Gerek dünya gerek Türkiye ekonomisine ilişkin olarak nisan ayı başlarından bu yana gözlemlediğimiz resesyonda, dipten dönüş sinyalleri giderek güçleniyor. Fakat bu sinyallerin, gerçekten resesyonda sona yaklaşıldığını gösterip göstermediği konusunda şüpheler hala ortadan kalkmış değil. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, geçen ay yaptığı bir konuşmada, “Tünelin ucunda bir ışık görünüyor ama bu çıkışı mı gösteriyor yoksa üzerimize doğru gelen bir arabanın farı mı belli değil” diyerek bu konudaki şüphelerini ifade etmişti. Yurtiçinde ve yurtdışında benzer şüpheyi taşıyan pek çok iktisatçı olduğunu da biliyoruz.
Esasında tünelin ucunda görülen ışığın gerçekten çıkışa mı işaret ettiğini yoksa üzerimize doğru gelen bir arabanın farı mı olduğunu kesin olarak bilmemize imkan yok. Ayrıca tünelin ucundaki ışık, çıkışa işaret ediyorsa bile bu çıkışın ne kadar uzaklıkta olduğunu kestirmek de o kadar kolay değil. Çünkü zamanda sadece ileriye doğru hareket edebiliyoruz ve üzerinde gittiğimiz yol da daha önce hiç kimsenin geçmediği, haritası olmayan bir yol oluyor doğal olarak. Dolayısıyla bu yolda zaman zaman içine girdiğimiz tünellerin uzunluklarını da önceden bilemiyoruz. Tek yapabildiğimiz daha önce geçtiğimiz tünellere göre bir kıyaslama yaparak bu tünelden ne zaman çıkabileceğimizi kestirmeye çalışmak. Bu kestirimde, daha önce geçtiğimiz tünellerden ortalama çıkış süremiz, tünelin ucundaki ışığın görülmeye başlayıp başlamadığı (dipten dönüş), ışığa doğru ne kadar hızla yaklaştığımız (dipten dönüşün hızı), tünelin ucundaki ışık sandığımız şeyin daha önce kaç kez ve hangi şartlarda üzerimize doğru gelen bir arabanın farı çıktığı gibi bilgiler bize yardımcı oluyor. TÜNELLER FARKLI
Bu arada zamanda ileriye doğru olan bu yolculukta herkes aynı yoldan gitmiyor. Dünya ölçeğinde ülkeleri, ülke ekonomileri içinde de sektörleri birbirine paralel giden farklı yollarda seyreden arabalara benzetebiliriz. Bu arabaların bazıları yolları üzerindeki tünellere girdiğinde bazıları hala yeryüzünde seyredebiliyor. Tünellere girenlerden bazıları daha kısa tünellere denk gelirken bazılarının tünelleri çok uzun olabiliyor. Bazıları tünelden hızlı bir şekilde çıkarken bazıları yıllar boyu tünelin içinde ağır aksak yol alabiliyor.
Konjonktür’de önceki ay Türkiye ekonomisinin dipten döndüğüne yani tünelin ucundaki ışığın görülmeye başladığına ilişkin analizimize yer vermiştik. Geçen ay ise bu ışığın gerçekten tüneldeki çıkışı gösterdiği varsayımına dayanarak ve ışığa doğru ne kadar hızlı yaklaştığımıza bakarak, yılın son çeyreğinde tünelden çıkabileceğimizi yazmıştık. Bu, mevcut tünelden çıkışın, aşağı yukarı son 22 yılda içinden geçtiğimiz önceki tünellerden çıkışımız kadar süreceği anlamına geliyor (Bkz. Kutu 1). Işığa doğru yaklaşma hızımız, bu sefer önceki dönemlere göre çok düşük görünse de (Bkz. Kutu 3) hala bu fikrimizi değiştirmiş değiliz. Bu arada gördüğümüz ışığın üzerimize doğru gelen bir arabanın farı olma ihtimalini tümden reddetmiyoruz, ama bunun olasılığının çok yüksek olmadığını düşünüyoruz. Son 20 yılda böyle bir durumla sadece bir kez karşılaşmıştık ve o da önceden öngörülmesi mümkün olmayan bir doğal felaketten (1999 Marmara Depremi) kaynaklanmıştı KÜRESEL EKONOMİ
Yalnız iş küresel ekonomiye gelince laf söyleme imkanımız biraz sınırlı. Bu, hem bizim küresel ekonomi konusunda yeterince uzmanlığımızın olmamasından hem de bu alandaki verilerin yetersizliğinden kaynaklanıyor. Küresel ekonomi konusundaki bilgi eksikliğimizi son zamanlarda mesaimizi daha çok bu alanda harcayarak kapatmaya çalışıyoruz. Bu arada benzer eğilim dünyadaki diğer iktisatçılar ve kurumlar arasında da geçerli olduğu için bu alandaki veri eksiğinin de giderek kapatılmaya çalışıldığını görüyoruz.
Dünya ekonomisi, şu anda ülkelerin büyük çoğunluğunun resesyonda olduğu yani bir tünelin içinde yol aldığı bir süreçten geçiyor. Her zaman dünyanın bir yerinde resesyon yaşayan ülkeler vardır ama bu kadar çok ülkenin aynı anda resesyona girdiği dönemlere çok sık rastlanmıyor.~
IMF uzmanlarının yaptıkları bir araştırmaya göre, şu anda yaşadığımız dahil, son 50 yılda böyle sadece dört dönem var (Bkz. Kutu 1). Bu araştırma, şu anda yaşadığımız küresel resesyonun önceki üçüne göre çok daha ağır olduğunu gösteriyor. Fakat iyi haber şu ki bu resesyonun da öncekiler gibi bir yıl içinde sona ereceği ve 2010 yılında büyümenin yeniden başlayacağı tahmin ediliyor. Bu araştırmanın kapsamı dışında kalan ve herkesi en çok korkutan olasılık olan 1930’lardaki Büyük Buhran dönemine benzer bir sürecin yaşanmasına pek ihtimal verilmiyor. ÖNCÜ GÖSTERGELER
Son zamanlarda iktisatçıların izlemeye başladıkları küresel ekonomiye ilişkin öncü göstergelere bakıldığında, bu tahmin çok da havada gibi görünmüyor
Herşeyden önce bu öncü göstergelerin küresel finans piyasalarındaki tedirginliğin azaldığını gösterdiğini belirtelim. Bilindiği gibi küresel resesyon, kaynağını ABD’deki mortgage piyasasındaki sorunlardan alan, küresel finansal krizin yarattığı panik ile ortaya çıkmıştı. Bu nedenle küresel finans piyasalarındaki tedirginliğin azalması ve işlerin normale dönmeye başlaması son derece önemli.
Küresel ekonomiye ilişkin öncü göstergeler, reel tarafta da bir toparlanmanın başladığı sinyalini veriyor. Bu sinyallere bakılırsa, küresel ekonomi de resesyonda dipten dönmüş ve tünelin ucundaki ışık görünmeye başlamış durumda. Burada da bu ışığın üzerimize doğru gelen bir arabanın farı olması ihtimali yok değil tabii. Fakat şimdilik öyle bir görüntü ve de beklenti yok. Nitekim yılın ilk aylarında giderek kötümserleşen tahminlerde şimdi yavaş yavaş iyileşme gözleniyor. Geçen ay ajanslara, IMF’nin 2010 yılı büyüme tahminini yüzde 1,9’dan yüzde 2,4’e çıkaracağı yönünde bir haber düşmüştü. ÇIKIŞTAN SONRASI
Bugünlerde dünyada tünelde görülen ışığın üzerimize doğru gelen bir arabanın farı olup olmadığından çok, resesyondan çıktıktan sonra nasıl bir ortamla karşılaşacağımız tartışılıyor. Özellikle gelişmiş ülkelerin resesyondan çıkmak için hem para hem de maliye politikalarını görülmemiş ölçüde gevşetmiş olmalarının getireceği sonuçlar endişeyle bekleniyor.
Gelişmiş ülkelerde son limitine kadar gevşetilen para politikası yüzünden dünya likiditeye boğuldu. Özellikle ABD Merkez Bankası Federal Reserve (FED) tarafından izlenen gevşek para politikası yüzünden her taraftan dolar fışkırıyor. Resesyondan çıkış esnasında bu para bolluğunun küresel bir resesyon dalgasına yol açmasından korkuluyor. Petrol fiyatları son dört ayda 40 dolar civarından 70 dolara kadar gelerek bunun sinyalini verdi bile.
Öte yandan gelişmiş ülkelerde açılan dev destek paketleri yüzünden, bütçe açıkları bizim 2001 krizi öncesindeki düzeylerimize dayandı. Yine IMF tarafından yapılan bir araştırmaya göre, G-20’ye dahil gelişmiş ülkelerde bütçe açıklarının milli gelire oranının bu yıl yüzde 7,9’u bulması bekleniyor. Bu oran ABD’de yüzde 12’ye kadar çıkıyor. Bu bütçe açıkları borçla finanse edileceğinden, bu ülkelerde halen yüzde 80’nin biraz üzerinde olan kamu borç stoku/milli gelir oranının 2014’e kadar yüzde 100’ün üzerine çıkması bekleniyor. Alternatif bir senaryoya göre bu oranın yüzde 140’a kadar çıkması bile olası. DIŞ TALEP SIKINTISI
Bu olumsuz gelişmelerin önüne geçmek için resesyondan çıkar çıkmaz hemen aşırı bir parasal ve mali sıkılaştırmaya gidilmesi halinde, gelişmiş ülkelerde ekonominin büyüme hızının eski seviyelerine dönmesi zor olacak. Gelişmiş ülkelerdeki bu büyüme zaafiyeti, dış ticaret kanalı vasıtasıyla gelişmekte olan ülkelere de ister istemez yansıyacak. Daha açık ifade etmek gerekirse, yavaş büyüyen gelişmiş ülkelerin ithalatı eskisi kadar hızlı artmayacağından, daha çok bu ülkelere mal satmakta olan gelişmekte olan ülkelerin ihracatı da eskisi kadar hızlı artmayacak.~
Bu da dış talepteki kaybı iç talep ile telafi edemeyen ülkelerin daha düşük büyüme oranlarına razı olmasına yol açacak.
Öte yandan gelişmiş ülkelerin borçlanma ihtiyacının artması gelişmekte olan ülkelere olan fon akışının da resesyondan önceki seviyelere ulaşmasını engelleyebilecek. Bu da iç tasarrufları yetersiz olan ve yeni yatırımların finansmanı için dış tasarruflara ihtiyaç duyan ülkelerde büyümeyi olumsuz etkileyecek.
Yukarıda gelişmekte olan ülkeler bağlamında ele aldığımız bu iki olumsuzluk Türkiye için aynen geçerli. Türkiye’de gelişmiş bir iç pazar var ama hızlı büyümek için özellikle Avrupa ülkelerine yapılan ihracata da bağımlılık söz konusu. Ayrıca ülkemizin dış finansmana da bağımlılığı var. Bu nedenle resesyon sonrasında hemen eski hızlı büyüme oranlarını yakalamamız zor görünüyor. Tünelden çıktıktan sonra da bir süre düşük vitesle yol almak zorunda kalma ihtimalimiz bulunuyor. Şimdiden buna göre hesap yapmakta fayda var.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?