“Dünya Düzeni Değişiyor”

“Dünya düzeni Batı’dan önce de vardı ve Batı sonrası da var olacak” diyen PROF. Amitav Acharya, yeni kitabında Batı merkezli sistemin çözüldüğünü söylüyor.

16.12.2025 15:07:580
Paylaş Tweet Paylaş
“Dünya Düzeni Değişiyor”

Modern uluslararası ilişkiler alanının en etkili isimlerinden Prof. Amitav Acharya, Nisan 2025’te yayımlanan yeni kitabı “Bir Varmış Bir Yokmuş: Küresel Düzenin Dünü ve Yarını” (The Once and Future World Order) ile küresel sistemdeki Batı merkezli anlatılara güçlü bir alternatif sunuyor.

Tuba İlze / [email protected]
Capital Dergisi / Kasım 2025

“Küresel Güney” perspektifinden geliştirdiği çok merkezli düzen teorisiyle dünya siyasetinde kalıcı etki bırakan bir akademisyen olarak tanınan Prof. Acharya, kitapta yerleşik güçlerin gerilemesinin yalnızca bir kriz değil aynı zamanda daha adil ve temsili bir sistem inşa etmek için bir fırsat olduğunu savunuyor.

“Hiçbir medeniyet bir ada değildir” diyerek küresel normların yalnızca Avrupa’dan değil Asya, Afrika ve İslam dünyası gibi farklı medeniyetlerden de doğduğunu hatırlatıyor. Ona göre küresel düzende hegemonik üstünlük yerine kültürel eşitlik, karşılıklı tanıma ve kapsayıcılık ön plana çıkmalı. “Bugünün küresel düzeni yalnızca Batı’nın güç kaybıyla değil yeni aktörlerin ve normların yükselişiyle dönüşüyor” ifadesiyle bu dönüşümün yönünü tarif ediyor.

Türkiye’nin jeopolitik konumuna ve tarihsel çoğulculuğuna dikkat çekiyor. Prof. Acharya’ya göre Türkiye, Batı ile Doğu, Kuzey ile Güney arasında kurabileceği diyalogla “köprü aktör” rolünü üstlenebilir. Ancak bu rolün gerçekleşebilmesi için Türkiye’nin yalnızca Batı eksenli değil çok taraflı diplomasiye dayalı, kendi bölgesel mirasını sahiplenen ve küresel norm üretimine katılan bir strateji benimsemesi gerektiğini vurguluyor.

American University Uluslararası İlişkiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Amitav Acharya ile “2025’in en çok beklenen kitaplarından biri” olarak ifade edilen kitabından yola çıkarak küresel düzenin geçmişini, bugününü ve geleceğini konuştuk:

Kitabınızda dünya tarihine Batı merkezli olmayan bir bakış getiriyorsunuz. Bu yaklaşımı neden bugün özellikle önemli görüyorsunuz?

Kitabımda öne sürdüğüm temel iddia şu: Dünya düzeni Batı’dan önce de vardı ve Batı sonrası da var olacak. Modern uluslararası ilişkilerdeki egemenlik, savaş, ticaret, insan hakları gibi pek çok temel kavram Avrupa’nın yanı sıra çok sayıda farklı medeniyetten doğdu. Çin’in Konfüçyüsçü düşüncesi, Hindistan’daki Maurya dönemi idare anlayışı ya da İslam dünyasında gelişen hukuki sistemler dünya düzenine katkı sundu. Bu katkılar genellikle göz ardı ediliyor. Oysa tarihsel olarak bakıldığında çok merkezli bir dünya mümkün oldu. Amacım, uluslararası ilişkiler disiplininin tarihsel köklerini genişletmek ve Batı merkezli anlatılara karşı daha kapsayıcı bir bakış sunmak. Batı’nın üstünlüğü üzerine kurulu anlatılar aslında küresel tarihin yalnızca bir bölümünü yansıtıyor.

Batı merkezli bakışın sarsıldığı, Amerikan liderliğindeki düzenin zayıfladığı bir dönemdeyiz. Bu durum küresel geleceği nasıl şekillendirir?

Kitabın yayınlandığı gün New York Times’taki makalemde de Amerikan düzeninin İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana küresel sistemde baskın bir rol oynadığını ancak bu sistemin hem içeriden hem dışarıdan aşındığını belirttim. Trump döneminde çok taraflı kurumlara olan güven sarsıldı, uluslararası ticarete olan bağlılık azaldı. ABD’nin liderliğe dair gönülsüzlüğü artık yapısal bir duruma dönüştü. Bu nedenle Amerikan hegemonyasının sona ermesi geçici bir dalgalanmadan çok daha derin bir dönüşümün işareti. Ancak bu çöküş illaki kaos anlamına gelmiyor. Aksine farklı bölgelerden gelen fikirlerin katkısıyla çok kutuplu, çok medeni bir sistem doğabilir. Ben buna “global multiplex” (çok katmanlı) diyorum.

Global çok katmanlı düzen tam olarak neyi ifade ediyor?

Multiplex düzen, klasik hegemonik güçlerin yerini çok sayıda merkezin aldığı, daha yatay ve çok sesli bir uluslararası sistem anlamına geliyor. Bu yapıda Çin, Hindistan, Afrika ülkeleri ya da Latin Amerika yalnızca takipçi değil aynı zamanda norm koyan, çözüm sunan aktörler olacak. Bu sistemde sinema salonları gibi çok sayıda seçenek var ve herkes aynı filmi izlemek zorunda değil. Çok katmanlı sistemde çoklu normlar, çoklu kurumlar ve çoklu liderlik biçimleri aynı anda var olabilir. Bu model, yalnızca Batı dışındaki dünyaya değil Batı’ya da daha istikrarlı ve adil bir ortam sağlayabilir.

Türkiye son yıllarda dış politikasında eksen çeşitlendirmesine gidiyor. Bu durum çok katmanlı düzenin bir yansıması olarak değerlendirilebilir mi?

Kesinlikle öyle. Türkiye’nin bu dış politika yaklaşımı, yalnızca ittifaklara bağlı kalmaktan ziyade daha özerk ve çok yönlü ilişkiler kurmayı hedefliyor. Bu çeşitlendirme eğilimi, kitabımda tanımladığım “multiplex dünya düzeni”nin doğrudan bir yansıması olarak görülebilir. Zira bu yeni düzen, hegemonik bir merkezin belirleyici olmadığı aksine birçok aktörün kendi normlarını ve önceliklerini sistemin içine taşıdığı bir yapıyı ifade ediyor. Türkiye de bu bağlamda kendi çıkarlarını gözeten ama aynı zamanda küresel düzeyde yapıcı roller üstlenen bir aktör konumuna doğru evriliyor.

Asya, Afrika ve Latin Amerika gibi “Küresel Güney” ülkeleri küresel düzende nasıl bir rol üstleniyor?

Küresel Güney artık uluslararası sistemin pasif nesnesi değil aktif öznesi haline geliyor. Kararlar sadece Batı merkezlerinde alınmıyor. Güney ülkeleri kendi normlarını geliştiriyor, bölgesel örgütler kuruyor ve uluslararası kurumlarda daha etkin rol oynuyorlar. Bu dönüşüm Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki aktörlerin seslerinin daha fazla duyulmasını sağlıyor. Elbette elit düzeyde Batı’yla yakınlaşmalar sürebilir ama bu küresel çeşitliliği ortadan kaldırmaz. Katılımcı ve temsiliyetçi yapılar geliştikçe bu dönüşüm kalıcı hale gelir. Önemli olan, bu ülkelerin yalnızca ekonomik değil normatif katkılar sunmasıdır.

Yeni çok katmanlı dünya düzeni yalnızca devletler ve elitler düzeyinde mi şekillenmeli yoksa daha tabana yayılan bir dönüşümden söz edebilir miyiz?

Bu düzen yalnızca devletler ya da elitler arası bir proje olmamalı. Aksi takdirde Güney’in elitleriyle Batı’nınkiler yer değiştirir ama sistem aynı kalır. Gerçekten çoğulcu bir düzen için sivil toplum, kadınlar, gençler ve marjinal grupların da sürece dahil edilmesi gerekiyor. Küresel düzeyde normların yalnızca yukarıdan aşağıya değil aynı zamanda tabandan yukarıya oluşması gerekiyor. Katılımcılık, hesap verebilirlik ve tarihsel adalet gibi normlar bu düzenin temelini oluşturmalı. Bu dönüşüm yalnızca politik değil aynı zamanda sosyo-kültürel bir geçiştir.

Sizce bu geçiş süreci ne kadar sancılı olacak?

Elbette hiçbir hegemonik yapı yerini kolayca bırakmaz. Ancak tarih bize her düzenin bir ömrü olduğunu gösteriyor. Batı merkezli düzenin aşınması, yeni bir küresel anarşi anlamına gelmiyor. Geçişin sancılı olmaması için küresel diyaloğa, empatiye ve tarihsel hafızaya ihtiyaç var. Bu bir tehdit değil daha adil ve temsili bir düzen inşa etmek için bir fırsat. Eğer aktörler bunu bir sıfır toplamlı oyun olarak değil ortak fayda zemininde okursa geçiş dönemi barışçıl olabilir. Yeni bir düzenin kurulabilmesi için önemli olan şey uzlaşı kültürüdür. Eğer aktörler birbirlerini dışlamak yerine anlamaya çalışırsa bu geçiş dönemi daha dengeli olabilir. Küresel düzenin geleceği, aktörlerin ortak çıkarları ne ölçüde ön planda tuttuğuna bağlı olarak şekillenecek.

Batı’nın bu yeni düzendeki konumu ne olacak?

Batı bu yeni sistemde tamamen dışlanmayacak ama artık merkezde tek karar verici olmayacak. ABD ve Avrupa, bu yapının birer bileşeni haline gelecek. Küresel fikir üretiminde ve norm geliştirmede diğer aktörlerle birlikte çalışmak zorunda kalacaklar. Bu güç kaybı değil daha adil bir dağılım anlamına gelir. Bu da aslında istikrara katkı sağlar. Batı, iş birliği yaptığı ölçüde bu sistemin istikrarlı bir parçası olmaya devam edebilir.

Türkiye gibi ülkeler yeni dünya düzeninde nasıl bir köprü rolü oynayabilir?

Stratejik konumu, örneğin 1955’te Küresel Güney’in doğuşunda kritik rol oynayan Asya-Afrika Konferansı’na aktif katılımı, NATO üyeliği, Asya, Afrika ve Orta Doğu ile kurduğu tarihsel ilişkiler göz önüne alındığında Türkiye, çatışma çözücü, iş birliği kolaylaştırıcı ve medeniyetler çatışmasını önlemede eşsiz bir pozisyonda yer alıyor. BRICS üyesi olmamakla birlikte bu oluşuma ilgi göstermesi ve Endonezya, Brezilya, Suudi Arabistan ve Güney Afrika gibi “orta güçler” arasında yer alması Türkiye’yi küresel düzeyde daha fazla rol üstlenmeye aday kılıyor. Bu orta güçlerin Batı ile “geri kalan dünya” arasındaki bölünmeyi aşan çok katmanlı bir dünya düzeninin inşasında belirleyici bir rol oynaması bekleniyor.

“HİKAYEYİ YENİDEN ANLATMALIYIZ”

SESSİZ KATILIMCILAR

Bugün dünya siyaseti hala Batı’nın yazdığı bir senaryo üzerinden oynanıyor. Ama perde arkasında sessizce katkı sunan pek çok aktör var. Afrika’daki topluluklardan Güneydoğu Asya’daki yerel hareketlere kadar bu sessiz katılımcılar yeni düzenin temelini oluşturuyor. Onlar adına konuşmak yerine onları merkeze alıp konuşturmak zorundayız. Gerçek çoğulluk ancak böyle inşa edilir.

DÖNÜŞEN LİDERLİK

Güç artık sadece askeri ya da ekonomik araçlarla tanımlanmıyor. Kültürel esneklik, tarihsel sorumluluk ve normatif liderlik gibi unsurlar daha da önem kazanıyor. Çin ya da Hindistan gibi ülkeler sadece büyüklükleriyle değil fikirleriyle de şekillendirici olabilir. Ama bu da yeni bir hegemonya değil ortak kuruculuk anlayışıyla mümkün olabilir. Liderliğin formu değişiyor.

ZİHİN HARİTASI

Uluslararası ilişkileri yeniden düşünürken zihin haritamızı da yeniden çizmeli ve genişletmeliyiz. Yalnızca Harvard’da öğretilen teorilerle değil Dakar’da, Delhi’de ya da Medellin’de ortaya çıkan fikirlerle de düşünmeliyiz. Akademik hegemonya da sorgulanmalı. Hikayeyi yeniden anlatmak, yalnızca kim konuşuyor değil kimlerin sesi bastırılıyor sorusunu da beraberinde getirmeli.


“BATININ ÖTESİNDE BİR GELECEK MÜMKÜN”

NORMATİF ÇÖKÜŞ

Bugün Batı’nın küresel liderliği ciddi bir meşruiyet krizi yaşıyor. Amerika’nın tek taraflı politikaları, Avrupa’yla olan çatışmaları ve uluslararası hukuka aykırı tavırları kendi savunduğu değerleri aşındırıyor. Trump’ın söylemleri ve eylemleri, Batı içi uyumu temelden sarsıyor. Bu sadece politik bir kayma değil normatif bir çöküşün işareti.

TARİHSEL GERÇEKLİK

Dünya düzeni ne Batı’yla başladı ne de Batı ile sona erecek. Tarih bize Hindistan’dan Mezopotamya’ya, Çin’den İslam dünyasına kadar sayısız medeniyetin diplomasi, ticaret ve norm üretiminde etkin roller oynadığını gösteriyor. Antik Yunan bile Doğu’dan etkilendi. Bu tarihsel farkındalık, küresel ilişkilerin yalnızca Batı merkezli bir anlatıyla anlaşılamayacağını ortaya koyar. Bugünün dünyasını anlamak için bu unutulmuş mirasları gün yüzüne çıkarmalıyız.

ÇOKLU GELECEK

Benim önerdiğim çok katmanlı dünya düzeni, sadece devletlerin değil medeniyetlerin, kültürlerin ve halkların çoklu katkılarına dayanıyor. Bu, bir ütopya değil tarihsel bir zorunluluk. Ancak bu düzenin adil olabilmesi için sadece elitlerin değil toplumların da söz sahibi olması gerekiyor. Aksi halde Batı sonrası dünya da yeni bir eşitsizlik sistemine dönüşebilir. Gerçek küresel adalet, kapsayıcılıkla mümkün olur.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz