Büyümede kalite sorunu

6.03.2017 16:41:410
Paylaş Tweet Paylaş
Büyümede kalite sorunu

TÜİK’in aralık ayında milli gelirin hesaplanma yönteminde yaptığı değişiklikten sonra, daha önce ekonominin yavaşladığını sandığımız son yıllarda esasında hızlı büyümenin devam ettiğini öğrendik. Ancak bu durumda son yıllardaki büyümede bir “kalite sorunu” olduğu ortaya çıkıyor. Çünkü bu dönemde işsizlikte yükseliş yaşanırken gelir dağılımındaki düzelme ve yoksulluktaki düşüş durmuş durumda. Büyümedeki bu kalite sorunu ise son yıllardaki hızlı büyümenin daha çok inşaat yatırımlarına dayanmasından kaynaklanıyor gibi görünüyor. İnşaat yatırımları yapıldıkları sırada istihdamda bir miktar artış sağlasalar da tamamlandıkları zaman istihdama pek bir etkileri olmuyor. Yapılan konutlar sermaye stokunu şişiriyor ama üretime ev sahipliği yapmıyor. Oysa sanayi yatırımları esas olarak tamamlandıktan sonra istihdama katkıda bulunuyor. Önümüzdeki dönemde ekonomik büyümenin kalitesini yükseltmek için yatırımların inşaattan çok üretken alanlara yöneltilmesi gerekiyor.

 

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), aralık ayında milli gelirin hesaplanma yönteminde revizyona gitmişti. Bu revizyon ekonomik kamuoyunda ciddi tartışmalara yol açmıştı. Geçen ay “Konjonktür” bölümünün ana yazısını buna ayırmıştık. Kısaca özetlersek, yeni milli gelir serisinin en çok dikkat çeken yönü son yıllardaki büyümeyi eski seriye göre daha yüksek göstermesiydi. Ancak yeni büyüme başta işsizlik olmak üzere bazı ekonomik göstergelerle uyumlu görünmüyordu. Bu da yeni hesap yöntemi konusunda kuşkulara yol açıyordu.

Bu yazıyı yazdıktan sonra, dergimiz baskıdayken, TÜİK’in yeni hesap yöntemini tanıtmak amacıyla iktisatçılar ile düzenlediği bilgilendirme toplantılarından birine katıldım. Bu toplantıda edindiğim bilgiler TÜİK’in hesap yönteminde yaptığı son revizyonun öncekilere pek benzemediğini ve adeta devrim niteliğinde olduğunu gösteriyor. Milli gelir daha önce sanayi üretim endeksi gibi kısa dönemli iş istatistiklerine dayanılarak hesaplanıyor ve önceki revizyonlar da bu istatistiklerin geliştirilmesini içeriyordu. Son revizyonla birlikte ise milli gelir artık Gelir İdaresi ve Sosyal Güvenlik Kurumu gibi kuruluşların idari kayıtlarına dayanılarak hesaplanıyor. Gelişmiş ülkelerin uzun yıllar önce benimsediği bu yönteme Türkiye daha yeni geçebilmiş durumda. Kısa dönemli iş istatistikleri birkaç bin işletmenin verileriyle oluşturulurken, idari kayıtlar ise Türkiye’deki 3 milyon işletmenin tamamının verilerini içeriyor. Elbette bu kez de idari kayıtların ne kadar sağlıklı olduğu tartışması yapılabilir ve muhtemelen gelecekte tartışmalar bu yöne kayacak. Ancak bu konudaki itiraz hakkımız saklı kalmak üzere şu an için yeni milli gelir serisinin ekonomideki durumu eski seriye göre daha doğru yansıttığını kabul edebiliriz.

BÜYÜMENİN KALİTESİ

Fakat eğer durum böyleyse yani son yıllarda ekonomi daha önce bildiğimizden daha hızlı büyüdüyse, o zaman bu büyümede bir “kalite sorunu” olduğu ortaya çıkıyor. Bildiğimiz kadarıyla ekonomi literatüründe böyle bir terim yok ama son yıllardaki durum bizde böyle bir çağrışım yapıyor. Çünkü normalde ekonomi hızlı büyüdüğünde olması gereken bazı gelişmelerin bu dönemde yaşanmadığını, hatta bunun tam tersinin ortaya çıktığını görüyoruz. Bunun en önemli göstergesini bu dönemde işsizlikte düşüş yerine yükseliş yaşanması oluşturuyor. Bu dönemde gelir dağılımındaki iyileşmenin ve yoksul sayısındaki düşüşün durması da büyümenin kalitesinin düşük olduğuna işaret ediyor.

Son yıllardaki ekonomik büyümenin kalitesinin neden düşük olduğuna ilişkin bir fikrimiz var. Buna bu dönemdeki büyümenin daha çok inşaata dayanmasının yol açtığını tahmin ediyoruz. Ancak bunun ayrıntılarına geçmeden önce isterseniz son yıllardaki büyümedeki kalite sorununa işaret eden göstergeleri biraz inceleyelim.

BÜYÜME VE İŞSİZLİK

Türkiye’de işsizlik oranı 2013 yılından beri yükseliyor. 2012’de yüzde 8,4 olan işsizlik oranı 2013’te yüzde 9’a, 2014’te yüzde 9,9’a ve 2015’te yüzde 10,3’e yükseldi. 2016’da ise muhtemelen yüzde 11’e yakın çıkacak. 2016’daki yükselişi büyümedeki düşüş açıklıyor ama 2013-2015 dönemindeki yükseliş ekonomideki büyümeyle uyumlu değil. Çünkü yeni milli gelir serisi 2013’teki büyümeyi yüzde 8,5, 2014’teki büyümeyi yüzde 5,2 ve 2015’teki büyümeyi de yüzde 6,1 olarak gösteriyor. Ekonominin böyle hızlı büyüdüğü bir dönemde işsizliğin yükselmesi değil en azından yerinde sayması beklenirdi. Gerçekleşmenin bunun tam tersi olması, son yıllardaki büyümenin kalitesinin çok düşük olduğuna işaret ediyor.

Esasında benzer bir sorun 2008-2009 resesyonu öncesinde de vardı. Ancak o zaman durum bu kadar vahim değildi. 2002-2007 döneminde yaşanan şey ekonomi hızlı büyüdüğü halde işsizlik oranında düşüş olmamasıydı. O sırada hızlı büyüme ancak iş gücü piyasasına yeni girişleri karşılayabilecek kadar istihdam yaratabiliyor, bu nedenle de işsizlik oranı yerinde sayıyordu. 2013-2015 döneminde ise ekonomideki büyüme iş gücü piyasasına yeni girişleri karşılayacak kadar bile istihdam yaratamadı. Dolayısıyla bu anlamda son yıllardaki ekonomik büyüme 2008-2009 resesyonu öncesindekinden daha kalitesiz görünüyor.

GELİR DAĞILIMI VE YOKSULLUK

Türkiye’de son yıllarda gelir dağılımında bir iyileşme gözlenmiyor. Hatta 2015 yılında gelir dağılımında hafif bir bozulma oldu. Gelir dağılımındaki değişim genelde hanehalkı kullanılabilir geliri üzerinden hesaplanan “gini katsayısı” ile ölçülür. Sıfır ile 1 arasında değerler alan bu katsayının sıfır yönüne doğru hareket etmesi gelir dağılımında iyileşmeye, 1 yönüne doğru hareket etmesi ise gelir dağılımında bozulmaya işaret eder. Türkiye’de bu katsayının değeri 2010 yılından 2014 yılına kadar 0,38 düzeyinde sabit kaldı. 2015 yılında ise 0,39’a çıktı. Oysa ekonominin hızlı büyüdüğü 2013-2015 döneminde gelir dağılımında düzelme yaşanması beklenirdi. Çünkü ekonomi hızlı büyüdüğünde daha fazla istihdam yaratılması alt gelir gruplarının gelirinin artmasına yol açar ve dolayısıyla gelir dağılımı düzelir. Ancak son yıllardaki büyüme iş gücü piyasasına yeni girişleri karşılayacak kadar istihdam yaratamadığı için doğal olarak alt gelir gruplarının durumunda ve gelir dağılımında da iyileşme yaratmadı. Oysa 2008-2009 resesyonu öncesindeki büyüme bu açıdan daha kaliteliydi. 2002 yılında 0,44 olan gini katsayısı 2007 yılında 0,39’a gerilemişti.

2008-2009 resesyonu öncesindeki hızlı büyüme gelir dağılımında düzeltme getirirken yoksullukta da ciddi bir gerileme sağlamıştı. Son yıllarda ise yoksulluktaki gerileme durdu. Ancak TÜİK’in hesapladığı o kadar çok yoksulluk ölçüsü var ki bunların hangisini ele almak gerektiğini doğrusu bilemiyoruz. En iyisi bir örnek olarak eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert medyan gelirinin yüzde 50’si dikkate alınarak belirlenen yoksulluk sınırını verelim. Bu ölçüye göre 2006’da 12,5 milyon kişi olan yoksul sayısı 2007’de 11,2 milyona inmişti. 2008-2009 resesyonu sırasında tekrar 12 milyonun üzerine yükselen yoksul sayısı daha sonra yeniden 11,2 milyon dolayına düştü. Ancak 2013-2015 döneminde daha fazla düşüş gerçekleşmedi ve bu civarda takılıp kaldı.  

İNŞAATA DAYALI BÜYÜME

Son yıllardaki ekonomik büyümenin kalitesinin düşük olmasının, bu büyümenin daha çok inşaat yatırımlarına dayanmasından kaynaklandığını düşünüyoruz. Zaten yeni milli gelir serisindeki büyümenin eski seridekinden daha yüksek olması da büyük ölçüde yeni seride inşaat yatırımlarının çok daha fazla olmasından kaynaklanıyor.

Yeni serideki büyümeyi inşaat yatırımları hariç olarak hesapladığımızda, 2010, 2011 ve özellikle de 2013 yılında inşaat yatırımlarının büyümeyi çok fazla etkilediğini görüyoruz. Yeni seride 2013 yılındaki büyüme yüzde 8,5 çıkarken, inşaat yatırımları hariç tutulduğunda bu oran 2,1 puan daha düşük ve yüzde 6,4 olarak hesaplanıyor. Üstelik yaptığımız bu hesap sadece inşaat yatırımlarının büyümeye direkt etkisini ortaya çıkarıyor. Muhtemelen bunun dolaylı etkileri de var. Yani inşaat yatırımlarının son yıllardaki büyümeye etkisinin burada hesapladığımızdan da yüksek olduğunu söyleyebiliriz.

NE YAPMALI?

Ekonomik büyüme kendi başına bir amaç değil, toplumdaki işsizliği azaltmanın, yoksulluğu geriletmenin ve gelir dağılımını düzeltmenin bir aracıdır. Eğer ekonomideki büyüme bunları sağlayamıyorsa, o zaman ne kadar yüksek olduğunun pek bir önemi yoktur. Anlaşılıyor ki Türkiye’de son yıllarda gördüğümüz inşaat furyası ekonomideki büyümeye hız katmış ama bu büyümeyle ulaşılması istenen nihai amaçlara pek fayda etmemiş durumda. Çünkü inşaat yatırımları yapıldıkları sırada istihdamda bir miktar artış sağlasalar da tamamlandıkları zaman istihdama pek bir etkileri olmuyor. Yapılan konutlar sermaye stokunu şişiriyor ama üretime ev sahipliği yapmıyor. Alışveriş merkezlerinin yarattığı kalıcı istihdam da herhalde çok fazla değil. Oysa sanayi yatırımları esas olarak tamamlandıktan sonra istihdama katkıda bulunuyor. Bu durumda önümüzdeki dönemde ekonomik büyümenin kalitesini yükseltmek için yatırımların inşaattan çok üretken alanlara yöneltilmesi gerektiği ortaya çıkıyor.

Tabii bunu yapmanın çok kolay olmadığının farkındayız. Bir kere girişimciler için inşaata yatırım yapmak çok daha kolay ve kazançlı durumda. Sanayiye yatırım yapıp para kazanır hale gelmek oldukça uzun bir zaman alıyor. Oysa inşaata yapılan yatırımlar kentsel rantlar sayesinde çok daha çabuk kazanca dönüşüyor. Maalesef hükümetler de ekonomide her sıkışma belirtisi görüldüğünde büyümeyi kolay yoldan hızlandırmak için inşaat yatırımlarının önünü açıyor. Nitekim şu sıralarda da bu yönde adımlar atıyor. Konut kredisi faizlerinin her yol kullanılarak düşük tutulmaya çalışılması, Türkiye’den konut alan yabancılara vatandaşlık verilmesi gibi adımlar bunlar arasında sayılabilir. Oysa son yıllardaki tecrübemize bakarsak bunlar büyümeyi hızlandırsa bile işsizlikte düşüş, yoksullukta gerileme, gelir dağılımında düzelme gibi nihai amaçlara ulaşmak için yetersiz kalacak. Yapılması gereken şey bu bakış açısını değiştirip inşaat yerine sanayi yatırımlarının önünü açmaya çalışmak ama bunun için çok daha fazla çaba harcamak gerektiği için şimdilik bu konuda bir umut ışığı görünmüyor.

 

EKONOMİYE DESTEK BÜTÇE AÇIĞINI YÜKSELTTİ

Merkezi yönetim bütçesi 2016’da 29,3 milyar TL açık verdi. 2016’da bütçe açığı önceki yıla göre yüzde 24,4 artış gösterdi. Merkezi yönetim bütçesinin 2015’te verdiği açık 23,5 milyar TL düzeyindeydi. 2016 yılındaki açık hedefin ise çok az bir miktar altında kaldı. 2016 yılı bütçesinde açık hedefi 29,7 milyar TL düzeyinde bulunuyordu.

2016’da bütçe açığı hedefe yakın çıktı ama harcamalar ve gelirler için aynı şey söz konusu değil. Genelde olduğu gibi 2016 yılında da harcamalar hedefin epey üzerine çıktı ve bu artış vergi dışı gelirlerin de hedefi aşmasıyla karşılandı. 2016’da bütçe harcamaları hedeflenenden 13,2 milyar TL daha fazla oldu. Hükümet ekonomideki durgunluğu hafifletmek için kesenin ağzını iyice açınca, faiz dışı harcamalarda hedefi aşan tutar 18,9 milyar TL’yi buldu. Buna karşılık ekonomideki durgunluk yüzünden vergi gelirleri hedefin az bir miktar altında kaldı. Ancak vergi dışı gelirlerin hedefi 14,1 milyar TL aşması sayesinde toplam bütçe gelirleri de hedefin 13,6 milyar TL üzerine çıktı.

2015 yılındaki bütçe açığının gayri safi yurt içi hasılaya (GSYH) oranı, eski milli gelir serisine göre yüzde 1,2, yeni milli gelir serisine göre ise yüzde 1’di. 2016 yılının milli geliri henüz belli değil ama muhtemelen bu yılda da bütçe açığının GSYH’ye oranı bu civarda çıkacak. Bu ise uluslararası bir ölçüt olan yüzde 3’lük Maastriht kriterinin epey altında bulunuyor. Yani uluslararası ölçülere göre bütçede bir sorun görünmüyor.

Eğer hedefler tutarsa bu yıl bütçe açığında çok daha fazla artış olacak. Çünkü 2017’nin bütçe açığı hedefi 46,9 milyar TL ve bu da 2016 gerçekleşmesine göre yüzde 60’lık artışa tekabül ediyor. Dolayısıyla hükümetin bu yıl da ekonomiyi desteklemek için bütçede yeterli manevra alanı var gibi görünüyor.

 

ENFLASYONDA HEDEFE YİNE YAKLAŞAMADIK

Enflasyonda 2016 yılını yüzde 8,5’lik enflasyonla kapattık. Bu oran 2016’nın başlarındaki beklentilere uygun ama en son beklentilerin epey üzerinde. En son beklentiler 2016’nın yüzde 7,5 dolayında bir enflasyonla kapanacağı yönündeydi. Çünkü kasım ayında yıllık Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) enflasyonu yüzde 7 idi. Döviz kurlarında eylül sonlarında başlayan yükselişin ve bazı ürünlerdeki vergi ayarlamalarının aralık ayında yükseliş getireceği tahmin ediliyordu ama bu ölçüde bir sıçrama da beklenmiyordu. Fakat aralık ayı enflasyonu geçen yılın aynı ayındaki seviyesini neredeyse sekiz kat aşıp yüzde 0,21’den yüzde 1,64’e çıkınca, 2016’yı da son beklentilerin çok üzerinde bir enflasyonla kapatmak zorunda kaldık.

2016 yılı sadece ekonomik kamuoyunun değil Merkez Bankası’nın tahmininin de ötesinde bir enflasyonla kapandı. Merkez Bankası’nın 2016 yıl sonu enflasyon tahmini de yüzde 7,5’ti. Öte yandan 2016 yılı yüzde 5’lik hedefi ise 3,5 puan aştı. Böylece 2016 yılı enflasyonu hedefin etrafındaki 2’şer puanlık belirsizlik aralığının bile dışına taştı.

Maalesef bu yeni bir durum da değil. Enflasyon tam altı yıldır üst üste hedefin epey üzerinde gerçekleşiyor. Daha da geriye gidersek, 2006 yılında başlayan “açık enflasyon hedeflemesi” döneminde sadece iki kez, 2009 ve 2010 yıllarında hedefi tutturabildik. Bunda da 2008-2009 küresel resesyonunun emtia fiyatlarını aşağı çekmesinin ve 2008’de hedeflerin yükseltilmesinin etkisi vardı. 2002-2005 arasındaki “örtük hedefleme dönemi”ndeki başarıyı maalesef “açık hedefleme dönemi”ne taşıyamadık.

Fakat bunun suçunun enflasyon hedeflemesi uygulamasında değil, Merkez Bankası’nın özellikle 2011’den bu yana bu uygulamanın gereklerini çok da yerine getirmemesinde olduğunu düşünüyoruz. Merkez Bankası, eski başkan Erdem Başçı döneminde, fiyat istikrarı dışında finansal istikrar ekonomik ve büyümenin desteklenmesi gibi amaçların da peşinde koştu. Sonuçta enflasyon hedeflerini bunlar için feda ettiği gibi o hedeflere de tam olarak ulaşamadı. Gördüğümüz kadarıyla geçen yıl göreve gelen Murat Çetinkaya da Başçı’nın izinden gidiyor. Merkez Bankası geçen yıl daha ocak ayında yıl sonunda enflasyonun yüzde 7,5 olacağını tahmin ettiği halde bunu engellemek için hiçbir şey yapmadı. Bunu engellemek için para politikasını sıkması gerekirken, tam tersine yılın büyük bölümünde gevşemeye gitti. Ancak döviz kurlarında yükseliş başlayınca kasım ayında faizlerde bir artış yaptı ama bu da 2016 için artık çok geç ve yetersizdi. Biz bu yazıyı yazdığımız sırada ise faiz artışı yapmamak için para politikasında garip deneylere girişmişti.

Merkez Bankası’nın böyle davranması ve hedefleri de hiç tutturamaması enflasyonist beklentilerin kırılmasını engelliyor. Nitekim ekonomik kamuoyu 2017’de de yüzde 5’lik hedefin tutturulabileceğine inanmıyor. Şu sıralarda ekonomik kamuoyunun yıl sonu enflasyon beklentisi yüzde 8,5’e yakın. Merkez Bankası’nın en son tahmini ise biz bu yazıyı yazarken yüzde 6,5’ti. Ancak dergimiz baskıdayken açıklanacak olan 2017’nin ilk Enflasyon Raporu’nda bu tahmin değişmiş olabilir.

 

DIŞ TİCARET 2016’DA DA GERİLEDİ

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın (GTB) verilerine göre, Türkiye 2016 yılında 142,6 milyar dolarlık ihracat ve 198,6 milyar dolarlık da ithalat yaptı. Böylece ortaya 56 milyar dolarlık dış ticaret açığı çıktı. 2016’da hem ihracat hem ithalat hem de dış ticaret açığı önceki yıla göre gerileme gösterdi. 2015 yılında ihracat 143,8 milyar dolar, ithalat 207,2 milyar dolar ve dış ticaret açığı ise 63,4 milyar dolar olmuştu. Buna göre 2016’da ihracatta yüzde 0,9, ithalatta yüzde 4,2 ve dış ticaret açığında yüzde 11,7 düşüş yaşandı.

Türkiye’nin dış ticaretinde 2015 yılında da gerileme vardı. 2014’te ise ihracatta bir miktar artış yaşanırken ithalatta yine gerileme olmuştu. Yani ithalatta üst üste üç yıldır, ihracatta ise üst üste iki yıldır gerileme yaşanıyor. Fakat daha geriye doğru gittiğimizde de dış ticaretin 5-6 yıldan beri çok fazla ileriye doğru hareket edemediğini görüyoruz. 2016 yılındaki ihracat sadece geçmiş iki yıldaki değil 2012 yılındaki düzeyinin de altında. 2016 yılındaki ithalat da sadece geçmiş üç yıldaki değil 2011 yılındaki düzeyinin de altında bulunuyor.

Dış ticaretin yıllardır böyle yerinde saymasının bir nedenini “fiyat etkisi” oluşturuyor. Bu, hem ithalat hem de ihracat için geçerli. Dünya emtia fiyatlarındaki gerileme daha ucuza ithalat yapmamızı sağlayarak nominal ithalatı düşürüyor. Fakat bu arada ihraç ettiğimiz ürünlerin fiyatları da geriliyor ve bu da nominal ihracata düşüş yönünde yansıyor.

Dış ticaretin yıllardır böyle yerinde saymasının bir nedenini de “talep etkisi” oluşturuyor. Bu etki ihracatta çok daha açık şekilde görünüyor. En önemli pazarımız olan Avrupa’da ekonomiler bir türlü 2008-2009 resesyonu öncesindeki canlılıklarına dönemedikleri için, bu bölgeye olan ihracatımız yeterince artmıyor. Bir başka önemli pazarımız olan Rusya’daki resesyon ve komşu ülkelerle yaşadığımız sorunlar da ihracatta işimizi zorlaştırıyor. İthalattaki talep etkisi konusu ise milli gelirin hesaplanma yönteminde yapılan revizyondan sonra biraz karıştı. Eski seri 2012-2015 döneminde ekonominin yavaş büyüdüğünü gösteriyordu ve ithalattaki gerilemeyi de buna bağlıyorduk. Yeni seri ise bu dönemde ekonominin hızlı büyümeye devam ettiğini gösteriyor. Ancak bu büyüme daha çok inşaat yatırımlarından kaynaklanıyor. İnşaatta da ithal girdi kullanımı çok düşük. Dolayısıyla söz konusu dönemde ithalatta yaşanan düşüşü inşaata dayalı olmayan büyümenin düşük kalmasına bağlamak mümkün. 2016’da ise yeni seri de ekonomide büyümenin iyice yavaşladığını gösterdiği için, bu kadar ayrıntıya girmeden bunun ithalatı düşürdüğünü söyleyebiliriz.

 

ŞİRKET KURULUŞLARINDA DÜŞÜŞ VAR

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) verilerine göre, 2016 yılında ülkemizde 64 bin 480 şirket kuruldu. 2015 yılında kurulan şirket sayısı 67 bin 622 olmuştu. Buna göre 2016’da kurulan şirket sayısında yüzde 4,6 düşüş yaşandı.

2016 yılında kapanan şirket sayısı ise 12 bin 328 olarak gerçekleşti. 2015 yılında 13 bin 701 şirket kapanmıştı. Buna göre 2016’da kapanan şirket sayısı da yüzde 10 düştü.

Kurulan şirket sayısından kapanan şirket sayısını düştüğümüzde şirket sayısındaki net artışı buluyoruz. 2016 yılında şirket sayısında 52 bin 152 net artış gerçekleşti. Geçen yıl şirket sayısındaki net artışta da yüzde 3,3 düşüş yaşandı. Şirket sayısındaki net artış 2015 yılında 53 bin 921 olmuştu.

Şirket kuruluşları geçen yıl biraz dalgalı bir seyir izledi. 2016’nın ilk üç ayındaki şirket kuruluşları önceki yılki seviyesinin üzerindeydi. Ancak 1 Kasım 2015’te yapılan “tekrar seçim”den yeniden tek parti iktidarı çıkmasına rağmen siyasette işler düzelmeyince geleceğe güvenin giderek zayıflaması, şirket kuruluşlarının nisan ayından itibaren düşüşe geçmesine yol açtı. Bu düşüş askeri darbe girişiminin yaşandığı temmuz ayında yüzde 34,1’e kadar çıktı. Ekim ve kasım aylarında ise şirket kuruluşlarındaki düşüş durdu ve az da olsa artış yaşandı. Ancak yılın son ayında düşüş eğilimi geri döndü. Aralık ayında şirket kuruluşları önceki yılki düzeyinin yüzde 21,4 altında kaldı. Bu ise iki aylık kısmi toparlanma sonrasında girişimcilerin geleceğe güveninde yine büyük bir erozyonun başladığı sinyalini veriyor. Bu olumsuz gelişmenin devam edip etmeyeceğini artık 2017’de göreceğiz.

Şirket kuruluşlarında rekor 67 bin 898 ile 1997 yılına ait. 2015 yılındaki şirket kuruluşları bu rekora çok yaklaşmış ama kıramamıştı. 2016’da şirket kuruluşlarında gerileme yaşanınca bu rekoru kırmak yine nasip olmadı. Böyle giderse 2017’de de rekorun kırılması zor görünüyor. Girişimcilerin geleceğe güvenindeki erozyon önlenemezse, bu yılki şirket kuruluşları geçen yılki seviyesinin de altında kalabilir.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz