İstanbul'un tarih hazineleri

Bir tarihçi gözüyle İstanbul’a gelen yabancı turistlerin mutlaka görmesi gereken tarihi mekanlar...

1.10.2009 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
İstanbul'un tarih hazineleri
AYASOFYA
Bizans ve Osmanlı döneminin izlerini taşıyan muhteşem mimarisiyle Ayasofya, yaklaşık 1.500 yaşında ve zamanımıza kadar gelebilmiş ender eserlerden biri. Orijinal adı Hagia Sofia olan Türklerin “Ayasofya” dedikleri yapı, İmparator Justinyen tarafından eski bir bazilika kalıntısı üzerine inşa edildi. 532’de yapılmaya başlanan yapı 5 yılda tamamlanarak, 537’de törenlerle açıldı. Dikdörtgen bir mekan olmasına rağmen dev ölçüde bir kubbesi bulunan Ayasofya’nın dış görünüşü zarif değildir. Ancak içi saray gibi görkemlidir. Duvarlar ve tavanlar mermer ve mozaiklerle kaplı, rengarenk bir görünüştedir.
Avlunun içerisindeki müze girişi, asırlar sonra yeniden kullanılmaya başlanan, batı yönündeki orijinal kapıdır. Ortadaki imparatorluk kapısının üzerinde bulunan mozaikte, taht üzerinde oturan pantokrator İsa’dan bir imparator şefaat istemektedir. Yanlardaki madalyonlarda Meryem Ana ve Baş Melek Gabriel’in portreleri vardır.  
1453’te Türklerin İstanbul’u fethetmesiyle camiye çevrilen Ayasofya’da, duvarlara asılı deri üzerine yapılmış 7,5 m. çapındaki büyük yuvarlak tablolar dikkat çekicidir. 19’uncu yüzyılın ortalarında dönemin büyük ustaları tarafından yazılan bu kaligrafilerde Allah, Hz. Muhammed, 4 Halife ve Hasan-Hüseyin isimleri yazılıdır.
Zeminde yer alan, renkli mermer parçalarından yapılmış kare kısım, Bizans imparatorlarının taç giydiği mahaldir. Binanın kuzey köşesinde “terleyen sütun” bulunur. Hıristiyanların “Aziz Gregorian Sütunu” şeklinde adlandırdıkları sütun, Ayasofya’nın en gözde ziyaret köşelerinden biridir. Parmak sokulabilen bir dilek deliği olan sütunda, ziyaretçiler, deliğe başparmaklarını sokup ellerini saat yönünde çevirerek dilekte bulunur.
İç koridorda görülen büyük bir mozaik panoda ise ortada Meryem Ana ve çocuk İsa, yanlarında ise şehir maketini sunan Büyük Konstantin ile Ayasofya maketini sunan Justinyen görünür. Geçtiğimiz günlerde yeni bir keşifle ortaya çıkarılan, kubbeyi taşıyan kuzeydoğu pandantifindeki 6 kanatlı melek tasvirinin yüzü de mutlaka görülmeli.

SULTAN AHMET CAMİİ
Türk ve İslam dünyasının en ünlü anıtlarından birisi olan Sultan Ahmet Camii, İstanbul’a gelen herkes tarafından ziyaret edilmesi gereken bir yerdir. Klasik Türk sanatının bir örneği olan bu cami, orijinal olarak 6 minareyle inşa edilen tek camidir. Bulunduğu yer, tarihi İstanbul’un daha erken yapılmış diğer önemli eserleriyle çevrilidir. İstanbul’un en güzel manzarası denizden görülür. Bu şahane manzarada, Sultan Ahmet Camii’nin silueti de yer alır. “Blue Mosque” olarak da bilinen cami, 1609-1616 arasında inşa edildi. Caminin mimarı Mehmet Ağa, Mimar Sinan’ın öğrencisiydi.
Sultan Ahmet Camii’nin esas girişi, Roma devrinden kalan hipodrom tarafındadır. Bir dış avlunun çevrelediği iç avlu ve esas mekan yüksek bir podyum üzerindedir. İç avluya açılan kapıdan, ortadaki sembolik şadırvan ve etrafı çevreleyen galerilerin üzerinden fevkalade bir harmoni ile birbiri üzerine yükselen kubbeler görülür.
İçeriye açılan 3 kapıdan herhangi birinden girildiğinde, dış görünüşü tamamlayan boyama, çini ve vitray camlarının zengin ve renkli süslemeleriyle karşılaşılır. Caminin içini 3 taraftan çevreleyen balkonların duvarları, sayıları 20 bini aşan İznik çinileriyle süslüdür. Yerler halılarla kaplıdır. Ana giriş karşısında yer alan mihrabın yanında şahane oyma işçiliği olan mermer minber yer alır.
Diğer tarafta ise Sultanların locası balkon şeklinde görülür. 260 pencerenin aydınlattığı iç mekanı örten kubbe, 23,5 metre. çapında ve 43 metre yüksekliğindedir. ~

KAPALIÇARŞI
Nuruosmaniye, Mercan ve Beyazıt arasında yer alan Kapalıçarşı, 64 cadde ve sokağı, iki bedesteni, 16 hanı, 22 kapısı ve yaklaşık 3 bin 600 dükkanıyla dünyanın en eski ve en büyük alışveriş merkezidir. 45 bin metrekare kapalı alana sahip olan Kapalıçarşı’yı her gün ortalama 400 bin kişi ziyaret eder.   
Fatih Sultan Mehmet’in Kapalıçarşı’nın inşaatına başladığı yıl olan 1461, Kapalıçarşı’nın kuruluş yılı olarak kabul görür. Dünyanın en eski bankalarından biri olan Kapalıçarşı, bugün hala kentin önemli ticaret merkezlerinden biri konumunda.
Kapalıçarşı’nın cadde ve sokakları, o zaman aynı işi yapan insanların toplandığı yerler olduğu için hala kalpakçılar, kuyumcular, aynacılar, fesçiler, yağlıkçılar gibi iş kollarına göre isimler taşır. Fatih’in eski sarayın yanına yaptırdığı bedesten, sonraları eski bedesten, iç bedesten, yahut Cevahir Bedesteni diye anılmaya başlandı.
Bunun ilerisine yapılan yeni bedestene ise o zamanlar bir yolu pamuk, bir yolu ipekle dokunan ve sandal denilen bir nevi kumaş satışından dolayı Sandal Bedesteni ismi verilmişti. Bugün başta kuyumcular olmak üzere antikacılar, mücevherat, halı, deri ve her türlü geleneksel kıyafet satan esnafa ev sahipliği yapan Kapalıçarşı, evlenecek gençlerin de nişan-düğün ihtiyaçlarını almak için ilk uğradıkları adreslerden biridir.  

TOPKAPI SARAYI
Fatih Sultan Mehmed tarafından 1478’de yaptırılan Topkapı Sarayı, yaklaşık 380 yıl devletin idare merkezi oldu. Saray halkının Dolmabahçe, Yıldız ve diğer saraylarda yaşamaya başlamasıyla birlikte boşaltıldı. Ama padişahlar tarafından terk edildikten sonra da önemini hiçbir zaman kaybetmedi. Ramazan ayında padişah ve ailesi tarafından ziyaret edilen Mukaddes Emanetler Dairesi’nin her yıl bakımının yapılmasına ayrı bir özen gösterildi.
Bugün Kutsal Emanetler Dairesi olarak ziyarete açık olan bu yapı, padişahların saraydaki özel ikametgahıydı. Fatih Sultan Mehmed döneminde Has Oda olarak yapılmıştı. Padişahlar bu mekanda, şehzadeleri, vezirleri kabul eder, eğlenir ve 17’nci yüzyıl ortalarına kadar burada gecelerdi. Tahta yeni çıkan padişah, cülus töreninden önce Has Oda’da tahta oturur ve ilk tebrikleri kabul ederdi.
Dört bölümden meydana gelen yapının Şadırvanlı giriş sofasında, Tövbe Kapısı, Kabe Olukları, Kabe Anahtarları gibi Kabe’ye ait emanetler, girişin sağındaki Arzhane’de Hz Muhammed’in şahsına ait olan kılıç ve yay, Dendan-ı Saadet, Sakal-ı şerif, Hilye-i Saadet ve İslamiyet’in 4 halifesine ait kılıçlar, Has Oda’da sandukası içinde  muhafaza ediliyor. Aynı zamanda burada Hırka-i Saadet ve Sancak-ı Şerif sergileniyor.
Buradaki gümüş taht IV. Murad döneminde 1639’da yaptırılmış. Girişin solundaki Destimal Odası’nda ise Hz. Musa’nın asası, Hz. Yahya’nın rölikleri gibi diğer peygamberlere ait emanetler görülebilir.
Simgesel özelliği nedeniyle sarayın en önemli kapısı Bâb-üs Saade’dir. Divan meydanı ile Enderun okulunun ve padişah dairelerinin yer aldığı III. avluya geçişi sağlayan bu kapı, Birun ile Enderun’un düğüm noktası olması ve cülus, bayram gibi törenlerde padişahın bu kapının önünde oturması nedeniyle sarayda birinci derece önemli bir yerdir.
Sarayda mutlaka görülmesi gereken yerler arasında, dünyaca ünlü Kaçıkçı Elması, Altın Beşik gibi eşyaların sergilendiği Hazine Dairesi, padişah ve ailesinden kadınların yaşadığı Harem Dairesi ile Osmanlı devletinin idare edildiği yer olan Divan-ı Hümayun önde gelir. ~

ARKEOLOJİ MÜZESİ
Ressam, arkeolog Osman Hamdi Bey’in kurucusu olduğu müze, 13 Haziran 1891’de Müze-i Hümayun ismi ile açılmıştır. İlk Türk müzesi olarak taşıdığı önemin yanı sıra dünyada müze olarak inşa edilmiş az sayıdaki müze binası arasında yer almasıyla da büyük öneme sahiptir. Çeşitli kültürlere ait 1 milyonu aşkın eseriyle dünyanın en büyük müzeleri arasındadır.
Girişin sağ tarafında Antik çağ heykelleri, sol tarafında ise Osman Hamdi Bey hatıra salonu, sonra da Sayda Krallar Nekrapolü’nden bizzat kendisinin kazıp çıkarttığı eserlerin salonları uzanır. İlk üç lahit Sayda kralı Tabnit ailesine aittir. Benzersiz bir Likya Lahdi ile Satrap Lahdi de buradadır. Sonraki bölümde M.Ö. 4 yüzyıla tarihlendirilen, dünyaca ünlü İskender lahdi ile Ağlayan Kadınlar lahdi vardır. Büyük İskender’e ait olduğu sanılan lahitin 4 tarafı, Makedonyalılar ile Persler arasındaki savaş ve av sahnelerini gösteren yüksek kabartmalarla süslenmiştir.
Yan duvarda Assos Athena mabedinin ön yüzü bire bir ölçülerde canlandırılmıştır. İstanbul Çevre Kültürleri Bölümü’nde, Bizans devri eserleri dahil değişik çağlara ait civar buluntu ve tümülüs kazılarında ortaya çıkarılmış eserler sergilenir. Müzenin koleksiyonları arasında Balkanlar’dan Afrika’ya, Anadolu ve Mezopotamya’dan Arap Yarımadası’na ve Afganistan’a kadar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yer alan bölgelerden değişik uygarlıklara ait zengin ve çok önemli eserler bulunur. Akad Kralı Naramsin’ın steli, Kades Antlaşması ve Zincirli heykeli müzenin ünik eserleri arasında yer alır. Müzede ayrıca 75 bin çivi yazılı belgenin korunduğu Tablet Arşivi bulunmaktadır.

PAMMAKARİSTOS MANASTIRI
Hz. Meryem’e adanan bir manastır olduğu için yabancı turistlerin İstanbul’da görmek isteyecekleri mekanlardan biri olan Fethiye Cami, kubbe ve duvarlarındaki eşsiz mozaikleriyle ve resimleriyle de sanatsal bir değer taşıyor.
İstanbul’un Fatih semtinde, Haliç’e bakan bir yamaçta bulunan Fethiye Cami, Bizans döneminde yaptırılan Pammakaristos Manastırı’nın kilisesidir. İstanbul’un fethinden sonra patrikhane olarak kullanılmış, 1590’da İran savaşlarında Gürcistan ve Azerbaycan’ın fethedilmesiyle fethin hatırası olarak camiye dönüştürülmüştür.
Fethiye Cami, camiye dönüştürülürken kilisenin apsis kısmı yıkılarak yerine kıble yönüne uygun bir mihrap yapılmış, bir minare ve medrese inşa ettirilmiştir. Cumhuriyet döneminde müzeye dönüştürülmüş, 1955’te Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından içindeki mozaik ve freskler açığa çıkarılmış, sonradan yapılan kemer sökülüp yerine eski haline uygun sütunlar yapılmıştır. Duvarları taş ve tuğla karışımıdır. Dış duvarlarında ve içerideki mozaiklerde Grekçe yazılar göze çarpar.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz