Geçen yıl Capital’in ilk sayısının Konjonktür bölümü “Ekonomide
Resesyon Dönemi” başlığını taşıyordu. Esasında o sırada 2008’in üçüncü
çeyrek dönemine ait olan eldeki en son milli gelir verilerinde henüz
küçülme görülmüyordu. Fakat biz öncü göstergelere dayanarak 2008’in son
çeyreğinde küçülmenin başladığını yazmıştık. Bu küçülmenin 2009’a da
sarkacağını tahmin ettiğimiz için de ekonominin bir resesyona girdiğini
belirtmiştik. Çünkü ekonomide en az iki çeyrek üst üste küçülme olması
resesyon olarak tanımlanıyor. Ayrıca o yazıda yaptığımız analiz
sonucunda resesyona bir yıllık ömür biçmiş ve 2009’un son çeyrek
döneminde büyümenin yeniden başlayacağı tahminimizi de sizlere
iletmiştik. 2009’un sonraki aylarında yazdığımız yazılarda da bu temel
büyüme senaryomuzu fazla değiştirmemiştik.
Şimdi
2010 yılına girerken geriye baktığımızda, ekonominin 2009’da büyük
ölçüde tahminimize uygun bir seyir izlediğini görüyoruz. Resesyon bizim
ilk tahminimizden daha şiddetli oldu ama süre açısından tam da
öngördüğümüz şekilde gerçekleşti gibi. Burada “gibi” dememizin nedeni,
elimizde henüz 2009’un dördüncü çeyrek dönemine ilişkin milli gelir
verilerinin olmaması. Ancak geçen yıl resesyona giriş konusunda bizi
yanıltmayan öncü göstergeler şimdi de son çeyrekte büyümenin yeniden
başladığı sinyalini veriyor. Dahası bu büyüme 2010 yılına da sarkacak
gibi görünüyor. Bir resesyon dönemi sonrasında ekonominin en az iki
çeyrek üst üste büyümesini ise biz resesyondan çıkış olarak
tanımlıyoruz.
SANAYİ ÜRETİMİ
Ekonominin 2009’un dördüncü çeyreğinde büyümeye dönüş yaptığına
ilişkin en önemli sinyal sanayiden geliyor. Sanayi üretimi 14 ay süren
bir düşüşten sonra ekim ayında yıllık bazda yüzde 6,5 yükseliş
gösterdi. Biz geçen ay “Sanayide küçülmenin sonuna yaklaştık” başlıklı
bir yazı yazmıştık ama sanayi üretimindeki yükselişin~ kasım veya
aralık ayında başlamasını bekliyorduk. Dolayısıyla ekim ayındaki bu
yükseliş bizim için de sürpriz oldu.
Kurban Bayramı tatilinin etkisi nedeniyle kasım ayında sanayi
üretimindeki artış bu kadar yüksek çıkmayabilir. Fakat geçen yıl aralık
ayına denk gelen Kurban Bayramı tatilinin bu yıl önceki aya kayması
nedeniyle, yılın son ayında sanayi üretimi çift haneli bir artış bile
gösterebilir. Bu nedenle son çeyrekte sanayi üretiminde yüzde 5’in
üzerinde bir artış olduğunu tahmin ediyoruz. Türkiye’de sanayi
üretimindeki değişim ile ekonominin genelindeki büyüme arasındaki
korelasyon yüksek olduğundan, bu gelişmenin Gayri Safi Yurtiçi
Hasıla’da da (GSYİH) büyümeyi beraberinde getireceğini düşünüyoruz.
Bu arada ekonomide son çeyrekte yaşanan bu gelişmede “baz
etkisi”nin önemli rolü olduğunu belirtelim. 2008’in son çeyrek dönemi
küresel resesyonun derinleşmeye başladığı ve bize de aynen yansıdığı
bir dönemdi. Dolayısıyla ekonominin normal üretim düzeyine biraz
yaklaşmasının bile 2009’un aynı döneminde büyümeye imkan vereceği
belliydi. Şimdi gerçekleşeni de tam olarak bu oluşturuyor.
DIŞ TİCARET
2009’un son çeyreğinde ekonominin yeniden büyümeye başladığına
ilişkin güçlü bir sinyal de dış ticaret verilerinden geliyor. Ekim
ayında tam 12 aylık bir aradan sonra ihracatta da yıllık bazda yükseliş
gördük. Nominal verilerle yüzde 3,9 olarak görülen ekim ayındaki
ihracat artışı, reel verilerle hesaplandığında yüzde 10,6’yı buluyor.
Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) öncü gösterge niteliğindeki
verileri, ihracattaki bu artışın 2009’un son iki ayında da sürdüğünü
gösteriyor. TİM’in verilerine göre kasım ayında ihracat yüzde 1,5 artış
gösterdi. Yine TİM’in verilerine göre aralık ayının ilk 22 gününde ise
ihracatta yüzde 32,3’lük artış söz konusuydu. Bu ihracat art��şı büyük
ölçüde Avrupa’daki resesyonun sona ermesinden ve de yukarıda
bahsettiğimiz baz etkisinin devreye girmesinden kaynaklanıyor. Dış
talebin yeniden artmaya başlaması 2009’un son çeyreğinde büyümenin de
yeniden başlamasına imkan verdi gibi görünüyor.
Bu arada ithalattaki gelişmeler de 2009’un son çeyreğinde
büyümenin yeniden başladığına ilişkin sinyal veriyor. İthalattaki düşüş
ekim ayında reel olarak yüzde 1,6’ya kadar geriledi. Kasım veya aralık
ayında ithalatın da~ yeniden yükselişe geçtiğini tahmin ediyoruz.
Türkiye’nin ithalatı büyük ölçüde üretimde kullanılan hammadde ve
aramallarından oluşuyor. Bu nedenle ithalatın yeniden yükselişe
başlaması üretimin de yükseldiği anlamına geliyor.
TÜKETİM VE YATIRIM
Resesyonla mücadele amacıyla bazı dayanıklı tüketim mallarına
uygulanan vergi indirimleri nedeniyle 2009’da tüketime ilişkin
göstergelerde zigzaglı bir seyir izledik. Vergi indirimlerinin ilk
devreye girdiği ikinci çeyrekte tüketimde artış yaşanmıştı. Vergi
indirimlerinin bir bölümünün geri alındığı haziran ayından itibaren ise
tüketimde duraklama görüldü. Fakat bu indirimlerin son ayı olan eylülde
tüketimde yine sıçrama vardı. Gelecek aylardaki talebi öne çeken bu
sıçramanın sonrasında ekim ayında tüketimde düşüş yaşandı. Kasım ayında
ise tüketimde az da olsa yine artış olduğunu gördük. Bu yükselişin
aralık ayında da sürdüğünü tahmin ediyoruz. Bu nedenle tüketim
göstergelerinden gelen sinyalin de 2009’un son çeyreğinde büyümenin
yeniden başladığına işaret ettiğini söyleyebiliriz.
Yatırım eğiliminden gelen sinyal ise biraz karışık. Şirket
kuruluşları baz etkisi faktörüyle ekim ayından itibaren yeniden
yükselişe geçti ama bu açıdan daha önemli bir gösterge olan sermaye
malı ithalatında reel olarak düşüş devam ediyor. Yatırımların gerçek
anlamda canlanmasının 2010’un ortalarını bulacağını tahmin ediyoruz.
Fakat yatırım eğilimindeki zayıflık 2009’un son çeyreğinde ekonominin
yeniden büyümeye geçmesini engellemiş gibi de görünmüyor.
~ 2010 TAHMİNLERİ
2009’un son çeyreğinde büyümenin yeniden başlamasını sağlayan
baz etkisi 2010’un büyük bölümünde de bizimle birlikte olacak. Bu etki
özellikle ilk çeyrekte had safhaya varacak. Bu nedenle ekonominin
mevcut performansını koruması halinde bile 2010’da yüzde 4-5 dolayında
bir büyümenin mümkün olduğunu tahmin ediyoruz.
İki alanda yaşanabilecek gelişmeler 2010’da büyümeyi bu
bveklentimizin üzerine veya altına çekebilir. Bu alanlardan biri
küresel ekonomiyle ilgili. Şimdilik beklentiler 2010’da küresel
ekonomideki büyümenin yavaş bir seyir izleyeceği yönünde. Küresel
ekonomideki büyüme beklenenden daha hızlı olursa, dış talepteki bu
olumlu gelişme bizim büyümemizi de hızlandıracak. Küresel ekonomideki
büyümenin yeniden durması halinde ise bunun bize de olumsuz yansıması
olacak. Ancak küresel ekonominin yeniden resesyona gireceği (çift dipli
yani “W” tipi resesyon senaryosu) yönündeki tahminlere çok fazla itibar
etmediğimizi belirtelim. Dolayısıyla 2010’da küresel ekonomiden daha
çok yukarı yönlü bir sürpriz gelebileceğini tahmin ediyoruz.
GÜVEN İHTİYACI
2010’da büyümeye etki edecek ikinci alan ise yurtiçindeki
gelişmelerle ilgili. Halihazırda ekonomide geleceğe güven düzeyi
oldukça düşük. Bu güvensizlik yatırım ve tüketim eğilimini frenleyerek
büyümenin daha fazla hızlanmasına engel oluyor.
Ekonomide geleceğe olan güven bir ölçüde yurtiçi ve küresel ekonomideki
gelişmelerle ilgiliyken bir ölçüde de siyasi gelişmelere endeksli. Son
üç yıldır yaşanan siyasi gelişmeler bu açıdan pek de olumlu olmadı.
Darbe senaryoları ve Kürt sorunundaki çözümsüzlük ekonomiye olan güveni
de olumsuz etkiliyor.~
Ekonomiye olan güveni arttırabilmek için hükümetin 2010’da bir
yandan bu siyasi sorunların çözümü yolunda adımlar atması, bir yandan
da yeniden yükseliş gösteren kamu açıklarına ilişkin etkili önlemleri
devreye sokması gerekiyor. Bu konularda gelişme sağlanması halinde
büyüme beklediğimizden daha hızlı olabilir. Bu konularda işlerin daha
da kötüye gitmesi halinde ise 2010’da bizim beklediğimizden daha düşük
bir büyüme oranıyla yetinmek zorunda kalabiliriz.
ÜÇÜNCÜ ÇEYREKTE KÜÇÜLME İYİCE HIZ KESTİ
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2009’un üçüncü çeyrek
dönemine ilişkin milli gelir verilerini geçen ay yayınladı. Yayınlanan
verilere göre üçüncü çeyrekte Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) yıllık
bazda yüzde 3,3 küçülmüş durumda. Buna göre ekonomide 2008’in son
çeyreğinde başlayan küçülme üst üste dördüncü çeyrek dönemde de
sürerken, bu küçülmenin iyice hız kestiği dikkati çekiyor. Ekonomideki
küçülme 2009’un ilk çeyreğinde yüzde 14,7’yi bulmuş, ikinci çeyrekte
ise yüzde 7,9 olarak gerçekleşmişti.
Milli gelir verilerinin ayrıntılarına baktığımızda, üçüncü
çeyrekte ekonomideki küçülmenin hız kesmesinde iki faktörün çok
belirleyici olduğunu görüyoruz. Bunlardan birincisi özel sektör
yatırımlarındaki düşüşün biraz olsun hız kesmesi, ikincisi de
stoklardaki erimenin sonuna gelinmesi. Özel sektör yatırımlarındaki
düşüş büyümeye ilk çeyrekte 7,5, ikinci çeyrekte ise 6,4 puanlık
negatif katkı yapmıştı. Üçüncü çeyrekte bu negatif katkı 3,5 puana
indi. Stoklardaki erimenin negatif katkısı ise ilk çeyrekte 7,8 ve
ikinci çeyrekte 4,3 puan olurken, üçüncü çeyrekte 1,3 puana kadar
geriledi.
Hanehalkı tüketiminin büyümeye katkısında önceki çeyrek döneme
göre önemli bir değişiklik yok. Kamu tüketimindeki artışın ise büyümeye
0,5 puanlık pozitif katkı yaptığı dikkati çekiyor. Ancak kamu
yatırımlarının düşüşe geçmesi nedeniyle 0,4 puanlık bir negatif katkı
ortaya çıktığından, toplamda kamu harcamalarının büyümeye katkısı
sadece 0,1 puan olarak kalıyor.
İhracattaki düşüş biraz yavaşlarken ithalattaki düşüşün daha fazla
yavaşlaması ise net ihracattan büyümeye gelen pozitif katkıyı azaltmış
durumda. İkinci çeyrekte 3,5 puan olan net ihracatın büyümeye
katkısının üçüncü çeyrekte 2 puana indiği görülüyor.~
Sektörel büyüme oranlarına baktığımızda ise tarım ve finans
sektörlerinin büyümeye pozitif katkıda bulunmaya devam ettiğini
görüyoruz. İmalat sanayi, ticaret ve ulaştırma-haberleşme sektörlerinde
küçülmenin hız kesmesi ise büyümeye olan negatif katkılarını epey
azaltmış durumda. Yalnız inşaat sektöründe küçülmenin hala ciddi
boyutlarda olduğu ve büyümeye negatif katkısının da aynen devam ettiği
görülüyor.
PARA POLİTİKASINDA SABİT FAİZ DÖNEMİ
Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu (PPK), aralık
ayındaki toplantısında politika faizinde değişiklik yapmadı. Böylece
politika faizinde 2008’in kasım ayından beri süren indirim dönemi sona
ermiş oldu.
Merkez Bankası, politika faizi olarak, Bankalararası Para Piyasası’nda
uyguladığı gecelik borç alma ve borç verme faiz oranlarını kullanıyor.
Piyasalar bu oranlardan daha çok borç alma faizine odaklanıyor. 13 ay
süren indirim döneminde bu politika faizi tam 10,25 puan aşağı çekildi
ve yüzde 16,75’den yüzde 6,50’ye indirildi. Merkez Bankası’nın bu
agresif faiz indirimleri, piyasa faizlerinin de tek haneye inmesini
sağladı. Piyasalar zaman zaman bu indirimleri takip etmekte nazlandı
ama sonuçta Merkez Bankası’nın dediği oldu. Özellikle geçen ağustos
ayında yaşanan kırılmayla faizler hiç beklenmedik seviyelere kadar
indi.
Politika faizinde indirimin başlaması piyasalar için sürpriz
olmuştu. Çünkü resesyonun derinleşmeye başladığı o dönemde sermaye
çıkışı yaşanıyor ve bu nedenle kurlar da yükseliyordu. Sermaye çıkışını
ve dolayısıyla kurlardaki artışı daha da hızlandırabileceği
düşüncesiyle faiz indirimlerine karşı çıkılıyordu. Hatta tam tersine
Merkez Bankası’nın faizleri yükselterek sermaye çıkışını engellemeye
çalışması gerektiğini söyleyenler de vardı. Fakat Merkez Bankası bu
söylemlere itibar etmedi ve küresel resesyon nedeniyle enflasyonu
düşürücü faktörlerin ortaya çıkmasını da fırsat bilerek ekonomiyi
desteklemek amacıyla faiz indirimlerini başlattı. Bizce böylece
doğrusunu da yaptı. İlk aylarda piyasa beklentilerinin üzerinde yani
şok yaratacak şekilde gerçekleştirilen bu faiz indirimleri, 2009’un
bahar aylarından itibaren ise beklentiler doğrultusunda~ şekillenmeye
başladı. Geçen ay faiz indirimlerine son verilmesi de yine piyasa
beklentilerine uygun olarak gerçekleşti.
Merkez Bankası, şimdi 2010 yılının sonuna kadar politika faizini
sabit tutmayı planlıyor. Çünkü gerek küresel ekonomide gerekse Türkiye
ekonomisinde yavaş bir büyüme beklediği için, iç ve dış talep koşulları
ile petrol ve emtia fiyatlarında enflasyonu yükseltici yönde gelişmeler
yaşanmayacağını tahmin ediyor. Ancak enflasyonda daha fazla düşüş
beklentisi de yok. Bu şartlar altında faizleri yıl sonuna kadar sabit
tutabileceği hesabını yapıyor.
Fakat piyasa beklentileri tam bu şekilde değil. Beklentiler Merkez
Bankası’nın yıl sonundan önce politika faizinde yükselişe gidebileceği
yönünde.
Bunun birkaç gerekçesi var. Bu gerekçelerden biri enflasyonun tam
olarak Merkez Bankası’nın öngördüğü şekilde bir seyir izlemeyeceği
beklentisi. Merkez Bankası, yılın ilk yarısında baz etkisiyle yükselen
enflasyonun ikinci yarıyılda yeniden yüzde 5-6 seviyesine doğru
düşeceğini tahmin ediyor. Fakat piyasalar bundan o kadar emin değil. Bu
nedenle de yılın son çeyreğine doğru Merkez Bankası’nın faiz artırımına
mecbur kalacağı düşünülüyor. Bu konudaki bir başka gerekçe ise gelişmiş
ülkelerdeki merkez bankalarının 2010 yılında yavaş yavaş para
politikasında sıkılaştırmaya gitmeye başlayacakları beklentisi. Dünyada
faizler yükselişe geçtiğinde bizim Merkez Bankası’nın da ister istemez
bunu takip etmek zorunda kalacağı tahmin ediliyor.
ENFLASYONDA YÜZDE 5’LİK ORTA VADELİ HEDEF MAKUL
Merkez Bankası, 2010 yılında uygulayacağı para ve kur
politikasının ayrıntılarını 2009’un son ayında açıkladı. Her yıl olduğu
gibi bu açıklamada gelecek üç yılın enflasyon hedefleri de yer aldı.
Yüzde 6,5 ile yüzde 5,5’lik 2010 ve 2011 yılı enflasyon hedeflerini
önceden bilirken, bu açıklamayla 2012 yılı enflasyon hedefinden de
haberdar olmuş olduk. Yapılan açıklamaya göre 2012 yılının enflasyon
hedefi yüzde 5 olarak belirlenmiş durumda.
Bu konuyla ilgili olarak yayınlanan “2010 Yılında Para ve Kur
Politikası” başlıklı metinde, 2012 yılı enflasyon hedefinin neden yüzde
5 olarak belirlendiğine ilişkin ayrıntılı bir açıklama var. Bu
açıklamadan anladığımız kadarıyla yüzde 5’lik hedef sadece 2012 yılı
için geçerli olmayacak ve sonraki yıllarda da varlığını koruyacak gibi.
Yani Merkez Bankası orta vadede enflasyonu yüzde 5 seviyesinde tutmayı
hedefleyecek gibi görünüyor. Tabii bu hedefin etrafındaki 2’şer puanlık
belirsizlik aralığını da hesaba katarsak, orta vadeli hedef fiilen
yüzde 3-7 aralığı oluyor.~
Merkez
Bankası, daha önce 2007 yılından itibaren yüzde 4’lük bir orta vadeli
enflasyon hedefi belirlemişti. Ancak bu hedefe yaklaşmanın bir türlü
mümkün olmaması üzerine 2008’de sonraki üç yıla ilişkin hedefler
yenilenip yükseltilmişti. Şimdi orta vade için yüzde 4 yerine yüzde
5’lik bir hedef belirlenmesi bazı iktisatçıların itirazına neden oldu.
Fakat bize Türkiye şartlarında bu hedef daha makul geliyor. Yıllar önce
yüzde 4’lük orta vadeli hedef ilk belirlendiği sıralarda da Türkiye’de
enflasyon ile büyüme arasındaki ilişkide yüzde 6 seviyesinde bir eşik
olduğunu ve büyümeden fedakarlık etmeden enflasyonu bu seviyenin altına
indirmenin mümkün olmadığını yazmıştık (bkz. Capital, Mart 2006, Sayı
3). O yazıda işsizlik sorununun ağırlaşması nedeniyle büyümeden
fedakarlık edecek durumda olmadığımızı da belirtmiştik. Sonraki
yıllarda yaşanan gelişmeler bizi haklı çıkarmıştı. Şimdi de ancak
küresel resesyon nedeniyle yüzde 5-6 arasına indirebildiğimiz
enflasyonu bu seviyelerde tutmaya çalışmanın daha mantıklı olacağını
düşünüyoruz. Çünkü işsizlik bugün daha da ağırlaşmış bir sorun ve
büyümeden fedakarlık edecek halimiz hala yok.
Bu arada enflasyondaki son gelişmelere de değinelim. Kasım ayında
enflasyon beklediğimiz gibi baz etkisi nedeniyle yükselişe geçti. Ekim
ayında yüzde 5,08 ile dip yapan yıllık enflasyon kasım ayında yüzde
5,53’e yükseldi. Aralık ayında da baz etkisi enflasyonu yükseltici
yönde çalışacağı için 2009’un yüzde 6 civarında bir enflasyonla
kapandığını tahmin ediyoruz. Bu oran yüzde 7,5’lik hedefin belirgin
olarak altında ama belirsizlik aralığının dışına taşılmış değil. Bu
durumda üç yıllık bir aradan sonra Merkez Bankası enflasyon hedefini
yeniden tutturmayı başarmış oluyor.
~ 2010’DA YATIRIMLARDA ARTIŞ BEKLENTİSİ VAR
Merkez Bankası, imalat sanayiindeki firmaların yatırım
eğilimlerini tespit edebilmek amacıyla, yılda iki kez Yatırım Anketi
düzenliyor. Bu anketlerin birincisi bahar döneminde, ikincisi ise güz
döneminde yapılıyor. 2009’un güz döneminde yapılan anketin sonuçları
kasım ayının sonlarına doğru yayınlanmıştı. Bu anketin sonuçlarını
incelediğimizde şu değerlendirmeleri yapmak mümkün oluyor:
* İmalat sanayiindeki firmalar 2010’da yatırımlarını ciddi ölçüde
arttırmaya planlıyor. Ankete göre 2010’da yatırım harcamalarında
beklenen artış oranı yüzde 29’u buluyor.
* Yatırımlardaki bu artış beklentisi daha çok büyük firmalar için
geçerli. Çalışan sayısı 500’ü aşan firmaların yatırım harcamalarında
bekledikleri artış yüzde 38,1 olarak hesaplanıyor. Çalışan sayısı
250-500 arasında olan firmalarda planlanan yatırım harcaması artışı
yüzde 17,4 düzeyinde. Çalışan sayısı 50-250 arasında olan firmalarda
planlanan yatırım harcaması artışı ise yüzde 11,7’de kalıyor.
* 2010 yılındaki yatırımlarının yüzde 29,3’lük bölümünün yıpranmış
tesis ve ekipmanların değiştirilmesi amacıyla yapılacağı tahmin
ediliyor. Üretimde verimliliğin arttırılmasına yönelik yatırımların
oranı da yüksek ve yüzde 29,3 düzeyinde bulunuyor. Üretim kapasitesinin
arttırılmasına yönelik yatırımların oranı ise yüzde 20,8 olarak
hesaplanıyor. Kapasite arttırımların sınırlı kalması, 2010’da
yatırımların pek istihdam dostu olmayacağını düşündürüyor.
* 2010 için planlanan yatırım harcamaları daha çok beklenen talep
artışıyla bağlantılı. Talep faktörünün yüzde 40,2 oranında yatırımları
arttırıcı etkisi olduğu görülüyor.
* İmalat sanayiindeki firmaların 2010’da yatırımlarda yüzde 29
gibi yüksek bir oranda artış planlaması olumlu bir gelişme. Ancak bu
planların hayata geçmesinde bu yıl ekonomide yaşanacak gelişmeler de
önemli. 2009 yılına girilirken de imalat sanayiindeki firmalar
yatırımlarda artış planlıyordu ama sonuçta gerçekleşme düşüş yönünde
oldu. Ekonominin performansında ve geleceğe güvende bir yükseliş
olmazsa, 2010’da yatırım artışı beklentilerin çok altında kalabilir.
GELİR DAĞILIMI EN FAZLA AKDENİZ’DE BOZUK
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), gelir dağılımını daha doğru bir
şekilde tespit etmek amacıyla 2006 yılından itibaren başlattığı “Gelir
ve Yaşam Koşulları Araştırması” isimli yeni bir çalışmanın ilk
sonuçlarını geçen ay açıkladı. Bu araştırma sadece Türkiye geneli için
değil, istatistiksel sınıflandırma için oluşturulan 12 bölge bazında da
gelir dağılımı sonuçlarını veriyor. Bu sonuçları incelediğimizde şu
hususlar ön plana çıkıyor:~
* Türkiye genelinde gelir dağılımı 2006 yılında biraz düzelmiş
durumda. Eşdeğer hanehalkı kullanılabilir gelirine göre sıralı yüzde
20’lik fert grupları itibariyle oluşturulan dağılımdan elde edilen gini
katsayısı 2005 yılında 0,43 iken, 2006 yılında 0,41’e düşüyor. Gelir
dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden biri olan gini katsayısı, sıfıra
yaklaştıkça eşitliği, 1’e yaklaştıkça bozulmayı ifade ediyor.
* Kentlerde gelir dağılımı kırsal kesime göre biraz daha bozuk.
Hem 2005’te hem de 2006’da kentlerdeki gibi katsayısı kırsal
kesimdekinden 0,01 puan daha yüksek çıkıyor.
* Türkiye’de gelir dağılımının en bozuk olduğu bölge Akdeniz. Bu
bölgede gini katsayısı hem 2005 hem de 2006’da 0,42 olarak
hesaplanıyor. Dolayısıyla Türkiye genelinin aksine 2006’da Akdeniz’de
gelir dağılımında düzelme de olmamış durumda.
* Ülkemizde gelir dağılımının en adil olarak dağıldığı bölge ise
Batı Marmara. Bu bölgede gini katsayısı 2006 yılı için 0,32 olarak
hesaplanıyor.
* En düşük gelire sahip olan Güneydoğu Anadolu ile Ortadoğu
Anadolu’da gelirin dağılımı da adil değil. 2006 itibariyle gini
katsayısı Ortadoğu Anadolu’da 0,40, Güneydoğu Anadolu’da 0,37 düzeyinde
bulunuyor.
* En yüksek gelire sahip olan İstanbul’da en fakir yüzde 20’nin
geliri, en düşük gelire sahip olan Güneydoğu Anadolu’daki en zengin
ikinci yüzde 20’nin gelirini aşıyor. Bu da İstanbul’a göçün herşeye
rağmen niye hala durmadığını açıklıyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?