Clinton hükümetinin ekonomi danışmanlığını da yapan, global ekonomik dengeler konusunda uzman olan Prof. Frankel ile Türkiye ve dünya ekonomisine yönelik değerlendirmelerini konuştuk...
Tuba İlze
6 Şubat’ta yaşanan deprem felaketi yarattığı toplumsal travmanın yanı sıra önemli ekonomik etkileri de beraberinde getirecek. Harvard Üniversitesi Ekonomi Profesörü JEFFREY FRANKEL, diğer ülkelerin deneyimlerine bakıldığında büyük bir depremden sonra ekonomik büyümenin oldukça kısa bir süre sonra yeniden başladığının gözlemlendiğini söylüyor. Ancak özellikle orta ve düşük gelir düzeyindeki ülkelerde gelirler üzerindeki olumsuz etkilerin 8 yıl sonra hala görülebildiğini sözlerine ekliyor. Prof. Frankel, Türkiye’deki enflasyonun yıpratıcı bir güç olduğuna da dikkat çekiyor ve “Türkiye’de reel ekonominin deprem sürecinden toparlanarak çıkacağını umuyorum” diye konuşuyor.
Dünyada son dönemde yaşanan konjonktürel gelişmeler nedeniyle artan petrol, doğal gaz, tarım fiyatları ekonomide yeni dengelerin kurulmasını gerektirdi. Tüm ekonomiler toparlanmayı gerçekleştirmek üzere adımlar attı. Geçtiğimiz yıl birçok ekonomist, 2023’ün özellikle ABD ekonomisi için resesyon yılı olacağını ifade ediyordu. O günlerde de resesyon ihtimalinin yüzde 50’lerde olduğunu söyleyen Harvard Üniversitesi Ekonomi Profesörü Jeffrey Frankel, bugün de ABD’nin ve küresel ekonominin resesyon ihtimalini yüzde 35-50 aralığında görüyor. Türkiye’de ise reel ekonominin pandemi durgunluğundan sonra toparlanma sürecine girdiğini, hatta Türkiye’nin Rusya’nın Ukrayna’yı işgali nedeniyle oluşan ithalat fiyat şokunu da atlatmaya başladığını söyleyen Frankel, “Maalesef bu dönemde deprem felaketi yaşandı. Kalbimiz kayıplar vermiş ve depremden etkilenmiş olan kişilerle birlikte. Reel ekonominin bu süreçten de toparlanarak çıkacağını umuyorum. Bununla birlikte enflasyon yıpratıcı bir güç olarak kalmaya devam ettiği sürece ekonominin canlılığı azalmaya devam edecek” ifadesinde bulunuyor. Herhangi bir hükümetin Türkiye’yi şu anda içinde bulunduğu durumdan çıkarmasının oldukça zor olduğunu vurgulayan Frankel, TL’nin değer kaybını yavaşlatmak amacıyla yapılan son müdahaleye de dikkat çekiyor. İhtiyaç duyulan istikrar planının maliye ve para politikasının sıkılaştırılmasını gerektirdiğini ifade eden Frankel, “Düşük faiz oranlarının enflasyonu düşürdüğü şeklindeki teorinin bilinçli bir şekilde terk edilmesi gerekiyor” diye konuşuyor. Harvard Üniversitesi Kennedy School’da James W. Harpel Sermaye Oluşumu ve Büyüme Profesörü Jeffrey Frankel, aynı zamanda Amerikan Ulusal Ekonomik Araştırmalar Bürosu’nun en önemli üyelerinden. Clinton hükümetinin ekonomi danışmanlığını da yapan, global ekonomik dengeler konusunda uzman olan Prof. Frankel ile Türkiye ve dünya ekonomisine yönelik değerlendirmelerini konuştuk:
Türkiye’deki enflasyonist süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Türkiye’deki enflasyonist süreç hiperenflasyona gider mi?
Geçtiğimiz yıl boyunca Türkiye’nin enflasyon oranı yaklaşık yüzde 50 ila 80 arasında değişti. Bu oran, 1980’lerde ve 1990’larda yaşanan aralığı ifade ediyor. Uluslararası ve tarihi standartlara göre yüksek enflasyon olduğunu açıkça söyleyebilirim. Tahminlerime göre Türkiye’de enflasyon oranı önümüzdeki birkaç yıl daha aynı aralıkta gerçekleşmeye devam edecek. Ancak bu durum, hiperenflasyon olarak ifade edilemez. Bununla birlikte yüksek enflasyonun uzun vadeli büyümeyi baltaladığı bir gerçek. Teknik açıdan bakıldığında enflasyon kurum olarak paranın yararlılığını azaltıyor ve piyasa ekonomisinin verimli çalışması için ihtiyaç duyduğu fiyat sinyallerini köreltiyor. İnsani açıdan bakıldığında ise sürekli artan fiyatlar yaşam standartlarını düşürdüğü için hane halkı zor bir dönemden geçiyor. Bu durum çok üzücü. Çünkü Türkiye 2004-2018 döneminde yüzde 15’in altında bir enflasyon oranına ulaşarak fiyat istikrarına çok daha yakın bir duruma ulaşmıştı.
Bildiğiniz gibi ülkemizde 6 Şubat’ta bir deprem felaketi yaşandı. Toplumsal açıdan oldukça zorlu bir süreçten geçiyoruz. Deneyimlerinize dayanarak bu sürecin ekonomik etkilerinin neler olabileceğine dair öngörüleriniz neler?
Türkiye’de reel ekonomi, korona virüs durgunluğundan sonra toparlanma sürecine girdi. Hatta belki de Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgali nedeniyle petrol, doğal gaz, tahıl ve emtia fiyatlarının keskin bir şekilde yükselmesinden kaynaklanan ithalat fiyat şokunu da atlatmak üzereydi. Ancak dünyada faiz oranlarının yükselmekte olduğu bir dönemde ekonomi hala ciddi oranda borç ve açık sorunuyla karşı karşıyaydı. Bu süreçte deprem felaketi yaşandı. Kalbimiz bu yıkıcı depremde kayıplar vermiş ve depremden etkilenmiş olan kişilerle birlikte. Diğer ülkelerin deneyimlerine baktığımda büyük bir depremden sonra ekonomik büyümenin oldukça kısa bir süre sonra yeniden başladığını söyleyebilirim. Ancak özellikle orta ve düşük gelir düzeyindeki ülkelerde gelirlerdeki olumsuz etkinin 8 yıl sonra da hala görülebildiği gözlemleniyor. Türkiye’de doğal afet ne yazık ki kısmen Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden kaynaklanan dünya petrol ve tarım ürünleri fiyatlarındaki artışın ardından geldi ve ekonomik olarak zor bir dönemde yaşandı. Reel ekonominin bu süreçten de toparlanarak çıkacağını umuyorum. Bununla birlikte enflasyon yıpratıcı bir güç olarak kalmaya devam ettiği sürece ekonominin canlılığını azaltacağını söyleyebilirim.
Size göre Türkiye’deki enflasyonun küresel fiyat artışlarıyla bağlantısı ne kadar?
Türkiye’nin enflasyonunu 2022’de emtia fiyatlarında yaşanan küresel artışa bağlamanın bir faydası yok. Çünkü Türkiye enflasyonundaki artış oranı, dünyanın geri kalanından çok daha yüksek gerçekleşti. Yüksek enflasyonun ana nedeni, düşük faiz politikasıdır. Düşük faiz oranları sermaye girişlerini caydırır. Bu durum TL’nin değer kaybetmesine yol açar ve doğrudan enflasyonu besler. Bu bilgi, ortaya çıkan sonucu son derece net ve basit bir şekilde açıklıyor aslında. Gevşek para politikasının ve TL’deki değer kaybının kısa vadede GSYİH’ye ve özellikle de net ihracata katkıda bulunmuş olabileceğini inkar etmiyorum. Ancak bu yaklaşım, sadece gelecek için daha fazla sorunun depolanmasına neden oldu. Bunun etkileri de şimdi görülüyor.
2022’nin ikinci yarısında birçok ekonomist küresel çapta bir resesyondan bahsediyor ve ABD’nin resesyonunun 2023 yılında başlayacağını söylüyordu. Siz resesyon ihtimalini nasıl görüyorsunuz?
2023’te ABD’de resesyon ihtimalini yüzde 50’nin çok altında ve hatta belki de yaklaşık yüzde 35 seviyesinde görüyorum. Son çeyrekte büyüme yıllık yüzde 2,9 oldu. 2022 yılında büyümenin 2021 yılına göre önemli bir yavaşlama gösterdiği doğru. Ancak çoğu analist bu oranın yüzyılın başından bu yana gerçekleşen ortalama ABD büyüme hızından daha yüksek olduğunu fark edemedi. FED, büyümeyi enflasyonu düşürecek kadar düşük ancak resesyon oluşturacak kadar az düşük tutarak “yumuşak iniş” sürecini gerçekleştirmiş olsaydı bu durum hayata geçerdi. Benzer şekilde, küresel bir durgunluk ihtimalini yüzde 50’nin oldukça altında ve yine belki yüzde 35 seviyesinde değerlendiriyorum. Bu, IMF’nin 2023 yılı için 30 Ocak’ta yaptığı son büyüme tahminleriyle tutarlı. Bu tahminler gelişmiş ekonomiler için yüzde 1,2 ve küresel olarak yüzde 2,9 olarak açıklanmıştı.
ABD Kongresi Bütçe Ofisi (CBO) tarafından federal borca ilişkin olarak yayınlanan raporlarda ocak ayında daha önce 31,4 trilyon dolara yükseltilen borç limitine ulaşıldığı anımsatıldı. Ve “Kongre Bütçe Ofisi, borç limiti değişmeden kalırsa hükümetin olağanüstü önlemler kullanarak sağladığı borçlanma kabiliyetinin temmuz ile eylül arasında tükeneceğini tahmin ediyor” ifadesi kullanıldı. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet ABD federal borcu, 19 Ocak 2023 tarihinde yasal sınırı olan 31,4 trilyon dolara ulaştı. Kongre’deki Cumhuriyetçilerin uzlaşmazlığının bir sonucu olarak film trajik bir şekilde sona erebilir. Büyük olasılıkla araba uçurumun kenarına gelene kadar borç tavanını yükseltmeyi reddedecekler. Bu durum, bir zamanlar düşünülmez olan ABD hükümetinin temerrüdü anlamına gelebilir. Ne yazık ki zamanı geldiğinde bunu yapmalarına izin vermek Başkan Joe Biden’ın elindeki en iyi strateji olabilir. Hükümetin uçurumun gerçekten kenarına gelmesine daha en az 4 ay var. Borç limitini yükseltme kararının para harcama kararı olmadığını unutmamalıyız. Daha ziyade, hükümetin Kongre’nin geçmişte çıkardığı harcama ve vergi kararlarının bir sonucu olarak zaten borçlu olduğu faturaları itfa etme kararını ifade ediyor. Kongre bütçe açığını azaltmak istiyorsa, ki bu değerli bir amaçtır, azaltılacak harcamaları, artırılacak vergileri veya her ikisini birden bulmalıdır.
10 MADDEDE EKONOMİK ANALİZ
|
NASIL BİR PLAN YAPILMALI? DURUM ZOR Herhangi bir hükümetin Türkiye’yi şu anda içinde bulunduğu durumdan çıkarması oldukça zor olacak. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın elindeki döviz rezervleri, IMF’nin kullandığı kriterlere göre artık yeterli düzeyde değil. Bu durum, TL’nin değer kaybını yavaşlatmak için yapılan son müdahalenin bir sonucu. Değer kaybı, İstanbul’daki faiz oranları ile New York ve Frankfurt’taki faiz oranları arasındaki muazzam farkın sonucu olarak ortaya çıktı. İSTİKRAR PLANI Oluşturulacak bir istikrar planı, maliye politikasının ve para politikasının sıkılaştırılmasını içermelidir. Sadece finansal piyasalara bir sinyal olarak verilmemeli, düşük faiz oranlarının enflasyonu düşürdüğü şeklindeki olağandışı teorinin bilinçli bir şekilde terk edilmesini gerektirmelidir. |
DÜNYA EKONOMİSİNİ ETKİLEYEN HATALAR HAZIRLIK ÖNEMLİ Deprem gibi doğal afetleri önlemek için kimsenin yapabileceği bir şey yok veya bulaşıcı hastalıkları engellemek için yapabileceğimiz çok az şey var. Ancak ulusal liderler, önceden yeterince hazırlanmayarak işleri daha da kötüleştirebiliyor. Hükümetler de son dönemdeki ekonomik konjonktürü etkileyecek pek çok hataya imza attı. İLK ÖRNEK RUSYA Buna ilk örnek Rusya. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal etme kararı devasa bir hataydı. Mevcut savaş sadece Ukrayna için değil, Rusya’nın kendisi ve dünya için de korkunç sonuçlar doğurdu. Enerji ve tarımda dünya fiyatlarında ortaya çıkan artış, Türkiye gibi emtia ithalatçısı ülkelere zarar verdi. BAĞIMLILIK SORUNU Almanya’daki bazı liderlerin ülkelerini Rusya’dan fosil yakıt ithalatına daha fazla bağımlı hale getirme yönündeki 2011 kararları da kötü bir etki yarattı. Kararlar, ilk olarak Almanya’da nükleer enerjinin aşamalı olarak ortadan kaldırılması ve enerji ihtiyacının büyük bir kısmının Kuzey Akım 2 boru hattı aracılığıyla Rus doğal gazından sağlanmasından oluşuyordu. TERK ETME STRATEJİSİ Birleşik Krallık, Avrupa Birliği’nden ayrılmaya karar verdiğinde yanlış yaptı. ABD, mutabık kalınan ticaret kurallarından oluşan çok taraflı sistemin ve daha genel olarak liberal uluslararası düzenin liderliğini isteyerek terk etmekle benzer bir hata yaptı. ABD’nin bir başka önemli hatası da halk sağlığına yatırım yapmamak ve uzmanların gelmekte olduğu konusunda uyardığı salgınlara hazırlıklı olmamaktı. OTOKRASİ ISRARI Çin de dahil olmak üzere otokrasiler, en az büyük demokratik güçler kadar ciddi yanlış adımlar attı. Çin hükümeti korona virüs patlak verdiğinde olumsuz haberleri gizledi. Daha sonra hükümet süreci daha iyi yönetti. Ama hiçbir zaman Batı kadar etkili aşılar üretemedi. “Sıfır Covid” politikasını ısrarla sürdürdü. Gerektiğinde U dönüşü yapmayı reddetmek, otokratik yöneticilerin bir başka ayırt edici özelliği.” |
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?