Büyümenin sınırları

Dünya nüfusu arttıkça, petrol ve metaller gibi kaynaklara olan ihtiyaç da tırmanıyor.

1.01.2012 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Büyümenin sınırları
Söz konusu kaynakların fiyatı yükseliyor. Siemens, çevreyi koruma amacıyla arz ve talebi dengelemek için ekonomik büyümede daha az miktarlarda hammadde kullanımını gerektiren çözümler geliştiriyor. 1968 yılında kurulmuş ve halen uluslararası politika alanında oldukça aktif bir düşünce kuruluşu olan Roma Kulübü, 1972'de Dr. Dennis L. Meadows gibi dünyaca ünlü ekonomist ve düşünürlerin dünya ekonomisinin geleceğini tartıştıkları "Büyümenin Sınırları" başlıklı ses getirici raporunu yayınlamıştı. Bu raporda, dünya nüfusuyla birlikte endüstrileşmenin, çevre kirliliğinin, gıda üretiminin ve doğal kaynakları tüketmenin aynı hızda artmaya devam etmesi durumunda, dünya üzerinde büyümenin mutlak sınırlarına 100 yıl sonra ulaşılacağı sonucuna varılmıştı. Onların bu görüşlerine hemen hemen her köşe başından sert eleştiriler gelmişti. Örneğin saygın ekonomist Dr. Thomas Sowell, bu raporu yakın tarihin belki de en isabetsiz öngörüsü olarak damgalamıştı. Oysa günümüzde, yani raporunun ortaya çıkışından yaklaşık 40 yıl sonra, burada iddia edilenler ve ardından gelen yayınlarda ileri sürülenler doğruluğunu ispatlamış durumda. İlk adımda iklim değişikliğinin kanıtı olarak enerji politikamızın bugün sürdürülebilirlikten başka hiçbir şey ile tanımlanmıyor olması gösterilebilir. Örneğin yenilenebilir enerjide, özellikle de rüzgar enerjisinde yapılan yatırımlarda yaşanan patlamadan da görülebileceği üzere iş dünyası ile politikaları hakkındaki pek çok rakam bu soruna karşı önlemler alındığının birer ispatı. Burada önceliğin, rüzgar parklarındaki üretimi otomatikleştirerek onları maliyetleri daha etkin hale getirecek akıllı mühendislik araçlarıyla enerji verimliliğinin artırılmasına verilmeli. Mühendisler aynı zamanda kömür ve benzin gibi fosil yakıtlarla çalışan enerji tesislerinin etkinliklerini de artırmaya ve dolayısıyla bu kaynakları tüketme seviyemizi azaltmaya çalışıyor. Bu alanda dünya etkinlik rekoru halen Bavyera, Irching'de benzindeki enerjinin yüzde 60,75'ini elektriğe dönüştürebilmeyi ilk defa başarabilmiş kombine döngülü bir tesisin elinde bulunuyor. Maksimum çevresel uygunluğu üstün ekonomik performansla birleştiren özel geliştirilmiş araçlar ve analitik yöntemler sayesinde artık her geçen gün daha az elektrik gerektiren büyük ve karmaşık endüstriyel tesisleri tasarlamak mümkün. Bu gibi çabaların ortak hedefi sadece karbondioksit salınımlarını en aza indirmek değil, aynı zamanda hammadde kullanımını da azaltmak. Bugün birer gerçeklik haline gelen Roma Kulübü'nün öngörülerinden biri de petrol, doğal gaz, kömür veya metaller gibi tüm doğal kaynaklardaki kıtlığın ve ilgili fiyat artışlarının eli kulağında olmasıydı. Avrupa Birliği 2010 yılında, hem ileri teknolojili hem günlük tüketici ürünleri için kritik olan 14 minerale ve metale (antimoni, berilyum, kobalt ve diğerleri) olan erişimi çok önemli bir sorun olarak tanımlamıştı. 2050'ye gelindiğinde talep üçe mi katlanacak? Büyüme bir kaynaklar kıtlığıyla mı boğulacak? Şu anda büyümenin kontrolsüz olduğu anlaşılıyor. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) yıllık mineral, maden cevheri, fosil yakıt ve biyokitle tüketiminin 2050 yılında neredeyse günümüzdeki rakamı üçe katlayarak 140 milyar tona çıkacağı yönünde uyarıda bulunuyor.~
Bu artışın arkasında dünya nüfusunda 2,3 milyarlık bir artışın ve mevcut gelişmekte olan ekonomilerin çoğunda orta sınıfın yükseleceği öngörüsü yatıyor. Bu gelişmeyle birlikte bilgisayarlara, arabalara, giyim eşyalarına ve enerjiye devasa bir talep patlaması olacak. Üstelik Kaliforniya Oakland merkezli uluslararası bir düşünce kuruluşu olan Global Footprint Network'ün Başkanı Dr. Mathis Wackemagel'in de dikkat çektiği üzere, insan ırkı daha şimdiden sınırlarının ötesinde yaşıyor. "Her ne kadar teknolojik ilerlemeler biyo kapasiteyi artırmış olsa da bu büyüme, insanoğlunun kaynaklara duyduğu talepten çok daha yavaş bir hızda gerçekleşmiştir. Biz bugün doğayı kendi kendini yeniden üretme hızından yüzde 50 oranında daha büyük bir hızda kullandığımızı tahmin ediyoruz" diyor. Heinrich Böll Vakfı Başkanı Ralf Fücks, haftalık Alman dergisi Die Zeit'e yazdığı bir makalesinde, "İşte bu nedenle burada asıl sorun yeni mallar ve hizmetlerdeki yığınsal artışın, ekolojik bir çöküşle mi yoksa sürdürülebilir bir geleceğe rehberlikle mi sonuçlanacağıdır" diyor. Eninde sonunda bu sorun ekonomik büyümenin yenilenebilir olmayan kaynaklara bağımlılığından kurtarılabilmesine bağlı. Fücks'e göre bunu başarabilmek için bir taraftan çeşitli ekosistemlere tolere edilebilir maksimum yükün yüklenmesi temelinde politik olarak tanımlanmış "ekolojik koruyucu çitlere", diğer yandan giderek kıtlaşan ve fiyatları artan hammaddelere bağımlılığı en aza indirmek için gerekli teknolojik çözümleri ve çevre dostu süreçleri geliştirecek kurumsal sektörün eylemlerine gerek var. Örneğin Siemens, özellikle Çevreci Portföyü'ndeki ürünler ve hizmetler aracılığıyla bu işi yıllardır yapıyor. Bu kapsamda, müşterilerin sürdürülebilir bir yoldan yaşamalarına yardımcı olan yenilenebilir enerji alanından akıllı enerji ağlarına, enerji tasarruflu demiryolu sistemlerine, endüstriyel tesislere ve elektrikli ev aletlerine kadar yayılan geniş bir yelpaze var. Siemens aynı zamanda kendi şirketlerinde kullanılan kaynakların en aza indirilmesine de büyük bir özen gösteriyor. Örneğin Siemens Kurumsal Teknolojiler'de (CT) malzemeler ve imalat alanında çalışan araştırmacıların faaliyetlerine bir göz atalım. Bu grubun bir üyesi de global teknolojiler alanında Malzeme İkamesi ve Geri Kazanım Bölümü Başkanı olan Dr. Thomas Scheiter. Scheiter, "Bir hammaddenin varlığı kritik bir seviyeye gelir gelmez bizim işimiz teknolojik alternatifler geliştirmek. Bu işin içinde nadir bulunan metaller ve tungsten gibi hammaddelerin geri kazanılması için yepyeni yeniden değerlendirme yöntemleri geliştirmek de var" diyor. Bu arada etkinlik uzmanları da sürekli olarak mevcut teknolojilerin ilerletilme potansiyellerini tanımlamakla meşgul. Örneğin bu alanda, nadir bulunan metallere ihtiyaç duymayan elektrikli arabaların üretimi, rüzgar türbinlerinde yüksek performanslı mıknatısların kullanılması, pahalı bakırın ucuz alüminyumla ikame edilmesi ve kaliteden ya da performanstan ödün verilmeksizin konvansiyonel hammaddelerin yerine yenilenebilir polimerlerin kullanılması gibi örnekler mevcut. Her ne kadar CT'deki araştırmacılar kendilerini Siemens'i gelecekteki olası bir hammadde kıtlığına karşı mümkün olduğunca fazla koruma hedefine adamış olsa da, tedarik zinciri işinde çalışan insanların asıl işi şirketin dünyanın dört bir yanındaki 90 bin tedarikçisi arasında fiyat artışları veya darboğazlar yaşanmasını engellemek. Siemens AG Yönetim Kurulu Üyesi ve Sürdürülebilirlikten Sorumlu Başkan Yardımcısı Barbara Kux, "Burada piyasanın izlenmesi çok önemli bir araçtır" diyor. Kux aynı zamanda Siemens'in tedarik zincirinin yönetiminden de sorumlu. "Pazar analizleri ve tahminleri yapan bir bölümümüz var ve bu sayede pazardaki en yeni gelişmelerle daima dirsek teması halindeyiz. Bunlar aracılığıyla herhangi bir fiyat artışından önce arz ve üretim hacimlerimizi önceden planlayıp güvence altına alıp tanımlayabiliyoruz" diyor. Siemens arz darboğazlarından uzak durmak için ayrıca hammadde pazarlık gücünü artırabilmek amacıyla diğer şirketlerle konsorsiyumlar kuruyor. Kux, "Kısa süre önce nadir bulunan metallere erişimimizi garanti altına almak için Avustralya'daki madencilik şirketleriyle görüşmelerimizi tamamladık" diyor.~

Tedarikçilerle aynı gemide olmak.

Şirket sürdürülebilirliğini artırmak için tasarlanmış diğer önlemlerin arasında, tedarikçilerin kendi etkinliklerini geliştirmelerine yardımcı olmak da var. Kux bunu, "Biz tedarikçilerimizin bazı faaliyetlerini daha etkin yapmalarına yardımcı olmak için çırpınarak, aynı zamanda onlara üretim maliyetlerini azaltmalarında ve dolayısıyla satın alma maliyetlerini azaltmalarında da yardımcı oluyoruz" diye açıklıyor. Siemens enerji tasarrufu potansiyellerini tanımlamak ve bu potansiyellerden faydalanmak için Tedarikçiler için Enerji Etkinliği Programı'ndan (EEP4S) da faydalanıyor. Ancak şu aralar SPS@Tedarikçiler denilen bir program yardımıyla üretimini değer zinciriyle tamamen aynı hizaya getirmeyi hedefliyor. Sürdürülebilirlik Ofisi her yıl etkinlikte öne çıkan tedarikçilere sürdürülebilirlik ödülleri dağıtıyor. Bu uygulamanın onları her iki programı da imzalamaya motive etmek gibi ek bir faydası da var. Kux, "Bu programların, doğası itibariyle katılımı yeterince teşvik edecek kadar motive edici olmaları gerekir" diyor. Sonuçta bu tedarikçiler enerjiden tasarruf edebilir ve aynı anda kaliteyi, üretkenliği ve sürdürülebilirliği artırabilirlerse işte o zaman sadece çevreci itibarlarını yükseltmekle kalmaz, aynı zamanda üretim maliyetlerini de düşürerek daha rekabetçi hale gelebilirler. Kux, "Aslında Siemens gibi şirketler açısından hammadde kıtlığı hem bir sorun hem bir fırsat anlamına gelir" diyor. Çünkü kıtlıklar sadece şirket üzerindeki arz darboğazlarının ve fiyat artışlarının etkisini azaltacak çözümlerin geliştirilmesi için bir teşvik yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda iş faaliyetlerini daha etkin kılarak ve doğal kaynakların tüketimini azaltarak çevreye katkıda bulunuyor. Diğer yandan, adım adım büyüme sınırlarına yaklaşmakta olan bir dünyada bu gibi çözümler rekabetçi bir avantaj anlamına geliyor. Eninde sonunda büyümenin sınırlarına ulaşılmasını geciktirmek için geri kazanım temelli karmaşık bir ekonominin kurulması kaçınılmaz. Bu gibi bir ekonominin günün birinde nasıl bir gerçeklik haline gelebileceğinin en çarpıcı örneği, Viyana'da Siemens tarafından yapılmış olanlar gibi yüzde 95'i geri kazanılabilir olan trenlerdir.

Sebastian Webel

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz