Merkez Bankası’nın 2011’in başında yürürlüğe koyduğu yeni para politikası uygulamasında, finansal istikrara da fiyat istikrarı kadar önemli bir yer veriliyor
Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, ocak ayı sonunda 2013’ün ilk
Enflasyon Raporu’nu açıklarken 3 tane 5 hedefinden söz etmişti. Başçı,
sorulan bir soru üzerine kendisini ancak enflasyonun, büyümenin ve cari
açığın milli gelire oranının yüzde 5 civarına oturması halinde başarılı
göreceğini söylemişti. Böylece de Merkez Bankası’nın ve daha genel
olarak da ekonomi yönetiminin ekonomide 3x5 hedefi peşinde koştuğu
açıkça ortaya çıkmıştı. Esasında para politikasında resmi olarak sadece
enflasyona ilişkin bir yüzde 5’lik orta vadeli hedef bulunuyor. Bu
hedef, Merkez Bankası’nın fiyat istikrarını sağlama amacının somutlaşmış
halini oluşturuyor. Fakat Merkez Bankası’nın 2011’in başında yürürlüğe
koyduğu yeni para politikası uygulamasında, finansal istikrara da fiyat
istikrarı kadar önemli bir yer verdiğini biliyoruz. Finansal istikrar
amacının somutlaşmış ifadesini ise cari açık oluşturuyor. Öte yandan
Merkez Bankası’nın uygulamada ekonomideki büyümeyi de gözettiğini
gözlemliyoruz. Nitekim geçen şubat ayında bu sayfalarda yeni para
politikasının iki yıllık uygulamasını değerlendirirken tam da bu üç
göstergeye bakmıştık. Başçı’nın bu yazı yazıldıktan sonra gelen
açıklaması, bu değerlendirmede kullandığımız kriterlerin oldukça
isabetli olduğunu gösterdi. Ayrıca bu açıklamayla enflasyon yanında cari
açığın milli gelire oranı ve büyüme için de orta vadeli hedefin yüzde 5
olduğunu öğrenmiş olduk. Tabloları görmek için görsellere tıklayın. TARTIŞMALI HEDEFLER
Mevcut
konjonktürde bu üç göstergede de yüzde 5’lik oranı görsek takla
atabiliriz. Ekonomideki büyüme, geçen yıl yüzde 2,5 dolayına kadar
düştüğünden şu sıralarda yüzde 5’lik büyümeyi mumla arıyoruz. Geçen yıl
ekonomi neredeyse durgunluğa girdiği halde cari açığın milli gelire
oranı ancak yüzde 6 dolayına kadar düştü. Bu yıl ise büyümenin bir
miktar hızlanmasıyla cari açığın yeniden yükseleceği tahmin ediliyor.
Dolayısıyla bu yıl cari açığın milli gelire oranı yüzde 5’e düşse
oldukça sevindirici olur. Enflasyonu ise yıllardan beri yüzde 7’nin
altına kalıcı olarak düşürmeyi başaramadık. Burada da kısa vadede yüzde
5’lik bir oran muhtemelen sevinçle karşılanacaktır. Fakat ekonomik
kamuoyunun orta ve uzun vadede bu hedefleri kabullenmesi, biraz şüpheli
görünüyor. Birçok iktisatçı fiyat istikrarına tekabül eden enflasyonun
yüzde 5’ten daha düşük bir seviyede olması gerektiğini düşünüyor.
Birçoğu yüzde 5’lik büyümeyi işsizlik sorununun çözümü ve gelişmiş
ülkelere yakınsama süreci açısından yetersiz görüyor. Birçoğu da yüzde
5’lik cari açık/milli gelir oranını sürdürülemeyecek kadar yüksek
buluyor.~
ENFLASYON KAÇ OLMALI?
Öncelikle resmi
niteliği de olan yüzde 5’lik orta vadeli enflasyon hedefine bakalım. Bu
hedef, 2009 sonunda resmiyet kazanmıştı. O tarihte 2010 yılı para ve kur
politikası açıklanırken 2012’den itibaren orta vadeli enflasyon
hedefinin yüzde 5 olacağı ilan edilmişti. Esasında 2006’da açık
enflasyon hedeflemesine geçilirken orta vadeli enflasyon hedefi, 2007
yılından geçerli olmak üzere yüzde 4 olarak belirlenmişti. Fakat o
dönemde enflasyon hedefin yanına bile yaklaşmayınca 2008 yılı ortasında
bu hedefler revize edilip yükseltilmişti. Birkaç yıl sonra bir kez daha
orta vadeli enflasyon hedefinin belirlenmesine sıra geldiğinde ise
Merkez Bankası bu kez yüzde 4 değil, yüzde 5’lik bir oranı uygun
görmüştü. Gelişmiş ülkelerde genelde yüzde 1-3 arasında olan orta
vadeli enflasyon hedefinin Türkiye’de yüzde 5 olarak belirlenmesinin
gerekçesi olarak ise ülkemizde gıda fiyatlarının aşırı oynak olmasından
tüketici fiyatları endeksinin hesap yöntemine kadar değişen bir dizi
faktör öne sürülmüştü. Merkez Bankası’nın araştırmacıları, ekonomik
kamuoyunu bu gerekçelere ikna edebilmek için o zamandan beri birçok
araştırmaya imza attı. Fakat bu ikna işi, tam olarak başarılamadı.
Birçok iktisatçı fiyat istikrarına tekabül eden enflasyonun, Türkiye’de
de yüzde 5’in altında olması gerektiğini düşünüyor. Şu anda enflasyonda o
noktaya bile gelemediğimiz için bu konuda çok bir tartışma yok. Fakat
bir gün enflasyon gerçekten yüzde 5 civarına oturursa fiyat istikrarına
tekabül eden enflasyonun düzeyi konusunda epey bir tartışma yaşanacağa
benziyor.
BÜYÜME HEDEFİ
Türkiye’de zaman zaman yüzde
8-9’u bulan büyüme oranları ortaya çıkarken ekonomide durgunluk ve
gerileme dönemleri de gelişmiş ülkelere kıyasla daha sık yaşanıyor. Bu
nedenle uzun dönemli olarak bakıldığında ortalama büyüme oranımızın daha
düşük ve genelde yüzde 4-5 arasında olduğu görülüyor. Mesela 1950-2012
dönemindeki ortalama büyüme oranı yüzde 4,8 olarak hesaplanıyor. Bu da
bu kadar dalgalı bir büyüme yerine her yıl y��zde 5 dolayında istikrarlı
bir büyüme yaşasak daha iyi olmaz mı sorusunun zaman zaman gündeme
gelmesine neden oluyor. Zaten hükümetin yıllık programlarındaki
hedeflerine bakıldığında da genelde yüzde 5 civarında bir büyüme
hedefinin tercih edildiği görülüyor. Erdem Başçı’nın telaffuz ettiği 3x5
hedefinin ekonomideki büyümeyle ilgili kısmı da galiba buradan ilham
alıyor. Fakat bu görüşe genelde iki nedenle karşı çıkılıyor. Birincisi,
Türkiye genç bir nüfusa sahip olduğundan her yıl yüzbinlerce genç iş
gücü piyasasına giriş yapıyor. Yapılan araştırmalar, işgücü piyasasına
yeni girenleri istihdam edebilmek için bile yüzde 6 civarında bir
büyümenin gerekli olduğunu gösteriyor. Üstelik mevcut işsizlik oranı da
epey yüksek ve yüzde 9’un üzerinde. İşsizliği makul bir seviyeye
çekebilmek için işgücü piyasasına yeni girenlerin yanında mevcut
işsizlerin de bir kısmına istihdam olanağı sağlamak gerekiyor. Bunun
için de yüzde 6’nın da üstünde bir büyümenin gerekli olduğu açıkça
görünüyor. İkincisi, gelişmiş ülkelerle aramızdaki refah düzeyi farkının
hala yüksek olması da yüzde 5’lik büyümenin yetersiz görülmesine neden
oluyor. Türkiye’nin kişi başına milli geliri satın alma gücü paritesine
göre hesaplandığında bile ABD’deki düzeyin yüzde 35’inde kalıyor. Yüzde
5’lik büyümeyle aradaki farkın kapanmasının çok uzun zaman alacağını
düşünenler yüzde 7’den aşağı bir büyüme hedefini kabul etmek istemiyor.~
MAKUL CARİ AÇIK
Başçı’nın
bahsettiği 3x5 hedefinin belki de en fazla tartışma yaratacak olan
kısmı cari açıkla ilgili olanı. Son 7 yılda 2008-2009 resesyonu hariç
çok daha yüksek oranlar gördüğümüz için yüzde 5’lik cari açık/milli
gelir oranı şu anda makul gibi görünebilir. Fakat daha 10 yıl öncesine
kadar biz bile cari açığın milli gelire oranının yüzde 3,5’i aşmasını
kriz işareti olarak kabul ediyorduk. Bu bakımdan yüzde 5’lik oran
ekonomik kamuoyunun iliklerine işlemiş olan cari açık korkusunu uzun
vadede silebilecek kadar düşük görünmüyor. Bildiğimiz kadarıyla iktisat
literatüründe makul cari açık düzeyinin ne olması gerektiği konusunda
bilimsel bir çalışma mevcut değil. Fakat zaman zaman cari açığın milli
gelire oranının yüzde 4’ü aşmaması gerektiği konusunda bir “başparmak
kuralı”ndan (rule of thumb) bahsedilir. Dünyada cari açığının milli
gelire oranı çift haneyi bile bulan ülkeler var ama bunlar genelde küçük
ekonomilerden oluşuyor. Büyük bir ekonomi için bu kadar yüksek cari
açık düzeyi çok büyük dış finansman gereği anlamına geldiğinden her
zaman sorun yaratma potansiyeli taşıyor. Türkiye’nin halen 800 milyar
dolarlık büyüklüğe doğru yol alan bir ekonomisi var. Bu büyüklükte bir
ekonomide yüzde 5’lik cari açık, vadesi gelen borçların geri ödenmesi
için gerekenler dışında, her yıl 40 milyar dolarlık taze dış kaynak
ihtiyacı anlamına geliyor. Dünyada para bolluğunun yaşandığı mevcut
konjonktürde bunun temini zor değil ama bir sermaye kuraklığı ortaya
çıktığında işler karışabilir. Nitekim 2011’in ikinci yansında bunun bir
örneğini yaşamıştık.
3X5'İN ANAHTARI
Kısacası, Merkez
Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın gündeme getirdiği ekonomideki 3x5
hedefi, ancak kısa vadede kabul edilebilir gibi görünüyor. Enflasyon,
büyüme ve cari açığa ilişkin olan bu hedeflerin orta ve uzun vadede
işlerlik kazanması ise pek olası değil gibi. Şu anda pek dikkat çekmemiş
olabilir ama eğer bu hedefler bir gün yakalanabilirse mutlaka üzerinde
tartışmalar ortaya çıkacaktır. İktisatçıların enflasyon ve cari açığın
milli gelire oranı için orta ve uzun vadede yüzde 5’ten daha düşük
hedefler isteyeceği neredeyse kesin. Ekonomideki büyüme konusunda da
politikacıların yüzde 5’in üzerini zorlamak isteyeceği kesin gibi
görünüyor. Bu arada söz konusu üç hedef için de anahtar konumunda olanın
ekonomideki büyüme olduğunu da belirtelim. Başçı, muhtemelen,
ekonomideki büyümenin yüzde 5 civarında tutulabilmesi halinde
enflasyonun ve cari açığın milli gelire oranının da bu civarda
tutulabileceğini hesaplıyor. Çünkü ekonomideki ılımlı bir büyüme oranı,
talep baskısını azaltarak fiyat artışlarının hızının kesilmesine,
ithalat gereğini azaltarak da cari açıktaki yükselişin yavaşlamasına
imkan verme potansiyeli taşıyor. ~
CARİ AÇIKTAKİ DÜŞÜŞ SONA ERMEK ÜZERE
Türkiye'nin
cari işlemler dengesindeki açık, 2011 'in kasım ayından bu yana sürekli
düşüyor. Fakat 15 aydır süren bu düşüşün artık sonuna geldik gibi
görünüyor. Yakın zamana kadar cari açıkta her ay birkaç milyar dolarlık
düşüş yaşanıyordu. Fakat ocak ayında sadece 100 milyon dolarlık düşüş
oldu. 2012'nin ocak ayında 5,7 milyar dolarlık cari açık varken bu yılın
aynı ayında 5,6 milyar dolarlık cari açık gerçekleşti. Böylece 2012'yi
46,9 milyar dolar düzeyinde kapatan yıllık cari açık da 2013'ün ilk
ayında ancak 46,8 milyar dolara inebildi. Cari açıktaki düşüşün hız
keseceğinin sinyalini daha önce açıklanan dış ticaret verileri zaten
vermişti. Söz konusu verilere göre ithalatta epeydir gözlenen düşüş,
ocak ayında durmuştu. ihracatta ise belirgin bir ivmelenme yoktu. Bu
durum dış ticaret açığının 14 aydır süren düşüşten sonra yeniden
yükselmesine yol açmıştı. Dış ticaret açığındaki bu yükseliş zayıf (171
milyon dolar) olduğundan hemen cari açığa yansımasını beklemek elbette
doğru değildi. Fakat bunun cari açıktaki düşüşün hız kesmesine neden
olacağı da belliydi. Bazı öncü göstergeler ithalattaki yükselişin şubat
ayında da devam ettiğine işaret ediyor. Mesela ithalde alınan katma
değer vergisi (KDV), şubat ayında yıllık bazda yüzde 54,9 gibi çok güçlü
bir artış gösterdi. Bu durum dış ticaret açığında ocak ayında başlayan
yükselişin şubat ayında da devam ettiğini düşündürüyor. Bu da şubat
ayında cari açıkta yükseliş görebileceğimiz anlamına geliyor. İthalatın
yeniden yükselişe geçmesinin ve dolayısıyla cari açıktaki düşüşün
durmasının nedeni, iç talepte başlayan kıpırdanma gibi görünüyor. Geçen
yılın sonlarında faizlerin iyice düşmesi, kredi kullanımını yeniden
hareketlendirmiş durumda. Bunun da iç talebe ve özellikle de tüketim
harcamalarına olumlu yansıdığını öncü göstergelerden anlıyoruz. Mesela
otomobil satışları ocak ayında yüzde 22,6 ve şubat ayında yüzde 26,1
yükseldi. Şubat ayında beyaz eşya satışlarında da yüzde 9,8'lik yükseliş
vardı. Şirket kuruluşlarının 14 ay süren düşüşten sonra şubat ayında
yeniden yükselmesi, yatırım eğiliminde de bir toparlanmanın başladığı
sinyalini veriyor. Fakat iç talepteki kıpırdanmanın henüz oldukça zayıf
olduğunu belirtelim. Ayrıca önümüzdeki aylarda da öyle 2010 ve 2011 'de
gördüğümüz gibi güçlü bir iç talep artışı beklenmiyor. Bu nedenle cari
açıktaki yükseliş de bu kez ılımlı olacağa benziyor.~
SANAYİDE ÜRETİM ARTISI HALA DÜŞÜK
Geçen
yılı oldukça düşük bir tempoda geçiren sanayi üretimi, 2012 yılına da
pek iyi girmedi. Sanayi üretimi ocak ayında yıllık bazda sadece yüzde
2,1'lik artış gösterdi. Türkiye istatistik Kurumu'nun (TÜİK) takvim
etkisinden arındırdığı yani işgünü sayısına göre düzelttiği veriler de
ocak ayındaki yıllık artışı yüzde 1,9 gibi düşük bir seviye olarak
veriyor. Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılan verilerde ise önceki
aya göre yüzde 2,3'lük artış var. Ancak bu artış aralık ayındaki yüzde
3,5'lik düşüşün üzerine gelmiş durumda. Yani mevsimsel düzeltilmiş
verilerdeki aylık artışın arkasında güçlü bir "baz etkisi” bulunuyor.
Sanayi
üretimindeki yıllık artış şubat ve mart aylarında da çok yüksek olmadı
gibi. Çünkü sanayi üretiminin öncü göstergesi olan kapasite kullanım
oranı bu aylarda da geçen yılki seviyesinin altındaydı. Fakat bu aylarda
kapasite kullanım oranındaki düşüş epey hız kesmiş bulunuyordu.
Kapasite kullanımı, daha ocak ayında geçen yılki seviyesinin yüzde 3,1
altındayken bu düşüş oranı şubat ayında yüzde 1 'e ve mart ayında ise
yüzde 0,5'e indi. Bu durum söz konusu iki ayda sanayi üretimindeki
yıllık artışın yüzde 3-4 arasına çıkmış olabileceğini düşündürüyor.
İmalat sanayi kapasite kullanım oranının ocak-mart dönemindeki yani
yılın ilk çeyreğindeki ortalaması ise geçen yılki seviyesinin yüzde 1,5
altında çıktı. Geçen yılın son çeyreğinde buradaki düşüş yüzde 3'ü
bulmuştu. Bu da geçen yılın son çeyreğinde yüzde 0,9'a kadar inen sanayi
üretimindeki yıllık artışın bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 2-3 arasına
yükselmiş olabileceğini ima ediyor.
Geçen yılın son çeyreğinde
dibe vuran sanayi üretiminin bu yılın ilk çeyreğinde toparlanma
belirtileri göstermesi elbette olumlu. Ancak bu toparlanmanın oldukça
zayıf olduğunu belirtmekte fayda var. ihracattaki temponun hala
yükselmemesinin de etkisiyle geleceğe güveni henüz tam olarak yerine
gelmeyen sanayici, iç talepteki kıpırdanmaya üretime hız vermekten
ziyade stoklarını eriterek cevap veriyor gibi. Bu da sanayi üretimindeki
artışın ve dolayısıyla da ekonomideki büyümenin yeniden ivmelenmesinin
önüne geçiyor. Bu arada TÜiK'in ocak ayı verilerini yayınlarken sanayi
üretim endeksinde revizyona gittiğini belirtelim. Daha önce 2005=100 baz
yıllı olarak yayınlanan endeksin yerine artık 2010=100 bazlı endeks
yayınlanmaya başladı. Yeni endeks eskisine göre daha fazla madde
içeriyor ve de daha fazla işyerinden alınan bilgilerden oluşturuluyor.
Bu da sanayi üretimindeki gelişmeleri daha iyi yansıtabileceği anlamına
geliyor. Öte yandan yeni endekste takvim ve mevsim etkilerinden
arındırma yönteminde de değişikliğe gidilmiş durumda. Buradaki yeni
yöntem son aylarda sık sık bahsettiğimiz "bayram etkisi”ni arındırmakta
daha iyi gibi. Fakat bu etkiyi tam olarak arındırıyor gibi de
görünmüyor.~