Otomotiv, TV, beyaz eşya, hazır giyim gibi ihracatçı sektörlerin üretim modelleri ithalata bağımlı bir yapı sergiliyor. Üretimin kimyası, temel yapısı değişiyor. “Üretimde paradigma yenilenmesini” ...
Otomotiv, TV, beyaz eşya, hazır giyim gibi ihracatçı sektörlerin üretim modelleri ithalata bağımlı bir yapı sergiliyor. Üretimin kimyası, temel yapısı değişiyor. “Üretimde paradigma yenilenmesini” de gündeme getiren bu gelişme, Türkiye’nin önde gelen sektörlerini dünya çapında rekabette farklı bir platforma da taşıyor. Global üreticiler, işçilik, enerji, vergi gibi dezavantajlara karşılık, son 10 yılda üretim modellerinde kaydettikleri ilerlemeyle dünya piyasalarında varlığını sürdürüyor. Rakipleri gibi 5 kıtadan kaynak temin (sourcing) ediyor, ürün bileşimini değiştiriyor, teknolojisini transfer ediyor. Bütün bu gelişmeleri ise sektörlerin üretim modellerinde yaptığı değişimler tetikliyor.
“Ana metal sanayinde girdi kullanımının yüzde 35,7’si, kimyasal maddelerde yüzde 30,4’ü, elektrikli makine cihazlarında yüzde 30,1’i ithal. Mobilya imalatında bile yüzde 29,9 ithalatla üretim yapıyoruz. Üretim modelimizde, ithalatlaşma var.”
Devlet Bakanı Abdüllatif Şener, bu değerlendirmesiyle ekonominin kimyasındaki önemli bir değişime dikkat çekiyordu. Bu saptamayı yapan Bakan Şener, “Türk sanayindeki bu yapının tartışılması gerekiyor. Alışkın olmadığımız bir yapı ortaya çıkıyor” diye devam ediyordu. Benzer bir değerlendirme TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’ndan da geliyordu. Hisarcıklıoğlu, yaptığı bir açıklamada konuya şöyle dikkat çekiyordu:
“İhracatımıza paralel olarak ithalatımız da artıyor. Çünkü, sanayimiz, ara malı ithalatına bağımlı olarak gelişiyor. İşte bugün televizyonda Avrupa pazarının yüzde 50’sine hâkimiz. Ama içeride üretilen katma değer yüzde 3-15’e kadar. Yüzde 85’i ithalata bağımlı.”
Bugün Türkiye ekonomisi ihracatçı sektörlerden güç alıyor. Otomotiv, beyaz eşya, televizyon, hazır giyim gibi ihracatçı sektörlerimiz ise yaptıkları ara malı ithalatıyla dış pazarlara bağımlı bir görünüm sergiliyor. Ancak, ithalat bağımlılığına karşın bu sektörler, son 10 yılda üretim modellerinde yaptıkları değişimle adeta çağ atladı.
Dünün atölye üretimiyle ayakta durmaya çalışan mobilya sektöründe bile bugün daha az iş gücünün kullanıldığı otomasyon sistemleriyle üretim ve ihracat yapılıyor. Dünyadaki değişime ayak uydurmaya çalışan hazır giyim sektörü, yaptığı hızlı teslimatlarıyla Uzakdoğu’ya fark atıyor. Otomotivde birçok dev firma Türkiye’yi üs olarak seçiyor. Beyaz eşyada ana sektör bir yana yan sanayi bile ihracat yapmaya başladı.
Ancak, dünya konjonktürü ve küreselleşme doğrultusunda tedarik zincirindeki değişim ara malı üretiminde Uzakdoğu’yu avantajlı kılıyor. Türkiye’deki üretim modelleri de bu değişime uygun olarak yeniden yapılanırken katma değerli ürünlere yönelik arayış hız kazanıyor.
Beyaz Eşyadaki Büyük Dönüşüm
Beyaz eşya sektörü son 10 yılda yükselen bir trend izliyor. 2006’da ihracat geliri 2 milyar dolar olan sektör, bugün üretiminin yüzde 65’ini ihraç ediyor.
Bugün sektörü bu rakamlara taşıyan değişim 1990’larla başladı. Sektör bu tarihten itibaren tamamen kendi teknolojileri ile üretim yapıyor. Sektörün aldığı patent sayısındaki artış da bu değişimin bir göstergesi.
Beyaz eşya Üreticileri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Dilek Temel, “90’lı yılların ortalarından itibaren fabrikalarda yapılan birçok gruplama yatırımları ve parça imalatları yan sanayilere devredildi. Ana hammaddeden, doğrudan üretime sokulan teknoloji ve hacim gereği fabrika dışına çıkamayacak parçaların dışındaki parça ve grupların tamamına yakını, yan sanayiden temin ediliyor” diye değişimi anlatıyor.
Bu gelişme, zaman içinde yan sanayiyi de büyüttü ve onlar da dış pazarlara açıldı. Vestel Beyaz Eşya Genel Müdürü Nedim Sezer de sektördeki en önemli değişimin şirketlerin her şeyi kendilerinin üretmesi yerine daha fazla tedarikçi ve sistem tedarikçisi kullanmalarını olduğunu söylüyor. Ona göre, bu durum şirketlerin üretmiş oldukları ürünlere daha fazla konsantre olmasını sağladı. Üretim hatlarında otomasyon daha yoğun kullanılmaya başlanınca işçilik azaldı, beyaz yakalı çalışan sayısı da arttı.
İthalat bağımlılığı ise sürüyor. Nedim Sezer, sektörün ithalata ve ihracat dengesine bakıldığında kabaca 100 birimlik ihracatın 50-55 biriminin ithalat olduğuna dikkat çekiyor. Ancak, yan sanayi güçlendikçe sektördeki yerlileşme oranının artması bekleniyor.
Otomotivin Avrupa’yla Rekabeti
Türk otomotiv sektörü üretim modellerinde ve stratejilerinde yaptığı değişimle Avrupa’nın üretim üssü olmaya başladı. Bu gelişme ise üretim modellerinde yaşanan değişimle geldi.
Değişimin miladı Gümrük Birliği anlaşması olarak kabul ediliyor.
Ford Otosan Genel Müdür Yardımcısı ve Kocaeli Fabrika Müdürü Nuri Otay, bu anlaşmaya kadar ağırlıklı olarak iç pazara üretim yapan sektörün esas gelişimini, bu anlaşmayla eşzamanlı yapılan yatırımlarla yaptığına dikkat çekiyor. Otay’a göre, bu tarihten itibaren sektör, uyguladığı müşteri odaklı kalite ve yalınlık stratejileriyle Avrupa’da rekabet edebilen en önemli sektörlerden bir tanesi haline geldi. Bugün sektör Avrupa, Amerika ve Uzakdoğu markalarını aynı ürün ve üretim standartlarında Türkiye’de üretebiliyor.
Sektörün ithalat ihracat dengesine baktığımızda ise araca göre değişmekle birlikte ithal parça oranının yüzde 40-70 civarında olduğunu görüyoruz. Binek otomobil ihracat hacmi ithalatın altında olmakla beraber bu durum, ticari araç göz önüne alındığından tam tersine dönüyor. Nuri Otay, “Türkiye, 2006 itibariyle Avrupa’nın başta gelen ticari araç üreticisi konumuna geldi. Ticari araç üretimi, katma değeri daha yüksek olan, iş hacmi, rekabet üstünlüğü ve kârlılık açısından avantaj sağlayan bir segmenttir. Türkiye’nin ticari araç üretiminde öncü ve ana üretici konumda olması sektörünün gelecekteki konumunu da sağlamlaştıran bir unsurdur” diye anlatıyor.
Tv’de Model Teknolojiyle Değişti
Elektronik sektörünün ana kategorisi TV’de üretim modeli 10 yıl öncesine göre bambaşka bir boyuta taşındı. Türk üreticilerin yurtdışı yatırımları da bunun bir göstergesi.
Sektörün üretim modelindeki değişimde teknolojik gelişmeler belirleyici oldu. Profilo Holding Genel Koordinatörü Göksen Körezlioğlu, en radikal değişimin tüplü TV(CRT) üretiminden panel tip TV(LCD ve Plazma) üretimine kayış olduğunu söylüyor. Yayın ve üretim teknolojisinin analogdan dijital yayınlara kayması da diğer bir radikal değişimdi. Göksen Körezlioğlu, “Dijital teknolojinin gelişmesi Home Sinema ürünlerine olan talebin ve üretimin artmasına neden oldu. Bu da televizyon ve DVD-Ev sineması gibi ürünlerin kombi olarak tasarlanmasını sağladı” diye anlatıyor.
Yüksek çözünürlük(High definition) yayınları ve bu yayınlara izlemeye olanak veren TV’lerin üretilmeye başlanması sektördeki bir diğer önemli gelişmeydi. Bu TV’lerin üretiminin 2007’de ağırlık kazanması bekleniyor. LCD ve Plazma’ya alternatif olarak gelişen ve pazarda yer bulması beklenen DLP teknolojisini de unutmamak gerekiyor.
Göksen Körezlioğlu, “Pazarda rekabet ve müşteri ihtiyaçları nedeni ile model yenileme periyodunun 3-4 yıldan 1 yıla kadar inmiş olması önemli. Çünkü, bu durum üretim modellerini etkiliyor, ciddi kalıp ve Ar-Ge maliyetleri oluşturuyor” diye anlatıyor.
Kategoride ithalat aktif rol oynuyor. TV üretiminde ithal girdi kullanımı yüzde 75-80 seviyesinde. Körezlioğlu, “Maliyet baskıları, değişen teknoloji ve Türkiye’de bu yöndeki yatırımların yapılmasını zorlaştırdığından yerli parça kullanımı giderek azaldı” diye anlatıyor.
Hazır Giyimde Global Değişim
Üretimde dönüşüm geçiren alanlardan biri de hazır giyim. Türkiye Hazır Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Aynur Bektaş, en önemli değişimin sektörün en temel girdisi olan ithal kumaşın üretimdeki payının artması olduğunu söylüyor. Aynur Bektaş, “2000’lerin başında başlayan ve son birkaç yıldır hızlanan ithal kumaş kullanımının genişlemesi dünya hazır giyiminde yaşanan değişimden kaynaklanıyor” diye anlatıyor.
Dünya hazır giyim sektöründe, 2000’lere kadar olan üretim ve ticarette basit ve standart malların payı yüksekti. Büyük toptancı ve alıcılar aracılığıyla ticaret büyük partiler şeklinde yapılıyordu. Sezonlar 4-6 arasındaydı ve koleksiyon sıklıkları sınırlıydı. Türkiye de bu trende uygun olarak basit ve standart ürünler üretip ihracat ediyordu. İhtiyaç duyulan girdiler ise iç pazardan sağlanıyordu.
Ancak, yeni dönemde üretim ve ticaret koşulları tamamen değişti. Değişimi Bektaş şöyle anlatıyor: “Nitelikli ve özellikli malların payı hızla genişliyor, esnek ve küçük parti üretimler yapılıyor. Sezon sayıları 8-12’ye çıkarken, koleksiyon ve tasarım belirleyici bir rol oynuyor. Hız ve çabuk teslimat (2-4 haftada) rekabetin en önemli unsuru haline geldi.”
Türk hazır giyim sektörü de 2000’li yıllarda dünya hazır giyimindeki bu değişime uyum sağlamaya çalışarak, üretim yapısını esnek ve küçük parti üretime yönlendiriyor. Temel ihtiyacını iç piyasadan sağlayan sektörün Bektaş’a göre, koşullar nedeniyle ithal kumaşa bağımlılığı artıyor. Bu sürecin önümüzdeki yıllarda artarak devam etmesi bekleniyor.
Demir Çelik Yassıya Dönüyor
Türkiye’nin en önemli sektörlerinden biri olan demir çelikte üretim modeliyle ilgili değişiklikler 1980’li yıllarda başladı. 1980’lere kadar entegre ağırlıklı olan model, 1980’li yıllardan sonra elektrik ark ocaklı(EAO) üretim modeline doğru kayış gösterdi. EAO’lardaki üretim 1990’larda da ağırlığını sürdürdü.
Demir çelik Sanayicileri Derneği Genel Sekreteri Veysel Yayan, 2000’li yıllarda sektörün, uzun üründen yana fazla olan, uzun ürün-yassı ürün üretim kapasitelerindeki dengesizliğini gidermek için çözüm arayışına girdiğini söylüyor. Önce İsdemir, daha sonra Çolakoğlu Metalurji üretim tesislerinde yassı mamul üretimine yönelik yatırımlar hız kazandı.
Veysel Yayan, “Üretim modelindeki diğer bir değişiklik ise katma değeri yüksek ürünlerin üretimine yönelik olarak ortaya çıktı. Son yıllarda galvanizli ürünlere, ray çeliklerine, paslanmaz çelik gibi vasıflı çelik ürünlerine yönelik üretim modellerine ağırlık verilmeye başlandı” diye anlatıyor.
Önümüzdeki dönemde ise sektörün inovatif bir yaklaşımla depreme dayanıklı inşaat çeliği ve yapısal çelik ürünlerine yönelik yatırımlarını artırması bekleniyor.
Yayan, “Yassı mamule yönelik İsdemir ve Çolakoğlu tesislerindeki üretim modeli değişikliği ile ithal edilen yassı ara mamulü slab da üretilmeye başlandığından sektörün ithalat-ihracat dengelerinde de ithalattan yana bir azalma söz konusu olacak” diyor.
Mobilyada Markalaşma Başladı
Mobilya son dönemde en hızlı gelişen alanların başında geliyor. Son 10 yılda sektör gerçek anlamıyla çağ atladı. Dönüşümde atölye, el işçiliği tarzı üretimin yerini, artan ölçüde fabrikasyon, makineye ve teknolojiye dayalı üretime terk etmeye başlaması etkili oldu. İstikbal, Yataş, İpek, Doğtaş, Kilim gibi Anadolu kökenli şirketler ise değişimde itici gücü oluşturdu.
Mobilya Sanayicileri Derneği Başkanı Memduh Boydak, üretim modelleriyle ve rekabet koşullarının değişmesiyle üretim sistemlerinin içine gömülen bilişim sistemlerinin söz konusu olduğuna dikkat çekiyor. Bu, uzaktan kontrol edilebilen üretim ünitelerini gündeme getirerek insana az gereksinim duyan üretim modelini devreye soktu. Verimli üretim, hızlanan süreçler sektörün yaratıcılık ve markalaşma yönünün gelişmesini sağladı. Şirketler, hızla tasarım ve markalaşma yatırımlarına yöneldi.
Sektör dış ticaret dengesi açısından da diğer alanlara göre daha iyi durumda. Memduh Boydak, son üründe kullanılan parçanın yüzde 5-15’lik bir kısmının ithal girdiye dayalı olduğunu söylüyor. Özellikle nisan-kasım dönemlerinde yoğunlaşan talebin karşılanması için ithalat yoluna gidiliyor. Boydak, “Sektörde ithalat ve ihracat arasındaki dengeye baktığımızda ihracat fazladır ve artı yönde ilerliyor. İhracat giderek sektöründeki etkisini hissettirmeye başlayacak ve bu sayede de yan sanayide de ciddi bir ivme kazandırmaya devam edecek. 2010’da ihracat rakamının 2 milyar dolara ulaşacağını tahmin ediyoruz” diye anlatıyor.
Oğuz Satıcı/Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı
“Yeterince Katma Değer Yaratmıyoruz”
İhracat Arttıkça İthalat da Artıyor
Türkiye 2000’li yıllarla birlikte, ihracatta inanılmaz bir kalkınma yaşadı ve ihracat artış hızını çok büyük bir ivmeyle yukarılara taşıdı. Bu, Türkiye için çok önemli bir gelişmeydi. Ancak, yine aynı zamanda görüldü ki ihracat arttıkça ithalat da artıyor. Zira ülke içindeki üretimimizin büyük bir kısmı ithal ara ve hammadde malları aracılığıyla gerçekleştiriliyor. Bu üretim ihraç edildiğinde ise bir bakıma çoğu kalemde nihai ürünlere katılmış ara ve hammadde mallarının yüksek katma değer katılmadan yeniden ihracat(Re-export) yapılmış gibi bir durum ortaya çıkıyor. Son yıllarda en yüksek ihracat kalemimizi oluşturan otomotiv sektörü buna çok büyük bir örnektir.
Sarmal Bir Türlü Kırılamıyor
TÜİK verilerine göre, ithalatın yüzde 70’ini sanayicinin kullandığı ara malları oluşturuyor. Bu, yeterince üretmiyoruz, yeterince katma değer sağlamıyoruz demek. Ürettiğimiz ölçüde zenginleşiriz. Ancak, Türkiye şu konumuyla üreten bir ülke değil. Reel faizlerin ve üretim girdi maliyetlerinin bu kadar yüksek olduğu ortamda, kimse yeni yatırımlar, büyük üretimler bekleyemez. Türkiye’nin bir an önce üretimsizlik odaklı bu sorunuyla başa çıkması gerekiyor. Üretmeden harcayınca ithalatımız ve borçlarımız artıyor. Dış ticaret dengemiz bozuluyor, cari açık oluşuyor. Yeniden borçlanılıyor, bu da yeniden faizleri ve vergileri yükseltiyor. Türkiye’nin en büyük riski, bu sarmalı kırmakta zaman kaybetmesidir.
Prof. Dr. İbrahim Kavrakoğlu/Kavrakoğlu Consultıng
“Tedarik Zinciri Farklılaşıyor”
Ara Mallar Uzakdoğu’dan
Türkiye en hızlı gelişmesini ihracatla kalkınma dönemi olan 1983-1989 arasında yaşadı. Bunun temel nedeni de TL’nin değerinin düşürülmesiydi. 2000’lerle birlikte TL’nin değerlenme dönemine girildi. TL’nin değerlendiği dönemde düşük kur, yüksek faizden dolayı ara malı üretimi yavaşladı, yurt dışından temin daha uygun gelmeye başladı. Büyük ölçekli üretim yapabilen Güney Kore, Çin, Hindistan gibi ülkelerden ithalatımız arttı. Türkiye’de ise son ürüne dönük üretim artırıldı. Buradan da anlaşılıyor ki ara malı ihtiyacını biz dışarıdan karşılayacağız. İhracat iş sahamız haline geldi. Dolayısıyla üretim artacaktır. Fakat, tedarik zinciri farklılaşıyor. Bu zincirin önemli bir halkası Uzakdoğu’ya kaymaya başladı.
Türkiye’nin Şansı Nasıl Artar?
İthalat yapımıza baktığımızda ara malının büyük bir kalem olduğunu görüyoruz. Dünyada büyük ölçekli ucuz üreticiler doğdu. Bunların başında Güney Kore, Çin, Tayvan geliyor. Yeni aday ise Hindistan. Bunlar çok büyük ölçeklerde üretim yapıyor, ucuz emekleri var ve ileri teknoloji kullanıyorlar. Dolayısıyla maliyetleri düşük oluyor. Bunlarla rekabet etme imkanımız yok. Hele hele bu kurlarla hiç yok. Biz de o teknoloji de yok. Dolayısıyla akıllı politikalar gütmemiz gerekiyor. Türkiye’ye dışarıdan para giriyor. Akıllı olursak bunu, teknolojiye, Ar-Ge’ye, Ür-Ge’ye yatırırsak o zaman sağlam bir yere basmış oluruz ve şansımız artar. Yüksek bilgi içeren ürünlere ve ileri teknoloji gerektiren proseslere kaymalıyız. Alelade ürünleri üretip düz işçi çalıştırarak Türkiye’nin kalkınması mümkün değil. Tasarımcı, mühendis çalıştırmalıyız.
Bülent Başer/Türkiye Tekstil Sanayi İşverenleri Sendikası Yönetim Kurulu Üyesi
“Tekstilde 50 Milyar Dolar Yüksek Teknolojiye Yatırıldı”
Hızlı Makinelerin Kullanımı Yaygınlaştı
Tekstil ve hazır giyim imalatında tasarım ve yaratıcılık son derece önemli bir noktaya geldi. Türkiye, özellikle 1990’dan itibaren 50 milyar dolar civarındaki yüksek teknolojiye sahip entegre yeni yatırımlarını tamamladı. Otomatik ve hızlı makinelerin kullanımı yaygınlaştı. Eğitimli ve tecrübeli insan kaynakları hızla gelişti. Uluslararası tanıtıma yatırım yapıldı. Verimlilik ve ihtisaslaşma ön plana çıktı. Bütün bu gelişmeler Türkiye’yi dünya tekstil ve hazır giyim pazarında aranılan niteliklere sahip ender ülkelerden biri haline getirdi.
Türkiye Global Oyuncu Oldu
2005 ve sonrasında fiyatların perakendeciler ve tüketiciler için önemini korumaya devam etmesi bekleniyor. Hızlı servise verilen önem artmaya devam edecek. Bu gelişim doğrultusunda uluslararası giyim perakende şirketleri, tedarikin kendi pazarlarına yakın bölgede toplam paket olarak yapılabildiği, kalite, fiyat, hız ve yaratıcılık dengesinin olduğu ülkeleri daha fazla tercih etmeye başladı. Dünya Tekstil Üreticileri Federasyonu’nun verilerine göre, insan kaynağı, kalitesi, coğrafi konumu, entegre üretim tesisleri, lojistik altyapı gibi avantajları ile Türk tekstil ve hazır giyim sektörü ender sektörel avantajları ile dünya pazarının en önemli global oyunculardan biri oldu.
Türkiye’nin Payı Artacak
Dünya tekstil ve hazır giyim ticaretinin 2010’da 500 milyar doların üzerine çıkacağı öngörülüyor. Türkiye’nin ise dünyada ve Avrupa’da üretim altyapısı ve eğitilmiş insan kaynakları ile sürekli büyüyen bu pazardan daha fazla pay alması bekleniyor. Bugün yılda 100 milyar dolar ithalat yapan AB pazarının en büyük 2’inci tedarikçisi konumunda olan Türkiye, AB, Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Akdeniz pazarlarında coğrafik yakınlık ve Gümrük Birliği avantajları ile de katma değeri yüksek moda ürünlerinin en büyük tedarikçisi olmaya en büyük adaydır.
Ebru Fırat
[email protected]
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?