Dost bildikleri Jan Nahum'a niye sırt çevirdi?

Jan Nahum Türkiye'de otomotiv sektöründe karşılaştığı zorlukları ve Türkiye'nin sektöre bakış açısını anlattı.

1.07.2010 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Dost bildikleri Jan Nahum'a niye sırt çevirdi?
Jan Nahum otomotiv sektörünün en önemli duayenlerinden... 35 yıllık Koç’lu hayatında mühendis olarak başladığı kariyerinde hep Ar-Ge ve tasarım bölümlerinde görev aldı. Tofaş’ın CEO’luğu ve Fiat’ın iş geliştirme bölüm başkanlığına kadar yükseldi. Tofaş CEO’luğu döneminde Türk otomotiv sektörü için pek çok başarıya imza attı. Onun liderliğinde Tofaş mühendisleri tarafından geliştirilen Doblo da bu başarıların başında yer aldı.
Türk otomotiv sanayinin duayeni ve Koç Holding’in ortağı Bernard Nahum’un oğlu olan Jan Nahum, babasının isteğiyle başladığı  Koç’daki iş hayatına 2004 yılında emekli olarak son noktayı koyduğunda aklında tek bir şey vardı: Kendi tasarım şirketini kurmak. Bu ilk gençlik hayalini ağabeyi Claude Nahum ile birlikte Hexagon Danışmanlık adını taşıyan tasarım şirketiyle hayata geçirdi.  Son 4 yıldır da Hexagon’da dört koldan başarının peşinde koşuyor. Bir taraftan otomotiv sektörüne tasarım hizmeti verirken diğer yandan nanoteknolojide en son yenilikleri ortaya koymaya çalışıyor. Yenilenebilir enerji, katı atık yönetimi ve tekne yapımı da Nahum’un diğer işleri.  Tasarımda 100 kişilik kadrosuyla şu anda Türkiye’nin en büyük tasarım ve mühendislik şirketine sahip olan Nahum, 4 yılda geldiği noktadan memnun. “Aslında daha hızlı büyüyeceğimizi düşünüyorduk ama kendimizi kabul ettiremedik. Bu nedenle büyüme yavaş oldu. Bu dönemlerde istediğimiz noktaya vardık. Önümüzdeki 2-3 yıl işlerimiz dolu. İddiamız gelecek 5-10 yılda uluslararası boyutta bir tasarım ve mühendislik şirketi olmak” diyor. 30 yılı aşkın profesyonel yaşamın ardından girişimci olarak yeni bir hikaye yazmaya çalışan Nahum, yeni yolculuğunda birçok farkındalık da yaşamış. Örneğin Türk iş dünyasında yeni teknolojilere karşı ürkeklik olduğundan söz ediyor. Tamamen yenilikçilik ve teknoloji odaklı iş modeliyle başarıyı yakamalaya çalışırken de en çok bu noktalarda zorlandığını ifade ediyor. Ardından da çarpıcı bir saptamayı şu sözlerle dile getiriyor: “Ar-Ge’ye önem vermek prim yapıyor ama malesef kararların öyle olmadığını görüyorsunuz. Türkiye’de teknoloji ürkekliği var. Paradigmayı değiştirmemiz lazım. Eski köye yeni adet getirme baskısı hala üstümüzde.”  Hexagon Yönetim Kurulu Başkanı Jan Nahum, girişimci olarak başladığı yolculuğunu ve bu yolculukta yaşadıklarını Capital’e anlattı:

Capital:
 Hexagon’u hangi hayal ve motivasyonla kurdunuz?  
- Ben uzun yıllar profesyonel olarak çalıştım. 35 yıllık profesyonel hayatın ardından içinde bulunduğunuz şirketin vizyonu ve statejileriyle hareket etmeye başlıyorsunuz. Ama her zaman, o şirketin vizyonu ve stratejisi bütün yapmak istediklerinizi kapsamıyor. Belli bir yaşa gelip profesyonel hayat bitmeye yüz tutunca ben ve arkadaşlarım, Türkiye’de özgün tasarım, teknoloji, marka ve ürün döneminin gelmekte olduğunu gördük.
Hexagon’u ve onun bünyesinde mühendislik ve tasarım şirketi olan Hexagon Studio’yu kurduk. Bir yandan da nanoteknolojide yer almak istedik. Profesyonel hayattan girişimci hayata geçiş çok ilerlemiş yaşlarda olmamalı. Genç olduğunuz zaman girişimci olarak bir işe giriyor, 3-4 yıl uğraşıyor, o iş olmadığında bir başkasını deniyorsunuz. 10 yıl içinde 3-4 deneme yapıp 3 yanılgıdan 1 netice çıkarma şansı oluyor. Ama ilerleyen yaşlarda uzun bir vakit yok. 

Capital:
Peki şu anda hangi noktaya geldiniz?
- Otomotiv tasarım şirketimiz kurulalı 4 yıl olmasına karşın 100 kişilik başarılı bir şirket oldu. Aslında daha hızlı büyüyeceğimizi düşünüyorduk ama kendimizi kabul ettiremedik. Bu dönemlerde istediğimiz noktaya vardık.
Gelecek 2-3 yıl işlerimiz dolu ve hatta bu işlerle başa çıkamıyoruz. Savunmadan otomotiv sanayine her tür taşıt üzerine her tür işi yapıyor, sabaha kadar çalışıyoruz. İddiamız, önümüzdeki 5-10 yılda uluslararası boyutta bir tasarım ve mühendislik şirketi olmak.~

Capital:
 Türkiye’de sizin yapınızda başka şirketler var mı?
- Var ama küçük şirketler. Biz bu dalda en büyüğüz. 100 kişilik ekibimizle sadece tasarım ve mühendislik yapıyoruz. 

Capital:
Kimlere hizmet veriyorsunuz?
- Otomotiv yan sanayi, ana sanayi, savunma sanayi ve dışarıya tasarım yapmaya başladık. Araç tasarımı için her türlü alt yapımızı tamamladık.

Capital:
Nanoteknolojide neler yapıyorsunuz?
- Nanoteknoloji konusunda dünyada olup biteni anlayabilmek için Lux Research diye ABD’de nanoteknoloji konusunda uzman bir şirket ile işbirliğine girdik. O kurumun 20-30 araştırmacısı dünyada nanoteknoloji konusunda ne yapılıyorsa araştırıyor. Sonra bu araştırmaları endüstriye sunuyor. Biz bu fona küçük bir yatırımcı olarak girdik. Orada çıkmakta olan değişik fırsatları yakalamaya çalışıyoruz. Hatta Lux Research araştırmacılarını Türkiye’ye de getirdik ve büyük holdinglere toplantılar yapıp bilgi vermelerini istedik. Bu konuda yüzde 100 başarısız olduk. Kimse ilgilenmedi.  Böylelikle farklılık yaratacak teknolojiye yatırım yapmanın henüz Türkiye’ye kültür olarak girmediğini gördük. Oysa önümüzdeki 20 yılda dünyayı değiştirecek birçok gelişme nanoteknolojiden çıkacak. Biz fonun yatırımcısı olduğumuz için her yıl fonun yatırım yaptığı şirketler gelip ne yaptıklarını anlatıyor. Sadece biz değil GE ve Siemens gibi dev şirketler de o küçük şirketlerin yatırımlarına bakıyor. Biz de birşey üretmediğimiz için kendimize bir model seçtik. Büyük miktarda satılan buğday, şeker, un, tuz ve çimento gibi emtiaların karakterini değiştiren nano katkılarla uğraşmaya başladık. Şimdi onunla ilgileniyoruz. 

Capital:
 Bu teknolojiden bahseder misiniz? Nasıl bir teknoloji? Ne tür bir fark yaratacak?
- Dünyanın en iddialı maddelerinden çimentonun 2 derdi var. Birincisi çimento çatlar, ikincisi sünger gibi su emer. Nano katkı ile çimentonun çatlamasını ve su emmesini önlüyoruz. Bu katkı maddesiyle Türkiye’deki çimentonun şeklini değiştirmeyi deniyoruz. Ancak burada da yeniliğe çok kapalıyız. Ürünün kullanımını kabul ettirmek için üniversitelerde testler de yapıldı. Ama yeniliğe karşı bir tereddüt var. Otomotivde de aynı şeyi yaşadık. Orada da yenilikçi birşey getirmek istedik inanılmaz bir tutuculukla karşılaştık. Bizim saat maliyetimiz 10 iken, saat maliyeti 100 olan yabancılara iş verdiler. Benim onların içinden çıkmama, yöneticileri olmama rağmen bize iş vermektense daha pahalıya çalışan yabancılara iş vermeyi defalarca tercih ettiler. Bu da Türkiye’deki mühendisliğe inanç olmadığını gösteriyor. Teknoloji ile uğraşmak Ar-Ge’ye önem vermek prim yapıyor, ama karar mekanizması içine girdiğinizde malesef kararların öyle olmadığını görüyorsunuz. Türkiye’de teknoloji ürkekliği var. Paradigmayı değiştirmemiz lazım. Eski köye yeni adet getirme baskısı hala üstümüzde. Nanoteknoloji serüveni de çok zor gidiyor.

Capital:
Yenilenebilir enerjide neler yapıyorsunuz?
- Bu alanda su kaynaklarının artırılması, rüzgar enerjisi, güneş enerjisi ve atık yönetimi konularında faaliyette olmaya karar verdik. Su konusunda deniz suyunun arıtılması konusuyla ilgilendik. 2 yıl uğraştıktan sonra Türkiye için bu konuda harekete geçmenin erken olduğunu gördük. Türkiye’de deniz suyunun arıtılmasına tepki var. Rüzgar enerjisi ile ilgilenmeye başladık. Lisanslama sürecinin gelişmesini bekliyoruz. Süreç tamamlanırsa değişik sahalarda 100 megavatın üzerinde rüzgar enerjisi üretimine geçeceğiz. Bir de rüzgara olan talep artarken rüzgar enerjisinin kanat ihtiyacı da artacak. Şu andaki kanatların hepsi yurtdışından geliyor. Biz de bir taraftan yerli kanat yapabilir miyiz diye bakıyoruz. ~

Capital:
 Katı atık yönetim işiniz nasıl gidiyor?
- Bizim esas ilerlemiş konumuz, katı atık değerlendirme konusu. Pamukova’da bir tesis kuruyoruz. Orada en son teknolojiyi devreye koyuyoruz. Tesis önümüzdeki yılın şubat ya da mart aylarında üretime geçecek. O yöredeki 5-6 belediyenin bütün katı ve evsel atıklarını toplayıp gaz yapacağız. Bununla da kalmayacak elektrik ve gübre üreteceğiz. Isısından faydalanıp soğuk hava deposu çalıştıracağız. Dolayısıyla ilk başta topladığımız atığın yüzde 90’ını değerlendirip yüzde 10’unu hiçbir zararı olmayan atık olarak normal depolama sahalarına yollayacağız. Bu, Türkiye’nin ilk entegre tesislerinden biri. Bunun yazılımla kontrol edilmesi gerekiyor. O yazılımları yapmak üzere çalışıyoruz. Bu teknolojiyi ilk önce Türkiye’de sonra bölgede yaygınlaştıracağız. 

Capital:
 Kıraça ile ortak Sirena Marine’de yelkenli üretimi yapıyorsunuz. Burada işler nasıl gidiyor?
- Sirena Marine’de çıkarttığımız yelkenli markası Azuree, benim için çok enteresan bir konu. Orada dünya markası yaratma yolundayız. Kıraça Grubu’nun yatırımı ama biz de orada ortağız. Ağabeyimle birlikte uğraşıyoruz. Bana sorarsanız dünyanın 70 feet’e kadar olan en iyi deniz taşıt üretim tesisini kurduk. Dünyada benzeri yok. Türk yelkenli markasıyla tüm dünyaya yayılmak niyetindeyiz. 

Capital:
 Birçok yenilikçi işle aynı anda uğraşıyorsunuz… Bu işlerinize yönelik birleşme, satın alma veya ortaklık teklifleri geliyor mu?
- Bütün işlerimizde bizle ortak olmak isteyenler var. Ama şu anda bizim öyle bir niyetimiz yok. Ciddi bir kıymet yaratmadan ortaklığı cazip bulmuyoruz.

Capital:
Profesyonel hayattan girişimciliğe geçiş döneminizde, büyük hayal kırıklıklarınız oldu mu?
- Hayal kırıklığı yok. Bir gerçekle karşılaşıyorsunuz. Eskiden bir kurumun başındasınız. Herkesin size gösterdiği bir itibar var. O kurumdan çıktığınızda elinizde çantanızla uğraşmaya başlıyorsunuz. Randevu istiyorsunuz vermiyorlar, 9 kere bir konuyu ikna etmek için toplantıya giriyorsunuz. Yüzünüze bir şey söylüyor, arkanızdan başka türlü şeyler yapıyorlar. Sokaktaki insanın sıkıntılarını yaşıyorsunuz. 

Capital:
 En büyük hayal kırıklığını kimlerden gördünüz?
- Benim en büyük hayal kırıklığım, beraber omuz omuza çalıştığım, öne çıkarıp desteklediğim arkadaşlarımın beni arkadan vurması oldu. Birçok iş arkadaşım yüzüme gayet güzel konuştuktan sonra iş konusunda yardım istediğimde sırt çevirdi. Ve bunu hepsi yaptı. 

Capital:
 Bunu neye bağlıyorsunuz insanlar neden destek olmuyor, girişimcilikten kaçınıyor?
- İnsanlar kurumlarda rahat ediyor. Kurumun dışına çıkıp savaş verdiğinizde başarılı olmanız istenmiyor. Bunun 2 nedeni var: Birincisi, kurum kurumdan çıkanın başarılı olmasını istemez. Kurumun dışında kendi savaşını verip başaranlar arttıkça yaşamak için o kuruma ihtiyaç olmaz. İkincisi, herkes de o riski almak istemez. Kurumun dışına çıkanın tökezlemesi farklı bir seçimin olabileceğini kabullenmek istemeyenlerin işine gelir.
Böylelikle “Kurumun içinde kalmakla iyi yaptım” der. Beklemediğim taraf buydu. Geri kalan her şeyi bekliyordum. Birinin kapısına 7 kere gitmek benim için normaldi. Ama iş arkadaşlarımın, dost olduğum insanların bana sırt çevirmesini beklemezdim. O bayağı sıkı bir hayat dersi oldu.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz