Türkiye’nin Zayıflığı Politik Sisteminde

Francis Fukuyama / Johns Hopkins Üniversitesi Uluslararası Politik Ekonomi Fakülte Dekanı   Francis Fukuyama, dünyanın önde gelen gelecek bilimcilerinden... Ses getiren kitapları, çığır aça...

1.10.2002 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Francis Fukuyama / Johns Hopkins Üniversitesi Uluslararası Politik Ekonomi Fakülte Dekanı

 

Francis Fukuyama, dünyanın önde gelen gelecek bilimcilerinden... Ses getiren kitapları, çığır açan yaklaşımları var. Ekim ayı içinde Türkiye’ye gelecek. Ancak, ondan önde Capital’e özel bir söyleşi verdi, Türkiye’nin geleceği konusunda ilginç değerlendirmelerde bulundu. Yaşanan sorunlara dikkat çekerken, “Türkiye’nin zayıflığı, politik sisteminin hiçbir zaman güçlü manevralara olanak verecek kadar gelişmemiş olmasındadır” değerlendirmesini yapıyor.

 

Hegel’e karşı çıktı. Felsefenin, tarih biliminin temellerini atan büyük sosyal bilimciye...  Tarihin sürekliliği koruyabilmesi için karşıtlık içermesi, diyalektiğini koruması gerektiğini iddia etti. “Soğuk savaş” ve sonrasında tarihin doğası gereği var olması gereken bu ikililiğin, karşıtlığın yitirildiğini söyledi ve tarihin sonunu duyurdu: “Komünizm çöktü. Kapitalizme karşı duran bir ideoloji yok. Öyleyse tarih sona erdi.”

 

Daha sonra ünlü romanlar 1984 ve “Yeni Cesur Dünya”dan (Brave New World) çıkarak geleceğimize dair cüretkar düşünceler öne sürdü. Bio-teknolojik devrimin dünyayı baştan aşağı değiştireceğini ve insanlık-sonrası dünyanın eşiğinde olduğumuzu savundu. Globalleşme ile birlikte merkezileşmenin bittiğini ve tersine demokratikleşmenin hız kazandığını belirtti.

 

Francis Fukuyama, geçmiş ve gelecek üzerine oldukça “ağır” konuşan bir sosyal bilimci. Ağırlığı, sözlerinin değerinden geliyor. Johns Hopkins Üniversitesi Uluslararası Politik Ekonomi Fakülte Dekanı Fukyama’nın çok sayıda kitabı bulunuyor. Bunlardan en çok ses getirenleri: “Trust” (Güven) ve “End of the History and the Last Man” (Tarihin Sonu ve Son İnsan)...

 

Kısa bir süre önce ise bio teknolojik devrimin etkileri üzerine savlarını içeren “Our Posthuman Future” (İnsanlık Sonrası Geleceğimiz) adlı kitabını yayınlandı. Yani, Fukuyama gerçekten tarihin sayfalarını kapattı ve yüzünü geleceğe döndü. 

 

23 – 24 Ekim tarihlerinde “Yönetim Kalitesi ve Dünya Markası olarak Türkiye” başlığı altında düzenlenen 11. Ulusal Kalite Kongresi’ne konuşmacı olarak katılacak olan Francis Fukuyama, geleceğe dair öngörülerini Capital’e anlattı:

 

IMF konusu Türkiye’de son zamanlarda çok tartışılıyor. IMF’in politikaları ve uygulamaları hakkında ne düşünüyorsunuz?  

 

Bence, IMF hiçbir zaman gelişmekte olan ülkelerin problemlerini çözmek için dizayn edilmedi. Hatta, bazı ülkelerde durumu daha da kötüleştirdi. Bu tartışılabilir. Ama IMF’in yapması gereken, ülkenin krizi atlatmasını sağlamak değil, krize yakalanmadan ilerlemesini sağlamak. Bunun için var.

 

Bunu Brezilya’da yapıyor gibi. Ama Arjantin’de durum farklı. Elbette Arjantin’de yaşananların tamamından dolayı IMF’i suçlamak doğru olmayabilir. Herkesin fazla beklentiden kurtulması gerekiyor. Bu kadar çok şey ummayalım.

 

11 Eylül hayatlarımızı ciddi şekilde etkiledi. Ama sizce en büyük etki neydi?

 

Evet, oldukça ciddi şekilde etkiledi. Olaylar sonunda güvenlik konusundaki eksikliklerimizi gördük. Dış politikalar ve dünya haritasına bakış değişti. Bu haritada Amerika’nın yeri de değişti. Amerika’nın terörizmden kendisinin de sorumlu olduğu düşünüldü. Çünkü, bugüne kadar bu konuyu göz ardı etmişti. 

 

Sizce 11 Eylül’de olanlar global ticareti etkileyecek mi?

 

Kısa vadede dengeleri sarsacak. Uzun vadede Irak olayının sonuçlarını görmemiz gerekecek. Orada yeni bir rejim oluşursa, bu taşların yerini de farklılaştırır. Yani çok açık bir şey söylemek mümkün değil.

 

Peki sizce globalleşmenin sonunun gelmesi mümkün mü?

 

Globalleşme başlayan ve biten bir şey değil. Kendine özgü biçimde hep vardı. Şimdi daha hissedilir oldu. Yavaşlayabilir ya da hızlanabilir. Kaçınılmaz bir şey değil. Ama yok edilebilecek bir şey de değil.

 

Tamamıyla bilginin gelişimine bağlı. Globalleşme ile birlikte bilgi, daha demokratik bir şekilde dağılıyor. Bu gelişim nasıl olacak ona bağlı. İnsanlar diğer toplumlar ve ülkeler hakkında daha çok bilgi sahibi olacaklar. Daha çok güvenlik olacak. Kurallar aratacak. Bu kesin.

 

Sizce globalleşme, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke piyasalarında aynı etkiyi yaratıyor mu?

 

Hayır. Bence gelişmekte olan ülkelerde daha fazla etkisi oldu. Hem iyi hem de kötü anlamda... Çünkü, çok köklü ve hızlı bir değişim söz konusu. Ve eğer bu değişimi iyi yönetemezseniz, kötü olur. Bir açıdan şansılar. Çünkü, Amerika gibi bunu daha önce yaşayan ülkelerin deneyimlerinden ve geçirdiklerinden temel alabilirler. Ama diğer yandan, onlar bu dönemdeki değişim yönetimin beraberinde getireceği dengesizliklerden daha fazla zarar görür. Bunun en güzel örneği Arjantin.

 

Globalleştikçe aynı zamanda daha kuralcı olmaya başladık gibi. Sizce bu kendi içinde çelişmiyor mu?

 

Hayır, sanmıyorum. Bence olan şu; Tüm teknoloji devrimleri öncelikle kurallardan kaçınmaya çalışılarak başlar. Ülkeler başta nasıl kural koyacaklarını anlayamazlar, bilemezler. Çünkü, teknoloji yenidir. Yeni kategoriler oluşur. Ama zamanla kurallar teknolojiyi yakalar. Bazen gereğinden fazla olabilir. Bazen ise gerektiği gibidir. Bio-teknolojide de aynı şeyleri göreceğiz.

 

Türkiye’de genç nüfus yoğunlukta. Sizce bu, Türkiye’ye, diğer ülkelerle rekabette avantaj sağlar mı? Ya da tam tersine daha fazla probleme neden olur mu?

 

Genç insan sayısının fazla olmasının sorunlara neden olacağını sanmıyorum. Bu bir problem olamaz. Hatta Avrupa’da genç nüfusun az olması sorun yaratıyor. Sosyal güvenlik gibi konular açısından problemler getiriyor. Bu daha çok Türkiye’nin genç insanlara nasıl davrandığına bağlı. Onları eğitecek mi, iyi öğrenim koşulları sağlayacak mı? Onlara fırsat verecek mi? Bence bu tamamen politikalara bağlı.

 

Türkiye’nin  bölgede bir süper güç haline gelme şansı nedir, sizce?

 

Bu tamamen Türkiye’de yürütülen politikalara bağlı. Çünkü, Türkiye’nin zayıflığı, politik sisteminin hiçbir zaman güçlü manevralara olanak verecek kadar gelişmemiş olmasıdır. Bazı ekonomik problemleri halletmekte zorlanıyor olması, burada bir söz birlikteliği olmayışı, bütçe sorunlarını giderememesi, ekonomiyi liberalize etme, devleti liberalize etme, temel kamu hizmetlerinin iyileştirilmesi... Tüm bunlar bir araya gelir ve düzelirse, Türkiye’nin liderlik etmemesi için hiçbir neden yok. Hatta oldukça uygun. Fakat, geçen yıl olanlar ve politikadaki dengesizlik hala yapılması gereken çok şeyin olduğunu gösteriyor.

 

<b>“Güven” isimli çalışmanızda Türkiye’nin “en düşük sosyal güvenme” oranı olan ülkelerden biri olduğunu belirtiyorsunuz. Toplum ve kurumlara inanç duymanın, ekonomik gelişme için gerekli olduğunu düşünüyor musunuz?

 

Evet. Bence, Türkiye gibi ülkelerde gerçek problem, güven daha çok aile bireyleri ve arkadaş çevresi arasında kuruluyor. Bu şu anlama geliyor: Daha yüksek seviyelere çıkıldığında güven eksikliği var. Ya da daha cesurca, toplum içinde. Bu kamu hizmetlerinin kalitesini, iş yapmanın kalitesini etkiliyor. Aile dışına çıkınca her şey değişiyor. Bu sadece Türkiye ile ilgili bir sorun değil. Türkiye’nin tek sorunu da değil. Ama ilgilenilmesi gereken bir sorun.

 

Geleceği görmek neden önemli?

 

Hala demokratik kurumlar ve daha modern piyasalar inşa etmek için çabalıyoruz. Bunun çoğu organize olmayı gerektiriyor. Hükümetin ve kamu politikalarının sağlam olması şart. Tarih belki sona erdi. Ama kamu politikaları, inşa süreci, gelişmeler sona ermedi. Hazırlıklı olmak gerekiyor.

 

“Our Posthuman Future” (İnsanlık Sonrası Geleceğimiz) isimli kitabınızda bio teknolojik devrimin bizi çok farklı resme taşıyacağını belirtiyorsunuz. Günlük yaşam nasıl şekillenecek? Yeni resmi tarif edebilir misiniz?

 

Aslına bakarsanız, Avrupa ülkelerinin bazılarında geleceğin nasıl şekilleneceğini görebiliyorsunuz. Almanya,  İspanya ya da İtalya’da bir ya da iki kuşak sonra yaş ortalaması 60’a yakın olacak. Bugüne kadar görülmemiş bir şey. İnsanlık tarihinde olmamış bir durum. Toplumun yarısı bu yaşa yakın... Bu oldukça ilginç bir gerçek.

 

Sosyal hiyerarşilerin çalışma şeklini de etkileyecek bu gelişme. Sosyal güvenlik konusunda çok büyük problemler yaşanacak. Bio-teknolojik gelişmelerle birlikte bu iyice artabilir. Çünkü, insanlar için limit artacak. Yaş limiti. Birkaç kuşak içinde. Diğer önemli bir gelişme ise insanların ruh halini tamamen değiştiren ilaçlar olacak, örneğin.

 

Çin’in yeni süper güç olacağı konusundaki düşünceleriniz neler? Bölgede ve uluslar arası arenada nasıl bir rol oynayacak?

 

Çin’in süper güç olma potansiyeli olduğuna inanıyorum. Bence her şey politik başarıya ve bir sonraki kuşaktaki liderlere bağlı. Gelecek yıla, yani. Sanırım, bunu başarma şansları var. En büyük sorun politik olanlar. Ekonomik olarak çok iyi iş yaptılar. Ama bir çok sosyal güç var, ilgilenmeleri gereken. Ekonomik değişim, tek başına yeterli değil. Politik dengesizliklerin giderilmesi gerekiyor. Şimdiye kadar iyi geldiler.

 

<b>“IRAK’TA OLANLARIN SONUCU ÇOK ÖNEMLİ”

 

Türkiye’nin bölgedeki ve uluslararası konumu hakkındaki öngörüleriniz nelerdir?

 

Türkiye’ye gelmek istememin nedenlerinden biri de bu aslında. Şu anda, tahminde bulunmak çok zor. Bir sürü belirsizlik söz konusu. Irak’ta ne olacağı çok önemli. Amerika’nın bölge ile ilgili politikalarını bilmek gerekiyor. Çok olumlu senaryolar da kurgulayabilirsiniz, felaket senaryoları da...

 

Dürüst olmak gerekirse, istenmeyen tahminler yapmak istemiyor. Bu nedenle beklemek gerektiğine inanıyorum. Açıkça, eğer her şey yolunda giderse, örneğin Saddam devrilirse, daha uygun bir hükümet kurulursa, Türkiye’nin rolü kritik olacaktır. Liderlik Türkiye’nin olacaktır. Modern bir toplum için özellikle... Ama aynı zamanda dengelerin kurulması gerekiyor. Amerika ile ilgili riskleri, Irak’ta olanları görmeliyiz önce.

 

<b>“KURALLAŞMA ARTACAK”

 

Bio teknolojik devrimin ve insanlık sonrası gelişimimizin iş dünyasına etkisi ne olacak?

 

Bu çok büyük ve önemli bir soru. Yaşanan, yaşanacak devrimin pek çok farklı yanı, yüzü bulunuyor. Bu aşamada bir şey söylemek zor. Çünkü, iş dünyasını doğrudan etkileyecek bio-teknolojiler daha hala gelişme aşamasında. Ama sanıyorum bio ilaçların yarattığına benzer, tahmin edilemeyecek sonuçlar doğuracak. Çok daha fazla kurallaşma olacak. Çünkü, teknolojinin faydaları kadar tehlikeli yanları da bulunuyor. Hem ayrıca ahlak boyutu da var. 

 

<b>TİCARİ TARTIŞMALAR YAŞANACAK”

 

Bio teknolojik devrimin en büyük etkileri, genel etkileri neler olacak? Özellikle gelişmekte olan ülkeler için?

 

Gelişmekte olan ülkeler açısından en büyük etki tarımdaki bio teknolojik gelişmelerden kaynak bulacak. Bu sefer değil, ama bir sonraki bio teknolojik ürünler kuşağında zehirli ve tehlikeli kimyasal maddelere olan ihtiyaç azalacak. Çevreye zarar verme oranı düşecek. Aynı zamanda ticaret tartışmaları yaşanacak.

 

Avrupa ülkeleri bio teknolojiye karşı duruyor. Bunun örnekleri hali hazırda bulunuyor. Örneğin, bası Afrika ülkeleri Amerika’nın yiyecek yardımını reddetti. Bio teknolojik ya da genetik mühendisliği içeren tohumlardan üretildikleri için. Bence bu çok dikkatle verilmesi gereken bir karar. Akıllı olmak gerekiyor. Fakat Avrupa burada etkilerini koruyor. Bence, Avrupa eğer istiyorsa bio teknolojiyi ret edebilecek zenginlikte. Bunu karşılayabilir. Ama her ülkenin böyle bir seçim şansı yok.

 

 

 

 

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz