Türksped’in sahibi Pir Ailesi, 7 yıl önce Datça’da 200 yıllık tarihi Mehmet Ali Ağa Konağı’nı satın alarak restore ettirdi. Yöre’de “Koca ev” olarak 5 anılan yıldır butik olarak hizmet veren konağı...
Türksped’in sahibi Pir Ailesi, 7 yıl önce Datça’da 200 yıllık tarihi Mehmet Ali Ağa Konağı’nı satın alarak restore ettirdi. Yöre’de “Koca ev” olarak 5 anılan yıldır butik olarak hizmet veren konağın başında ailenin ikinci kuşak temsilcisi Sena Pir Çakır var. İsviçre’de otelcilik ve işletme eğitimi alan Pir, 13 yıl lojistik sektöründe çalıştıktan sonra şimdi yılın 6 ayını Datça’da geçiriyor. “Datça’da kendimi buldum” diyen Pir, tarihi konak için “Dünyada mutlaka görülmesi gereken 20 yer arasında 7’nci sırada yer aldık” diyor ve ekliyor:“Bu bizi çok gururlandırdı. Ailece hedefimiz gelecek nesillere güzel bir doğa ve bir kültür mirası bırakmak.”
Sena Pir Çakır, Türkiye’nin en büyük ilk 10 uluslararası lojistik şirketinden Türksped’in patronu Mehmet Pir’in kızı. Aynı zamanda uluslararası ödüllü Mehmet Ali Ağa Konağı’nın işletmecisi. Sena Pir Çakır, 13 yıl babası Mehmet Pir’le birlikte lojistik işinde çalıştıktan sonra turizm sektörüne girdi. Sadece mesleğini değil yaşadığı şehri de değiştirdi. Son 5 yıldır da yılın 6 ayını Datça’da geçiriyor. Pir, hayatındaki bu değişimden oldukça mutlu olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Datça’da kendimi buldum.”
2002 yılında Sena Pir’in babası Mehmet Pir tarafından satın alınarak restore edilen Mehmet Ali Ağa Konağı’nın en önemli özelliği eski mahrem ortamının büyüsünü hala taşıyor olması. Yaklaşık 200 yıl boyunca Datça’da söz sahibi olan Tuhfezade Ailesi’nin malikanesi olan yapı, yöre halkı tarafından “Kocaev” olarak anılıyor. İş adamı Mehmet Pir tarafından çok berbat bir haldeyken satın alınıp restore edilen tarihi konağın restorasyonu ise tam 2,5 yıl sürmüş.
Konağı restore ettiren baba Mehmet Pir’in en büyük tutkusu tarih. Özellikle de eski Osmanlı eserlerini topluyor. Datça’daki Mehmet Ali Konağı gibi İstanbul’da da tarihi köşkleri satın alıp restore ediyor. Anne Pir, minyatür yapıyor. Sena Pir de tarihe meraklı, ancak “Daha çok resim ve seramikle ilgileniyorum” diyor.
Conde Nast Traveller dergisi tarafından dünyada mutlaka görülmesi gereken 20 yer arasında 7’nci sırada yer alan konağın müdavimleri arasında dünyaca ünlü bilim adamları ve sanatçılar var.
Mehmet Ali Ağa Konağı’nın patronu Sena Pir Çakır ile butik otelciliği ve 13 yıl aktif iş hayatından sonra Datça’ya yerleşme kararını konuştuk:
İsviçre’de Otelcilik Okudu
13 yaşında eğitim için İsviçre’ye gittim. Ortaokul, lise ve üniversite eğitimimi İsviçre’de tamamladım. Üniversitede otelcilik ve işletme eğitimi aldım. Küçüklüğümden beri otelcilik, arkeoloji veya sanat tarihiyle uğraşmayı düşünüyordum. En iyi otelcilik eğitimi veren okullar İsviçre’de olduğu için ben de üniversite eğitimimi kendi seçtiğim alanda ve yerde devam ettirdim. Okulu bitirdikten sonra, 22 yaşında Türkiye’ye döndüm. Ancak bu dönem tam da Körfez Savaşı’na rastladığı için otellerde istediğim işi bulamadım.
Ben de Türkiye’ye döndükten sonra 13 yıl kadar babamın yanında uluslararası nakliyat işimizde çalışmaya karar verdim ve böylece taşımacılık sektöründe kariyerime başladım. 13 yıl lojistik sektöründe hemen hemen bütün departmanlarda çalıştım. Şirketin satış ve pazarlama bölümünü kurdum. Türksped’deki en son görevim yönetim kurulu üyeliğinin yanı sıra satış ve pazarlama müdürlüğüydü.
Datça Aşkı Mavi Turla Başladı
Biz ailece doğayı, denizi çok seviyoruz. Uluslararası lojistik şirketimiz Türksped’in dışında eskiden beri Pir Turizm İşletmeleri adında bir şirketimiz vardı. Babam ileriyi görerek turizm sektörüne yönelik bir yatırım yapmak istedi. Ancak aile olarak ilk kez turizm sektörüne yatırım yapmamız Körfez krizi zamanında Bodrum Torba’daki Ora Tatil Köyü’yle oldu. Burayı yaparken hiçbir ağaç kesilmedi. Çok özel bir proje oldu. Ancak şimdi işletmesini başka bir grup yapıyor.
Datça’da Mehmet Ali Ağa Konağı’nı satın almamız ise biraz tesadüf oldu. 30 yıldır Datça ve civarına tekneyle giderdik. Datça, yazları hep tatile gittiğimiz ve çok sevdiğimiz bir yerdi. Aynı zamanda yazlık evimiz de vardı. 200 yıllık Mehmet Ali Ağa Konağı’nı ise yıkılmaya yüz tutmuş bir haldeyken satın aldık. İlk etapta amacımız butik otel açmak değildi. Yıkılmak üzere olan konağı alıp kurtarmak ve yeni nesillere kazandırmak istedik.
Restorasyon İki Yıl Sürdü
Ancak, böyle bir yeri müze olarak açtığımızda konağın yaşaması pek mümkün değildi. Biz de insanlarla devam etmesi için butik otel haline dönüştürmeye karar verdik. Yarımadaya ikinci ismini veren Reşadiye mahallesinin tepesine kurulmuş olan Mehmet Ali Ağa Konağı’nı aslına uygun restore ettirmek oldukça zorlu bir süreç oldu.
Yöre halkının Kocaev diye andığı ve Türkiye’nin Akdeniz bölgesindeki en eski mimari örneklerinden biri olan konakta 2002 yılında restorasyon çalışmalarına başladık. O dönemde restorasyonu babam yürüttü. Ben de otel haline dönüştürülmesi konusunda yoğun olarak çalıştım. Konağın restorasyonu tam 2,5 yıl sürdü ve 2004 yılının sonunda bitti. Taş, ahşap ve kalem işçiliği konusunda Türkiye’nin en önemli profesörleri projede görev aldı. Bunun dışında İstanbul ve İzmir’den restorasyon konusunda uzman 3 mimar geldi.
Restorasyonda 80 taş ve ahşap ustası geceli gündüzlü çalışarak restorasyonu ancak 2 yılda bitirebildi. Bugün, konak Akdeniz mimarisinin en iyi örneklerinden biri olarak kabul ediliyor.
“Sözlü Tarihi Araştırdık”
Restorasyon yapılırken sözlü tarih de araştırıldı. Datça’da yerel bir tarih grubu var. “Konak eskiden nasıldı? Kimler yaşadı, nerede yattılar ve nasıl bir yaşam sürdüler?” Tüm bu soruların cevaplarını araştırdık. Böylece otelin odaları, yörede yaşayanların anlattığı sözlü tarihle de şekillendi.
Aslında, konağın tarihi çok ilginç. Konak, Mehmet Ali Ağa’nın babası Mehmet Halil Ağa tarafından 1809 tarihinde yaptırılıyor. Bu aile Tuhfezade ailesi olarak geçiyor. “Tuhfe” Arapça’da hediye anlamına geliyor. Bu aile Rodos’da ve Girit’te çok uzun süre beylik yapmış bir aile. Osmanlı döneminde askeri başarılarından dolayı bütün Datça yarımadası kendisine hediye olarak veriliyor. “Kocaev”, en görkemli dönemini Mehmet Ali Ağa’nın sağlığında yaşıyor. 1890’ların ilk yarısında, ağa Rodos’da belde yöneticisi oluyor. Hukuk öğrenimi gören iki oğlu Fehmi ve Halil Beyler çocuksuz ölüyor. İki kızından Seza da evlenmeden ölüyor. Münire ismindeki öteki kızı, Kırım’dan Rodos’a göçmüş hanedan ailesinden Hidayet Şahingiray’la evleniyor.
7 Uyurların İsimleri
Ne var ki onların da çocukları olmuyor. 50’li yılların başında, önce Münire hanım, ardından da Hidayet bey hayata veda ettiklerinde Tuhfezadeler’in tüm mirasıyla birlikte konak da Tereke Hakimliği’nce satışa çıkarılıyor. Kocaev bundan sonra birkaç kez el değiştiriyor. Tütün deposu, sinema, okul, düğün salonu olarak kullanılıyor. 200 yıllık tarihi konağı satın almasaydık, bir süre sonra yıkılıp yok olacaktı. Dolayısıyla konak alınıp bir işletme haline geldi. Buna en çok Datça’nın yerlileri çok seviyor.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında Datça Yarımadası’na hükmeden Mehmet Ali Ağa’nın ismini taşıyan konağın yapılış hikayesi de oldukça ilginç. Rivayete göre, konak yapılacağı zaman 9 tane kurban kesilmiş. Kurbanların ciğerleri Datça’nın 9 ayrı noktasına konulmuş ve en geç çürüyen ciğerin bulunduğu Reşadiye mahallesindeki hava sirkülasyonunun en fazla olduğu yere konak yapılmış. Datça Yarımadası’na hükmeden ve yarımadadaki vergileri toplayan Mehmet Ali Ağa, sık sık çıkan iç karışıklar nedeni ile hayalini kurduğu İstanbul’a gidememiş. Sarayda yakın akrabaları bulunan Mehmet Ali Ağa, sarayın ünlü ressamlarını Datça’ya getirerek, konağın salonunun tavanlarını İstanbul’u tasvir eden resimlerle donatmış.
Konağın en değerli yeri ise padişah için Avrupa’da hazırlanan yatağın bulunduğu baş oda.
Mimarlar ve Tarihçiler İlgi Gösteriyor
Konağa daha çok yabancılar ilgi gösteriyor. Türk turist daha az. Özellikle yurtdışından tiyatrocu, müze müdürü, sanat tarihi araştırmacısı çok konuğumuz var. Geçen yıl dünyanın en ünlü gezi dergisi Conde Nast Traveller tarafından mutlaka görülmesi gereken 20 yer arasında 7’nci sırada yer aldık. Bu da bizi çok gururlandı.
Konağın restorasyonu Avrupa’da ve Amerika’da bile çok ender rastlanabilecek titiz bir çalışmayla gerçekleştirildi. Restorasyon yapılırken ahşap iskeletinin her bir kıymık parçası bile değerlendirildi. Kırık bir kapıyı atıp yerine yenisini koymadık. Konağın bir bölümünde Malta’dan gelen taşlar vardı. Bunların hepsi temizlendi, tekrar yerine konuldu. Konağın, dış bölümü horasan tekniği kullanılarak yapıldı. Duvarda eski kullanılan boyaları bulmak için analizler yapıldı. Duvarlar, tekrar eskiden kullanılan boyalarla boyandı. Yerlerde hep sedir ağacı vardı. Bunlar el dövmesi çivilerle tekrar monte edildi. Restorasyonun tümü arkeolojik kazı gibi bir çalışma oldu.
Konağa gelen kişilerin zaten büyük bir bölümü mimar, sanat tarihçisi veya yurtdışında eski evlerde yaşayan insanlar. Konağa gelip hem tatillerini geçiriyor hem de yapılan restorasyonu inceliyorlar.
Her Odada Farklı Tarih
Konak odalarında 200 yıl öncesinin havası korundu. Yörede yaşayanların anlattığı ‘sözlü tarihle de şekillenen otelin odalarında eski konak ağırlama kültürü yaşatıyoruz. Örneğin, ilk restorasyona başladığımızda baş odanın kapısında ‘Yedi Uyurlar’ efsanesinin isimleri yazıyordu. Biz de bundan esinlenerek odalara yedi uyurların isimlerini verdik.
Özellikle banyolarda ve tuvaletlerde eski kurnalardan kalem işlerine kadar ilginç detayları koruduk. Konağın içinde televizyon, klima gibi hiçbir yeni teknoloji yok. Her şey eskiden olduğu gibi bırakıldı. Bahçede 200 yıllık taş fırın var. Burada pide ve yemekler yapılıyoruz.
Konağın çok seçkin 5 odası var. En önemlisi, dünyadaki en özel odalardan bir tanesi olan baş oda. Burası ağanın odası. Sedirlerin, kanaviçelerin olduğu en özel oda. En seçkin misafirlerimizi burada ağırlıyoruz. Konağın bahçesine de 13 tane taş oda yaptık. Toplamda 18 odamız var. Dolayısıyla konakta en fazla 36 kişi oluyoruz. Samimi bir ortam var.
Konak, 1 Mayıs’tan ekim sonuna kadar açık. “Keşke hiç kapatmasak” diyoruz. Datça cennet gibi bir yer. Ben şehir insanıydım ancak Datça’ya gittikten sonra hayatım değişti. İstanbul tüketim şehri oysa Datça kaybolmuş değerlerin, insanların hep aradığı huzuru ve mutluluğu buldukları bir yer. Bize büyük şehirlerden çok fazla iş adamı, yönetici geliyor. Onlar için burada kalmak çok özel bir müzede kalmak gibi oluyor. Aynı zamanda doğayla da iç içe oluyorlar. Geldiklerinde rahatlayıp, stres atıyorlar. Konağın bahçesinde kitap okumak, taze badem kırıp yemek insana tatlı bir rahatlık veriyor.
“Hayal Bile Etmiyordum”
Hayatımı Değiştirdi
İstanbul’dan sonra yılın 6 ayı Datça’da yaşamanın hayatıma çok olumlu katkıları oldu. Bir kere stresim azaldı. Datça’da kendimi buldum. Yoğun iş hayatı içinde çok büyük bir rekabet ortamında çalışıyoruz. Ben de 13 yıl ara vermeden bu rekabet dolu ortamın içinde çalıştım. Hızlı tempoya ayak uydurmak için mecburen koşmak zorunda kaldım. Ancak Datça gibi bir yerde yaşarsanız saatte 200 kilometre hızla giden bir araç gibi aniden durmuş oluyorsunuz.
Huzurlu Bir Ortam
Datça’da yaşadığınızı anlıyorsunuz. Buraya muhakkak daha fazla iş kadını ve iş adamlarının gelmesi gerekiyor. Çünkü çok huzurlu bir ortam var. Ben kariyerimin başında bir gün butik otel işletmecisi olabileceğimi hayal etmiyordum. Ancak şimdi bu durumdan çok memnunum. Hem yaratıcılığımı kullanıyorum hem insanları mutlu etmeyi seviyorum. Turizme girmeden işim gereği bütün dünyayı dolaştım. Ancak, bugüne kadar en soylu, en kültür düzeyi yüksek insanları Datça’da tanıdım.
“Babamın Tutkusu Osmanlı Eserleri”
Tarih Merakı
Babam Mehmet Pir, Avusturya Lisesi mezunu. En büyük hobisi mimari, restorasyon ve antika. Uzun yıllardan beri tarihi yapıları satın alıp restore ettiriyor. Bu konuda üniversite bitirmemesine karşın çoğu mimardan daha bilgili. Mehmet Ali Ağa Konağı, babamın ilk restorasyon projesi değil. Kendisi İstanbul Sultanahmet’te, Ortaköy’de ve Büyükada’da birkaç eski evi restore etti. Restorasyon sırasında da her seferinde sözlü tarihi araştırdı.
“Resim ve Heykel Yapıyorum”
Babam tarihi çok seviyor. 50 yıldır Osmanlı eserleriyle ilgili koleksiyon yapıyor. Yapı Kredi’de saatler sergisi vardı. Orada babamın birkaç saati sergilendi. Eski olan objeleri bulup araştırmak, eğer çalışmıyorsa bunları düzeltmek ona çok büyük haz veriyor. Restorasyon benim hobim değil. Ancak ben de güzel sanatları seviyorum. Amatör olarak resim ve heykelle ilgileniyorum.
“Datça Oksijen Deposu”
Uzun Yaşamın Sırrı
Datça, Ege ve Akdeniz’in kesişme yerinde olduğu için dünyada oksijen seviyesi en yüksek üçüncü yer. Datçalılar arasında 100 yaşına kadar yaşayan çok kişi var. Bu da oksijen seviyesinin yüksekliği ve havanın nemsiz olmasından kaynaklanıyor.
Antik Tıp Merkezi
Eskiden astım, deri, cilt hastalarını tedavi için Datça’ya yollarlarmış. Knidos’un antik çağda bir tıp merkezi olması da bu bölgenin zengin bir floraya sahip olmasından kaynaklanıyor. Antik Yunan’da tarihçi ve coğrafyacı olan Strabon’un, Datça’yı “Tanrının uzun ve sağlıklı yaşamasını istediği kullarını gönderdiği yer” diye tanımlaması boşuna değil.
Ayçe Tarcan Aksakal
[email protected]
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?