Sabancı’nın Akıl Hocası Ne Öneriyor?

Prof. Dr. Ahmet Aykaç, yurtdışında yetişti, dünyada pek çok okulda hocalık yaptı. Güler Sabancı’nın danışmanlarından, akıl aldığı önemli isimlerden biri… Ona göre Türkiye’nin önündeki en önemli teh...

1.10.2009 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Prof. Dr. Ahmet Aykaç, yurtdışında yetişti, dünyada pek çok okulda hocalık yaptı. Güler Sabancı’nın danışmanlarından, akıl aldığı önemli isimlerden biri… Ona göre Türkiye’nin önündeki en önemli tehdit, işsizlik oranı ve işgücünün verimsiz kullanılması… Bu da iş piyasalarında tıkanıklık yaratıyor. “Bu tıkanıklığı açmadan, Türkiye yüzde 7-8 büyürse enflasyon kısa sürede yüzde 20’lere çıkacaktır” diyor. Bugün dayak yiyen sektörlerin, krizden daha güçlü ve sıhhatli çıkacağına inanan Aykaç, yerel piyasaların küçük olduğu ve rekabetçi sektörlerde ihracat yapılması gerektiğini düşünüyor ve ekliyor: “Türkiye’nin ihracatın GSMH’ye oranına bakarsak ihracata dayalı büyüme modeli zaten mümkün değildir.”

hedTürkiye’nin yurtdışına kaptırdığı beyinlerden biri de Prof. Dr. Ahmet Aykaç. Robert Kolej’den mezun olduktan sonra Colombia Üniversitesi’nde doktorasını tamamlamak üzere Amerika’ya giden Aykaç, 37 yıl sonra Türkiye’ye döndü.

Yurtdışındaki bu 37 yıla ise pek çok deneyimi sığdıran Aykaç’ın ilk patronu, ABD Merkez Bankası’nın eski başkanı Alan Greenspan’di. Burada geçirdiği 1,5 yılın ardından akademik kariyerine önem verdi. Fransa’nın en iyi işletme okullarından INSEAD’de yıllarca hocalık yaptıktan sonra Theseus International Management Institude’un 1995’te önce başkanı, 1996’da sahibi oldu. Okulunu iki yıl önce satan Aytaç, Türkiye’ye dönünce de boş durmadı. Sabancı Üniversitesi’nin kuruluş çalışmalarında bulunan Aykaç, Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı’nın danışmanlarından biri… Güler Sabancı, Capital’e verdiği söyleşide, Aykaç’tan strateji oluşturma ve ekonomi konularında danışmanlık aldığının altını çizmişti.

Ayrıca asker arkadaşı Can Paker ile birlikte Golden Horn Ventures isimli bir risk sermayesi şirketi ile genç yatırımcılara finansman yaratıyor.

“Derslerde anlattığım iktisadı, şirketlerle uygulamalı olarak yaşıyorum, bu çok güzel” diyen Aytaç, Türkiye’nin resesyondan önce farklı yapısal sorunları için önlem alması gerektiğini düşünüyor. “Türkiye yüzde 6,5 büyürken dahi işsizlik oranını yüzde 9’un altına indirememiş bir ülke” diyen Aytaç, bunun da işsizliğin talep eksikliğinden değil, yapısal birtakım sorunlardan doğduğunu gösterdiğini belirtiyor. Bunun aşılması için de çalışan maliyetlerinin düşürülmesi, bürokrasinin verimliliğinin sağlanması gerektiğini vurguluyor. Ayrıca işsizliğin dağılımında da tarımdan hizmetler sektörlerine doğru bir kayışın, ülke verimliliği açısından çok büyük artı doğuracağına işaret ediyor.

Prof. Dr. Ahmet Aykaç’a, global kriz sonrası dünya ve Türkiye’deki yeni makroekonomik dengeleri, yeni olası tehditleri sorduk. İşte yanıtları:

Resesyon sonrası nasıl bir toparlanma bekliyorsunuz?
Dünyadaki bu iktisadi durgunluğun, riskli konut kredilerinden doğduğu sanılıyor. Ama olay tam olarak böyle değil... Riskli konut kredileri krizinin doğmasının nedeni, iktisadi düzenin yavaş yavaş kaymaya başlaması, dolayısıyla borçlu insanların borçlarını ödeyememesi ve bunun üzerine inşa edilmiş türev piyasa binasının çökmesiydi. Bu, sadece finansal çöküşün yarattığı bir yavaşlama değil, yavaşlamanın yarattığı finansal çöküşün büyüttüğü bir resesyon.

Bu, rasyonelitesi olan bir süreçtir. Mali çöküşler ise normal olmayan spekülatif patlamaların sonucu ortaya çıkar. Dünya üst üste gelmiş iki ayrı olayı, reel sektör ve finansal çöküşü bir arada yaşıyor.

Tesadüf o ki mali hadiselerle ilgili yapılması gerekenlerle kısa vadede reel ekonominin düşüşünü karşılamak için yapılması gerekenler hemen hemen aynı. Ama reel ekonomideki dalgalanmaların zamanlarıyla mali sistemdeki düzelme periyodu birbirine eşit değil. Bu yüzden de bugün aldığınız tedbirler, reel çöküşü nispeten düzeltecek, mali çöküşün derin boyutlara ulaşmasını önleyecektir. Ancak yakın gelecekte, reel ekonomide başka dertler yaratacaktır.

Nasıl dertler bunlar?
Reel ekonomi yavaşlamaya başladığında, talebi artıracak önlemler almak lazım. Talebi artırmak için vergiler indirilebilir ya da piyasaya para sürersiniz, daha çok likidite olur. Mali çöküşün de gerektirdiği, aynı bu noktada piyasalara likidite vereceksiniz. Ancak, piyasalara bugün verildiği gibi çok likidite verdiğinizde, reel ekonomi yükselmeye başladığında, artan talep iktisadi düzenin arz etme kapasitesinin önüne geçecektir ve bu da enflasyonist baskılar oluşturacaktır.

Parayı piyasadan çekseniz, bu sefer de mali düzelme aksayacaktır. Dolayısıyla, kısa vadede yaptığınız doğru işin, orta vadede birbirine çatışan bir sonucu oluşuyor.

Aslında artan taleple likiditeye de talep olacaktır, dolayısıyla bir kısmı doğal olarak emilecektir. Ancak geri kalanı ne olacak? Bu sualin cevabı yok. Likidite dolaştığı takdirde ya enflasyon yükselmeye başlayacaktır ya da doların değeri tahminin üzerinde düşecektir. Şu an önlem alalım derseniz resesyondan çıkışı yavaşlatırsınız. Buna da değer mi, değmez mi tartışılır. Türkiye dışındaki iktisadi düzenler için değebilir.

Türkiye’nin neden ayırdınız? Diğer ülkelerden ne gibi farkı var?
Türkiye’yi ayırıyorum. Çünkü, Türkiye, yüzde 6,5 büyürken dahi işsizlik oranını yüzde 9’un altına indirememiş bir ülke. Bu, bizim işsizliğimizin talep eksikliğinden değil, yapısal birtakım sorunlardan doğduğunu gösterir. Demek ki bizim bu resesyon önlemlerinin dışında alabileceğimiz yapısal önlemlerimiz var.

Alınabilecek önlemler sizce nelerdir?
Özetle anlatırsak… Bir işadamının bir kişiyi işe alırken baktığı nokta, çalışanın maliyetinin verimliliğine oranıdır. Siz devlet olarak, çalışan maliyeti rakamının üzerine yüzde 50 ek yük koyuyor böylece işe alımı zorlaştırıyorsunuz. Öte yandan da işe alınan adamın gelirinden de ciddi kesinti yapıyorsunuz. Kişinin eline geçenle işverene olan maliyeti arasındaki bu fark, iktisadi anlamda inanılmaz bir ağırlıktır.

Genellikle bu fark, devletlerin vermesi gereken hizmetler için harcanır. Ama Türkiye devleti genellikle çok verimsiz çalışır. Dolayısıyla biz, işçinin verimini GSMH’yi artıracak, hayat standardını yükseltecek bir noktada kullanacağımıza, devletin verimsizliliğini sübvanse etmek adına kullanıyoruz. İşte bu yapının değişmesi lazım.

Bunun için de devletin içinde yapısal değişiklikler yapılmalı. Bürokrasiyi daha etkin hale getirmesi, askeri harcamaları azaltması lazım… Bu değişiklikler yapılmadığı sürece isterseniz siz büyümeyi yüzde 10’a çıkarın, işsizlik ancak yüzde 9’dan yüzde 8’e iner.

Yapısal bir başka derdimiz daha var. Türkiye’de istihdamın yüzde 26’sı tarım sektöründe, ama Türkiye’de GSMH’nin ancak yüzde 9’u tarımdan geliyor. Hizmetlerde ise tam tersi bir durum var. Tarımdan alıp hizmetler tarafına aktarabileceğimiz her çalışan, Türkiye’de verimi ve hayat standardını artırıyor demektir.

Bu işsizliğin eritilmesi, en iyi ihtimalle kriz öncesine dönmesi ne kadar süre alır?
İşsizliğin yeniden kriz öncesi yüzde 9’lara dönmesi ise 3-4 yıl alır. 2014 gibi yeniden o sınıra gelinir. Burada kayıt dışı ekonominin etkisini unutmamak lazım. Türkiye’nin kayıt dışı düzeni olmasaydı geçmiş 15 yılın krizlerinden çıkmasına ihtimal yoktu. Esnekliği veren kayıt dışı ekonominin, hangi sürat ve önlemlerle kayıt içine de alındığına dikkat edilmeli.

Peki Türkiye ekonomisinde toparlanma ne seviyede?
Bana öyle geliyor ki 3. ve 4. çeyrek rakamları pozitif çıkacak. Büyümenin eksi 5’in altında kalacağını tahmin ediyorum. Bugün ciddi yara alan ve dayak yiyen sektörler, krizden daha güçlü ve sıhhatli çıkacak. Otomotiv, tekstil kötü bir dönem geçiriyor ama Türkiye otomotiv sektörü daha kuvvetli ve sağlam şekilde çıkacak.

Türkiye’nin önünde makroekonomik anlamda tehditler görüyor musunuz?
Açıkçası enflasyonda sorun çıkacağını, tek hanelerden çift hanelere gideceğimizi sanmıyorum. Bütçe açığının dert olabileceği konuşuluyor, ama bu halledilemeyecek bir sorun değil. Beni endişelendirmiyor. Ayrıca seçime ilişkin bir oynama olduğuna da inanmıyorum. İktisadi çöküşün gerektirdiği bir açıkla karşı karşıyayız. Küçülme pozitife geçmeye başladığı vakit, ona orantılı olarak bütçede de düzelme göreceğiz.

Benim için tehdit, dediğim gibi işgücünün verimsiz alanlarda verimsiz kullanılmasından geliyor. İş piyasalarındaki tıkanıklık da bundan kaynaklanıyor. Bu tıkanıklığı açmadan, Türkiye yüzde 7-8 büyürse enflasyon kısa sürede yüzde 20’lere çıkacaktır.

Peki dış tasarruflara dayalı bir büyümeye gidilirse cari açık açısından ne yapılabilir?
Türkiye’de toplam talep toplam arzın önüne geçtiği an ya enflasyon olacaktır ya cari açığınız inanılmaz büyüyecektir. Dolayısıyla Türkiye’nin toplam arzı artırmakla ilgili bir derdi var. Toplam arz da maliyetler ve verimlilik ile sorunları halledince çözülür.

Cari açığı yok edemezsiniz. Dış açığı yavaşlatmanın yegane usulü aynı maliyetlerle Türkiye’de üretebilmektir. İhracatı artıralım derseniz, buna da dikkat etmek lazım. TL’nin değerini düşürün, ihracat artacaktır. Ama maliyetleri dışarıdaki insana ucuz göstererek ihracat yapmak, alım gücünü dışarıya vermek demektir. İhracat fazlasının haklı sebebi yoktur. İhraç fazlası varsa kendi verimliliğinizi başkasına veriyorsunuz demektir. Türkiye, yerel piyasaların küçük olduğu ve rekabetçi sektörlerde ihracat yapılabilir. Türkiye’nin ihracatın GSMH’ye oranına bakarsak ihracata dayalı büyüme modeli zaten mümkün değildir.

Hükümetin kriz sonrası aldığı önlemler için ne düşünüyorsunuz?
Son geldiğimiz noktaya bakarsanız iyi işler yapıldığını düşünüyorum. Yapılması gereken işler yapıldı. Ancak, sürece bakarsak, kanımca iyi idare edilmedi. İktisadın reel kısmının rasyonelitesi daha fazladır, mali kısmın daha beklentilerle ilgilidir. Reel kesimdeki rasyonel işleri idare ederken mutlak surette beklentileri de idare etmeniz lazım. Yoksa piyasaların yapmak istemediklerini yaptırmak neredeyse imkansızdır.

Biz bu krizi aşacağız dersiniz ama ne zamanki halkın günlük hayatıyla sizin söyledikleriniz çakışmaya başlar o zaman beklentiler tersine döner. Başından çıkıp “Dünyada neler olduğunu ben de sizin gibi anlamıyorum, şu an bu yöntemleri uygulayacağız sonuçlarına bakacağız” dersen daha anlaşılır olur. Biz, insanları korkutmamak için söylenen laflar, sahadaki realitelerle çakıştığı için zorlandık. Doğru işi yapmakla beraber işin doğru olduğuna inanç kırılmış olduğu için süreç yavaş işledi.

Doğrudan yabancı sermaye yatırımı düşüyor. Yabancı yatırımlar, Türkiye’ye ne zaman döner?
Türkiye’ye para gelecektir, bunu gözüm kapalı söyleyebilirim. Türkiye’ye, kendisi işleri berbat etmediği süreçte para gelecektir. Neden? Türkiye getirisi yüksek olan bir memlekettir. Sadece yüksek faiz-düşük kurdan dolayı değil. Türkiye yapısı gereği ağırlıklarından biraz kurtulduğunda hızla büyümeye başlıyor. Türkiye’nin ciddi hata yapmadığı sürece para çekmekte derdi olmayacak. Unutmayın şu an bile dünyada likiditeden bol bir şey yok. Yabancı yatırımcı otomotiv, sağlık turizmi, malzeme bilimi, nano teknoloji ve tarım biyolojisi gibi alanlarda yatırıma gelecek.

“TEKNOLOJİK FİKİRLERE YATIRIM YAPACAĞIZ”

TÜRKİYE PAZARINI ÖĞRENDİK Golden Horn Ventures’ın amacı, Türkiye’ye geniş bir yelpazede, kuruluş aşamasındaki şirketler için risk sermayesi fonu yaratmaktı. Türkiye’de bu alanda ilkiz. İlk etapta 15 milyon dolarlık bir fonla kısıtlı bir alanda Türkiye’yi öğrenelim istedik. Türkiye’de, risk sermayesi nasıl işletilir kimse bilmiyor. Golden Horn I ile bugüne kadar internet alanında 4 şirkete yatırım yaparak fonun yarısını yönlendirdik. Bugüne kadar 900 şirketle görüştük. Yatırım komitesinin önünde, bilgi teknolojileri alanında 5 şirket var; yılbaşına kadar 1-2 yatırım daha yaparız. Bu süreçte Türkiye’de risk sermayesi için ekosistemdeki eksikleri de gördük, pazarı öğrendik. Yakın zamanda hükümete bu eksiklikleri belirteceğiz ve değiştirmek için alternatif çözümleri de sunacağız.

2’NCİ FONUMUZ 150 MİLYON DOLAR İkinci fonumuz,150-200 milyon dolar büyüklüğünde olacak. İlgilendiğimiz alanlar da genişliyor. Bize gelen fikri kabul ederken, girdiği alanı öngörülen zamanda başka tarafa çekme, yeniden şekillendirme gücü ve olasılığı olup olmadığına bakarız. Amacımız, ufacık bir fikri alıp 100 milyon dolarlık bir şirkete dönüştürüp satmak. İlerde yatırım yapacağımız fikirler de teknoloji ağırlıklı olacaktır. Türkiye’nin yaratıcı gücünü gerçeğe çevirecek alanlara gireceğiz. Nanoteknoloji, malzeme bilimi, tarım biyolojisi, sağlık turizmi alanlarındaki fırsatlarla ilgileneceğiz. 2010’da ikinci fonu Türkiye’ye getirmiş oluruz.

CEO’LAR NE YAPMALI?

CEO’LARIN DERTLERİ AYNI Evet, 35 yıldır birkaç bin CEO’yu eğitmişimdir. Yurtdışında da halen koçluk yaptığım CEO’lar bulunuyor. Türkiye’de de Sabancı Holding’de danışmanlık yapıyorum. Aslında Türkiye’deki üst düzey yöneticilerin dertleriyle dünyadakilerin dertleri çok farklı değil. Bugünün CEO’larının en ciddi derdi, bilgi ve yaratıcılığı şirket içinde tutabilmek. Yaratıcı kişileri yönetmek, yetenek yönetimi çok zor bir iş. Yaratıcı beyinleri, hem sürekli güncel tutacak yatırımları yapmanız hem elinizde tutabilmelisiniz. Kafa verimliliği yaratacağınız insanlarla uygulamada verimlilik alacağınız elemanların farklı yönetilmesi gerekiyor. CEO, yaratıcı bilgiyi toplama sistemini kurmak ve geliştirmek için çalışmalı.

FARKLI BAKIŞ AYNI İSTİKAMET Bir de hep ‘Aynı istikamette olalım’ denir. Ancak bugün risklerin ve fırsatların görünmesi için herkesin ayrı istikamete bakması, ama aynı istikamete yürümesi gerekiyor. İşte bu çapraşıklığı yönetebilmek CEO’nun önemli bir işi... Benim dertlerim bunlardan farklıdır diyen CEO, bence oyun dışındadır. Strateji belirlemek, buna uygun planları yapmak nispeten daha kolay ve yapılabilecek işlerdir. Bu açıdan bakılınca Ahmet Dördüncü de çok iyi bir CEO ve Avrupa’da herhangi bir şirketi yönetebilecek bir CEO. Tabii Ahmet Dördüncü’nün işini hakkıyla yapabilmesi için Güler Sabancı gibi iyi bir yönetim kurulu başkanına da ihtiyacı var.

GÜLER SABANCI NASIL BİR LİDER?

ÖRGÜTE GÜVEN VERİYOR Güler Sabancı Hanım’ın çok önemli özellikleri var. Neyi bilip bilmediğini iyi bilen bir insan ve bilmediği konuda da ‘Ben yönetim kurulu başkanıyım bilirim’ demiyor. O bakımdan inanılmaz rahat, ‘Ben bunu bilmiyorum, bana anlat’ diyor. Bu yüzden de yönetimden gelen kararların, komutların saçma olmayacağını tüm çalışanlar biliyor. Gelen komutların arkasında mutlaka tartışılmış, gerekli kişilerden alınmış fikirlerin yattığını iyi biliyorlar. Bu örgüte inanılmaz bir rahatlık ve güven veriyor.

AYAKLARI YERE BASIYOR Ayrıca Güler Hanım en dipten, fabrika aşamasından geldiği için insanların derdini anlayabiliyor. Fabrikadaki bir aksaklığı, hemen göz önüne getirebiliyor. Hala bugün yönetim kurulu başkanı olmasına rağmen en sevdiği iş, fabrika gezmektir. Bu da vizyon belirlerken ayaklarını yere iyi basmasını ve toprağı koklayabilmesini sağlıyor ki bu çok önemli bir hadise. Bir de iyi ve dürüst, insanlara insanca muamele etmesi gerektiğine inanan bir insan. Bu verimlilik açısından önemli, yaratıcı kişiler üstleri tarafından saygı görmediğini düşündüğü vakit o kişilerden iş çıkaramazsınız, giderler.

“GREENSPAN TÜM MÜNAKAŞALARIMIZDA HAKLI ÇIKTI”

EKONOMİYİ HİSSEDİYORDU İlk patronum Alan Greenspan’di. Sahibi olduğu ekonomik analizler yapan bir müşavirlik şirketinde, 1,5 yıl teşvik-i mesai yaptık. Ondan 2-3 faydalı şey öğrendim, bugüne kadar da çok işime yaradı. Greenspan, ekonomiyi parmaklarının ucunda hissediyordu. İktisadi düzenin nabzını, sırf rakamlarla değil konuşarak, başka göstergelere bakarak da çok iyi bilen biriydi. Ben kuramsal bir iktisatçıyım, sayılara göre iktisadi tahminleri yapıyorduk. Alakası olmayan bir veri verir ve bu tahminini şu kadar etkileyecektir derdi. O yıllarda Greenspan ile girdiğim tüm münakaşalarda o haklı çıktı.

FİDANLIK SAYISINA BAKIYORUM Bu farklı göstergelere bakma, bende bir alışkanlık olarak kaldı. Örneğin Türkiye’de, 2000’lerde hiçbir iktisadi ilgisi olmayan bir nokta gözüme çarptı. Türkiye’de fidanlık sayısının artmaya başladığını gözledim. Fidanlık, insanlar belirli bir gelir seviyesine gelmediği ve o derece ileriyi görmediği süreçte kurulamaz. Genelleşmiş bir refahı ifade eder. Ben de rakamlara bakarken kaç fidanlık açıldı, kapandı diye incelemeye başladım. Sonuçta kuramsal kafama hiç uymayan bir nokta, ama Greenspan’ın öğrettiği gibi buna da bakmaya başladım. Zayıf sinyalleri okumaya başladım.

Elçin Cirik
[email protected]

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz