Madrid'de 1 Ay

Geçen ay iş için gittiğim Madrid'de uzun bir süre kalmam gerekti. Barselona'da çok uzun zaman geçirdiğim olmuştu ama Madrid'de hiç bu kadar uzun kalmamıştım. Dolayısıyla bu güzel kentte hem doyasıya gezme hem güzel lokantalara gitme fırsatım oldu. Müzeleri, insanların nezaketi, güzel yemekleriyle Madrid beni çok mutlu etti. Bir de denizi olsaydı burayı Barselona kadar seveceğime eminim.

25.07.2025 17:47:360
Paylaş Tweet Paylaş
Madrid'de 1 Ay

Madrid genel olarak düz bir şehir. Bu da yürüyüş için iyi bir imkan sağlıyor. Kentin en güzel taraflarından biri insanlarının son derece nazik olması. Bize ilginç gelecek bir özellik de çok kolay taksi bulunabilmesi. İstanbul’da yaşayanlar bunun ne denli ayrıcalıklı bir durum olduğunu hemen anlayacaktır. Üstelik taksilerin ücretini kredi kartıyla ödeyebiliyorsunuz. Başka yerlerin aksine burada Uber kullanmak daha masraflı bir seçenek. O yüzden şehri gezerken taksi kullanmanızı ya da yürüyerek keşfetmenizi tavsiye ediyorum.

                                                               Metin Ar

Madrid’de 4 yeri mutlaka görmek gerekiyor. İlki Prado Müzesi. Resim ve heykellerin yanı sıra madalya, süs eşyası ve madeni paraların sergilendiği bu müzeyi hakkıyla gezmek isterseniz bir tam gününüzü ayırmalısınız. Burayı gezdiğinizde İspanya tarihine bütünüyle hakim olursunuz. Müzenin mola verebileceğiniz güzel bir kafeteryası da bulunuyor. İkinci gitmeniz gereken yer Kraliçe Sofia Ulusal Sanat Müzesi. Gezmek için yarım gününüzü ayırabileceğiniz bu güzel müzede Dali, Picasso, Miro gibi ressamların eserlerini de görebilirsiniz. Üçüncü önemli yer de Madrid Kraliyet Sarayı. Kraliyet ailesi ikametgah olarak kent dışında bir sarayı tercih ettiğinden şehir merkezindeki bu saray ziyaretçiler tarafından gezilebiliyor. Biri klasik biri modern eserlerden oluşan kraliyet koleksiyonunun sergilendiği iki küçük müzesi bulunan sarayı gezmek isterseniz yarım gününüzü ayırmanızı öneririm. İçinde yapay bir gölün yanı sıra çok sayıda tarihi kişiliğin heykelinin yer aldığı Retiro Parkı, hem burada yaşayanların hem turistlerin çok sevdiği bir yer. Çok büyük olan bu parkın içinde yürüyüş alanları, küçük kafeler bulunuyor. Burayı da mutlaka gezmelisiniz.

SIRADAN LOKANTALAR BİLE GÜZEL

 Madrid’de lokantaların standardı genel olarak çok yüksek. Sıradan bir lokantaya bile gitseniz mutlu ayrılırsınız. “Daha hafif bir şeyler yiyeyim” ya da “yemek işini daha ucuza getireyim” diye düşünürseniz; Madrid tam size göre. Biliyorsunuz İspanya deyince akla ilk gelen şeylerden biri tapas dedikleri minik atıştırmalıklar. Birkaç lokmada biten bu mini mezeler basit malzemelerin çok farklı kombinasyonlarda bir araya gelmesiyle oluşuyor ve bazı yerlerde tatlı da dahil olmak üzere 50’den fazla çeşide ulaşıyor. Tapaslar, kendi kişisel mönünüzü oluşturmanıza da fırsat verdiği için her zaman sizi mutlu ediyor. Madrid’in birçok yerinde harika tapas yapan yerler var. İspanyollar yemeği geçiştirmek istediklerinde, iş çıkışında arkadaşlarıyla sosyalleşirken genelde tapas barlara gidiyor. Madrid gece hayatı da oldukça renkli. Birçok güzel gece kulübü var ve özellikle gece yarısından sonra gençlerle doluyor. Madrid’de kaldığım bir ay boyunca birçok lokantayı deneyimleme şansım oldu. Bazılarına daha önceden gitmiştim. Bu kadar uzun süre olunca hem öğle hem akşam yemekleri için daha çok sayıda lokantayı denemiş oldum. Beklentimin altında çıkanlar da oldu, beni heyecanlandıranlar da. Bunların içinde siz okuyucularımız için 9 tanesini seçtim. Yolunuz Madrid’e düştüğünde umarım buralara uğrarsınız.

BIBO 

Endülüs bölgesinden Dani Garcia isimli, 1 Michelin yıldızına sahip İspanyol aşçının şef aşçılığını yaptığı bu lokantanın yıldızı yok ama benim kriterlerimi karşılıyor. Daha önce de söz etmişimdir; ben yüksek tavanlı, masalar arasında mesafe olan, kolçaklı koltuğu olan, beyaz masa örtülü ve iyi servis yapılan yerlerde çok rahat ediyorum. Bibo, U şeklinde bir binada olduğundan neredeyse her taraftan ışık alan bir lokanta. Ancak Meksika’da yiyebileceğiniz kalitede yaptıkları guacamole’yi çok sevdim. Aynı orada olduğu gibi taştan oyulma bir havanda gözünüzün önünde döverek yapıyorlar. İçine koyulacak soğan ya da acı miktarını yine size sorarak ekliyorlar ve bu havanın içerisinde servis ediyorlar. Volkanik taştan oyulmuş havanda yapılan guacamole ekstra lezzetli oluyor. Guacamole bir İspanyol yemeği değil ama şöyle bir etrafıma bakınca birçok masanın yemeğe bununla başladığını gördüm. Bibo’da güzel bir tapas mönü de bulunuyor. Aralarından seçtiklerinizle istediğiniz gibi bir mönü oluşturma şansınız var. İspanyol ağırlıklı dünya mutfağı yapan bu lokantada ızgara yemekler de sipariş edebilirsiniz. Burası, 12.00 ila 24.00 saatleri arasında açık bir lokanta. Bilirsiniz, İspanyollar öğlen yemeğine saat 14.00’ten, akşam yemeğine de 21.00’den önce pek gitmiyor. Bizim yemek saatlerimiz ise biraz daha erken olduğu için yığılmaya denk gelmeyeceğinizi, dolayısıyla rezervasyon yapmadan da gidebileceğinizi düşünüyorum.

C OQUE 

Coque, 2 Michelin yıldızlı, yüksek fiyatına rağmen gidilmesi gereken bir Madrid lokantası. Yaklaşık 20 yıldır açık olan bu lokanta, birkaç yıl önce ikinci yıldızını almış ama yakın bir gelecekte üçüncü yıldızını da alır. Şehir merkezindeki müstakil bir binada yer alan Coque, adını aşçısının nick name’inden almış. Şefin asıl adı Mario Sandoval. Kardeşi Rafael Sandoval da somölye olarak burada çalışıyor. 30-35 kişilik bu lokanta iki ayrı salona ayrılmış, dolayısıyla her bir salon dolu olduğunda bile etrafınızda yemek yiyen en fazla 15 kişi varmış gibi duruyor. Servisi de çok iyi olan lokantanın mutfağında kendi aile çiftliklerinde mevsimine göre yetiştirdikleri lokal ürünler kullanılıyor. Buraya geldiğinizde sizi önce ‘lokanta turuna’ çıkarıyorlar. Tur, ilk olarak bardan başlıyor. Tercihinize göre alkollü ya da alkolsüz bir kokteyl hazırlıyorlar. Barmen bir makineyle bardağın üzerinde mat bir balon oluşturuyor. Balon yavaş yavaş sönerek bardağın içine düşüyor ve nihayet içebiliyorsunuz. Daha sonra şarapların olduğu mahzene götürüyorlar. Ortaklardan biri somölye olduğuna göre zengin bir şarap listesi olması da kaçınılmaz. Mahzende ucuzundan pahalısına çeşit çeşit şarabı yerinde görüyorsunuz, isterseniz seçim yapıyorsunuz. Orada size şampanya ikram ediyorlar. Bugüne kadar hiç bilmediğim bir Bordeaux’yu burada deneme imkanım oldu. Fiyat/performans çok yerindeydi. Tur, mutfakla devam ediyor. Orada 2-3 kişilik küçük bir bar var, siz orada beklerken daha önceden belirtmiş olduğunuz beslenme alışkanlığınıza uygun olarak hazırlanmış birkaç parça yiyecek ikram ediyorlar. Son olarak bir havyar bara götürüyorlar. Çeşitli soslarla çok çok minik kutularda sunulan havyarların tadına bakıyorsunuz. Ve nihayet tur bitiyor ve sizi masanıza götürüyorlar. A la carte seçim yapamıyorsunuz, daha önceden belirlediğiniz kriterlere uyarak hazırladıkları 4-5 course’luk yemeğinizi yiyorsunuz. Siparişi alması, yemekleri anlatması için iyi derecede İngilizce konuşan bir garsonun olması benim için yemek deneyimini zenginleştiren bir ayrıntı. Buradaki garsonumuz da çok iyi İngilizce konuşuyordu. Sohbet sırasında öğrendik ki zaten İngiliz’miş. Madrid’de 10 gün kalsam, ikinci kez gitmeyi isteyeceğim kadar iyi bir lokanta, size de tavsiye ediyorum.

DIVERXO

 Madrid’de 3 Michelin yıldızlı sadece bir lokanta var; o da DiverXO. Şef aşçısı Dabiz Munos, temel olarak İspanyol mutfağı yapıyor. Geçtiğimiz yıllarda burası dünyanın en iyi lokantaları sıralamasında ilk sıraya yükseldi. Bu nedenle aşırı derecede talep görüyor. Buna paralel abartılı bir fiyatı var. DiverXO’ya daha önce de gitmek istemiş ama uygun yer bulamamıştım. O zamanlar 25 kişilik olan lokanta artık 35 kişilik. Şef, sonu XO ile biten farklı konseptlerde birkaç yer daha açmış, dolayısıyla müşterilerin bir kısmı buralara gidiyormuş. DiverXO dekorasyonu, garsonları ve sunumlarıyla ilginç bir yer. Mutfak çalışanlarıyla birlikte 50 kişi hizmet veriyor. Her çalışan farklı giyiniyor. Mesela bir bakıyorsunuz, Napolyon kıyafeti giymiş bir garson servis yapıyor. Kafanızı çeviriyorsunuz, kırmızı takım elbise giymiş başka bir garson görüyorsunuz. Az ötede çağla yeşili smokiniyle servis yapan bir garson gözünüze çarpıyor. Kısaca tam bir görsel şov sunuyorlar. Her masanın etrafına saten perdeler çekilmiş. Perde yuvarlak bir raya tutturulmuş. Sadece küçük bir kısmı açık, oradan da garson servis yapıyor. Rahatlığı, ambiyansı, yemek sonrası hediye ettikleri ikramlıkları, servisi ve yemekleriyle 3 yıldızlı bir restoranın bütün kriterlerini karşılıyor. Burada fiks mönü almak zorundasınız. Yemek alışkanlıklarınızı daha önceden sordukları için size uyarlanmış bir mönü hazırlıyorlar. Hazırladıkları tabağın manzarasını da önemsiyorlar. Ben bir ay önceden rezervasyon yaptırarak gittim. Ücreti rezervasyon sırasında alıyorlar. Yanınızda şarap getirmenize müsaade etmiyorlar. Şarap çarpanları da bir hayli yüksek. 3 Michelin yıldızlı lokantalar genel olarak set mönü yapmayı tercih ediyor. Bu aşçı için de kolaylık, çünkü o gün pazarda ne bulursa o malzemeleri alıp, yemeklerini ona göre tasarlıyor. Dolayısıyla herkese aynı şeyleri yediriyor. Bir sürü malzemeyi bulundurup onları kullanamadan çöpe atma ihtimali kalmıyor. Biz de burada 15 course’luk bir mönü yedik, aman aman aklımda kalan bir yemek olmadı, ancak kalkan balığı harikaydı. Aslında aşırı derecede pahalı olan bu tür lokantalara gitmekten pek hoşlanmamaya başladım. Çünkü bazen hesabı abarttıkları gibi bir noktada ne yiyeceğinize de onların karar vermesini rahatsız edici buluyorum. Bunun bir deneyim olacağını düşündüğümden bir kere gitmekte bir sakınca görmüyorum.

L A TASQUERIA 

Klasik bir İspanyol lokantası olan La Tasqueria, Javi Estevez’in aşçılığında tek Michelin yıldızına sahip güzel bir yer. Beyaz örtülü masaları, yüksek tavanı ve rahat koltukları var. Burada ağırlıklı olarak et, tavuk, sakatat tarzı yiyecekler servis ediliyor. Balık yok denecek kadar az. Mönüde dana dilinden yapılma tako, domuz kafasındaki etlerden yapılma pate gibi farklı yemekler var. Kuzu beyni, kokoreç çeşitleri seçenekler arasında. Lokantanın bu özelliğini bilmeden biraz da tesadüfi olarak bir öğle yemeği için gittim. Ben pesketaryen beslendiğim için bu lokanta bana pek uygun değildi. Durumu anlattım, neleri yiyip neleri yemediğimi anlattım. Aşçı da biraz personel yemeğinden biraz makarnalardan biraz da mönüdeki balığı kullanarak benim için 4 course’luk bir mönü hazırlayacağını söyledi. Gelen yemeklerden çok memnun kaldım. Bu lokantanın yemeklerini test etmemiş oldum ama bu kadar et ve sakatat yoğunluklu mönüye rağmen şefin bana uygun yemekleri hazırlama becerisi, bana burası hakkında çok güzel ipuçları verdi. Lokantanın Michelin yıldızı olduğu için burnu büyüklük yapmayıp, müşterisini memnun etme çabası da cabası. Eğer yolunuz Madrid’e düşerse ve de et, sakatat ve tavuk türü yemekleri seviyorsanız La Tasqueria’ya mutlaka gidin derim.

R AVIOXO 

XO markası altındaki bir başka restoran da RavioXO. 2022 yılında açılan bu lokanta Asya mantıları, ravioli ve diğer makarnalara odaklanmış. Tek Michelin yıldızına sahip olan RavioXO, farklı kültürlerin lezzetlerini bir araya getiriyor. Burada a la carte seçim de yapabiliyorsunuz. Güzel yemekleri var ve fiyatı da yıldızına göre iyi. Şarap mönüsü biraz zayıf. Enteresan, güzel bir lokanta diyebilirim. Eğer bir günlüğüne Madrid’e gidecek olsam StreetXO’ya giderim. Bir haftalığına gidecek olsam 2 kez StreetXO’ya giderim. Eğer bir ay kalacak olsam her hafta StreetXO’ya bir kere de tek Michelin yıldızı olan RavioXO’yu tercih ederim. Ama hayatta bir kere de olsa DiverXO’ya gitmek gerek.

SADDLE 

Bu lokantanın olduğu yerde eskiden 3 Michelin yıldızına sahip bir lokanta varmış. Pandemi sırasında iş yapmayınca kapanmış. Her şey normale döndüğünde yerine Saddle açılmış. Kısa sürede bir yıldız alan Saddle, benim yüksek tavan, beyaz örtüler, masalar arasındaki mesafe gibi kriterlerimi karşılayan güzel bir lokanta. Hafif bir müzik çalıyor, bir şey isteyecek olduğunuzda garsonla göz göze gelebiliyorsunuz. Klasik ve modern tekniklerin harmanlandığı bir yemek stilleri var. Mevsimsel ürünler kullanıyorlar. Bu lokantaya 4 kişi gittik ve hepimizin beslenmeyle ilgili farklı kaprisleri vardı. Mönü istemedik, ortaya her şeyden biraz getirmelerini istedik. Fakat bunu yapamayacaklarını söylediler. Biz de birbirimizin alışkanlıklarına da saygı göstererek mönüden seçimler yaparak 4-5 porsiyon söyledik, kendi aramızda bunları ayrıca bölüştük. Aslında bu yöntem daha fazla hesap ödememize neden oldu ama servisten ve yemeklerden çok memnun kaldık. Bir dahaki gidişimde mönüyü tercih edeceğimi düşünüyorum.

STREETXO 

StreetXO, şef Dabiz Munos’un XO markası altında açtığı bir başka konsept. Güney Doğu Asya yemeklerinden esinlendikleri bir İspanyol mutfağı yapıyorlar. Daha rahat bir ortamı var ve fiyatlar da daha uygun. Açıkçası burası beni daha çok heyecanlandırıyor. Daha önceki Madrid’e gelişlerimden birinde StreetXo’ya gitmiş, bir süre kuyrukta bekledikten içeriye girerek yemek yeme fırsatı bulmuştum. Bu sefer gittiğimde kuyruk olmadan içeri girdim. Oradaki görevlinin anlattığına göre eskiden öğlen ve akşam olmak üzere iki servis veriyorlarmış, şimdi ise sürekli açık oldukları için kapıda yığılma olmuyormuş. 16.00-19.00 saatleri arasında lokanta kapalı olsa bile bar kısmı açık. Önce barda biraz oyalanıp, sonra üst kata geçip, ana yemek daha cazip olabilir. StreetXO bence çok güzel bir yer. Foodbar’da oturuyorsunuz ve her şey önümüzde hazırlanıyor. Bunu seyretmenin de eğlenceli bir tarafı var. Önünüze servis olarak serdikleri kağıtta mönüler yer alıyor. Siz yemediklerinizi söylüyorsunuz, garson da mönünün üzerinde o içerikleri çizerek elemiş oluyor. Finalde geriye yedikleriniz kalıyor ve size de onu getiriyorlar. Burada makarna çeşitleri de çok fazla. İtalya’da bile görmediğim, büyük ihtimalle şefin kendi buluşu olan soslarla servis ediyorlar. Mekanda çok kuvvetli rock müzik çalıyor. Yüksek tavan, çok kaliteli ekipmanlardan gelen temiz müzik sesi başta rahatsız etse de zaman içinde hoşunuza gitmeye başlıyor. StreetXO gençlerin de gitmeyi sevdiği popüler bir lokanta. Aşçısından garsonuna bütün çalışanların dans ettiği, rahat bir ambiyansa sahip. Şarap mönüsü pek başarılı değil ama egzotik birçok kokteyl bulabilirsiniz.

TABERNA ANTONIO SANCHEZ 

1787 yılından beri açık olan bu lokanta aslında tam bir kültür mirası niteliğinde. Arşivlerden edinilen bilgiye göre 1750 yılı civarında yapılan bir kadastro çalışması binanın aynı kaldığı, meyhanenin kapladığı alanın değişmediğini gösteriyor. Tabii sonrası hakkında çok fazla bilgi yok. 1884 yılında meyhaneyi Antonio Sanchez Ruiz satın almış, kendi adını verdiği bu meyhaneyi boğa güreşçisi oğluna miras bırakmış. Dönemin boğa güreşi meraklılarının, entelektüellerinin, yazarlarının ve sanatçılarının uğrak yeri olan bu meyhane, büyük bir özenle gelenekselliğini korumaya devam etmiş. Duvarları süsleyen eski mönülerden örnekler, buraya gelen ünlü simaların fotoğrafları buranın geçmişi hakkında bilgi vermeye yetiyor. Yaklaşık 40 kişilik yeri olan bu meyhanede yemekler büyük tabaklarda veriliyor. Beyaz örtülü masalar, beyaz peçetelerle harika bir ambiyans oluşuyor. İşkembe yahnisi, küçük kalamar, kavrulmuş sebzelerin üzerine yumurta kırılarak yapılan pisto manchego gibi geleneksel yemekleri bulmak mümkün. Bunun yanı sıra Torrija Antonio Sanchez adında bu lokantaya özgü bir tatlıları da var. Soğuk bir başlangıç, ana yemek ve tatlıyla kendi mönünüzü oluşturabilir, tarihi atmosferin eşliğinde yemeğin tadını çıkarabilirsiniz.

VARRA 

Javier Goya’nın şef aşçısı olduğu Varra, brasserie tarzında bir lokanta. Şef, TriCiclo isimli lokantadayken ünlü olmuş. Oradan ayrılarak Varra isimli iki katlı yeri kurmuş. Buranın alt katında çok güzel bir tapas bar var. Asıl lokanta ise üst katta yer alıyor. Masalar beyaz örtülü ama oldukça sıkışık. Aslında benim uzun saatler geçirebileceğim bir yer değil. Aşağıdaki tapas barda biraz vakit geçirip ana yemek ve tatlı için yukarı kata çıkmak bana daha uygun. Varra’nın alamet-i farikası yemeklerin çoğunun odun ateşiyle ısıtılmış fırında pişirilmesi. Bu haliyle bana İstanbul’daki Mürver’i hatırlattı. İspanyol mutfağının modern yorumu şeklinde bir yemek stilleri var. Burada denizkestanesi yemeği seviyorum. Bu aslında çok riskli bir yiyecek çünkü yakalandığında hemen tüketilmesi gerekiyor. Aksi halde çok hızlı bakteri ürettiği için zehirli bir etki yaratıyor. Denize kıyısı olan yerlerde bu endişem daha az oluyor. Tabii mekana güvendiğiniz için bu riski alıyorsunuz. Bir de bir hayvanı canlı canlı yeme halini görmezden gelebilirseniz çok güzel bir seçenek oluyor. Alt kattaki tapas barda çok güzel atıştırmalıklar var. Geleneksel İspanyol yemeklerine yenilikler getirmişler. Burada birkaç kadeh bir şeyler içip iyi yapılmış tapaslarla karnınızı doyurabilirsiniz. İspanyollar da böyle seviyor. Yukarıdaki lokanta saat 20.00’de açılıyor. Saat 19.00 gibi alt kattaki tapas bara gelebilir, burada atıştırdıktan sonra üst kata ana yemek için geçebilirsiniz. Böylece yemeğinizi hem daha geniş bir zamana yaymış olursunuz hem farklı ambiyansları denersiniz.

Ünlü Şefin Sokak Stili 

Şef Dabiz Munoz, GoXO diye bir konsept geliştirmiş. Gezici yemek arabalarıyla Madrid’in çeşitli noktalarında yemek servisi yapıyor. Munoz imzalı yemekleri daha ucuza insanlara ulaştırmayı hedefleyen bu sistem, içinde tatlısı da olan birkaç porsiyondan oluşuyor. Özel soslarıyla hazırladıkları sosisli sandviçler çok meşhur. Özellikle çalışanlar öğle yemeklerinde bu yemek arabalarının önünde uzun kuyruklar oluşturuyor. Munoz, her türlü gelir grubuna kaliteli yemek sunmaya ahdetmiş gibi görünüyor.

Ritz’in Kafesinde Mutlaka Oturun 

Fiyatının pahalı oluşundan dolayı kalmanızı tavsiye etmediğim ama harika kafeteryasında oturmak, bir şeyler atıştırmak, birkaç aperatif almak için önereceğim bir yer var, o da Ritz Otel. Mandarin Oriental tarafından işletilen otel gerçekten çok şık. Buranın çok yüksek bir cam tavanı olan harika bir kafeteryası var. Otel müşterileri burada öncelikli olduğu için yer sorunu yaşayabilirsiniz; o yüzden rezervasyon yaptırmanız gerekebilir.

Prado Müzesi’nin Düşündürdükleri 


PRENSESLER DE VARİS 

Prado Müzesi’ni gezerken kral, kraliçe ve prens tablosu kadar prenses tablosu da görünce aklıma geldi ve araştırdım. Meğer İspanya’da ilk doğan çocuk cinsiyetine bakılmaksızın tahta çıkıyormuş. Dolayısıyla prensesler de tahtın varisi olabildiği için kıymetliymiş. Biliyorsunuz genelde erkek çocuklar tahta çıkarak kral olur, prensesler de evlilik yoluyla kraliçe unvanı alır. İspanya, bence çağının ilerisinde bir gelenek yaratarak, kadın erkek eşitliğini nispeten sağlamış. Hatta İspanya kralları, taht varisi olan kızlarına çok erken yaşlarda siyasi sorumluluklar vererek onların devlet işlerini yönetme becerisi kazanmasını sağlamış.

ERKEK EGEMENLİĞİ 

İngiltere’de durum biraz farklı olmuş, kralın hiç erkek evladı olmadığı durumlarda ya da bütün taht varisleri ölünce hanedanın kızları kraliçe olarak tahta çıkmış. Birinci ve ikinci Elizabeth hatta Victoria bu şekilde tahta çıkmış. İngiltere’de 2011 yılında çıkan bir kanunla durum değişmiş, ilk doğan çocuğun tahta çıkmasına onay verilmiş. Onun dışında bütün Avrupa’da taht varisliği konusunda erkek egemenliği var.

İspanyol Krallığı sanata çok önem vermiş, Prado Müzesi’ni gezerken bunu çok net olarak görebiliyorsunuz. Dönemin birçok ressamı, kral ya da kraliçe tarafından sarayda ağırlanmış, saray ressamı olarak itibar görmüş. Ekonomik olarak da desteklenmiş. İspanya saraylarında dadılara ne denli önem verildiğini de bu tablolar sayesinde öğreniyorsunuz. Bu dadıları çok şık kıyafetler içinde gösteren birçok yağlı boya tablo müzede yer alıyor.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz