“Para Yok” Sendromu

Değerlendirme sadece bir kişiye,bir kesime ait değil. İşadamından esnafa, ev kadınından öğrenciye, neredeyse herkes aynı kanıda. Tahsilatlar yapılamıyor, şirketler arasındaki ödeme dengesi iptal ed...

1.04.2001 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Değerlendirme sadece bir kişiye,bir kesime ait değil. İşadamından esnafa, ev kadınından öğrenciye, neredeyse herkes aynı kanıda. Tahsilatlar yapılamıyor, şirketler arasındaki ödeme dengesi iptal edilmiş gibi… İşin arkasında ise “para yok” sendromu var. Bazı uzmanlar katılmasa da, piyasada TL yokluğu olduğu sıkça vurgulanıyor, “kişi başına emisyon” gibi oranlarla da bu açıkça ortaya konuluyor. Örneğin son 20 yıldaki gelişmeye rağmen, bu oranın gerilediğine dikkat çekiliyor. Bu görüşe katılmayan ekonomistler ise sorunun başka yerde olduğuna inanıyor.

Piyasadaki sıkışıklık nedeniyle tahsilat sorunu yaşayan bir işadamı, geçtiğimiz ay içinde bir TV kanalında yayınlanan açık oturuma telefonla katıldı ve ekrandaki ekonomistlere şu soruyu sordu: “On gündür tahsilat yapamıyoruz. Hiç kimsede para yok. Hatta bankaya gittiğimizde 6 milyar liranın yarını bir gün sonra vermeyi öneriyorlar. Siz bilirsiniz, neden piyasada para yok?”

İşadamı, tamamen deneyimleri ve piyasadaki gözlemlerine dayanarak bu anlamlı soruyu yöneltmişti. Ancak, aynı dönemde benzer soru işareti çok sayıda vatandaşın kafasında vardı. Çünkü, gerçek Capital’in geçtiğimiz sayılarında yayınladığı “Tahsilat sendromu”, son dönemde “kabusa” dönüşmüş, piyasadaki sıkışıklık had safhaya ulaşmıştı.

Aynı günlerde Hürriyet Gazetesi yazarı ekonomist Ercan Kumcu’nun “Türk Lirası’nın sefaletinin resmidir” yazısı yayınlandı. Kumcu, yazısında, vatandaşın cebinde para olmadığını rakamlarla veriyor ve “Bu resim değiştiğinde istikrar programının başarısından söz edebileceğiz” diyordu. İşin özünü, Türkiye gelişiyor, kişi başına milli geliri artıyor, ancak piyasadaki para miktarı aynı gelişmeye eşlik etmiyordu.

“Cepte para tutulmuyor”

Ercan Kumcu görüşlerini bir hesaba da dayandırıyor ve şu saptamayı yapıyor: “1980 yılından bu yana dolar bazında kişi başına gelirimiz iki katına çıktığı halde, cebimizdeki banknotların miktarı 70 dolardan, 2001 yılının ocak ayı itibariyle 67 dolara düşmüş. Yani, haklı olarak, giderek cebimizde daha az Türk parası taşıyoruz.”

Kumcu, bu tabloyu oluşturan etkenleri de TL’nin gücüne bağlıyor. Kumcu, “Kazara elbisemizin cebinde 10 milyon liralık banknotu unutsak, bir ay sonra o banknotu bulduğumuzda, bir ay öncesine göre yüzde 2-3 daha az mal ve hizmet satın alabiliyoruz. Durum böyle olunca, cebimizde daha az para taşımaya gayret ediyoruz”diyor. Kumcu’ya göre, “giderek sefilleşen parayı” artık kimse tutmak istemiyor, bu da piyasada paranın bulunmamasına neden oluyor.

Gerçekten para yok mu?

Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) verileri kullanarak, Türk vatandaşının cebindeki parayı hesapladık. Bu hesaptan çıkan tablo, aslında durumu açıkça ortaya koyuyor. Gerçekten de, son 20 yılda ekonominin büyüklüğünde yaşanan gelişmenin, para miktarına aynı ölçüde yansımadığı dikkati çekiyor. DPT’nin verilerine göre, 1981 yılında Türkiye’de kişi başına GSMH 1598 dolar düzeyindeydi. O tarihteki kişi başına emisyon miktarı da dolar bazında 77.1 dolar idi. Son hesaplar ise tabloyu daha iyi ortaya koyuyor.

2001 yılının henüz başında olduğumuz ve fiyatlar olaşmadığından, son analizi 2000 yılı sonu itibariyle gerçekleştirmek daha anlamlı... Buna göre, 2000 yılı sonu itibariyle Türkiye’de kişi başına milli gelir 3 bin 60 dolar, kişi başına emisyon miktarı ise 92 dolar düzeyinde. Yıl sonu kurunu esas aldığımızda, bu 650 milyon TL düzeyinde bir rakamı ifade ediyor.

Tam rakamlar oluşmasa da, bir fikir vermesi açısından yaptığımız hesap, 2001 yılının Şubat sonu itibariyle kişi başına emisyonun 68 dolar düzeyine gerilediğini ortaya koyuyor. Her iki hesap açısından da kişi başına vatandaşın cebinde 650 milyon TL düzeyinde para olduğu görülüyor. Oysa ekonominin canlı olduğu 1992 ve 1993 yıllarında kişi başına emisyon miktarı 100 TL’ye yaklaşmıştı.

Karşılaştırma yapmak açısından ABD rakamlarını incelemekte yarar var. 2000 yılında ABD’de kişi başına düşen emisyon 2 bin dolar düzeyindeydi. Kumcu burada şu yorumu yapıyor: “Amerikan ekonomisi kişi başına gelirde bizden 7 kat daha büyük. Yani, Amerikan standartlarında, en az bizde de kişi başına emisyon 300 dolar kadar olmalıydı”.

Vadeli çek sendromu

Abank’ın ekonomisti Saruhan Doğan, TL azlığının ciddi bir sıkıntı yarattığı görüşüne katılıyor. Doğan, "Emisyon, reel olarak düşmüş durumda. Ama diğer yandan son 10 yıllık dönemde, çek-senet hacmi çok arttı. Onlar da bir para arzı. TL azlığının ciddi bir sıkıntı yarattığı kesin. Bu konuda Ercan Kumcu haklı. Çünkü, daha önce vadeli çek, nakit para gibi işlev görüyordu. Ama şimdi işlemiyor ve sıkıntı yaratıyor” diyor. Doğan, bu konudaki değerlendirmelerini şöyle sıralıyor:

*Kişi başına emisyon miktarı diye hesap yapmak bence doğru değil. Çünkü, son 10 yıllık dönemde kredi kartı harcamaları, otomatik ödemeler, çok hızlı bir şekilde artıyor ve yaşantımızın bir parçası haline geldi. Nakit para kullanımını azalttı, bu enstrümanlar. Bunları da para arzı olarak kabul etmek gerekiyor ve bu enstrümanlar emisyona olan ihtiyacı azalttı.

*Merkez Bankası, vadeli çek olayına izin verdi ve enflasyon yarattı. Bu aynı zamanda ekonomiye işlerlik kazandırdı, vadeli çek ile birlikte hızlı büyüme oldu. Belki vadeli çeke izin verilmese son 10 yılda bu kadar hızlı büyüme olmayacaktı. Ama şimdi, vadeli çek ile dönen ticaret durdu.

*Parasızlık nasıl giderilecek? Bence herkesin gözü, kamu finansman ihtiyacının nasıl karşılanacağında. Son 10 yılda TL para arzı güdük kaldı ve vadeli çekler açığı kapatıyordu. Para basılarak aradaki açık kapatılacak ama bence var olan dolarizasyon boyutunun daha da büyümesi için kapı açılacak...

“Finansal gelişme sağlanamadı”

Uluslararası Finans Enstitüsü’nün (IIF) eski ekonomisti Murat Üçer, yaşanan tabloyu, finansal gelişme ve TL’nin zayıflığına bağlıyor. Üçer’e göre, finansal sistem geliştikçe, emisyonun kişi başına miktarının düşmesi doğaldır. Bu durumda yaşanan “para sıkışıklığı” değil, finansal gelişme olarak nitelendirilmeli… Üçer, değerlendirmesini şu başlıklar altında yapıyor:

*Para dediğimizde, döviz ve TL cinsi vadesiz mevduat, vadeli mevduat, repo ve likit sayılabilecek diğer varlıkları da saymak lazım. Türkiye’de para olabildiğince vardır. Olabildiğinden kastımız da şu: Lira zayıf bir paradır, güven yoktur.

*Açık döviz kuru sistemlerinde lira gibi zayıf paraları basarken çok dikkat etmek gerekir. Fazla para basılması enflasyonist olmasının yanında, dövize kaçışı da yaratır. Merkez Bankası bunu bildiği için, özellikle son 3-4 yıldır para basmayı mümkün olduğu kadar talep ile ilişkilendirmeye ve parayı genelde rezerv biriktiği zamanlar, yani döviz karşılığı basmaya çalışmıştır.

*Lira zayıf bir para olduğundan, finansal derinleşme dediğimiz hadise gelişmedi. Finansal gelişme genelde paranın (mesela Türkiye’de M2Y) milli gelire oranı ile ölçülür. Bu rasyo Türkiye’de yüksek değildir. Ancak, Merkez Bankası’nın talep olmadan bu rasyoyu yükseltme lüksü yoktur. Çünkü, bu tip suni önlemler enflasyona ve sermaye kaçısına neden olabilir. Amaç, Türkiye’nin bir an önce istikrarlı bir paraya kavuşması olmalıdır. Kişi başına para değil, kişi başına gelir artırılmalıdır.

“HERKESİN PARASI REPODA SIKIŞIKLIĞIN KAYNAĞI ORADA”

Türkiye Ekonomi Bankası’nın (TEB) baş ekonomisti Selim Somçağ, piyasadaki para sıkıntısı konusunda şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Bankacılık sektörü geliştikçe, çek, kredi kartı, ATM kartı, hatta şimdi internet şubeleri daha çok kullanılıyor. Bununla birlikte nakit kullanımı da azalıyor. Eskiden biz maaşlarımızı zarfların içerisinde alır, ay boyuncu cebimizde taşırdık. Şimdi ise harcamaların önemli bir bölümünü kredi kartıyla yapıyoruz. Anadolu'nun en ücra köşelerinde bile ATM kartları yaygın bir şekilde kullanılıyor. Ayrıca, bu dönemde nakitle faiz sağlama fırsatı vardı ve bu da kullanıldı.

Merkez Bankası, toplam ödemelerin ne kadarının nakit, ne kadarının kaydi olduğunu çıkartabilir. Bu gelişmelerin emisyon miktarıyla ters bir ilişkisi vardır. Rakamlara bakarsak bunu görebiliriz. 21 Mart itibariyle emisyon miktarı 3.7 katrilyon lira. Geniş anlamda para arzına bakarsak 68 katrilyon lira. Bunun içerisinde tedavüldeki banknotlar, vadeli ve vadesiz mevduat, DTH'lar var. Oranlarsak, emisyon geniş anlamda para arzının yüzde 5.5'unu oluşturuyor. Reponun hacmi ise 6 katrilyon lira. Herkesin parası repoda ve gecelik olarak dönüyor. Bütün bunları göz önünde tutmak gerekiyor.

Bence, bu ortamda fiziksel olarak TL sıkıntısı yok. Ödeme yapılmadığı, insanlar paraların üzerine oturduğu için TL sıkıntısı oluyor. Emisyonu artırmakla da bu sorun çözülmez. Çünkü, TL az diye verilirse, bu kez enflasyonist etki yaratılır ve bu para da dövize kayabilir.

Piyasadaki kilitlenmeyi açmak, piyasaya TL vermekle olmaz. Öncelikle, bankacılık sistemindeki sorunları çözmek, iç ve dış line'ların açılmasını sağlamakla mümkün olabilir. Böylece, elinde fazladan döviz tutan bankalar, bunları TL'ye çevirebilir...”
 
“VADELİ ÇEK YAZANLAR MERKEZ BANKASI GİBİ ÇALIŞIYOR”

Bayındır Menkul Değerler Araştırma Yönetmeni Mehmet Gerz, piyasadaki para miktarı konusunda değerlendirme yaparken, ilginç bir hesaplamaya dikkat çekiyor:

PARA TABANINA DİKKAT: Türkiye’nin Para Tabanı (Dolaşımdaki para + bankaların Merkez Bankası’nda tuttukları serbest ve munzam paralar) ortalama 7.5 milyar dolar civarında. Bu para tabanının azalması, geniş anlamda para stokunu, ‘para çarpanı’ oranında azaltıyor. Bu çarpan şu anda 3 civarında. Yani para tabanında 1 milyar dolar artış veya azalış olursa, toplam para stokunda bunun 3 katı değişim yaşanıyor.

DEVALÜASYON ETKİSİ: 16 Şubat ve 16 Mart 2001 arasındaki 1 aylık sürede Merkez Bankası döviz rezervi kaybettiğinden, para tabanı hızla daralmaya başladı. Yani elinde Türk Lirası tutanların bir kısmı bunu götürüp TCMB'ye sattı ve karşılığında dolar aldı. Net dış varlıklar toplam 5 milyar dolar azaldı, ki bu da para tabanın aynı miktarda daralmasına neden oldu. Yani para tabanının üçte ikisi dövize gelen taleple yok oldu. Bunun toplam para stokuna etkisinin 3 kat olarak yansıdığını düşünürsek (15 milyar dolar), piyasadaki para miktarının neden bu derece şiddetli azaldığını anlamamıza yardımcı olabilir.

MERKEZ BANKASI’NIN TEPKİSİ: Bu durum karşısında TCMB devalüasyon sonrası Net İç Varlıkları (NİV) 5 milyar dolar artırdı ve parasal tabanı eski düzeyine çıkardı. NİV’in artırılması karşılıksız para yaratma anlamına geliyor, ki bu da enflasyonu azdırır. TCMB para yaratırken bankalara Açık Piyasa İşlemleri (APİ) yolu ile borç veriyor. Yani bu parayı istediği zaman geri çekebilir. Bu da karşılıksız paranın geçici yaratıldığı anlamına geliyor. Fakat Türkiye'de işler düzelmediği için bu geçici para sürekli
"roll-over" ediliyor.

VADELİ ÇEK’LE GELEN PARA: Ancak, reel ekonomide hala paranın dönmediği ve bu analitik analizin durumu tam açıklamadığı bir gerçek. Bunun nedeni Türkiye ticaretinde yazılan vadeli çeklerin de para stokunun bir parçası olması. Yani ticaret piyasasında vadeli çek yazan herkes bir merkez bankası konumunda. Çeklerin karşılıksız çıkması korkusuyla vadeli çek yazılması azaldığında da para stokunda azalma oluyor. 

Yani TCMB enflasyon yaratma pahasına bankalara borç para vererek ekonomide para stoğunu arttırmaya çalışabilir. Ancak, TCMB kontrolü dışında bir para arzı yaratan vadeli çeklerdeki azalma konusunda yapabileceği bir şey yok.


 

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz