TBMM tatile girmeden yasalaşması hedeflenen mali kural kanun tasarısının, 2011 başında uygulamaya girmesi bekleniyor.
Kurala dayalı ekonomi politikası önerileri, kaynağını, duruma göre uygulanan ekonomi politikalarının yeniden seçilmek isteyen iktidardaki politikacılar tarafından genelde istismar edilmesinden alıyor. Bu istismarın önüne geçmek için bazı iktisatçılar eskiden beri kurala dayalı politikaların uygulanmasını önerip duruyor. Merkez bankalarına bağımsızlık verilmesi ve para politikalarının uygulanmasının politikacıların elinden alınıp tamamen bu kurumların inisiyatifine bırakılması, bu konudaki tartışmaların önemli sonuçlarından biri. Maliye politikası alanında benzer bir sonuca varılamamasının nedenini ise böyle bir durumda politikacılara yapacak pek bir iş kalmaması ve bunun da demokrasiyle bağdaşmaması oluşturuyor. Fakat maliye politikasını yürütme yetkisi politikacıların elinden tamamen alınmasa da bütçe dengesine, kamu harcamalarına, gelirlere veya borçlanma ve borç stokuna sayısal sınırlamalar getirilmesi şeklindeki bazı mali kurallar eskiden beri uygulanıyor. Bu tür mali kural uygulamaları Türkiye’nin geçmişinde de var. Mesela 2000’li yıllarda uygulanan IMF programlarındaki Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYİH) en az yüzde 6,5’i kadar faiz dışı fazla verilmesi hedefi, bu tür mali kurallardan biri sayılabilir. Aynı dönemde çıkarılan bir yasa ile Hazine’ye ancak bütçe açığı kadar borçlanmabilme yetkisi verilmişti ki bu da bir mali kural niteliğindeydi. Fakat geçen yıl bütçe açığı “hayali bütçe”deki sınırların çok ötesine taşınca bu sınır yasaya eklenen geçici bir madde ile 2009 yılına mahsus olmak üzere de olsa bütçe açığının 5 katına kadar çıkarılmıştı. Doğrusu bu da yeni bir mali kural tasarlamakta olan hükümetin kredibilitesi açısından pek iyi olmamıştı. ~
Bu girişten sonra hükümetin yasalaştırmaya çalıştığı mali kurala gelelim. Mali kuralın kısaca, herhangi bir yılın bütçe açığının, önceki yılki bütçe açığının uzun vadeli hedeften ne ölçüde saptığına ve de ekonomideki konjonktüre göre belirlenmesini içerdiğini söyleyebiliriz. Genel yönetim bütçesi üzerinden tasarlanan mali kural, şu formülle ifade ediliyor: ?a = (-0,33 x (a(t-1) - 1) + (-0,33 x (b-5)) Burada ?a bütçe açığının GSYİH’ye oranında yapılacak uyarlamayı, a(t-1) önceki yılki bütçe açığı/GSYİH oranını, b ise cari yıldaki GSYİH büyüme oranını ifade ediyor. Formüldeki 1 rakamı uzun vadede hedeflenen bütçe açığı/GSYİH oranını, 5 rakamı ise uzun vadede öngörülen GSYİH büyüme oranını gösteriyor. Formülün ilk kısmındaki -0,33 katsayısı, önceki yıl bütçe açığı/GSYİH oranında uzun vadeli hedeften bir sapma yaşanmışsa bunun üçte birlik kısmının cari yılda telafi edileceği anlamına geliyor. Formülün ikinci kısmındaki -0,33 katsayısı ise cari yıldaki büyümenin uzun vadeli hedeften sapması halinde her 1 puanlık sapma için bütçe açığında üçte birlik bir değişime izin verileceğini ifade ediyor. Formülün ilk kısmında hesaplanan etkiye “açık etkisi”, ikinci kısmında hesaplanan etkiye ise “konjonktürel etki” adı veriliyor. Bu iki etkinin toplanmasıyla o yıl bütçe açığında ne kadarlık bir uyarlama yapılması gerektiği hesaplanıyor. Bu hesap sonucu bulunan rakam ile önceki yılın bütçe açığı/GSYİH oranı toplandığında ise cari yılda olması gereken bütçe açığı/GSYİH oranına ulaşılıyor.
Yüzde 5’lik büyüme oranı, aşağı yukarı Türkiye’nin cumhuriyet dönemi boyunca ortaya çıkan yıllık ortalama büyüme oranı. Ekonomi yönetiminin mali kuralı tasarlarken bunu Türkiye’nin potansiyel büyüme oranı olarak kabul ettiği anlaşılıyor. Bu potansiyel büyüme oranına uygun bütçe açığının ise GSYİH’nin yüzde 1’i olarak benimsendiği görülüyor. Mali kural formülü, esas olarak ekonomideki büyüme, potansiyel büyüme oranını aştığında bütçe açığının düşük tutulacağını ve hatta bütçe fazlası verilebileceğini, ekonomideki büyüme potansiyel büyüme oranının altında kaldığında ise büyümeyi desteklemek için daha fazla bütçe açığına izin verileceğini ifade ediyor. Herhangi bir yıldaki bütçe açığının bu nedenle GSYİH’nin yüzde 1’inden farklı çıkması halinde ise formülün ilk kısmı da devreye giriyor ve takip eden yıllarda bütçe açığında bu sapmanın üçte birlik kısmı kadar uyarlama yapılıyor. Mali kural formülünün somut olarak nasıl çalıştığını anlatmak için bazı hesaplar yaptık. 2010 yılındaki bütçe açığı/GSYİH oranını yüzde 4 olarak kabul ettiğimiz bu hesapların sonuçlarını Konjonktür’ün ikinci sayfasındaki tabloda görebilirsiniz. Bu hesapların gösterdiği gibi 2008-09 resesyonu nedeniyle bütçe açığında yaşanan yükselişin ne kadar sürede telafi edileceği ekonomideki büyümenin hızına göre değişiyor. Ekonomi potansiyel büyüme oranı civarında büyüdüğü takdirde bu sapma tam olarak 2021’de telafi edilebiliyor. Ekonomi potansiyel büyüme oranının 1 puan daha üzerinde büyüdüğünde bu sapma 3 yılda telafi edilirken, uzun vadede denk bütçeye ulaşılıyor. Büyüme daha da hızlandığında ise sapmanın telafisi biraz daha öne çekiliyor ve uzun vadede bütçe fazlası ortaya çıkıyor. Ekonominin potansiyel büyüme oranının altında büyümesi halinde ise sapmanın telafisi mümkün olmuyor ve uzun vadede hedeflenenden daha yüksek bir bütçe açığıyla başbaşa kalınıyor. ~
Mali kuralı sadece formül üzerinden değerlendirirsek, hem belirlenen uzun vadeli büyüme ve bütçe açığı hedeflerinin hem de uyarlama katsayılarının bize makul geldiğini söyleyebiliriz. Mali kuralın devreye sokulması konusundaki zamanlamayı da uygun buluyoruz. 2008-09 küresel resesyonu sonrasında özellikle gelişmiş ülkeler dev bütçe açıkları ve kamu borçlarıyla başbaşa kaldı. Bu durum öyle kısa sürede düzelecek gibi de görünmüyor. Bu nedenle önümüzdeki yıllarda kamu maliyesine ilişkin göstergeler uluslararası yatırım akımlarının yön bulmasında önemli rol oynayacağa benziyor. 2001 krizi sonrasında uygulanan istikrar programları ve yapılan yapısal reformlar sayesinde kamu maliyesini epeyce toparlayan Türkiye, geçen yıl bütçe açığında önemli bir artış yaşanmasına rağmen yine de şu anda bu ülkelerden çok daha iyi durumda. Türkiye, mali kural uygulamasıyla önümüzdeki yıllarda da bu durumunu koruyabileceği güvencesini verebilirse, ekonomide hızlı büyüme için muhtaç olduğu dış kaynakları zorlanmadan ülkeye çekme ihtimali bulunuyor. Fakat mali kuralın sadece formülden ibaret olmadığını ve önemli olanın yasa çıkarmak değil uygulama olduğunu düşünüyoruz. En azından 2-3 yıl boyunca düzgün bir şekilde uygulanmadan mali kuralın güven yaratması zor görünüyor. Ayrıca uygulamada gözetim ve denetimin nasıl yapılacağı konusunda da boşluklar var. Bunun için yeni bir bağımsız kurum kurulması yerine denetimin Sayıştay’a bırakılması iktisatçıları pek tatmin etmişe benzemiyor. Bütçe açığının hedeften sapması halinde nasıl bir yaptırım uygulanacağının belli olmaması da mali kuralın eksiklerinden birini oluşturuyor. Bize göre uygulama açısından önemli bir sorun da bütçe açığında bir sapma ihtimali ortaya çıktığında bunun önüne nasıl geçileceği. Son yıllarda bu konudaki rutin uygulama hemen vergilere zam yapmak şeklinde oldu. Fakat bu uygulama enflasyonun istenen düzeye bir türlü indirilememesi gibi olumsuz bir sonuç verdi. Mali kural uygulaması sırasında da bütçe açığındaki olası sapmalar böyle önlenmeye çalışılırsa son tahlilde ekonomideki büyümeye zarar verilmesi sonucuyla karşılaşılabilir. Bu nedenle bütçe açıklarında olası sapmaların önlenmesi için harcamalarda tasarruf sağlayacak reformlara girişilmesi gerekiyor. ~
2008-09 küresel resesyonu sırasında gelişmiş ülkelerin maliye politikasına aşırı yüklenmesi, bu ülkeleri dev bütçe açıkları ve kamu borçlarıyla başbaşa bıraktı. Öyle ki geçen yıl Türkiye’de de bütçe açığı büyük bir artış göstermesine rağmen mali durumumuz bu ülkelerden çok daha iyi duruma geldi. Üstelik IMF’nin tahminlerine bakılırsa önümüzdeki yıllarda da bu durum böyle devam edecek. Türkiye’deki bütçe açığının milli gelire oranı resesyon öncesinde yani 2007 yılında yüzde 1,7 iken geçen yıl yüzde 5,6’ya çıktı. Aynı dönemde pek çok gelişmekte olan ülkede bütçe açıkları çok daha fazla sıçrama gösterdi. Mesela şu sıralarda iflas tehlikesiyle boğuşan Yunanistan’da 2007’de GSYİH’nin yüzde 3,7’si kadar olan bütçe açığı geçen yıl yüzde 13,6’ya tırmandı. Yunanistan’daki krizin sıçramasından korkulan ülkeler arasında yer alan İspanya ve İrlanda’da 2007’de bütçe fazlası varken şimdi GSYİH’ye oranı çift haneyi bulan bütçe açıkları olduğu dikkati çekiyor. ABD ve İngiltere de 2009’da GSYİH’ye oranla çift haneli bütçe açığı veren ülkeler arasında. Gelişmiş ülkelerin bütçe açıklarındaki bu tırmanış, kamu borçlarına da aynen yansımış durumda. Türkiye’nin kamu borçlarının GSYİH’ye oranı resesyon sırasında yüzde 39,4’ten yüzde 45,5’e çıkarken Yunanistan’da yüzde 95,5’ten yüzde 115,1’e tırmandı. İrlanda’nın kamu borçlarının milli gelire oranının yüzde 24,9’dan yüzde 64,5’e tırmanması da dikkat çekiyor. Diğer gelişmiş ülkelerde de benzer gelişmeler var. IMF’nin tahminlerine bakılırsa gelişmiş ülkelerdeki bu bozuk mali durum öyle kolayca düzelmeyecek. 2015 yılına kadar bütçe açıklarında biraz toparlanma bekleniyor ama kamu borçlarında düşüş öngörülmüyor. Tam tersine Yunanistan’da kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 140’ın üzerine kadar çıkacak gibi görünüyor. Aynı dönemde Türkiye’nin ise bütçe açığını makul seviyelere çekeceği ve kamu borç yükünü de az da olsa düşüreceği öngörüsü yapılıyor. Bu da önümüzdeki dönemde de kamu maliyesindeki durumumuzun gelişmiş ülkelerden çok daha iyi olacağı anlamına geliyor.
Yılın ilk iki ayında yıllık bazda çift haneli artış gösteren sanayi üretimi mart ayında da aynı performansını korudu. Böylece ilk çeyrek dönemdeki artış da çift haneli olarak gerçekleşmiş oldu. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre ilk çeyrekte sanayi üretiminde yaşanan artış yüzde 17,2’yi buldu. Sanayi üretiminde ilk çeyrekte yaşanan bu çift haneli artışın büyük bölümü “baz etkisi”nden kaynaklanıyor. Hatırlanacağı gibi geçen yılın ilk çeyreği 2008-09 resesyonunun en derin dönemiydi. Resesyonun getirdiği panikle sanayicilerin stok eritme çabasına girmesi, üretimi talepteki düşüşün gerektirdiğinin de altına çekmiş ve normal seviyesinin çok altına indirmişti. Bu nedenle o zaman da sanayi üretiminde yüzde 22 gibi olağanüstü bir düşüş söz konusu olmuştu. Şimdi ise ekonomi resesyondan çıkmış durumda ve üretim normal seviyesine doğru yaklaşıyor. Bu da sanayi üretiminde böyle yüksek oranlı artışlara yol açıyor. Sanayi üretiminin ilk çeyrekte çift haneli artış göstermesi, aynı dönemde ekonominin genelinde de çift haneli bir büyüme yaşandığını düşündürüyor. Sadece sanayi üretiminde değil, başta dış ticarete ait olanlar olmak üzere, başka göstergelerde de bizi bu düşünceye götüren gelişmeler var. ~Bu göstergelere dayanarak ilk çeyrekte ekonomide yüzde 12 dolayında bir büyüme yaşandığını tahmin ediyoruz. Bunun böyle olup olmadığını 30 Haziran’da bu döneme ilişkin milli gelir verilerinin yayınlanmasıyla göreceğiz. İkinci çeyrekte baz etkisi ilk çeyrekteki kadar güçlü olmayacağından sanayi üretimindeki artış nisan ayından itibaren hız kesmeye başlamış olabilir. Ancak bu hız kesmeye rağmen sanayi üretimi yine de yüksek oranlı artışlar göstermeyi sürdürecek. Geçen yazdan beri yüzde 68 civarına oturmuş olan kapasite kullanım oranı nisan ayında yüzde 72,2’ye sıçradı ve bu sanayinin bahar aylarına yeni bir ivmelenme ile girdiğini düşündürüyor. Bu nedenle hem sanayide hem de ekonominin genelinde, çift haneli olmasa bile ikinci çeyrekte de yüksek oranlı bir büyüme göreceğimizi tahmin ediyoruz. Bu arada sanayide mevsimsel düzeltilmiş verilerin de iyi haber verdiğini söyleyelim. Mevsimsel düzeltilmiş sanayi üretimi mart ayında önceki aya göre yüzde 0,9 artış gösterdi. Mevsimsel düzeltilmiş sanayi üretiminde ilk çeyrekte yaşanan üretim artışı da yüzde 2,5 oldu. Bu oran düşük gibi görünebilir ama yıllıklandırılmışı yüzde 10,5’e geliyor. Bu da ilk çeyrekte mevsimsel düzeltilmiş olarak da ekonominin iyi bir performans gösterdiği sinyalini veriyor.
Merkez Bankası, 29 Nisan’da yayınladığı 2010 yılının ikinci Enflasyon Raporu’nda bu yılın enflasyon tahminine ciddi bir zam yaptı. Önceki raporda yüzde 6,9 (yüzde 5,5-8,3 aralığının orta noktası) olan 2010 yıl sonu enflasyon tahminini son raporda yüzde 8,4’e (yüzde 7,2-9,6 aralığının orta noktası) çıkardı. Buradaki artış 1,5 puanı buluyor. Merkez Bankası, önceki Enflasyon Raporu’nda da 2010 yıl sonu enflasyon tahminine 1,5 puanlık zam yapmıştı. Böylece son 6 ayda enflasyon tahmini 3 puan yukarıya gitmiş bulunuyor. Merkez Bankası, enflasyon tahminini böyle yükseltmeye enflasyonun pek de öngördüğü şekilde bir seyir izlememesi nedeniyle mecbur kaldı. Bu yılın ilk aylarında enflasyonun baz etkisi (resesyon nedeniyle geçen yılın aynı aylarında enflasyonun normal seviyesinin altında çıkması) nedeniyle yükseleceği aylar öncesinden belliydi ve Merkez Bankası kamuoyunu buna hazırlamaya çalışmıştı. Ancak ekonominin beklenenden daha hızlı büyümesi, gıda ve petrol fiyatlarının öngörülenden daha fazla yükselmesi ve hükümetin de bütçe açığını azaltmak için vergilere beklenenden daha fazla yüklenmesi gibi nedenler, enflasyonu Merkez Bankası’nın tahminlerinin de ötesine taşıdı. ~Sonuçta da enflasyon Merkez Bankası’nın tahminlerine uyum göstermeyince, Merkez Bankası tahminlerini enflasyona uydurmak zorunda kaldı. 2010 yıl sonu enflasyon tahminine böyle yüksek bir zam yapmak zorunda kalan Merkez Bankası, önümüzdeki iki yılın enflasyon tahminleriyle fazla oynamadı. 2011’in enflasyon tahmini 0,2 puan, 2012’nin enflasyon tahmini ise sadece 0,1 puan yükseltildi. Bu iki yılın yeni enflasyon tahminleri de hedeflerle uyumlu kalmayı sürdürdü. Ancak bu yıl enflasyonda yaşanan başarısızlık nedeniyle önümüzdeki iki yılın enflasyon tahminlerine pek itibar edilmediğini belirtelim. Halen ekonomik kamuoyundaki 12 ay sonrasına ilişkin enflasyon beklentisi yüzde 7,5 ve 24 ay sonrasına ilişkin enflasyon beklentisi de yüzde 7 seviyesinde. Bunların ikisi de Merkez Bankası’nın tahminleriyle uyumlu bulunmuyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?