünün yüzde 11.2´lik kısmının ``atıl'' olduğu ortaya çıkıyor.

Ekonomideki atıl işgücü oranı 2000 yılının ilk çeyreğinde yüzde 17.4, ikinci çeyreğinde ise yüzde 13.6 düzeyindeydi. Bahar aylarından itibaren ekonominin canlanmasının atıl işgücü oranını hızla düşürdüğü görülüyor.

DİE´nin verilerine göre, ekonominin canlanması ile birlikte nisan-eylül döneminde 425 bin işsiz iş buldu. Aynı dönemde eksik istihdamdakilerin sayısında da 603 bin kişilik azalma oldu. Ekonomideki canlanma, atıl işgücünde 1 milyonun üzerinde bir azalma sağladı.

Ekonominin yılın dördüncü çeyreğine hızlı girmesi, atıl işgücü oranının yılın son üç ayında biraz daha düşeceğini düşündürüyor.

Ancak mali piyasalarda yaşanan kriz reel ekonomiye yansırsa, 2001 yılında işler tersine dönecek. Ekonominin yavaşlamasıyla birlikte yüz binlerce kişi yeniden işsizler ordusu saflarına girecek.

İşgücü piyasası göstergelerinde 2000 yılının ilk iki çeyreğinde dikkati çeken gelişme, tarımın istihdamdaki ağırlığını hizmetler sektörüne kaptırması olmuştu. Aradaki fark epey kapanmasına rağmen, tarımsal faaliyetin en yoğun olduğu üçüncü çeyrekte de bu durum değişmedi.

KONUT İNŞAATINDA CANLANMA

1999 yılında yaşanan depremlerden ağır hasar alan inşaat sektörü, 2000´in ilk yarısında da kendine gelememişti. Tam inşaat mevsiminin başladığı dönemde hükümetin ruhsat vermeyi durdurması, inşaatçıların işini iyice bozmuştu.


Ruhsat dağıtımının yeniden başladığı 2000 yılının üçüncü çeyreğinde ise inşaat sektöründe beklenenin de üzerinde bir iyileşme yaşandı.

DİE´nin verilerine göre, 2000 yılının temmuz-eylül döneminde 110 bin daire için inşaat ruhsatı alındı. Marmara depreminin yaşandığı 1999´un aynı döneminde inşaat ruhsatı alınan daire sayısı 81 binde kalmıştı. Böylece üçüncü çeyrekte yüzde 36.5 oranında artış yaşanmış oldu.

Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) uzmanları, ilk yarıyıldaki gerçekleşmelere bakarak, 2000 yılının tamamında 200 bin konut için inşaat ruhsatı alınacağı tahminini yapmıştı. Oysa bu sayı daha ilk dokuz ayda aşıldı. Üçüncü çeyrekte yaşanan canlanma nedeniyle, ocak-eylül döneminde inşaat ruhsatı alınan daire sayısı 210 bine ulaştı.

Geleneksel olarak yılın son çeyreği, en çok inşaat ruhsatı alınan dönemdir. 2000 yılının son çeyreğinde de inşaat ruhsatı alınan daire sayısı yılın en yüksek düzeyine çıkmış olabilir. 2000 yılının tamamında inşaat ruhsatı alınan daire sayısı 300 binin üzerinde gerçekleşebilir.

Konut inşaatında üçüncü çeyrekte canlanma yaşandığını, iskana açılan daire sayısında da görüyoruz. 2000´in temmuz-eylül döneminde 59 bin dairenin inşaatı tamamlandı ve iskana açıldı. Bu sayı 1999 yılının aynı dönemine göre yüzde 43.4 oranında artışı ifade ediyor.

Ocak-eylül döneminde iskana açılan daire sayısı ise yüzde 2.9 oranında artışla 141 bine ulaştı.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz