Capital’in geçen ayki sayısında ekonominin resesyonda dipten dönüp dönmediğini tartışmıştık. O tartışmada vardığımız sonuç dipten dönüşün yavaş yavaş başladığı yönündeydi. Ekonomiyi dört cepheye ay...
Capital’in geçen ayki sayısında ekonominin resesyonda dipten dönüp dönmediğini tartışmıştık. O tartışmada vardığımız sonuç dipten dönüşün yavaş yavaş başladığı yönündeydi. Ekonomiyi dört cepheye ayırarak yaptığımız analizde, tüketim cephesinde dipten dönüşün gerçekleştiğini, yatırım ve dış talep cephelerinde de bu yönde sinyaller olduğunu, üretim cephesinden ise henüz dipten dönüş sinyalinin gelmediğini söylemiştik. Fakat geçen yılın son çeyreğinde başlayan stok eritme sürecinin tamamlanmak üzere olduğundan hareketle, mart ayında olmasa da nisan ayından itibaren üretim cephesinde de dipten dönüşün görülebileceğini belirtmiştik.
Son bir ayda yayınlanan yeni veriler dipten dönüşe ilişkin bu görüşümüzü güçlendirdi. Özellikle mart ayında sanayi üretimindeki düşüşün hız kestiğinin ortaya çıkması, ekonomik kamuoyunun genelinde de, resesyonda dipten dönüşün başladığı algılamasının güçlenmesini sağladı. Küresel ekonomideki resesyona ilişkin olarak da benzer sinyallerin alınması, en kötümser iktisatçıları bile sonunda “Galiba dipten dönüyoruz” noktasına getirdi.
Canlanma Ne Zaman?
Fakat ekonominin resesyonda dipten dönmesi hemen büyümenin başlayacağı anlamına gelmediğinden, gözler bu kez de dipten dönüş sürecinin ne kadar süreceğine ve büyümenin ne zaman başlayacağına odaklanmış durumda. Bu konudaki görüşlerde henüz bir konsensüs görünmüyor. Küresel ekonominin resesyondan çıkması için genelde 2010’a randevu verilmesi, Türkiye ekonomisi için de çoğunlukla benzer yönde beklentiler yaratıyor. Fakat bu arada Türkiye ekonomisindeki canlanma için yılın son çeyreğine randevu verenlerin sayısının yavaş yavaş artmaya başladığı da gözleniyor.
Ekonomiye ilişkin beklentilerin iyice kötüleşmesinden sonraki süreçte, canlanma için yılın son çeyreğine randevu verildiğini ilk kez Fortis Ekonomik Araştırmalar’ın 6-12 Nisan 2009 tarihli haftalık “Makroskop” raporunda görmüştük. Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği’nin (TÜSİAD) geçen ay yayınladığı üç aylık “Konjonktür Değerlendirme” raporunda da ekonominin yeniden büyümeye yılın son çeyreğinde başlayacağı yönünde bir makroekonomik senaryonun yer alması dikkatimizi çekti. Son olarak, Başkan Durmuş Yılmaz’ın geçen ay yaptığı bir konuşmada son çeyrekte büyümenin yeniden başlayabileceğini söylemesi, Merkez Bankası’nın da benzer bir senaryoya abone olduğunu gösterdi.
Capital’in Senaryosu
Ekonominin ikinci çeyrekte başlayan dipten dönüş sürecini üçüncü çeyrekte tamamlaması ve yılın son çeyreğinde yeniden büyümeye başlaması bize de oldukça makul geliyor. Bizim çeyrek dönemlere ilişkin büyüme tahminlerimiz de aşağı yukarı Fortis Ekonomik Araştırmalar ile TÜSİAD’ınkilere benziyor.
Bizim büyüme senaryomuzda kilit noktayı iç talebin tüketim ayağındaki toparlanma oluşturuyor. Öncü göstergelerimiz, tüketimde dip noktanın geçen yılın son çeyreğinde görüldüğünü ve bu yılın ilk çeyreğinde dipten dönüşün başladığını gösteriyor. İkinci çeyrekte ise tüketim harcamalarında yükselişin başlamış olabileceğine yönelik işaretler var. Bu yükselişte, otomotiv, beyaz eşya ve mobilya gibi bazı dayanıklı tüketim mallarına yönelik vergi indirimleri sayesinde, daha önce ertelenmiş olan tüketim kararlarının devreye girmesinin de etkisi bulunuyor. Tüketici talebindeki bu yükseliş, tüketici kredileriyle de destekleniyor. Tüketici kredilerinde geçen yılın kasım ayında başlayan düşüş mart ayında durmuş ve yeniden yükseliş başlamış durumda. Gerek küresel bazda gerekse Türkiye ölçeğinde ekonomide en kötünün geride kaldığı düşüncesinin yaygınlaşmaya başlamasıyla, tüketici talebindeki yükselişin önümüzdeki aylarda da süreceğini, kriz döneminde likit kalmaya çalışan bankaların da artık kredileri gevşeterek bu talebi destekleyeceğini tahmin ediyoruz.
Stok Eritme Süreci
Ekonominin resesyona girmesiyle birlikte işletmelerin ellerindeki stokları eritmeye çalışması, her resesyonda olduğu gibi, üretim cephesindeki konjonktür dalgasının tüketim cephesindekinden gecikmeli hareket etmesine neden oldu. Öncü göstergelerimiz, üretim cephesinde dip noktanın bu yılın ilk çeyreğinde görüldüğünü, ikinci çeyrekten itibaren ise dipten dönüşün başladığını gösteriyor. Ekonomideki bu stok eritme sürecinin artık tamamlandığını tahmin ediyoruz. Bu nedenle tüketimdeki artışın yavaş yavaş üretim cephesine yansımaya başlamasını bekliyoruz.
Yalnız yatırım ve dış talep cephelerindeki gelişmeler, üretimde güçlü bir toparlanmanın ortaya çıkmasını engelleyecek yönde görünüyor. Bu cephelerde de dipten dönüş başladı gibi ama buna yönelik işaretler henüz çok zayıf. Üstelik bu cephelerdeki dipten dönüş süreci uzun sürecek gibi de görünüyor. Dış talep cephesindeki dipten dönüş sürecinin gelişimi ihraç pazarlarımızdaki duruma bağlı olduğundan ne zaman tamamlanacağını tam olarak kestiremiyoruz. İhraç pazarlarımızda resesyondan çıkış için genelde 2010’a randevu veriliyor. Yatırım cephesinde dipten dönüş sürecinin uzun sürmesi beklentimiz ise yatırım harcamalarının genel karakteristiğine dayanıyor. İşletmeler, resesyon dönemlerinde askıya aldıkları yatırım projelerini yeniden devreye sokmak için genelde ekonomideki canlanmanın iyice belirginleşmesini bekliyor. Yeni yatırım projelerinin geliştirilmesi için ise iç ve dış talepteki artışın sürekliliğine güven duyulması gerekiyor. Bu nedenle yatırım cephesindeki dipten dönüş sürecinin tamamlanmasının 2010’a sarkması ihtimali yüksek görünüyor.
Risk Unsurları
Buraya kadar söylediklerimizi toparlarsak, karşımıza, iç talebin tüketim ayağının uyarmasıyla yavaş yavaş toparlanan ve yılın son çeyreğinde büyümeye geçen bir ekonomi çıkıyor. İç talebin yatırım ayağının büyümeye katkısı gecikmeli olarak geliyor ve 2010’a sarkıyor. Dış talepteki durum konusunda ise bir belirsizlik var. Şimdilik hesaplarımızı ihraç pazarlarımızdaki toparlanmanın 2010’a sarkacağı bir senaryoya göre yapıyoruz. Eğer ihraç pazarlarımızda da bir erken toparlanma senaryosu gündeme gelirse, Türkiye ekonomisindeki toparlanma daha güçlü olabilir. İhraç pazarlarımızdaki resesyondan çıkış sürecinin uzaması halinde ise Türkiye ekonomisindeki toparlanma daha zayıf bir şekilde gerçekleşebilir.
Büyüme senaryomuz için önemli bir risk iç talebin tüketim ayağındaki toparlanmanın önümüzdeki aylarda sekteye uğraması olabilir. Örneğin, tüketimdeki toparlanmayı tamamen vergi indirimlerine bağlayanlar, bu indirimlerin süresinin dolacağı temmuz ayından sonra talebin yeniden düşüşe geçmesinden endişeleniyor. Fakat biz tüketimdeki toparlanmayı tamamen vergi indirimlerine bağlamadığımız için bu konuda o kadar endişeli değiliz. Tüketimdeki toparlanmanın daha vergi indirimleri ortada yokken başlaması, aynı hızda olması da, bu indirimlerin süresi dolduktan sonra da devam edebileceğini düşündürüyor. Ayrıca 2011’de genel seçime gidecek olan hükümetin siyasi geleceği ekonominin bir an önce canlanmasına bağlı olduğundan, olumsuz bir durumda vergi indirimlerinin süresinin uzatılması veya iç talebi canlı tutacak başka önlemler alınması söz konusu olabilir.
IMF ile görüşmeleri uzun zamandır süren anlaşmanın yapılmaması da bir risk unsuru olarak düşünülebilir. Ekonomik kamuoyu bu anlaşmanın yapılacağına kesin gözüyle baktığı için aksi durumda nasıl bir tepki vereceğini bilmek biraz zor. Finansal piyasaların karışması halinde bunun reel ekonomiye de olumsuz yansımaları olabilir.
“Baz Etkisi”nin Rolü
Bu arada yılın son çeyreğinde ekonominin yeniden büyümeye geçeceği yönündeki tahminimizde “baz etkisi”nin de rolü olduğunu belirtelim. Türkiye’de ekonomideki çeyrek dönemlik büyüme oranları, cari çeyrek dönemdeki Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) düzeyinin önceki yılın aynı dönemindeki GSYİH düzeyine oranlanmasıyla hesaplanıyor. Bu hesapta büyüme oranı, önceki yılki GSYİH düzeyinin normal seviyeden ne kadar farklı olduğuna göre de değişiyor. Bu şekilde ortaya çıkan etkiye “baz etkisi” adı veriliyor. Sadece Türkiye’nin değil tüm dünya ekonomisinin travma geçirdiği 2008’in son çeyrek döneminde, GSYİH düzeyi normal seviyesinin çok altına inmiş ve yüzde 6,2 küçülme olmuştu. Bu durumda ekonominin normal üretim seviyesini tutturması bile, son çeyrekte GSYİH’nin geçen yılın aynı dönemine göre büyüme göstermesine yetecek. Şu anki gidişat ise son çeyrekte bunun sağlanabileceğini gösteriyor.
En Uygun Randevu Tarihi Son Çeyrek
ABD’de ekonomideki gidişata ilişkin olarak üçer aylık dönemler itibariyle tahminler yapan ve bunları yayınlayan çok sayıda kuruluş var. Türkiye’de ise yıllık büyümeye ilişkin tahmin yapan kuruluşlar olsa da üçer aylık dönemler itibariyle tahminlerini düzenli olarak yayınlayan tek kuruluş olarak Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği’ni (TÜSİAD) biliyoruz. Bazen de banka ve aracı kurumların araştırma bölümlerinin raporlarında bu tür tahminlere rastlıyoruz.
Resesyonun tüm ağırlığıyla üstümüze çökmesinden ve ekonomiye ilişkin beklentilerin iyice kötüleşmesinden sonraki süreçte, 2009’un üçer aylık dönemlerine ilişkin büyüme tahminlerine ilk olarak Fortis Ekonomik Araştırmalar’ın 6-12 Nisan tarihli haftalık “Makroskop” raporunda rastlamıştık. Geçen yılın son çeyrek dönemine ilişkin milli gelir verilerinin yayınlanmasından hemen sonra yapılan bu tahminlerde ekonominin 2009’un ilk üç çeyreğinde küçüldüğü ve son çeyrekte yeniden büyümeye geçtiği bir senaryo çiziliyor. İlk çeyrekte yüzde -10,8, ikinci çeyrekte yüzde -8,5, üçüncü çeyrekte yüzde -3,8 ve dördüncü çeyrekte yüzde 3,1 büyüme bekleniyor. Bu tahminlere uygun olarak yıllık büyüme tahmini ise yüzde -5 düzeyinde bulunuyor.
TÜSİAD’ın üç ayda bir yayınladığı “Konjonktür Değerlendirme” isimli raporunun Nisan 2009 tarihli son sayısında da buna benzer bir büyüme senaryosu yer alıyor. TÜSİAD, ilk çeyrekte yüzde -12,9, ikinci çeyrekte yüzde -6,8, üçüncü çeyrekte yüzde -1,3 ve dördüncü çeyrekte yüzde 4,5 büyüme bekliyor. TÜSİAD’ın 2009 yılının tamamına ilişkin büyüme tahmini ise yüzde -4,1 olarak ortaya çıkıyor.
Bizim büyüme tahminlerimiz de aşağı yukarı bu düzeylerde. Biz büyümenin ilk çeyrekte yüzde -12, ikinci çeyrekte yüzde -7,5, üçüncü çeyrekte yüzde -3,0, dördüncü çeyrekte ise yüzde 3,5 dolayında olacağını tahmin ediyoruz. Buna göre 2009 yılının tamamına ilişkin büyüme tahminimiz ise yüzde -4,7 oluyor.
Başkan Durmuş Yılmaz’ın geçen ay yaptığı bir konuşmada söyledikleri, Merkez Bankası’nın da büyüme için son çeyreğe randevu veren bir senaryoya sahip olduğunu gösteriyor. Merkez Bankası büyüme tahminlerini kimseyle paylaşmıyor ama Yılmaz, bu konuşmada, son çeyrekte büyümenin yeniden başlayabileceğini öngördüklerini söylemişti.
Sanayide de Dipten Dönüş Başladı
Geçen ay Konjonktür’de ekonomideki dip tartışmasını ele alırken, tüketim, yatırım ve dış talep cephelerinde dipten dönüş emarelerinin görüldüğünü ama üretim cephesinden henüz bu yönde sinyal gelmediğini söylemiştik. Fakat ekonomideki stok eritme sürecinin tamamlanmak üzere olduğundan bahisle, mart ayında olmasa bile nisan ayından itibaren sanayi üretimindeki düşüş hız kesmeye başlayabilir demiştik. Geçen ay yayınlanan mart ayı sanayi üretimi verileri bu beklentimize uygun çıktı. Sanayi üretiminde ağustos ayından başlayan düşüş mart ayında sekizinci ayına girdi ama bu seferki düşüş önceki aylara göre bir miktar düşük gerçekleşti. Dahası, nisan ayına ilişkin kapasite kullanım oranı verileri, sanayi üretimindeki düşüşün bu ayda bir miktar daha hız keseceğinin de sinyalini verdi. Böylece ekonominin üretim cephesinde de dipten dönüşün başladığı ortaya çıkmış oldu.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, mart ayında sanayi üretimi geçen yılın aynı ayındaki düzeyinin yüzde 20,9 altında kaldı. Bu oran çok yüksek bir düşüşe işaret ediyor ama sanayi üretimindeki düşüş yılın ilk iki ayında daha yüksek bir seviyedeydi. Ocak ayındaki düşüş yüzde 21,3 ve şubat ayındaki düşüş ise yüzde 23,8 olarak gerçekleşmişti.
Yine TÜİK’in verilerine göre, nisan ayında imalat sanayi kapasite kullanım oranı yüzde 66,8 olarak çıktı. Bu oran yılın ilk üç ayına göre daha yüksek bir seviyede. Tabii daha önemli olanı kapasite kullanım oranında önceki dört ayda yüzde 20 civarında gerçekleşen yıllık bazdaki düşüşün nisan ayında yüzde 18 civarına inmiş olması. Bu durum sanayi üretimindeki düşüş hızının nisan ayında yüzde 20’nin altına inebileceğini düşündürüyor.
Sanayi üretimindeki dipten dönüş süreci böylece başlamış gibi görünse de bu süreç şimdilik pek de güçlü değil. Fakat sonraki aylarda tüketimdeki artışın üretimi uyarmaya başlamasıyla sanayideki dipten dönüş sürecinin yavaş yavaş güçleneceğini tahmin ediyoruz.
Fakat geleceği bir tarafa bırakıp da ilk çeyrekteki duruma bakarsak, sanayinin büyüme açısından çok kötü bir sinyal verdiğini söyleyebiliriz. İlk çeyrekte sanayi üretimindeki düşüş yüzde 22 olarak gerçekleşti. Bu gelişme söz konusu dönemde ekonominin genelinde çift haneli bir küçülme görme ihtimalimizi güçlendirdi. Geçen yılın son çeyreğinde sanayi üretimindeki düşüş yüzde 12,6 olurken, ekonominin genelinde yüzde 6,2’lik küçülme görülmüştü. Sanayi üretiminin yüzde 22 düştüğü ilk çeyrekte ekonominin genelinde ise yüzde 12 civarında bir küçülme ile karşılaşacağımızı tahmin ediyoruz. TÜİK’in ilk çeyrek döneme ilişkin milli gelir verilerini 30 Haziran’da açıklayacağını da bu arada belirtelim.
Enflasyon Tahminlerinde Resesyon İndirimi
Merkez Bankası, 2009 yılının ikinci Enflasyon Raporu’nu geçen ay yayınladı. Bu raporda enflasyon tahminlerinde indirim yapıldığı görülüyor. 2009 yıl sonuna ilişkin enflasyon tahmini daha önce yüzde 6,8 iken şimdi yüzde 6’ya indirilmiş durumda. 2010 yılı enflasyon tahmininin yüzde 5,8’den yüzde 5,3’e, 2011 yılı enflasyon tahmininin ise yüzde 5,2’den yüzde 4,9’a indirildiği dikkati çekiyor.
Merkez Bankası, 2009’un ilk Enflasyon Raporu’nda da enflasyon tahminlerinde indirim yapmıştı. Bu indirim sürecinin devam ettirilmesiyle, enflasyon tahminleri geçen yıl yenilenen enflasyon hedeflerinin biraz daha altına çekilmiş oldu. Enflasyon hedefleri 2009 yılı için yüzde 7,5, 2010 yılı için yüzde 6,5 ve 2011 yılı için yüzde 5,5 düzeyinde bulunuyor. Son tahminler 2009 yılı için 1,5, 2010 yılı için 1,2 ve 2011 yılı için 0,6 puan daha düşük bir enflasyona karşılık geliyor.
Enflasyon tahminlerinde yapılan bu indirimlerin temel nedeni, hem küresel ekonomiyi hem de ülkemizi sarmış olan resesyon. Küresel resesyon emtia fiyatlarını, yurtiçindeki resesyon ise iç talebi baskı altına alarak enflasyona düşüş yönünde etkide bulunuyor. Merkez Bankası’nın enflasyon tahminlerini bir kez daha indirmesi, son üç ayda küresel ekonomideki resesyon konusunda daha da kötümser hale gelmesinden kaynaklanıyor. Merkez Bankası, şimdi küresel ekonomideki resesyonun daha önce öngördüğünden hem daha şiddetli hem de daha uzun süreli olacağını tahmin ediyor. Daha önce küresel ekonomideki toparlanmanın 2010 yılı başlarında başlayacağını tahmin ederken, şimdi toparlanma için aynı yılın ortalarına randevu veriyor. Merkez Bankası’nın küresel ekonomi konusundaki kötümserliği o düzeyde ki, Enflasyon Raporu’nda toparlanmanın 2011 yılı başına kalacağını öngören bir alternatif senaryoya daha yer verildiği halde, erken toparlanmayı öngören bir senaryoya yer vermeye gerek duyulmamış bulunuyor.
Bize sorarsanız, küresel ekonomi konusunda bu kadar kötümserliğin biraz aşırı olduğunu düşünüyoruz. Enflasyon tahminleri yapılırken küresel ekonomi için bir erken toparlanma senaryosunun da dikkate alınması gerekirdi. ABD ekonomisinin resesyonda dipten döndüğüne ve yılın ikinci yarısında yeniden büyümeye geçebileceğine ilişkin tahminler giderek yaygınlaşıyor. Bu gelişme petrol fiyatlarının yeniden yukarıya dönmesine neden oldu. Yılın ilk üç ayında 40-45 dolar arasına oturmuş görünen petrolün varil fiyatı geçen ay 60 dolara yaklaştı. Bu artış devam ettiği taktirde bunun enflasyona mutlaka olumsuz yansımaları olacak.
Fakat bu arada enflasyondaki mevcut gidişin Merkez Bankası’nın tahminlerine uygun olduğunu da belirtelim. Enflasyonda kasım ayında başlayan düşüş mart ayında bir mola vermişti. Nisan ayında ise düşüş eğilimine geri dönüldü. Nisan ayında yıllık Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) enflasyonu 1,8 puan geriledi ve yüzde 7,9’dan yüzde 6,1’e indi. Enflasyon böylece son 39 yılın en düşük seviyesini görmüş oldu. Yıllık enflasyonun bundan daha düşük olduğu son tarih yüzde 4,3 ile Temmuz 1970’ti.
Enflasyondaki güncel duruma ilişkin bir başka not da yıllık Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE) enflasyonunun uzun yıllar sonra yeniden negatif değer almış olması. Yıllık ÜFE enflasyonu nisan ayında yüzde -0,4 olarak gerçekleşti. Yıllık ÜFE enflasyonunun bundan önce negatif değer aldığı son tarih yüzde -2,8 ile Şubat 1976’ydı.
İthalattaki Çöküş Cari Dengeyi Düzeltti
2009 yılının ortalarına doğru yaklaştığımız bugünlerde ilk çeyreğe ilişkin istatistikler teker teker ortalığa dökülmeye başladı. Geçen ay ödemeler dengesinde de ilk çeyrek döneme ilişkin veriler belli oldu. Bu veriler ödemeler dengesinin en önemli parçası olan cari işlemler dengesindeki açığın geçen yıla göre yüzde 90,6 gerilediğini gösteriyor. Geçen yılın ilk çeyreğinde fazla veren finansman dengesinin bu kez açık verdiği dikkati çekiyor. Hem finansman açığının hem de cari açığın kapatılmasının ise kaynağı belirsiz para girişleriyle (net hata ve noksan kalemi) mümkün olabildiği görülüyor.
Cari işlemler dengesindeki düzelmenin nedeni malum. İthalatımızın büyük bölümü üretimde kullanılan hammadde ve ara mallarından oluştuğu için, ekonomide ne zaman resesyon yaşansa buna ithalatta bir çöküş eşlik ediyor. Son resesyonda da aynı şey olmuş ve ithalatta çok büyük bir gerileme yaşanmış durumda. Ödemeler dengesinde hesaplandığı şekliyle, ilk üç aydaki ithalat geçen yılın aynı dönemindeki düzeyinin yüzde 42,5 altında kalmış bulunuyor. Esasında ihraç pazarlarımızdaki resesyon nedeniyle ilk üç ayda ihracatımızda da yüzde 25,7’lik bir düşüş söz konusu. Fakat ithalattaki düşüşün daha fazla olması dış ticaret dengesinde bir düzelme yaşanmasına imkan vermiş durumda. Cari işlemler dengesinin yüzde 80 dolayındaki bölümü mal ticaretinden oluştuğu için, dış ticaret dengesindeki bu düzelme aynen buraya da yansıyor.
Geçen yılın ilk üç ayında fazla veren finansman dengesinin bu kez açık vermesinin en önemli nedeni ise özel sektörün küresel resesyon nedeniyle yurtdışından kredi bulmakta zorlanmaya başlaması. Finansman hesabındaki diğer yatırımlar kalemi büyük ölçüde yurtdışıyla olan kredi alışverişlerimizi yansıtıyor. Özel sektör tarafından sağlanan krediler geçen yıl bu kalemin fazla vermesini sağlamış ve cari açık da büyük ölçüde bu şekilde finanse edilmişti. Bu yıl ise geri ödeme kadar yeni kredi bulunamaması bu kalemin açık vermesine neden oldu. Bu arada doğrudan yatırım girişinin azalması ve portföy yatırımlarındaki çıkışın hızlanması da finansman dengesinin açık vermesinde etkili oldu.
Ödemeler dengesinde yılın ilk çeyreğinde gördüğümüz tablo sonraki aylarda bir miktar değişecek. Ekonominin resesyonda dipten dönmesi nedeniyle ithalattaki düşüş yavaş yavaş hız kesecek. Bu nedenle önümüzdeki aylarda cari açık biraz daha yüksek çıkabilecek. Fakat yıl sonu geldiğinde yine de cari açıkta geçen yıla göre ciddi bir düzelme göreceğiz. Geçen yıl 41,6 milyar dolar olarak gerçekleşen cari açık bu yıl 10 milyar dolar dolayında çıkabilir.
İşsizlikte Rekorlar Serisi Sona Erdi mi?
Ekonominin resesyona girmesiyle birlikte işsizlikte sürekli yeni rekorların kırıldığına tanık olduk. Kasım 2008’de başlayan rekorlar serisi, geçen ay yayınlanan Şubat 2009 verilerinde de devam etti. Şubat ayında işsizlik oranı yüzde 16,1’e, işsiz sayısı 3,8 milyona kadar yükseldi.
Son aylarda ekonominin resesyonda dipten döndüğüne ilişkin sinyallerin gelmesi, işsizlikte bu rekorlar serisinin sonuna gelinip gelinmediği konusunda bir tartışma yarattı. Hükümetteki ekonomiyle ilgili bakanların bazıları, ekonominin dipten dönmesi nedeniyle işsizlikte bahar aylarından itibaren bir düşüşün başladığını söylüyor. Buna karşılık bazı iktisatçılar ise işsizlikteki yükselişin devam edeceğini iddia ediyor.
Bu konuda bizim görüşümüz ise işsizlikte rekorlar serisinin şimdilik sona erdiği yönünde. Ancak bu görüşümüz ekonominin resesyonda dipten dönmesine değil, işgücü piyasasına ilişkin mevsimlik eğilimlere dayanıyor. Ağır kış koşullarının atlatılmasından sonra tarımsal faaliyetlerin hızlanması ve inşaat ve turizm gibi sektörlerde sezonun açılması nedeniyle, her yıl mart, nisan ve mayıs aylarında işsizlikte önceki aylara göre gerileme oluyor. Yaz aylarındaki yatay seyirden sonra sonbahar aylarında ise yeniden yükseliş başlıyor. Ekonomideki resesyona rağmen bu mevsimlik eğilimin bu yıl da görüleceğini tahmin ettiğimiz için işsizlikteki rekorlar serisinin şimdilik sona erdiğini düşünüyoruz.
Ancak mevsimlik eğilim gösteren her seride olduğu gibi işsizlikte de esas önemli olan önceki aylara göre değil geçen yılın aynı ayına göre olan değişim. Ekonominin dipten dönmesi hemen büyümenin başlayacağı ve istihdamın artacağı anlamına gelmiyor. Bu nedenle işsizlikteki yıllık bazdaki artış önümüzdeki aylarda da devam edecek.
İşsizlikte gerçek anlamda bir düşüş ancak ekonominin yeniden büyümeye geçmesi ve istihdam yaratmaya başlaması halinde mümkün. Eğer ekonomi o zamana kadar resesyondan çıkamazsa, işsizlikteki mevsimsel eğilimlerin tersine döneceği sonbahar aylarından sonra rekorlar serisi kaldığı yerden devam edebilir.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?