Başkanı korkutan riskler

Orta Vadeli Program’ın ve mali kuralın bir an önce sıkı biçimde uygulanması gerektiğini söylüyor.

1.10.2009 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Başkanı korkutan riskler
TÜSİAD, 600’E YAKLAŞAN ÜYESİYLE iş dünyasını temsil eden önemli sivil toplum kuruluşlarından biri. Bu nedenle açıklamaları, endişeleri uyarıları hükümetler ve iş dünyası tarafından dikkatle izleniyor. İki dönemdir başkanlık görevini sürdüren Arzuhan Doğan Yalçındağ, açıklamalarıyla TÜSİAD üyelerinin görüşlerine tercümanlık yapıyor. Hem ekonominin gidişatını öğrenmek hem TÜSİAD üyelerinden gelen sinyalleri değerlendirmek için başkan Arzuhan Doğan Yalçındağ ile bir araya geldik.
Yalçındağ, güven için ister IMF’le ister IMF’siz Orta Vadeli Program’ın ve mali kuralın bir an önce sıkı biçimde uygulanması gerektiğini söylüyor. Kamu bütçesindeki hızlı bozulmanın sürdürülebilirlik endişelerine yol açtığını söyleyen Yalçındağ, “Öyle ki bütçe performansının bu şekilde gitmesi durumunda, faizler üzerinde yukarı yönlü bir baskı oluşmasını kayda değer bir ihtimal olarak görüyoruz. Bu da yıllar sonra yakalamış olduğumuz düşük reel faiz ortamını koruyamayacağımız anlamına gelmektedir” diye endişelerini dile getiriyor. Ayrıca Merkez Bankası’nın uyguladığı gevşek para politikasının, sıkı bir maliye politikası ve çeşitli yapısal reformlarla desteklenmemesi durumunda enflasyonun da bir risk olarak ortaya çıkacağını düşünüyor.
TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, kendilerini tedirgin eden unsurları, risk faktörü olarak değerlendirdikleri konuları ve ekonomiye bakışını Capital’e şöyle değerlendirdi.
Capital:  Türkiye’de iki cephe var: Cephelerden biri, IMF ile anlaşmanın yapılması gerektiğini savunuyor. Diğeri ise Türkiye’nin IMF’e ihtiyacı olmadığını söylüyor. IMF’e ihtiyacımız var mı?
Türkiye ekonomisi, 2002-2006 döneminde yıllık ortalama yüzde 7,2 oranında büyüyerek refah düzeyini artırabildi. Küresel çaptaki olumlu hava dışında bu başarının en temel nedeni, güvenilir ve gerçekçi ekonomik programın varlığı ve uygulanmasıydı. Bu programın, AB üyelik süreci çerçevesinde ve IMF ile birlikte yürütülmesi, programa ayrı bir güven unsuru katıyordu. Özel sektör yatırımlarının, aynı dönemde yıllık ortalama yüzde 20’nin üzerinde büyümesi ise bu programa olan güvenin bir yansımasıydı.
Bu programın süresi dolarken yeni ekonomik paketin hazırlanmaması, özel sektör yatırımlarını olumsuz etkiledi. 2007 yılında yüzde 5,3’e gerileyen özel sektör yatırımlarının büyümesi, 2008 yılında küresel krizin etkisiyle de yüzde 7,3 oranında azaldı. Genel olarak da 2009’un ilk çeyreğinde yaşanan yüzde 13,8 oranındaki daralma, sadece küresel krizle açıklanamaz. Bu çapta küçülmenin arkasındaki önemli nedenlerden birisi ise hükümetin ekonomik programı zamanında açıklamaması oldu. Bu nedenle IMF anlaşması yapılsın yapılmasın, Orta Vadeli Program’ın ve mali kuralın sıkı biçimde uygulanması gerekiyor.
Capital:  Bazıları güven için bile IMF ile anlaşılması gerektiğini düşünüyor. Mesele sadece kredibilite midir?  
-  IMF anlaşmasını tek başına kredibilite meselesine indirgemek de doğru değildir. IMF anlaşmasının içereceği ucuz finansman imkanı da böyle bir ortamda çok önemli. IMF anlaşması, böyle bir ortamda kontrollü bir daralmayı sağlayabilecek bir araç.…
Bugünden geçmişe bakarak, dış finansmanda sorun yaşanmamış olmasından yola çıkarak Türkiye’nin, IMF’ye finansman açısından ihtiyacının olmadığı biçiminde yorumlanması da doğru değil. Çünkü bu dönemde, finansman sorununu hafifleten, ülkeye girmiş olan ve kaynağı belli olmayan 16 milyar dolar civarındaki paradır. Bu giriş, doğal olarak öngörülememiş ve finansman ihtiyacı için de IMF anlaşmasına ihtiyaç duyulmuştur.  
Capital:  2009’un ilk yarısını Türkiye olarak nasıl geçirdik? Piyasalardan, üyelerinizden nasıl bilgiler ve sinyaller geliyor?
2009 yılının ilk çeyreğinde, ekonominin yüzde 13,8 gibi ekonominin temellerinin gerektirdiğinden daha şiddetli daralmış olmasının nedeni, geleceğe ışık tutan, güvenilir ve bütüncül bir program çerçevesinin ortaya konulamamış olmasıdır. Özel sektör, daralan iç ve dış talep karşısında üretimi keserek stok eritme yoluna gitti.~ Mart ayında getirilen KDV ve ÖTV indirimleri, iç talebi canlandırmakta etkili oldu ve stoklar mevsim normallerinin altına indi. Stoklardaki bu erimenin bir miktar üretim getirmesi normal. Ancak indirimlerle öne çekilmiş olan talep, indirimler bittikten sonra artmaya devam etmeyebilir. Bu durumda üretimde görülen kıpırdanma devam etmez ve stoklar normal seviyesine ulaştıktan sonra üretim yeniden yavaşlayabilir.
Ekonomi politikasında çerçeve eksikliğinin giderilememesi de büyümeye geçişi yavaşlatır. Nitekim son birkaç aydır beklentilerdeki iyileşme sürecinde aksama ortaya çıkmaktadır. Merkez Bankası Reel Sektör Güven Endeks anketlerine göre aralık ayında dibi gören endeks, 5 ay boyunca istikrarlı bir şekilde artarak ağustos ayında 98,5’e geriledi.
Şubat ayının ardından yükselişe geçen kapasite kullanım oranı da haziran ayında yüzde 72,7 düzeyine ulaştı, ancak temmuz ayında 0,4 puan gerileyerek 72,3’e indi. TÜİK tarafından yeni yayınlanmaya başlanan, mevsimsellikten ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretim endeksi, 2008 Nisan ayından itibaren önceki aya göre istikrarlı bir şekilde azaldıktan sonra nisan ve mayıs aylarında artış gösterdi, ancak bu eğilim devamlı olamadı ve endeks haziran ayında yeniden azaldı.
Üyelerimiz arasında yaptığımız çalışmalar da benzeri bir sonuç veriyor. Yılın ikinci çeyreğinde ekonomide başlayan toparlanma eğiminin devam ettirilmesinin kolay olmadığı görülüyor.
Capital:  Gelen sinyaller arasında sizi en umutlandıran göstergeler hangileri?
-  Dünya ekonomisine ilişkin göstergeler, küresel bir çöküşün önlendiğine işaret ediyor. Dünya ekonomilerinden gelen piyasa, üretim, ticaret, istihdam, reel kesim ve tüketici güven endeksleri genel bir iyileşmeye işaret ediyor. Beklentilerden daha olumlu gelen veriler, toparlanmanın düşünülenden daha iyi olabileceği biçiminde algılanıyor. Asya ülkelerinde, ekonomiyi uyarıcı önlemler sayesinde hızlı bir toparlanma görülüyor. Çin’de büyüme hızı, ilk çeyrekteki yüzde 6,1’in ardından ikinci çeyrekte yüzde 8’e yükseldi. Bu büyüme, Asya bölgesindeki diğer ülke ekonomileri üzerinde de olumlu etkiler yaratıyor.  Faiz oranlarının tek haneli seviyelere inmiş olması ve enflasyonun da yüzde 5,4’e gerilemiş olması, son derece sevindirici. Makroekonomik öngörülebilirlik ve kamu mali disiplinin tesis edilmesi durumunda, Türkiye düşük faiz ve düşük enflasyon oranlarının yarattığı fırsatlardan yararlanabilir.
Capital:  Bugün Türkiye ekonomisine baktığımızda, iş dünyasını en çok tedirgin eden unsurlar nelerdir?
Öncelikli olarak kamu bütçesindeki hızlı bozulma, sürdürülebilirlik endişelerine yol açıyor. Öyle ki bütçe performansının bu şekilde gitmesi durumunda, faizler üzerinde yukarı yönlü bir baskı oluşmasını kayda değer bir ihtimal olarak görüyoruz. Bu da yıllar sonra yakalamış olduğumuz düşük reel faiz ortamını koruyamayacağımız anlamına geliyor.
Piyasaların mayıs ayından beri beklemekte olduğu Orta Vadeli Mali Çerçeve’nin ve Orta Vadeli Program’ın uzun süre açıklanmamış olması, izlenmekte olan maliye politikasını, piyasa oyuncuları açısından tam bir bilinmezliğe soktu. Bu bilinmezlik, daha önce KDV ve ÖTV oranları indirilerek maliye politikası gevşetilirken de geçerlidir, sonra artırılıp maliye politikası sıkılaştırılırken de... Ne mart-nisan aylarında teşvik tedbirleri getirilirken bu önlemlerin bütçe üzerindeki yükü ve sonradan bu durumun nasıl telafi edileceğini biliyorduk ne de şimdi yapılan zamların başka ilave önlemlerle desteklenip desteklenmeyeceğini ve bütçe açığının gelecek yıllarda nasıl toparlanacağını biliyoruz. Bu da maliye politikasının ekonomiyi canlandırmak ve mali disiplini korumak yönünde verdiği sinyallerin gücünü azaltıyor. Açıklanmış olan Orta Vadeli Program, geleceğe ilişkin belirsizlikleri azaltmış olsa da bütçe disiplinindeki bozulmanın kontrol altına alınması ve kamu borcunun sürdürülebilirliğine ilişkin tereddütleri tam olarak gideremedi. ~
Bütçe disiplinindeki bozulma, geleceğe ilişkin belirsizlikler ve kamu borcunun sürdürülebilirliğine ilişkin tereddütler, para politikasının önemini artırıyor. Bozulan bütçe dengelerinin iç borçlanmayla finanse edilecek olması, Merkez Bankası’nın son enflasyon raporunda açıklamış olduğu gelecek üç yıllık dönem için tek haneli faiz oranları hedefini riske sokuyor.
Capital:  Bugün Türkiye’nin önündeki en büyük risk olarak neyi görüyorsunuz?
-  Önümüzdeki dönemde Merkez Bankası’nın uyguladığı gevşek para politikasının, sıkı bir maliye politikası ve çeşitli yapısal reformlarla desteklenmemesi durumunda ortaya çıkacak bir başka risk alanı da enflasyonun tekrar yükselişe geçmesidir. Türkiye enflasyonun yeniden yükselmesine müsaade etmemeli. Merkez Bankası, enflasyonda yükselmeye riskinin ortaya çıkması durumunda faizleri artırma yoluna gidecektir. Bu da kısa dönemde TL’nin değerlenmesi ve küresel krizin etkilerinin azalması sonrasında ihracat olanaklarının azalması ve cari açık probleminin tekrar ortaya çıkması gibi sonuçlar doğurabilir.
2001 krizi sonrasında bütçe disiplini ve iç borçları sistematik olarak azaltan program sayesinde elde edilmiş bir istikrar ve bu istikrarın getirdiği yüksek büyüme hızları varken şimdi göz göre göre tüm bu kazanımların ortadan kalkmasına seyirci kalınmaması gerekir.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz