Çin + Hindistan: ‘İki’nin Gücü

Eski müttefik ve yeni rakipler olan Çin ve Hindistan yaklaşık 50 yıllık bir aradan sonra yeniden ekonomik bağlar kuruyor. Bunun sonucu olarak da çokuluslu şirketler, iş dünyasının şimdiye kadar gör...

1.01.2008 02:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Eski müttefik ve yeni rakipler olan Çin ve Hindistan yaklaşık 50 yıllık bir aradan sonra yeniden ekonomik bağlar kuruyor. Bunun sonucu olarak da çokuluslu şirketler, iş dünyasının şimdiye kadar gördüğü en büyük meydan okumayla ve potansiyel fırsatlarla karşı karşıya.

6 Haziran 2006’da Çin ve Hindistan sınırında, dünyanın kalan kısmının büyük ölçüde gözden kaçırdığı tarihsel bir olay yaşandı. 44 yıl aradan sonra Asyalı komşular, Doğu Himalayalar’da 4600 metre yükseklikte bir dağ geçidi olan ve Çin’in Tibet’ini Hindistan’ın Sikkim’ine bağlayan Nathu La’yı yeniden açtılar. Yoğun yağmur ve kar yağışı altında, aralarında Çin’in Hindistan elçisi, Tibet Özerk Bölgesi yöneticisi ve Sikkim’in başbakanının da bulunduğu birkaç üst düzey mevki mensubu, askerlerin iki ulus arasındaki dikenli telleri kaldırışını izledi.

Tüm dünyadaki şirketlerin, Nathu La’da (Çince “Dinleyen Kulaklar Geçidi”) kükremeye başlayan değişim rüzgârlarını dinlemesi yerinde olacaktır. Dünyanın en yüksek rakımlı gümrük kapısının açılması, Çin ve Hindistan arasındaki yavaş ama istikrarlı yakınlaşmanın sonucuna işaret ediyor. Eski dostlar, kısa ama kanlı bir savaş yaşadıkları 1962’den itibaren düşman haline gelmişti. Bu tarihten sonra, her iki ülke hükümeti de birbirleriyle savaşmak yerine yoksullukla savaşmaya karar verene kadar, her iki ulusun orduları, eller tetikte birbirini izledi. Geçtiğimiz birkaç yılda Başkan Hu Jintao ve Başbakan Wen Jiabao liderliğindeki Çin ve Başbakan Manmohan Singh liderliğindeki Hindistan, ilişkilerini yeniledi. Şu anda Çin, Hindistan’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde kalıcı bir sandalye talebini destekliyor; iki ülke orduları ortak tatbikatlar gerçekleştiriyor ve Dünya Ticaret Örgütü görüşmelerinde her iki ülke de tarımsal ürünlerin ticareti ve entelektüel mülkiyet hakları konusunda benzer tutumlar sergiliyor.

İki ülke eski kültürel ve dinsel bağlarını da yeniden canlandırıyor. 2012’de başlamak üzere, turistlerin Nathu La’yı ziyaretine izin verilecek, bu da sınır ötesi hacılık ziyaretlerini artıracak. Geçit, Çin’in budistleri için Sikkim’deki Rumtek gibi manastırlara erişim ve Hindistan’ın Hinduları için de Tibet’teki kutsal Kailash Dağı ve Manasarovar Gölü’nü ziyaret etmek anlamına geliyor. Çin ve Hindistan arasındaki ilişkiler daha da derinlere gidiyor. Toplumun oldukça farklı kesimlerinden olmak üzere, görüştüğüm her 5 Çinli’den 4’ü bana, Hindistan hakkında ne düşündükleri sorulduğunda ilk akıllılara gelenin Bollywood filmleri olduğunu ortaya koyan gayrı resmi bir araştırmadan söz etti. Üstelik bu durum, Hint filmlerinin sadece son 10 yıldan bu yana Çin’de oynatılıyor olmasına rağmen böyle. Bu olguları göz ardı etmek bir hata olacaktır; Baruch College’da Tansen Sen gibi bazı akademisyenler din ve kültürün, ticaretin çarklarını yağladığını tartışıyorlar.

Çin ve Hindistan iş yapmak için gerekli köprüleri de yeniden inşa ediyor. Nathu La’nın yeniden açılması büyük ölçüde sembolik bir anlam taşısa da -iki ülke sadece ham ipek, at ve çay gibi birkaç ürünün ticaretini serbest bıraktı-, gezegenin en hızlı büyüyen iki ekonomisi arasında taze bir dostluğa işaret etmesi bakımından önem taşımaktadır. Ortaklığı geliştirmek istedikleri çok açık: Aralarındaki üst düzey ziyaretler sıklaştı, her iki ülkeden işadamları diğer ülkede yapılan konferanslara katılıyor ve aralarındaki mal ve hizmet akışının artmaya devam edeceğine dair tahminler yapılıyor. Çin-Hindistan ticareti 1990’larda 250 milyon dolar civarında duraklamıştı, ancak bu rakam 2006’da 13 milyar dolara ulaştı. 2007’de 20 milyar doları geçecek ve 2008’de de 30 milyar doları aşabilir. Bu, yıllık yüzde 50’nin üzerinde bir büyüme oranı.

Buna karşın, birçok kuruluş ve uzman yeni filizlenen bu iş zeminini gözlerden gizlemeye çalışıyor. Hey yerde “yok öyle bir şey” diyenleri duyuyorum. Birçok batılı ve (az sayıda da olsa Çinli ve Hintli) akademisyen ve danışman, “Çin ve Hindistan işbirliği yapamaz; sadece rekabet edebilir” diyor. Her iki ülke de Asya’nın rakipsiz süper gücü olmak için yarışıyor ve birbirlerinin niyetleri hakkında şüphe duyuyor. Çin ve Hindistan nükleer silahlara sahip, dünyanın en büyük ordularını yarattılar ve her ikisi de bölgedeki denizleri kontrol etmeye çalışıyor. Çin, Pakistan’ı desteklemeye devam ediyor -ki Hindistan bu durumdan memnun değil- ve Hindistan, Tibetli mültecileri kabul ediyor. Bu da Çin’i kızdırmakta. Bu arada ABD, Çin’e karşı Hindistan’a oynuyor. İlave olarak da birçok yetişkin Çinli ve Hintli birbirini düşman olarak görüp büyüdükleri için, birbirlerine güvenmeleri çok zordur.

hed

Daha da ötesi, tartışma, Çin ve Hindistan’ın iş dünyasında kesin rakipler olduğu şeklinde sürmektedir. Çin’in kayda değer ekonomik yükselişi Hindistan’ı tehdit etmektedir. Hindistan bütün temel sosyoekonomik göstergeler itibarıyla komşusunu yakından izlemektedir. Çin imalat ve altyapıda, Hindistan da hizmet ve bilgi teknolojisinde daha güçlü olabilir. Ama Hindistan’ın imalat sanayi global ölçekte rekabetçi hale geliyor ve Çin’in teknoloji sektörü de 10 yılda Hint teknolojisi için tehdit haline gelecek. Her ikisi de petrol, kömür ve demir cevherine dönük olarak artan bir açlığa sahip ve bu alanlarda acımasız bir rekabet halindeler. Özellikle Kuzey Amerika, Avrupa ve Japon çokuluslu şirketlerinin yapacağı yatırımlar bakımından; sermaye için de kavga etmekteler. Bütün bunlar Çin ve Hindistan’ın işbirliği yapabileceğine inanmayı zorlaştırıyor. Çok az insan “Çin ve Hindistan birlikte davranabilir mi?” sorusunu aklına getiriyor. Bunun yerine, toplantı odalarında tartışılan büyük soru, Hindistan’ın Çin’i yakalayıp yakalayamayacağı.

Bu bakış açısı eksiktir. Çin 1,3 milyar insana ev sahipliği yapıyor; Hindistan’ın nüfusu ise 1,1 milyar. Gelecek 10 yılda, bu iki ülke satın alma gücü bakımından dünyanın en büyük 1’inci ve 3’üncü ülkeleri haline gelecektir. 2016 itibarıyla dünya ticaretinin yüzde 40’ını gerçekleştiriyor olacaklar. Bu oran 2006 itibarıyla yüzde 15. Bu, kabaca, 200 yıl önceki konumlarına denk geliyor. Ekonomist Angus Maddison, 1800’lerde Çin ve Hindistan’ın birlikte dünya ticaretinin yüzde 50’sini gerçekleştirdiğini hesaplamaktadır. Bu ülkelerin global ekonomiye entegrasyonu konusunda öngörülerde bulunmak imkansız, çünkü Almanya’nın birleşmesi ve Demir Perde’nin kalkması gibi geçmiş olaylar bununla kıyaslanamaz. Söz konusu olayların yaşandığı 1990’dan sonra çok sayıda insan global ekonomiye dahil oldu, ancak bu rakam Çin-Hindistan ikilisinin temsil ettiği rakamın yanında sönük kalıyor. Hoşlanın ya da hoşlanmayın, dünyanın geleceği Çin ve Hindistan’a bağlıdır.

Her iki ülke de milyonlarla ifade edilen paralarını sınırlarının ötesine taşıyor ve her ikisi de artık liberalleşme saatini geri alamaz. Birlikte davranmamakla kaybedecek çok şeyleri var. Bu, birlikte bir aşka yaşayacakları anlamına gelmiyor, sadece hızla olgunlaşan iki ulus arasında daha az düşmanlık ve şüphe anlamına geliyor.
 
Çin ve Hindistan dünya ekonomisine dâhil olmak için farklı yollar izledi. Bu da her birinin kendi tamamlayıcı güçlerini geliştirmesiyle sonuçlandı. İzleyen sayfalarda göstereceğim gibi, bazı şirket liderleri her iki ülkenin sunduğu kaynaklar ve fırsatlardan yararlanmayı öğrendi. Süreç içinde de bu şirketler global ölçekte daha rekabetçi hale geldi. Çokuluslu şirketler her iki ülkenin tamamlayıcı üstünlüklerinden faydalanmazlarsa çok şey kaybedecektir. Ama her iki ülkeyi de kucaklayabilenler, Çin ve Hint şirketleri gibi, farklı güçlere kolaylıkla sahip olacaktır.

İki Ülke İlişkilerinin Derinliğini Anlamak

Çin ve Hindistan arasındaki gerginlikler gerçektir, ancak bunlar sonuçta saçma hale gelecektir. Buna inanmak için iyi nedenler söz konusu: Biri tarihsel, biri ekonomik ve biri de stratejik.

Birincisi, Çin ve Hindistan’ın sınırları modern zamanlarda çizilmiştir, ancak 1962’deki çelişkiyi önceleyen 2000 yıl boyunca bu iki ülke güçlü ekonomik, dinsel ve kültürel bağlara sahipti. İ.Ö. ikinci yüzyıldan itibaren İpek Yolu’nun (karadan ve denizden birbirine bağlı bir dizi antik ticari rotalar) güney kolu Çin’deki Xi’an ve Hindistan’daki Pataliputra şehirlerini birbirine bağlıyordu. Çinlilerin verdiği adıyla Çay ve At Yolu’ndaki ticaret, Çin ve Hint uygarlıklarının gelişmesinde bariz bir faktör oluşturuyordu. Bu açıdan bakıldığında Çin-Hint sınırının yeniden açılması değil, kapanması anormal görünmektedir.

Aslında Budizm Çin’e ve Hindistan’a M.Ö. 67’de İpek Yolu’yla geldi. O günlerde Çin ve Hindistan arasındaki ilişkiler karşılıklı saygı ve hürmete dayanıyordu. Budizm’i araştırmak için Çin’den Hindistan’a seyahat eden rahip Fa-hsien (M.Ö. 337-422), Hindistan’dan Madhyadesa (“Orta Krallık”ın Sanskritçesi) olarak söz etmektedir. Bu da anlam olarak, Çinliler’in Çin’i tarif etmek için kullandıkları Zhongguo’ya yakındır. 1930’larda Pekin Üniversitesi’nde bir akademisyen olan Hu Shih, 6’ncı yüzyılın “Çin’in Hintlileştirildiği” bir dönem olduğunu söylemişti. Günümüzde bile, Çin ve Hint liderlerin birbirlerini ziyaret programları, ev sahibi ülkedeki bir Budist tapınağın ziyaret edilmesini de kapsamaktadır.

İki modern ülke, 1947’de Hindistan ve 1949’da Çin doğduğunda da fazlasıyla iyi niyet söz konusuydu. 1930’larda Hindistan’ın gelecekteki başbakanı Jawharlal Nehru sık sık Hindistan’ın, yabancı boyunduruğu altındaki Asyalı dostlarının mücadelesini nasıl desteklediğini yazıyordu. Nehru, Çin’in özgürlüğünü desteklemek için yürüyüşler örgütledi, Japon mallarının boykot edilmesi eylemini gerçekleştirdi ve 1937’de Çinlilere yardım için bir sağlık misyonu yolladı. Hindistan, Burma’dan sonra 1950 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanıyan, ikinci komünist olmayan ülkeydi. Bundan 5 yıl sonra Hindistan, Çin’in, Bandung Konferansı’a katılması fikrini destekledi, bu oluşum daha sonra, ne Birleşmiş Devletler’i ne de Sovyetler Birliği’ni destekleyen gelişmekte olan ülkelerin bir ittifakı olan, Bağımsızlar Hareketi’ne dönüştü. Çarpıcı gelişmelerin yaşandığı o yıllarda Hindistan’da sık duyulan sloganlardan birisi de Hindi Chini Bhai Bhai (“Hintliler ve Çinliler Kardeştir”) idi. Slogan daha sonra unutuldu. Çin Devlet Başkanı Wen Jiabao, 2006’da Delhi’deki Hint Teknoloji Enstitüsü’nü ziyaretinde bu sloganı tekrar kullandı.

hed

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İkincisi, ekonomistler bize iki komşunun diğer herhangi iki ülkeden çok daha fazla ticaret yapma eğiliminde olduğunu söylüyor. Çin ve Hindistan arasındaki ticareti teşvik etmek üzere oluşturulan resmi bir komite, karşılıklı ticaretin 2010 itibarıyla 50 milyar dolara ulaşabileceğini öngörüyor. İki ülke arasındaki ticaretin ne kadar olması gerektiğine dair çekim (gravity) modelleri kullanan ekonomistlere göre, resmi rakamlar, potansiyeli eksik hesaplıyor. Bu modeller karşılıklı ticaret potansiyelini ulusların büyüklüğünün, aralarındaki fiziksel mesafenin ve aynı dili konuşup konuşmadıkları, sömürgeci bir geçmişe sahip olup olmadıkları, serbest ticaret bölgesi üyesi olup olmadıkları gibi faktörlerin bir fonksiyonu olarak hesaplamaktadır. Bugün Çin-Hint ticareti, bu modellere göre olması gerekenden yüzde 40 daha azdır. Üstelik Çin-Hint ticareti, Çin’in ABD ve Avrupa ile ticaretinden çok daha dengelidir. Bu ülkelerin büyük ticaret açıkları politik sürtüşmelere neden olmaktadır.

Üçüncüsü, birbirleriyle ilişkileri kesildikten sonra Çin ve Hindistan kendi ihtiyaçlarını karşılamaya dönük olarak evrimleşti, böylece de aralarındaki rekabet ilişkisi azaldı. Çin’in iyi olduğu bir konuda Hindistan iyi değilken bunun tersi de doğru. Çin 1978’de kökten reformlar başlattı ve bu tarihten itibaren tedrici olarak açıldı. Hindistan’daki reformları 1991’de ödemeler dengesinde yaşanan bir kriz zorladı ancak politik faktörler nedeniyle liberalleşme süreci yavaşladı ve dağıldı. Çin, girişimciliği yol açmak için yukarıdan aşağıya bir yetki tarzı kullanıyor. Aslında birçok durumda girişimci, hükümetin kendisi. Hindistan ise özel sektörün öncülüğünü yaptığı bir girişimcilik süreci yaşıyor ve hükümet bu süreçte yetersiz kalıyor. Çin, sabit yatırımları kontrol altında tutmaya çalışırken, Hindistan sermaye kıtlığı sorunu yaşıyor. Çin iktidar yapısına zarar vermeyen yabancı yatırımcıları memnuniyetle karşılıyor. Hindistan yabancılara sıcak bakmıyor ve yerli sermayeyi şımartıyor. Çin’de sermaye piyasası neredeyse hiç yok, Hindistan’ın sermaye piyasası ise yeni ortaya çıkan pazarlar arasında en iyilerden… Yin ve yang eşlemesine Çin ve Hindistan kadar uygun düşen başka iki ülke yoktur.

Sonuç olarak Çin ve Hindistan’da filizlenen şirket türleri birbirinden çok farklı. HBS’li meslektaşım Krishna Palepu’yla birlikte eski bir HBR makalesinde (“Yeni Ortaya Çıkan Devler: Gelişmekte Olan Ülkelerde Dünya Klasında Şirketler İnşa Etmek”, Ekim 2006) ele aldığımız gibi, şirketler genellikle kendi ülkelerindeki kurumsal yapının yansımalarını temsil etmektedir. Entelektüel mülkiyet haklarının yeni korunmaya başladığı ve ifade özgürlüğünün bazı şekillerinin hala sınırlı olduğu Çin’de, yatırımcılar yaratıcılık yeteneklerini fazla zorlamıyor. Bunun yerine, üstün altyapıdan faydalanan imalat tesisleri kurmak onlara daha anlamlı geliyor. Hindistan’da ise ulaşım ağına ve istikrarlı enerjiye ihtiyaç duyan şirketler güçlük yaşıyor. Bunun tersine, teknik olarak iyi eğitimli, İngilizce konuşan üniversite mezunlarını eğiten ve istihdam eden şirketler öne çıkıyor. Hem Çin hem Hindistan bir girişimcilik patlaması yaşıyor. Ama bunu dünyanın sandığından çok daha ileri bir düzeyde, şirketlerini birbirlerini tamamlayıcı olarak geliştirmek suretiyle yapıyorlar.

Her İki Dünyanın En İyilerini Almak

Bu tamamlayıcılık faktörü hem bir fırsat hem bir tehdit oluşturuyor. Çin ve Hindistan’ı sinerjik bir yaklaşımla ele almak ve her iki tarafın en iyi yanlarından faydalanmak kolaydır. Şirketler Çin’i hemen hemen her şeyi ucuza üretmek için kullanabilir. Maliyet-etkin ürünler tasarlamak ve geliştirmek için Hindistan’a dönebilirler. Aynı zamanda ürünleri pazarlamak ve servis vermek için de Hintlilerin yeteneklerinden faydalanabilirler. Örneğin, 2005’te IBM’in PC bölümünü satın alan Çinli Lenovo, global reklam yönetimi birimini yakın bir zamanda Şangay’dan Bangalore’a kaydırdı. Bunun nedeni, Hindistan’ın yüksek düzeyde yaratıcı ve gelişmiş bir reklamcılık sektörüne sahip olmasıdır.

Elbette Çinli ve Hintli şirketler birbirleriyle ölesiye rekabet edecektir. Ama bu, birinin yükselişi öbürünün zararına olacak demek değildir. Örneğin, Çin hükümeti bir yazılım sektörü geliştirmeye çabalarken, Infosys, Tata Consultancy Services ve Satyam gibi Hint şirketleri Çin mühendislerinin eğitimi için en başta gelen adaylardır. Peki bu, Çin’in kendisini imha tohumları ektiği anlamına mı gelmektedir? Hiç de değil. Birçok Hintli şirket çokuluslu müşterilerine yazılım hizmeti vermek için Çin’e gitmiş durumda. Hintli şirketler yerel Çin pazarından pay almak için mücadele ederken, Çin de onların müşterilerini kapmak için rekabet edecektir. Çin bir yazılım sektörüne sahip olmakla kârlı çıkacaktır ama elde ettiği fayda Hint yazılım sektörünün zararı pahasına olmayacaktır.

Çin ve Hindistan’ın bir araya gelmesi, bu eğilime tepki göstermeyi reddeden, özellikle de Batılı birçok şirket için dezavantajlar ortaya koymaktadır. Çinli ve Hintli rakiplerinin ürettiği sinerjiyi üretemeyeceklerdir. Eğer bu iki pazarda pay kaybederlerse, Çin ve Hindistan’ın boyutları veri alındığında, artık bu pazarlarda uzun süre lider olarak kalamayacaklardır. Böylece, yeni ortaya çıkan Hint-Çin devleri, köklü çokuluslu şirketlere için, sanılandan çok daha büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

Karşılıklı İşbirliği
Halen bazı Çin ve Hint şirketleri karşılıklı olarak ülkelerini bir ortak yaşama alanı olarak görmeye başlıyor. Onları güdüleyen şey politik faktörler değil katışıksız öz-menfaatleri.

Hindistan Çin’e Geliyor
Üç yıl önce, Hintli traktör ve otomobil üreticisi Mahindra & Mahindra, traktörleri Çin’de üretmenin Hindistan’da üretmekten daha ucuz olacağını düşündü. Hintli şirket böylece, sadece traktör üreterek de olsa hızla büyüyen Çin pazarına giriş yapmış olacaktı. M&M, Nanchang şehir hükümetiyle, Mahindra (China) Tractor adıyla bir ortak yatırım yaptı. Ortaklar birbirinden bu kadar farklı olabilirdi: M&M üç kuşaktır iş dünyasında olan Hintli bir ailenin çocuklarının sahipliğindeki özel bir şirket. Bu, Çin hükümetine çok uzak bir durum. Çin-Hint ortaklığı, yıllık 8 bin traktör üretim kapasitesi olan ve Şangay ile Guangzhou’nun tam ortasında bulunan Jiangling Tractor’ı satın aldı.

M&M’nin düşük güçlü traktörleri Hindistan’ın küçük parselli tarım arazileri için idealdir. 2006’da şirket Hindistan pazarında yüzde 30 paya sahipti. Bu oran en yakın rakibi için yüzde 23’tü. Bu traktörler, ortalama arazi sahipliği büyüklüğü Hindistan’ınkine yakın olan Çin için de uygundur. Çin’de komünlerin dağılması sonucu çiftçi sayısının artmasıyla, traktörlere olan talep de patladı. Çin hükümeti de pulluktan traktöre geçmek isteyen çiftçilere mali teşvikler sağladı. M&M pazara, Jiangling Tractor’ın FengShou markasıyla girdi. Şirket, modellerini Hindistan’daki tesislerinde tasarladı ve mühendislik çalışmalarını da zekice burada tamamladı, üretimi ise Çinliler gerçekleştirdi.

Mahindra (China) Tractor, Çin ve dış pazarlar için 18 ila 35 beygir gücüne (hp) sahip kompakt FengShou traktörlerini yapmaktadır. Aynı zamanda M&M’nin 45 ila 70 hp gücündeki daha güçlü traktörlerini de Hindistan’dan ithal etmekte ve bunları Çin’de satmaktadır. Şubat 2005’te, M&M’nin CEO’su Anand Mahindra’yla konuştuğumda, Çin şirketi için övgüden başka söyleyecek bir şey olmadığını belirtmişti. “Çin’de para kazanmanın ya da kültürel farklılığı aşmanın çok zor olduğuna dair miti yok ediyoruz” ifadesini kullandı. “Nanchang’taki yerel disko artık bhangra (bir tür Hint halk müziği) çalıyor ve Çinli şirketin eski başkanı ilk resmi ziyafetimizde Hint filmlerinden şarkılar söyledi.” Mahindra, Çinli ve Hintli yöneticilerin birlikte çalışmasında hiçbir sorunla karşılaşmadığını da belirtti. M&M, Çin tesisine 15 Hintli çalışan yollamış durumda. Bunların hepsi de Çinli gözetmenlere bağlı çalışıyor. Mahindra’ya göre Hintliler de bu tecrübeden hiç şikayetçi değil.

Hepsi bu kadar değil. M&M, ABD’de bazı niş pazarlara girmesi gerektiğini fark etti. Bebek patlaması kuşağının birçok üyesi, gergin şehir hayatından kaçıp, San Francisco’da bir ev alabildikleri parayla birkaç dönüm arazi alabildikleri Flagstaff, Arizona gibi kırsal bölgelere taşınıyordu. Bu hobi çiftçileri toprağı ekmek için sadece küçük bir traktöre ihtiyaç duymaktaydı. M&M, 2000-2005 yılları arasında, 70 hp’nin altındaki ABD traktör pazarında, John Deere, New Holland, Agco ve Kubato Tractor gibi devlerden pazarın yüzde 6’sını çalmayı başardı. Teksas gibi bazı güney eyaletlerinde M&M’nin pazar payı yüzde 20’ye ulaşmaktadır. M&M özellikle John Deere’ı para kaybetmeye zorluyor. 2004’te bir John Deere satıcısı elindeki M&M traktörü John Deere’la değiştirmek isteyen herkese 1.500 dolar vaat eden bir reklam verdi. M&M yöneticilerinin belirttiğine göre, kendi traktörlerine sahip olanlardan reklamı görenlerin yüzde 97’si, Çin’de ve Hindistan’da yapılan traktörlerinden memnun olduğunu belirterek, söz konusu indirimi kabul etmedi.

Çin Hindistan’a Geliyor
Mahindra & Mahindra’nın Çin’in sağlam altyapısını kullanıyor olması gibi, Çin’in Huawei şirketi de, Cisco gibi Batılı devlere karşı global gücünü sürdürmek için Hindistan’ın yazılım altyapısından faydalanıyor. 1999’da Çinli telekomünikasyon ekipmanları üreticisi, halen 1.500 civarında mühendis çalıştıran bir Hint şirketi kurdu. Bangalore’da bulunan bu tesis; veri iletişimi, şebeke yönetimi, işletme destek sistemleri ve akıllı şebekeler gibi alanlarda yazılım çözümleri geliştiriyor. Şirket 2006’da Bangalore’da yeni bir tesis daha açtı. Burada da 180 yazılım mühendisi optik şebeke ürünleri ve kablosuz yerel ağ çözümleri geliştiriyor.

Huawei, Bangalore’de 25 dönüm arazi üzerinde, 2 bin kişiyi istihdam edecek bağımsız bir kampus için ilave 100 milyon dolar yatırım yapacağını açıkladı. Bu, Huawei India’nın optik iletim şebekeleri gibi yeni alanlara girmesini sağlayacak ve şebeke teknolojisinin üçüncü kuşağında daha yetkinleşmesini sağlayacak. Huawei’nin Shenzhen’deki geliştirme merkezi halen en önemli tesisi konumundayken, (şirketin Ar&Ge çalışmalarının yaklaşık yüzde 70’ini oluşturan) Bangalore merkezi ikinci en önemli birim olma yolunda. Bunun nedeni kısmen bu birimin yapabilirlikleriyle ilgili. Ağustos 2003’te Hint tesisi, yazılım üreticileri için en yüksek kalite seviyesi anlamına gelen Capability Maturity Level 5 sertifikasyonuna başvurdu.

hed

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Huawei’nin stratejisi kayda değer çünkü Hint bürokrasisi ve politikacıları şirketin ülkeye yerleşmesini engellemek için elinden gelen her şeyi yaptı. Yazılım geliştirmeyi Hint şirketlerine outsource etmek yerine mühendis istihdam etmenin daha doğru olduğunu fark eden şirket, inat etti. İnsan kaynaklarından sorumlu olan Jack Lu, kuruluşundan sonraki 3 yıl boyunca Bangalore bürosuna liderlik etti. Üstesinden gelinmesi gereken esas meydan okumanın, her iki ülkenin birbirinin şablonu olması olduğunu söylüyor. Örneğin Hint medyası Çinlileri, Hindistan’ın güvenlik, yazılım ve telekomünikasyon sırlarını çalmakla suçlarken, Çin medyası da bunun tersini yapıyor.

Kamu Şirketlerinin İşbirliği
Düşman oldukları kabul edilen iki hükümetin doğrudan kolları olan kamu sektörü şirketleri de birlikte çalışmayı öğreniyor. Çin ve Hindistan inanılmaz bir enerji açığına sahip. Çin, petrol ihtiyacının neredeyse yarısını ve Hindistan da yüzde 70’ten fazlasını ithal ediyor. Her iki ülkedeki enerji şirketleri “hisseli” petrol bulmayı öncelikli hedef kılmış durumda. Orta Doğu’daki olası bir istikrarsızlığın kendi tedarik kaynaklarını vurabilme ihtimaline karşı, birkaç ülkenin petrol sektörüne yatırım yapıyorlar. Bu strateji Çin’i ve Hindistan’ı uluslararası enerji sektöründe acımasız rakipler haline dönüştürdü. 2005 yılının ocak ve ekim ayları arasında Çin’in Sinopec’i ve China National Petroleum Corporation’ı (CNPC) ve Hindistan’ın Oil and Natural Gas Corporation’ı (ONGC) Angola, Ekvador, Kazakistan, Myanmar, Nijerya ve Rusya’da petrol varlıkları satın almak için çarpıştılar. Çinli şirketler bazı sözleşmeler imzaladıysa da Hintli şirketin agresif teklifleri yüzünden daha yüksek fiyat ödemek zorunda kaldı.

Nisan 2005’te Wen Jiabao Çin ve Hindistan’ın enerji sektöründe işbirliği yapmasını önerdi. Ülkelerin petrol şirketi yöneticilerinin birkaç toplantısı sonrasında, Çin ve Hindistan hükümetleri ocak 2006’da, enerji kaynağı ihalelerinde birlikte çalışacaklarına dair bir anlaşma ve petrol şirketleri de karşılıklı anlayış sözleşmesi imzaladılar. Bu arada Çin, Hindistan’la ortak davranmayı biraz politik bir tutumla kabul etti, çünkü Hindistan’da altyapıya bağlı sözleşmeler söz konusu olduğunda kendilerinin tercih edileceğini umuyor.

Çin-Hint petrol avı sonuç verdi. Aralık 2005’te, CNPC ve ONGC, Suriye’nin Al Furat Petroleum şirketinin yüzde 37 hissesini satın aldı. Sinopec ve ONGC arasındaki başka bir ortak girişim, ağustos 2006’da Kolombiyalı petrol şirketi Omimex de Colombia’nın yüzde 50 hissesini ele geçirdi. Nisan 2007’de, ONGC ve CNPC Angola ve Venezuela’da petrol hisseleri edinmek için bir araya geldi. Bu iki şirket, yatırım yaptıkları şirketin hisselerinden birbirlerine teklifte de bulunmaktadır. Böylece, herkesin petrol fiyatlarını büyük ölçüde yukarı çekeceğini düşündüğü şirketler, birlikte, Çin ve Hindistan’ın çıkarına çalışır hale gelmiştir.

İkisini Bir Olarak Görmek
Çokuluslu şirketlerin Çin ve Hindistan için ortak bir strateji geliştirmekte zorlanmaları şaşırtıcı değildir. Üç yıl önce Japonya’dan Asahi Glass, Hitachi, Honda ve Toshiba; Güney Kore’den Samsung, Hyundai ve LG Electronics ve Singapur’dan DBS Bank ve Singapore Telecommunications gibi 20 Asyalı şirketin Çin ve Hindistan şubelerini inceledim. Birçoğunun her iki ülkede faaliyeti vardı ama ben araştırmama sadece bir ülkede faaliyet gösteren şirketleri de kattım.

Bu şirketler iş modellerini yerel kurumsal yapıya göre düzenlemişler. Bu da her iki ülkedeki şubeleri arasında sinerji yaratmalarını zorlaştırıyor. Örneğin Çin’deki şubeler Hindistan’daki şubelere göre daha az şeffaf. Çin’de sermaye tahsisi mali piyasalar aracılığıyla olmazken, Hindistan’da öyle oluyor. Bu şeffaf olmama durumu Hindistan’daki şubelerin Çinli meslektaşlarıyla işbirliği yapmasını güçleştiriyor. Hint şirketleri, ortalama olarak 39 yıldır faaliyette bulundukları için, yerel tedarikçilere daha fazla bağımlı durumda. Ortalama 18 yıllık bir geçmişe sahip olan Çin şirketleri ise Kültür Devrimi’nin kötü bir sonucu olarak ülke dışına sürüldü. Bununla birlikte, geçtiğimiz 5 yıl içinde her iki ülkeye de giren şirketlerde bile Hindistan’da yerel tedarikçilere bağımlılık oranı yüzde 60 ve Çin’de ise yüzde 10 düzeyinde. Böylece Çin ve Hindistan şubeleri farklı iş modelleri kullanıp daha çok sinerji yaratabiliyor. Üstelik incelediğim 33 Çin şubesinin 31’i, kendilerini Hintli meslektaşlarından bağımsız algılamaktaydı. Bu da işbirliğini imkânsız kılıyordu. Nispeten az sayıda Çinli ve Hintli şube yöneticisi, kendi hiyerarşileri içinde aynı karar alıcıya karşı sorumluydu ve şirketler kendilerini her bir ülkedeki kendi performanslarına göre ödüllendiriyordu. Bu örgütlenme yapısıyla ilgili faktörler, Çin ve Hindistan’daki fırsatları kendi stratejilerine yarayacak şekilde tanımlamalarını neredeyse imkânsız hale getirmektedir.

Bir Çin-Hindistan stratejisi geliştirmenin önündeki son bir engel de başarı faktöründen kaynaklanmaktadır. Örneğin, Çin’deki en başarılı yatırımcılardan birisi olan Motorola’da, Çin’den Schaumburg-Illionis’deki merkeze doğrudan iletişimi tasavvur etmek kolaydır. Çünkü Motorola yakın zamana kadar, ilgiye aç Hint pazarına odaklanmamıştır. Unilever için ise bunun tersi doğrudur. Şirketin Hindistan’daki başarısı, buradaki ofisin Londra ve Rotterdam’a doğrudan bağlı olması anlamına gelmektedir. Buna karşılık Çin işletmesi bu ayrıcalıklardan faydalanamamaktadır. Çin, Motorola’nın dünyasında parlarken Hindistan Unilever’in dünyasını ışıtmaktadır. Şirketler iki pazardan birisini ihmal etmiştir ve başarabileceklerinden daha azını elde etmişlerdir.

Dışarıdan Başarmak
Çokuluslu şirketler için Çin ve Hindistan’dan en iyi şekilde faydalanmak zor olabilir, ama imkânsız değildir. Aslında, GE ve Microsoft’un da gösterdiği gibi, her iki koyunun etinden ve sütünden birçok yolla faydalanabilirsiniz

GE’nin Yaklaşımı
Çin’i ve Hindistan’ı bir arada ele almanın en kolay ve en güçlü yolu, Çin’de donanıma ve Hindistan’da ise yazılıma odaklanmaktır. Artık iyice bilindiği gibi, GE Healthcare’in yaptığı tam olarak budur. Örneğin, üst uç (high-end) bir ürün olan Proteus radyoloji sisteminin 719 parçasını bir düzine ülkede geliştirmiştir. Yazılım algoritmalarını ve tarayıcının jeneratörünü Bangalore’da üretmiş ve donanım üretimini ve montajı Pekin’de gerçekleştirmiştir. Her iki ülkede yüksek nitelikle mühendislerden paralel gruplar kümesi oluşturma yeteneği, ürün geliştirme verimliliğini artırmakta ve kıdemli bir yöneticinin bana söylediği gibi, bu da GE’nin rekabetçi kültürüne uygun düşmektedir.

GE’nin başarısını, iyi işleyen bir pazar yönetim sistemine atfetmek çekici görünebilir. Ancak çoğu şirket benzer matris yapılarına sahiptir, bu nedenle de bu yaklaşım hikayeyi tam anlatmaz. GE, Çin ve Hindistan’da başarılı oldu çünkü kendi iş modelini her bir pazarın gerçeklerine uygun hale getirdi. Oysa Çin’e ve Hindistan’a gerçekleştirdiği ilk akınlar işe yaramadı. GE’nin buralardaki iş birimleri, yerel olarak ürün geliştirmeyi ve kârlı bir şekilde satmayı başaramadı. Her iki pazardaki düşük gelirli nüfusun almasına yetecek ölçüde düşük maliyetli üretimi diğer ülkelerde gerçekleştiremediler. Bu tecrübe GE’yi, Çin ve Hindistan’ın gereklerine göre davranmaya yönlendirdi. Bu süreç aynı zamanda şirketin, her iki şubenin birlikte çalışabileceği yolları bulmasını da sağladı. GE’deki Çinli yöneticiler Hintli meslektaşlarıyla işbirliği yapmanın kendi çıkarlarına olduğunu hissetti ve tersi de doğrudur. Bu sürecin meyve vermesiyse 20 yılı buldu.

GE başardı çünkü aynı zamanda her iki ülkede de iyi bir kurumsal yurttaş oldu. Uçak motorları işi birkaç teknolojinin Çin’e transferini sağladı ve tıbbi teşhis cihazları faaliyeti, buradaki sağlık sorunlarının çözümüne dâhil oldu. GE, Hindistan’da iş süreçlerinin outsource edilmesinin öncüsü oldu, outsourcing sayesinde de bu ülke dünya iş haritasında yerini aldı. GE, her iki ülkede de güvenoyu kazanmış olarak Şangay ve Bangalore’da öncü sayılabilecek Ar&Ge merkezleri açtı. Hem Çin’de hem Hindistan’da bazı şirketler, varlıklarını GE’ye borçludur. Bazıları GE’nin eski yöneticileri tarafından kurulmuş, bazıları da GE’ye malzeme ve parça tedarik ederek dünya klasmanında şirketler haline gelmiştir.

Microsoft’un Yaklaşımı
GE, Çin ve Hindistan’daki değer zincirini birbirinden ayırmış durumdayken, Microsoft başka bir rota izliyor. Çin ve Hindistan için ayrı inovasyonlar geliştiriyor.

Örneğin şirket, cep telefonu temelli bilgisayarı Çin’de geliştirme kararı aldı. Çünkü ülkede 2006 itibarıyla 450 milyon cep telefonu ve sadece 120 milyon PC vardı. Hindistan’da ise aynı tarihte sadece 166 milyon cep telefonu bulunuyordu. Microsoft, TV’nin yanına monte edilmiş bir cihaza bağlandığında bilgisayara dönüşebilen bir cep telefonu yarattı. FonePlus adı verilen bu cihaza klavyeyle erişebiliyor ve TV ekranını bir PC monitörü olarak kullanabiliyorsunuz. Eğer bu deney Çin’de başarıya ulaşırsa, Microsoft FonePlus’ı global ölçeğe taşımanın yollarını bulacak.

Microsoft, Hindistan’da ise Çin’de gerçekleştirilmesi zor olan deneyler gerçekleştirdi. Şirket 2004’te, pahalı olan tüm-fonksiyonlu ürün paketi yerine, Windows XP Starter Edition’ı 25-30 dolara pazara sundu. Microsoft, Starter Edition’ı, en büyük dört PC üreticisinin pazarın üçte ikisini kontrol ettiği Çin’de lanse etmemeye karar verdi. Yerel şirketler düşük fiyatlı bir ürün istemiyordu çünkü daha yüksek fiyatlı olandan daha çok para kazanıyorlardı. Hintli müşteriler ise tüm-fonksiyonlu Windows’u satın almıyordu, bu nedenle de Starter Edition’ı burada pazara sunmak daha az riskliydi. Microsoft’un Hindistan’daki denemesi, ürünü hem ilk kez kullanacak tüketicileri hem tüm-fonkisyonlu paketi benimsemeyenleri ikna etmeyi öngörüyordu. Böylece Microsoft China’nın da yolu açılmış olacaktı.

Bu arada, Microsoft’un Çin şubesi, Çin hükümeti ve Hindistan’ın en büyük yazılım şirketi Tata Consultancy Services’yla (TCS) birlikte, üç taraflı bir girişimle Hindistan şubesine güç vermeyi deniyordu. 2002’de Hangzhou Özel Ekonomik Bölgesi’ne yaptığı, tamamı kendisine ait yatırımla Çin’e girdikten sonra TCS, 2007’de buradaki varlığını genişletme izni aldı. Ulusal Gelişme ve Reform Komisyonu, Shenzhen ve Pekin’deki teknoloji parklarına TCS’nin Çin işletmelerini satın alma yetkisi verdi. Bu süreçte TCS, Çin’de üç aşamadan geçmişti: Çin pazarına girdi çünkü global müşteriler bu pazara geliyordu. Daha sonra ülkeyi Asyalı şirketlere hizmet vermek için kullandı. Son olarak da TCS şimdi Çin pazarının kendisini kovalıyor.

Bu arada Microsoft, global ölçekte bir yazılım sektörünün inşa edilmesi için Çin hükümetine yardım etmeye çalışıyor. Bu stratejiye uygun olarak Microsoft, TCS China’dan hisse satın alarak yüzde 65’i TCS’ye, yüzde 25 Çinli yazılım parklarına ve yüzde 10’u da kendisine ait bir oluşum yaratmayı planlıyor. Çin hükümeti bu fikirden hoşnut. Microsoft’un sahip olduğu teknolojiler TCS’inkilerle birlikte her yere yayılacak. Yeni girişim Pekin ve Tianjin şehir hükümetleri için bankacılık uygulamaları geliştirecek. Bu uygulamaları TCS geliştirecek ve Microsoft da bunları bankalarla ilişkilendirmek için Çin genelindeki 17 merkezini kullanacak. TCS’nin şu ana kadar üstlendiği en büyük bankacılık uygulamaları projesi, 10 bin şubesi ve 100 milyon hesaba sahip (Bank of China’da bu rakamlar 22 bin ve 360 milyon hesap) olan State Bank of India projesi. Bu, Çin ve Hindistan’ın birbirine neden benzedikleriyle ilgili bir başka neden. Başka hiçbir ülke bu kadar yayılmış bankacılık şebekelerine sahip değil. TCS ve Microsoft, Çin’de kazandıkları tecrübeyi bir gün Hindistan’a da uygulayacak gibi görünüyor.

Çin ve Hindistan’ın dikkatini yitirmemek için, Microsoft, her iki ülkedeki şirket liderini kurumsal başkan yardımcısı makamına getirdi. Bunlar doğrudan Microsoft’un uluslararası operasyonlardan sorumlu yetkilisine hesap veriyor. Birbirleriyle tecrübelerini paylaşmak için sık sık buluşuyorlar. Pekin ve Haydarabad’da laboratuarlar ve geliştirme merkezleri bulunduğu için, Hindistan ve Çin’de Ar&Ge’nin başında bulunan sorumlular doğrudan Microsoft’un dünya genelindeki Ar&Ge merkezinin başına hesap veriyor. Şirket aynı zamanda Redmond-Washington’du kurulu Unlimited Potential bölümünün ölçeğini de genişletti. Bu bölüm, bilgisayar becerisi ve bununla ilgili meslek sahibi olmayan topluluklara eğitim veriyor. Bölüm aynı zamanda, Çinli tüketicilerin kullandığı ürünlerin Hindistan’da nasıl satılabileceğini ve tersini de araştırıyor. Ayrıca dünyada ortaya çıkan diğer pazarlarda satılabilecek ürünleri inceliyor.

Birçok insanın Çin ve Hindistan’ın yükselişini tehdit olarak algılaması tuhaftır. Bu ülkelerin çıkışının sıfır-sonuçlu bir oyun (ya da herkesin zararına) olduğu fikri, ekonomik mantığa başkaldırmaktır. Örneğin ABD’de, şirketlerin üretimlerini ve hizmetlerini Çin ve Hindistan’a kaydırmasından kaynaklı istihdam kaybı, geçtiğimiz yıllarda ABD ekonomisinde yaşanan yapısal değişimlerin yol açtığından daha azdır. Ekonomik gücün New York ve Londra’nın ötesine doğru önlenemez genişlemesine direnmek yerine, şirketlerin, Pekin ve Yeni Delhi arasındaki tamamlayıcı ilişkileri kabullenmesi ve hızlı değişen bir dünyada, rekabet üstünlüğünü onların elinden almaya çalışması daha yerinde olacaktır.

Hindistan
* Yüzölçümü 3.287.590 km2 (2007)
* Nüfus 1,13 milyar (2007)
* GSYİH reel büyüme oranı Yüzde 9.4
* Kişi başına düşen GSYİH* 3.800 dolar
* İşsizlik Yüzde 7.8 (2006)
* Yoksulluk sınırının altındaki nüfus Yüzde 25 (2002)
* İhracat 112 milyar dolar
* İthalat 187,9 milyar dolar
* Döviz kuru 39,80 rupi = 1 dolar (2007)
* Çin, ABD, Almanya ve Singapur’dan ithalat yapıyor
* ABD, BAE, Çin, İngiltere’ye ihracat yapıyor
* Okuma-yazma oranı Yüzde 61 (2001)
* Umulan yaşam süresi 68,59 yıl (2007)

Çin
* Yüzölçümü 9.596.960 km2 (2007)
* Nüfus 1,32 milyar (2007)
* GSYİH reel büyüme oranı Yüzde 11.1
* Kişi başına düşen GSYİH* 7.800 dolar
* İşsizlik Yüzde 4.2 (2005)
* Yoksulluk sınırının altındaki nüfus Yüzde 25 (2004)
* İhracat 974 milyar dolar
* İthalat 777,9 milyar dolar
* Döviz kuru 7,52 RMB = 1 dolar (2007)
* Japonya, Güney Kore, ABD, Almanya’dan ithalat yapıyor
* ABD, Japonya, Güney Kore, Almanya’ya ihracat yapıyor
* Okuma-yazma oranı Yüzde 90.9 (2000)
* Umulan yaşam süresi 72,88 yıl (2007)

• Satın alma gücü paritesi

Çin ve Hindistan Nasıl Farklı Gelişti?

Çin

Kurumlar

Hükümet
Çin’i tek parti yönetmektedir. Pekin’den uzaktaki bürokratlar ilerlemesi için her zaman yardım etmese de reform süreci en tepedekilerin kontrolündedir. Ekonomik gelişme sağlayan yetkililer, basamakları daha hızlı tırmanır.

Bilgi Ve Şeffaflık
Ekonomik enformasyon giderek daha fazla ulaşılır hale geliyor ama politik enformasyon için durum böyle değil. Haberlerin yayılmaması için devletin gösterdiği çabalarla, yayılmasını sağlayan teknoloji-temelli çabalar rekabet halinde.

Mülkiyet Hakları
Devlet, bireylerin mülk sahibi olmasına her zamankinden fazla izin veriyor. Ama herhangi bir durumda çelişki ortaya çıktığında bu haklar kamu yararı adına ihlal ediliyor. Bu nedenle de devlet kamu yararına devasa yatırımlar yapabiliyor.

Önemli Noktalar

Yerel İş Ortamı
Ülkede girişimci ruha sahip milyonlarca insan var ama devletle ya da yabancılarla ortaklık yapmadıkça potansiyelleri sınırlanıyor. Girişimci olan genellikle hükümetin kendisi.

Çokuluslu Şirketler
Yabancı şirketler gelişlerinden itibaren kırmızı halıyla karşılanıyor. Bunlar genellikle, sermaye ve üst düzey yetenek ihtiyacı bakımından kendi kaynaklarına yaslandığından, bu alanlarda zayıf olan Çin pazarından etkilenmiyorlar.

Diaspora
Deniz aşırı ülkelerde yaşayan Çinliler, 20 yıl önce Çin ekonomik mucizesinin başlamasında hızlandırıcı bir rol oynadı. Eve dönen Çinliler beyin gücünü oluştururken, diaspora hala bir sermaye kaynağı.

Kırsal Ekonomi
Köylerdeki fiziksel altyapı genellikle çok iyi. Ama kıyı bölgeleriyle kıyaslandığında, kırsal bölgelerdeki hayat standardının nispi düşüşü, kızgınlığı ve protestoları körüklüyor.

Eğitim ve Sağlık
Zengin kaynaklara sahip olan devlet, eğitime büyük yatırımlar yaptı. Temel okur-yazarlık seviyesi oldukça yüksek. Sağlık hizmetlerinin kalitesi kötü. Bunun nedeni büyük ölçüde Çin’in 1978’den sonra merkezi sistemden özel modele geçmiş olması.

Dış İlişkiler
Paraya dayalı bir yaklaşım, Çin’in dünyayla ilişkilerini karakterize ediyor. Ülke, cüzdana bakıyor. Çin, ortak hinterlandlarında Hindistan’dan daha güçlü ve Afrika ve merkezi Asya’da da üstünlük kazanıyor.

Hindistan

Kurumlar

Hükümet
Siyasi parti koalisyonları gürültülü bir demokrasi içinde iktidar için manevralar yapıyor. İktidar konumunu belirleyen, geleneksel ekonomik ya da sosyal elitler değil. Bireysel haklara saygı duyuluyor ama çok fazla çıkar grubunun varlığı, sistemin kötü işlemesine yol açıyor.

Bilgi Ve Şeffaflık
Nadiren kasıtlı olarak yanlış çıkan seslerden oluşan bir kakofoni söz konusu. Medya her şeyi tartışıyor, hiçbir şey kısıtlı değil. Aslında medya, üst düzeylerde yaşanan çürümeyi (rüşveti) giderek artan biçimde sergiliyor.

Mülkiyet Hakları
Bireyin mülkiyetle ilgili hakları kutsal. Bireyin yararı için genellikle kamu çıkarı feda ediliyor. Hükümet kamusal alanlara sadece çok küçük yatırımlar yapıyor. Bu da kötü altyapıyla sonuçlanıyor.

Önemli Noktalar

Yerel İş Ortamı
Yöresel girişimcilik son 15 yılda çiçeklendi. Etkin sermaye piyasaları, iyi bilgi akışı kanalları ve mülkiyet haklarına saygı buna yardım etti.

Çokuluslu Şirketler
Hükümet, eskisinden daha az olmakla birlikte yabancı yatırımlara karşı hoşnutsuz bir tutum sergilemeye devam ediyor. Bunun, yöresel girişimcileri desteklemek gibi haklı nedenleri de var, korumacılık gibi kötü nedenleri de.

Diaspora
Bir zamanlar çekinilen, ülke dışında yaşayan Hintliler artık eskisinden daha fazla kabul görüyor. Deniz aşırı ülkelerde yaşayan Hintlilerden gelen sermaye akışı, yatırım şeklinde değil havaleler yoluyla oluyor.

Kırsal Ekonomi
Devletin kırsal Hindistan’a karşı mutlak ilgisizliği, köylüleri yoksul bıraktı. Altyapı inanılmaz kötü bir halde. Özel sektör ve sivil toplumun köylülere yardım çabaları övgüye değer, ancak yeterli değil.

Eğitim Ve Sağlık
Devlet eğitim alanına üzücü denebilecek kadar yetersiz yatırım yapmakta. Özellikle de halka dönük sağlık hizmetlerinin kalitesi berbat durumda. Özel sektörün yatırımları durumu biraz telafi edebilir ama gerekli etkiyi yapmaktan uzak.

Dış İlişkiler
Devletin verimsizliği Hindistan’ın etki alanını genişletmesine sekte vuruyor. Hindistan’ın en iyi elçileri; şirketleri, yöneticileri, akademisyenleri ve film yıldızları. Hindistan, kaba güç kullanma yeteneğinden yoksun ama yumuşak güç kullanımı konusunda usta.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz