'Sürdürülebilir kalkınma' Bir kelime oyunu mu?

Profesör Emeritus Dennis L. Meadows,“Büyümenin Sınırları” isimli kitabın yazarlarındandır.

1.07.2010 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
'Sürdürülebilir kalkınma' Bir kelime oyunu mu?
Sürdürülebilir kalkınmayı nasıl tanımlıyorsunuz?
“Kalkınma” denince insanların çoğunun aklına, son 100 yıldır yaptığımız gibi, kaynakları sorumsuzca tüketerek ve çevreyi yoğun bir şekilde kirleterek yolumuza devam edebileceğimiz yanılgısı gelir. Ve işin içine bir parça sürdürülebilirlik katılarak kalkınma modelimizin zararlı etkilerinin ortadan kaldırılabileceğine inanılır. Ben ise daha çok “çabuk iyileşebilme özelliği“ ile ilgileniyorum. Bu kavram bir şirketin, bir şehrin veya bir ülkenin, önemli şoklarla yüzleştiğinde bile mükemmel çalışmaya devam edecek şekilde nasıl yapılandırılabileceğiyle ilgilidir. Size çabuk iyileşebilme özelliği katan politikaların uygulanmasıyla sistem giderek daha sürdürülebilir bir hale gelir.
Bir örnek verebilir misiniz?
Finansal sistem iyi bir örnektir. Hiç de çabuk iyileşebilir bir sistem değildir. ABD’de varlık fiyatlarındaki değişiklikler, her tarafa yayılarak dünya genelindeki bankalara ve ekonomilere bulaşmasıyla sonuçlanacak şekilde yapılandırılmıştır. İşte bu, tam da benim muhakkak değiştirilmesi gereken kırılgan bir sistem olarak adlandırdığım türden bir yapılanmadır.
Finansal krizin bugün üzerine eğildiğimiz çevre kriziyle benzer yanları var mı?
Evet, sistematik konuşmak gerekirse çevresel anlamda da finansta gördüğümüze benzer sonuçlarla yüzleşeceğiz. Finansal kriz gibi iklim değişikliği veya enerji kıtlığı da tekdüze bir rotada sancısızca ilerlemeyecek. Öngörülebilir bir gelecekte herhangi bir anda bizi kriz moduna sokan kesintiler olabilir. Umarım onlarla finansal krizle başa çıktığımızdan çok daha iyi başa çıkabiliriz. Bu duruma karşı kendimizi hazırlamak için en önemli şey, zaman ufkumuzu genişletmektir. Ve kesinlikle yeni teknolojiler geliştirmek zorundayız. Ancak bu teknolojilerin tüm sorunlarımıza çözüm olacağı yanılgısına da kapılmamamız gerekir. Açlık, iklim değişikliği, eşitsizlik, çatışma, enerjinin bitirilmesi, yeraltı sularının seviyesinin alçalması, bunların hepsi bize ait olan ahlaki davranışsal alışkanlıklarımızdan türeyen bir dizi sonuçtur. Onları değiştirmediğimiz müddetçe bu sorunları yaşamaya devam edeceğiz. Teknoloji elbette çok önemlidir ancak onun hedeflerimize ulaşmakta sadece bir araç olduğunu da unutmamak gerekir. Burada kilit konu hedeflerin yeniden düşünülmesidir.
Peki bireyler insan eliyle yapılmış sistemlerin çabuk iyileşebilme özelliklerini nasıl artırabilir?
İnsanların değişim hakkında düşünmelerine yardımcı olmaya çalışırken ilk yaptığım iş, onlara o anda yapmakta oldukları şeylerin sonuçlarını ölçebilecekleri aletler vermektir. Onları, ekolojik ayak izlerini hesaplayabilecekleri web sitelerine yönlendiririm veya kendi yiyeceklerinin ve içeceklerinin üretilmesi için gerekli enerjiden haberdar olmalarını sağlayacak kitaplar, dergiler veririm. Sadece ve sadece kendi davranış ve tutumlarının sonuçlarını bilen bir insan, onları değiştirmek için gerçek bir çaba gösterir.
Peki siz kendi yaşamınızı, daha sürdürülebilir veya daha çabuk iyileşebilir bir hale getirmek için nasıl değiştirdiniz?
Çevre için elimden gelebilecek en değerli katkı uçakla seyahat etmekten vazgeçmek olabilirdi. Ancak halen havayollarını kullanıyorum. Benim ekolojik ayak izimin en büyük kısmını uçak seyahatleri oluşturuyor. Örneğin kendi evimi daha enerji etkini olacak şekilde dönüştürdüm. Evde sadece güneş enerjisi ve odunla ısınıyorum. Bir araba satın aldığımda onu bir kaç yılda bir değiştirmektense 10-15 yıl kadar elimde tutuyorum. Kendime evde şöyle bir de politika benimsedim: Eve yeni bir şey aldığımda muhakkak onun yerine fırlatıp atmam gereken bir şey olmalı. Bu sayede bir mağazaya gittiğinizde yeni bir şey almak fevkalade zorlaşıyor. Bunların hepsi kuşkusuz mini minnacık şeyler ancak hepsi üst üste yığıldığında dikkate değer değişiklikler yaratabiliyor.
Kısacası konu enerji olduğunda hepimiz kemerleri sıkmak zorunda mıyız?
Küresel nüfusun sadece yüzde birkaçının enerji ve kaynak tüketiminden aslan payını aldığı ve 2 milyar insanın günde 2 dolardan az bir parayla geçinmek zorunda olduğu bir dünya asla sürdürülemez.~
 Eskiden geleneksel toplumlarda tüketilen enerjinin çoğu gıda formundaydı. Nüfusun yüzde 80’i avcılık veya tarımcılıkla uğraşarak enerji üretmekle meşguldü. Petrolün ucuz olduğu bugün ise örneğin petrol kuyularında enerji hasadı yapan insanlar, nüfusun çok küçük bir kısmını temsil ediyor. Toplumun geri kalanı profesör, gazeteci, spor yazarı veya kuaför olabilir. Ancak enerjiyi tüketip bitirmek üzereyiz ve artık bir noktadan sonra farklı bir sisteme geçmek zorundayız. Elbette Karanlık Çağlar’daki gibi olmayacak. Ancak şurası kesin ki enerjinin hasadında nüfusun yüzde 1’inden çok daha fazlasının çalışmak zorunda kalacağı bir toplum olacak. Ve bu, onu gelecekte çok daha az hasar verici kılmak için bugünden hazırlanmaya başlamamızın kendi yararımıza olacağı türden bir değişiklik.
Bu değişikliğin sakin bir süreçte gerçekleşeceğine inanıyor musunuz?
Dürüst olmak gerekirse hayır. Bu süreçte çok şiddetli hasarlar alınacağını ve örneğin 2008’de başlayan finansal krizden çok daha beterini göreceğimizi zannediyorum. Önümüzdeki 20 yıl içinde son 100 yılda gördüklerimizden çok daha yıkıcı değişikliklere şahit olacağımıza şiddetle inanıyorum.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz