Feyyaz Berker, Necati Akçağlılar ve Nihat Gökyiğit… Yaklaşık 50 yıl önce iş dünyasına adım attılar. Başlangıçta küçük bir mühendislik şirketleri vardı. Bir birini tamamlayan, uyumlu ortaklıkl...
Feyyaz Berker, Necati Akçağlılar ve Nihat Gökyiğit… Yaklaşık 50 yıl önce iş dünyasına adım attılar. Başlangıçta küçük bir mühendislik şirketleri vardı. Bir birini tamamlayan, uyumlu ortaklıkla bugün bir dev grup yarattılar. Finanstan inşaata, tarımsal sanayiden gayrimenkule çok sayıda faaliyet gösteriyorlar. Bir süre önce aktif iş yaşamından ayrılan 3 ortak, şu anda işleri uzaktan izliyor, gençlere ve profesyonel yöneticilere danışmanlık yapıyorlar. Capital, çalışanlarının, “delikanlılar” dediği bu 3 efsane isimle konuştu, onların yönetim dersi niteliğindeki anı ve deneyimlerini yazdı.
Onlarınki Türk iş dünyasının duayeni Vehbi Koç’a bile parmak ısırtacak kadar uyumlu bir ortaklık. Üstelik iki değil, tam üç ortaklar. Tekfen’in kurucularından bahsediyoruz. Necati Akçağlılar, Feyyaz Berker ve Nihat Gökyiğit’ten. Vehbi Koç, onlara, “Üç ortağın uyum içinde bir arada çalışması çok nadir görülür. Her ne yapıyorsanız, devam edin” der ve ardından birde öğüt verir: “Ama bir şeyi size hatırlatmak istiyorum; eşlerinizi bu işe karıştırmayın.” Nihat Gökyiğit, “Zaten karışmıyorlar” dediğinde ise “İyi işte böyle devam edin” tavsiyesinde bulunur.
Adını “teknoloji” ve “fen” kelimelerinden alan Tekfen Holding, bu uyum sayesinde uzun ömürlü oldu ve istikrarlı bir gelişim gösterdi. Holding’in temelleri bundan tam 49 yıl önce, 1956 yılında bu üç saygın isim tarafından atıldı. Bugün inşaattan tarımsal sanayiye, finanstan gayrimenkule, tekstilden dış ticarete kadar çeşitli alanlarda faaliyet gösteren büyük bir şirketler topluluğuna dönüştü.
Üç ortağın ortak yönleri çok. Üçü de Amerika’da inşaat mühendisliği eğitimi almış, üçü de ikişer kız çocuğu babası ve üçü de aynı yaşta. Listeyi uzatmak mümkün.
Bugün her biri 80 yaşında olmasına rağmen çok sayıda sivil toplum örgütünde görev alıyorlar. Bundan 5 yıl önce kendi kendilerini aktif yönetimden “emekli” etmelerine rağmen, İstanbul’da oldukları hergün holdingin Ulus’taki merkezine geliyorlar. Feyyaz Berker’in deyişle, “Her gün çorbayı beraber içiyorlar ve içerkende çok şey konuşuyorlar.”
Holding çalışanlarının onlardan “delikanlılar” diye bahsettiğini duyduk. Çünkü, hala bir dakikalarını bile boşa harcamıyorlar. “Bizim zamanımızda ortada fazla iş yoktu. Şimdi genç işadamlarının önünde çok sayıda fırsat var” diyorlar. “Türkiye’de iş yapmak şimdi mi daha zor? Eskiden mi daha zordu?” diye sorduğumuzda, liberal ekonominin işleri kolaylaştırdığını söylüyor ve “Döviz sıkıntısını yaşamayan bilmez” yorumunu yapıyorlar.
Türk iş dünyasının bu örnek üçlüsüyle, uyumlu ortaklarının sırlarından tutun “keşke girseydik” dedikleri işlere kadar geniş kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik. Capital için kendi perspektiflerinden Türkiye’nin 50 yıllık gelişimini ve iş dünyasındaki değerlerin seyrini yorumladılar. Ortaya deneyimlerle bezenmiş çok keyifli bir söyleşi çıktı:
Öncelikle önümüzdeki yıl 50’inci yılını dolduracak olan bu uyumlu ortaklığın temelinde ne olduğunu öğrenmek istiyorum. Sırrınız nedir?
F.B: Bizim felsefemiz başından beri açık olmak. O nedenle aramızda daha önceden sorularınıza nasıl cevap vereceğimize dair konuşmadık.
N.G: Tekfen Tower’ın açılışında, yine böyle üçümüz aramızda konuşmadan çıktık ve bir şeyler söyledik. Rahmi Koç geldi, “Siz aranızda prova mı yaptınız?” dedi. Adeta prova yapmış gibi konuşmuşuz demek ki.
F.B: Bir kere müştereklerimizi saymakta yarar var. Biz üçümüz de yüksek inşaat mühendisiyiz. Üçümüz de Amerika’da yüksek inşaat mühendisliği derecesi aldık. Müşterek bir kültürden geliyoruz. Anlayışlarımız çok müşterek. Aşağı yukarı aynı yıllarda evlenmişiz. Hepimizin ikişer kızı var. Bu da bizim için bir talih… Çünkü, erkek çocukların şirket işlerine karışma arzuları daha fazla oluyor galiba. Hep “İyi kızlarımız olmuş” diyorum. Kızlarım dün bize sürpriz bir evlilik yıldönümü partisi hazırlamış. Kızlar başka türlü oluyor. Kızlar evlerine, anne-babalarına daha sadık oluyor. Erkek çocuklar biraz kopuyor. Hele evlendikten sonra iyice uzaklaşıyorlar.
Üçümüz de Bayındırlık Bakanlığı’nda çalıştık. Sonra birlikte FNN (Feyyaz-Necati-Nihat) diye mühendislik şirketi kurduk. O da çok önemli. Çünkü, bizim temelimiz mühendislik, proje yönetimi, laboratuvar ve kalite kontrolü var… Türkiye’de hiç bu konular gündemde yokken, bizim beton kalitesi ve toprak sıkıştırma durumunu tespit eden bir laboratuarımız vardı. Karayollarında bile böyle doğru-düzgün bir laboratuar yoktu. Bu konuya özellikle Nihat’ın öncülüğüyle girmiştik.
O yıllarda bu hizmeti alacak anlayışa sahip inşaat şirketleri var mıydı?
N.G: Elbette vardı. O dönemin müteahhit anlayışı da çok farklıydı. Dönemin ünlü müteahhitlerinden Kadri Veziroğlu, bize geldi ve dedi ki : “Ben İstanbul Belediyesi sahasında büyük bir iş yapacağım. Çok ileri teknolojilerle, makinelerle, çok hızlı çalışmam lazım. Belediye’nin bu işi kontrol edip-etmeyeceğinden tam emin değilim. Kendi denetimimi, kendim yaptırmak istiyorum. Yanlış iş yapmak istemiyorum.”
Bize “İcabında benim işimi durdurabilirsiniz” dedi. Biz bu yetkiyle çalıştık ve işi durduğumuz da oldu. Aşağı yukarı 50 sene oldu ama o yolların çoğu hala ayaktadır. Vatan Caddesi, Millet Caddesi…İşte ilk işlerimiz onlar oldu.
Biz soy adlarımızla değil isimlerimizle tanınıyorduk daha çok. Feyyaz, Nihat, Necati… Şirketin ismini de öyle yaptık; Feyyaz-Nihat-Necati Müşavir Mühendislik… Bize iş kendiliğinden gelirdi. İnşaat malzemelerinin tespiti, kum-çakıl ocakları, zemin etütleri ve daha çok kalite kontrol işleri yapardık. İş bize geldi.
Biz 1 yıl sonra o girişimci ruhla inşaat firması kurduk.
F.B: İçimizde en zor konuşan Necati’dir. Siz onu ara sıra zorlamalısınız.
Başka bir sırrınız var mı?
N.G: Rahmetli Vehbi Koç ile bir gün Uşak’ta beraber yan yana oturduk. Dedi ki; “Farkında mısınız? Böyle üç ortağın uyum içinde bir arada çalışması çok nadir görülür. Ner ne yapıyorsanız, devam edin, Ama bir şeyi size hatırlatmak istiyorum; eşlerinizi bu işe karıştırmayın.”
Ben “Zaten karışmıyorlar”dedim. “İyi böyle devam edin” dedi. Ben de “Eşler karıştığı zaman işlerin karışıyor” fikrine katılıyorum.
F.B: Çocuklar karışınca da işler karışıyor. Bizim kızlarımızdan şirket içinde aktif olan yok.
Ancak, bugün Ford ve Fiat gibi şirketlerde bile hala aileden üyeler profesyonellerle birlikte yönetimde görev alıyor. Aile üyelerini şirketten tamamen dışlamanın doğru olmadığı, profesyonel bir yapı içinde şirket içinde veya yönetim kurulunda uygun roller üstlenmelerinin doğru olduğu söyleniyor...
F.B: Türkiye’de aile şirketlerinin çoğu üçüncü kuşaktan sonra gidiyor.
Siz bu tehlikeye karşı ne gibi önlemler alıyorsunuz?
F.B: Burada plan yapmak da yeterli değil. İyi niyette söylemek mümkün değil. Burada bizim güvendiğimiz şey, profesyonel yetişen arkadaşlarımız. Bizim felsefemizi, arzularımızı ve hedeflerimizi biliyorlar. Onların bu şirkete sahip çıkıp devam ettirebileceklerini düşünüyoruz. Üst düzey yöneticilerimiz, aynı zamanda yönettikleri şirketlerin ortağıdır.
Halka açılınca daha fazla şeffaf olacağız.
N.G: Benim ailem geniştir. Kızlarım, kardeşlerim, torunlarım, yeğenlerim... Hisselerimi onlara tek tek dağıtmak yerine, o hisseleri bir yatırım şirketine verdim ve onları oraya iştirak ettirdim. Yani onların ileride Tekfen’e tek tek gelmelerini değil, bir şirket olarak, tek bir ses olarak gelmelerini ve burada bir sıkıntı yaratmamalarını sağlamak için böyle bir yöntemi doğru buldum.
F.B: Nihat, ailesi geniş olduğu için, böyle bir gereksinim duymuş. Benim ailem o kadar geniş değil. O yüzden henüz böyle bir girişimim olmadı.
O dönemde Türkiye’de para kazanmak daha mı zordu, yoksa günümüzde daha mı zor? İş ortamını kıyaslarsanız neler söyleyebilirsiniz bu konuda?
N.A: O zaman çok büyük inşaatlar, projeler yoktu. Bir tek görünen NATO tesisleri vardı. NATO’nun Türkiye’ye tahsis etmiş olduğu fonlarla yapılacak olan askeri işler vardı. Biz onlarla başladık. Hava Meydanları ve Akaryakıt Tesisleri İnşaat Reisliği’nde çalışırken iş sahalarımız ayrıldı. Feyyaz, Araştırma Dairesi’ndeydi. Ben Hava Meydanları Kontrol Amiri idim.
N.G: Ben de arazideydim!
N.A: Biz böyle fazla düşünmeden bu işlere giriştik ve kalkıp kendi şirketimizi kurduk.
F. B: Kendi kendine gelişti olaylar. Necati, Brüksel’e giderdi. NATO’dan Türkiye’ye kredi temini için. Zordu aslında. Ortada yapılacak fazla iş yoktu. Girişimcilerin önündeki önemli bir engeldi bu.
Üç ortak olarak birbirinizi çok iyi tamamlıyorsunuz sanırım. Kimin hangi yönleri güçlüdür? Kim hangi yönüyle öne çıkar?
F.B: Necati, çok mütevazıdır. Necati’nin dış ülkelerde Fransa’da, Suudi Arabistan birçok iyi ilişkileri vardı. Yurtdışındaki iş çevrelerindeki patronlarıyla yakınlığı vardı. Çünkü, gidip-geliyordu. Bu projeleri takip ediyordu. Hariri, Necati’nin kızının düğüne gelmiştir. O zaman daha Lübnan Başbakanı değildi. O dostluklar çok önemli, çünkü güven yaratıyor. Bu kişiler bizi tanıdıkça, Tekfen’in adını duyduklarında düşünmeden karar verebiliyordu.
N.G: Necati, arkadaşları ve dostlarıyla ilişkilerini hep sıcak tutar. Doğum günlerini kutlar, yeri geldiğinde acılarını paylaşır. Bu konularda çok hassastır. Dostlarını sıkı takip eder. Necati, çok mütevazıdır ama girişimcilikte Feyyaz ile benden bir derece daha üstündür. Daha cesaretlidir. Yeni işlere atılma konusunda bizden bir adım öndedir.
F.B: Nihat ve ben biraz aceleceyizdir. Bir kararı veririz o an ve Necati’ye götürürüz. O der ki, “Bu benim masamda 24 saat dursun ve bir düşüneyim.” Konuyu daha uzun ve etraflıca düşünür, analiz eder.
Önümüzdeki yıl Tekfen’in 50’inci yılını kutlayacağız. Biz bu 50 yıl zarfında hiçbir zaman içimizden birinin aldığı kararı reddetmiş değilizdir. Çok büyük kararları zaten müşterek alırız. Ancak günlük bazı işler hakkında aldığımız kararları hiçbir zaman sorgulamadık, şikayet etmedik. Ortak kültürümüz sayesinde zaten hep birbirimizin onaylayacağı kararlar aldık belki de.
Hiç sonradan “Keşke bu işe girseydik” dediğiniz ve kaçırdığınız bir yeni iş fırsatı, yeni sektör oldu mu?
F.B: Tersini söyleyeceğim. Elbette keşke girmeseydik dediğimiz işler oldu. Biz üçümüz de iş hayatına “sadece para kazanmak” amacıyla bakmadık. “Bu projenin Türkiye’ye faydası var. Biz de bunu yapabiliriz” diye yaklaştık.
N.A: Döviz yok o zamanlar. Ülkeye döviz kazandırmak önemli.
F.B: Dışarıdan içeriye girerken yanınızda 100 dolar kaldıysa, onu sarf etmek ihtiyacında hissediyorsunuz kendinizi.
N.A: Çünkü, Türkiye’ye cebinizde 100 dolarla girebilmek için deklare etmeniz gerek.
Turizme de girme çabalarınız vardı?
F.B: Evet, girmeye teşebbüs ettik.
Necati Bey’e bakıyor ve sözü ona bırakıyorsunuz… Bu konu onun ilgi alanına giriyor sanıyorum…
N.A: Üç tane projemiz vardı. Bunlar belki 15 yılda geliştirildi ve çivi çakılacak düzeye geldi. Bunlardan bir tanesi, çok şükür gerçekleşti. Uygulamaya kondu ve mücevher gibi bir şey yapıldı; Tekfen Tower. Ondan sonra ikinci proje geliyor. İstanbul Teknik Üniversitesi Taşkışla Kampüsü’nün tam karşısında olan, eskiden Fransız Pasteur Hastanesi’nin bulunduğu alana, “Taksim Residence” adıyla çok güzel bir yerleşim projesi yaptık. Önümüzdeki yılın ortalarında hayata geçecek.
Üçüncü projemiz ise bürokratik engellere takıldı ve gerçekleşmedi. Beşiktaş’ta Barbaros Heykeli’nin arkasında bir arazimiz var. Orada bir turistik tesis yapmak için çok güzel bir proje hazırladık. Ancak, bu projeyi herkes Boğaziçi’nin siluetini gerekçe göstererek tıraşladı. En sonunda Anıtlar Yüksek Kurulu’na gitti. Onlar da “Bu alanı devlete vermek ve buraya bir müze yapmak lazım” dediler. O iş öyle kaldı.
F.B: Bence Türkiye’de turizm henüz patlamış değil. Patladığı zaman Türkiye’de yeteri kadar turizm tesisi olmadığını göreceksiniz. Sadece otelleri kast etmiyorum. Kongre ve sergi salonları, alışveriş merkezleri açısından da düşünmek lazım.
“Keşke girmeseydik” dediğiniz işler neler?
F.B: Daha çok yurtdışı projeler oldu. Örneğin, Rusya’da yaptığımız işleri zararla kapattık ama hepsini zamanında tamamladık. İhaleyi verenlerden ödül ve madalyalar aldığımız oldu. O işlerde başarılı olduk. Müşterilerimiz memnun kaldı ama biz memnun kalmadık.
Mis Süt işinden niye çıktınız?
F.B: Orada da benzer sebeplerden o işi bıraktık. Niye biz Mis Süt’ü kurduk, bu kadar çaba sarf ettik, niye çıktık? Çünkü, Türkiye’de süt sektörünün yüzde 70’i kayıt dışı –kaçak süt. Sadece yüzde 30’u ciddi çalışan ve sağlıklı süt yapan bir endüstri. Nestle’ye sattık, onlar da bu işten çıktılar. Çünkü, dayanmak mümkün değil. Vergi kaçağı başta olmak üzere çok sayıda problemin kaynağı bu kayıt dışılık zaten.
N.A: Ancak, “Keşke bu işe girmeseydik” demedik hiç. Çünkü, Mis Süt Türkiye’de “sağlıklı süt” kavramının gelişimine önemli katkılar yaptı.
Türkiye’nin son 50 yılına baktığınızda hangi alanlarda ilerleme görüyorsunuz? Gelecek 10 yıl için projeksiyonunuz ne?
F.B: Biz üçümüz de iyimseriz. İleriye hep ümitle bakarız. Kötümser düşünmeye alışık değiliz. Hep iyiyi arayan, daha iyisini yapmaya çalışan bir kültüre sahibiz. Ben her şeye rağmen ümitliyim.
AB’ye üye olmak, yıllarca uğraştığımız bir amaç. Önümüzde bir sürü maniler var. Bazı kişiler diyor ki, “Sizi almazlar. Sırf sizinle oyalanmak için bunu yapıyorlar.” Dün Sayın Sakıp Sabancı’nın birinci ölüm yıldönümüydü. Sakıp Bey ile Mehmet Ali Birand bir program yapmış. Onu izledik. Sakıp Bey, sanki gideceğini hissederek konuşmuş. AB ile ilgili konuşmaları ve beklentilerini de anlatmış. Ailesi 17 Aralık’ta AB’nin aldığı kararı göremeden gittiği için ailesi çok üzgün.
TÜSİAD üyelerinin hepsini tanıyorum aşağı yukarı. AB hedefi ve oradaki “demokrasi”, “insan hakları” gibi paylaştığımız değerleri Türkiye’ye mal etmek için TÜSİAD, 35 yıldır çaba sarf etti. Onun için her şeye rağmen, Trabzon’da olanlara ve diğer provokasyonlara rağmen, Türkiye iyiye gidiyor. Biz hadiseleri büyütüyoruz. Toplumsal barış sağlandığında Türkiye’nin yapamayacağı şey yok. Bunu sağlayacak sistemlere, liderlere, politikalara ihtiyaç var.
Türkiye’de iş dünyasında “değerler” konusundaki gidişi nasıl değerlendiriyorsunuz? İyiye mi, kötüye mi gidiş var? .
N.G: Bence artık Türk iş alemi, sosyal alanlarda da sorumluluk alması gerektiğini anlamaya başladı. TÜSİAD ve iş alemi birçok sosyal vakıfın kuruluşuna da öncülük yapıyor. Bu çok önemli bir gelişmedir bence.
Yükselen bir başka konu ise yaratıcılık. İş aleminde artık yaratıcılığı bastırmak değil, dinlemek gerektiği anlaşıldı. Biz grup içindeki girişimci ruhu böyle canlı tuttuk. Gelen önerileri hep dinledik. Bu bir barajın eksenini değiştirmeye kadar götürdü bizi. Projeler yapılmış, inşaat başlayacak. Bu nereden çıktı? Demedik. Şantiye şefinin önerisini dinledik. Anladık ve önerisini hayata geçirdik. Yaratıcılık ve yeni fikirlere açıklık hızla yaygınlaşıyor Türkiye’de.
Kurumsal yönetim ilkelerinin benimsenmesi açısından nasıl bir gelişme görüyorsunuz iş dünyasında?
F.B: Siz de biliyorsunuz, aile şirketleri genellikle üçüncü kuşakta dağılıyor, el değiştiriyor veya ölüyor.
N.A: Bence Türk şirketlerinin her şeyden önce birleşmesi gerekiyor. Türkiye’deki şirketler artık kendi kabuklarında duramaz. İlerlemeleri, gelişmeleri, yeni teknolojiler getirmeleri gerek. Bazı sektörlerde Türk şirketlerinin ölçekleri hala küçük. Bankacılık bunlardan biri. Birleşmeler olmadan bankacılık sektörünün verimli ve rekabetçi olması mümkün değil. Ölçekleri çok küçük kalıyor.
Halka açıklık oranları ve halka açılmanın kurumsal yönetime katkıları yeterli mi?
N.A: Halka açıklık oranları çok düşük. Yok gibi bir şey. Biz de halka açılmak için çalışmalarımızı yürütüyoruz. Türk şirketleri gelişmek için halka açılmak zorunda. Bu kolay bir süreç değil.
Sizin için iş hayatınızda en zorlu dönem hangisiydi?
F.B: Nihat’ın dediği gibi döviz sıkıntısı olan yıllar, bizim de, tüm iş aleminin de en çok zorlandığı yıllardı.
F.B: Turgut Özal, geldikten sonra çok büyük bir devrim yaptı. Turgut Bey ile birlikte serbest piyasa ekonomisine geçiş ile birlikte iş alemi muazzam bir değişime girdi.
N.G: O devirde buraya eski Sovyet Cumhuriyetleri’nden gelen delegeler muazzam bir hareket gördüler. Oteller, fabrikalar tıkır tıkır çalışıyor. “Bu nasıl oldu?” diye merak ettiler. Çünkü, orada da sistem tamamen köhneleşmişti. Bizim cevabımız “Liberal ekonomiye geçtik” oldu. Yasaklarla, kontrollerle, denetimlerle hiçbir yere varılamaz. Varamadık zaten.
Türkiye’de daha öncesinde bir “fiyat kontrol” mekanizması vardı. Bir ampulün fiyatını artırmak için Sanayi Bakanlığı’na müracaat ediyorduk. Orası da “Ben fiyatın yükseldiğini gösteren evrak, kayıt istiyorum.” Malı ithal edeceksiniz, yüksek fiyatla ithal ettiğinizi göstereceksiniz. “Sendika ücretleri artırıyor, bakın müzakere ediyoruz. Geriye doğru bunu 6 ay ödeyeceğiz. Bunu fiyatlara yansıtmak istiyoruz” dersiniz, aldığınız cevap “Hayır. Ancak ödedikten sonra koyabilirsin” olurdu.
Bu formaliteleri aşıp, cevap aldığınızda zaten piyasadaki fiyat çok daha fazla yükselmiş oluyordu. Geri de kalıyordu o fiyat. Fazla ürettiğimiz zaman zarar ediyorduk. O devir Türkiye’nin en kötü devridir.
PROFESYONELLERİN PERFORMANSINI NASIL BULUYORLAR?
Tekfen Holding’e bağlı şirketlerin siz 2000 yılında aktif yönetimden ayrıldıktan sonraki 5 yıllık performansını dışarıdan bir göz olarak nasıl görüyorsunuz?
F.B: Çok iyi. Çok güvenerek bakıyoruz.
Nasıl bir dönemdi Tekfen için? En iyi dönemiydi diyebilir misiniz?
N.A: Ekonomik koşullar nedeniyle Türkiye’de kimse “tam iyi” dönemini yakalayamadı. Ekonominin bozulması ve 2001 krizi hepimizi etkiledi.
N.G: Türkiye’deki sorunlar hepimizi etkiliyor. Bir şiddetli depremde İzmit’te florasan ampul yapan bir fabrikamız kapanmıştır bizim. Ardından şiddetli bir ekonomik kriz, her türlü sıkıntıyı yaratmıştır şirketlerde.
“İSTANBUL’DAYSAK HERGÜN İŞE GELMEYE DEVAM EDİYORUZ
Siz 75 yaşında emekli oldunuz? Emekli olmak için biraz geç kaldığınızı düşünüyor musunuz hiç?
N.G: Bazı şirketlerde 60 veya 65 yaş gibi sınırlar var. Ancak, bu uygulamada çok tartışılıyor. Onca yıllık deneyimi bir anda bir kenara koymak doğru değil. O yaşlara ulaşmış üst düzey insanlardan çoğu zaman müşavir olarak faydalanılıyor. Bence doğrusu da bu.
F.B: Bizim şirketimizden ayrılmış olan pek çok arkadaşımız hala bize saygı ve sevgi gösterir. Aralarında çok başarılı olanlar var. Küserek, kızarak ayrılan çalışanımız yoktur.
N.G: Biz personelimizi incitmemeye, gücendirmemeye çok önem verdik. Bu 50 yıl içerisinde yol üzerinde dargın kimseler bırakarak ilerlemek istemedik.
F.B: 2006’da şirketimizin kuruluşunun 50’inci yılını kutlayacağız.
Şu an ne sıklıkta görüşüyorsunuz?
N.G: Eğer İstanbul dışında değilsek her gün buraya geliyoruz.
F.B: Çorbayı beraber içiyoruz. Çorba içerken birçok şeyi konuşuruz. Her gün buraya gelmek bizi canlı tutuyor.
N.A: Nihat çok aktif. Çok sık seyahat ediyor. Ama hepimizin sağlık kontrolleri oluyor. Bunlar hep büyük zaman alıyor.
AB’YE ÜYELİK SÜRECİNDE BİZİ EN ÇOK EĞİTİM KALİTESİ SORUNU UĞRAŞTIRACAK
FEYYAZ BERKER
Feyyaz Bey, sizde çok sayıda sivil toplum örgütünde çalışıyorsunuz...
Türkiye’de eğitimin niteliğinin artırılması gerekiyor. Çocuklarımıza daha kaliteli eğitim vermek için çalışmalıyız. AB’ne üyeliğe giden yolda bu konu bizi çok uğraştıracak. Acilen gerekli önlemleri almalıyız.
Bugün Türkiye’de gençlerimizi anadolu liselerine, fen liselerine, üniversiteye hazırlayan özel dershanelerin oluşturduğu sektörün büyüklüğü inanılmaz boyutlarda. Eğitimde kaliteyi yükseltmek için başta iş alemi olmak üzere gücü yeten herkesin bu işe katkıda bulunması gerekiyor. Bu amaçla çeşitli sivil toplum örgütlerinde çalışıyorum. Hisar Eğitim Vakfı ve Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı gibi sivil toplum örgütlerine bu hedef doğrultusunda önemli roller düşüyor.
Bizim üçümüzü iş dünyasında öne çıkaran aldığımız iyi eğitim ve yabancı dil bilmemiz oldu. Türkiye’de çocuklarımızı bundan sonra gelişmiş ülkelerdeki yaşıtlarıyla yarışabilecekleri, rekabetçi olabilecekleri bir eğitim vermemiz şart.
ANTALYA FİLM STÜDYOLARI NASIL KURULDU?
NECATİ AKÇAĞLILAR
Sizin çok ilginç bir işiniz var. Antalya Film Stüdyoları… Bu dünyada büyük bir endüstri ve Türkiye’nin de farklı mekanları , büyük bir potansiyeli var. Son yıllarda keşfedilmeye başlandı. Bu işe girmek nereden aklınıza geldi?
F.B: Üçümüzde artist olduğumuz için….(Gülüşmeler oluyor) Bu soruyu Necati’ye soracaksınız. Girişimci olan o.
N.A: Benim kızım Amerika’da Hollywood’a yakın olan Pepperdine Üniversitesi’nde tahsilini yaptı. Kocasıyla film endüstrisinde çalıştılar ve “Biz Türkiye’ye film endüstrisini getireceğiz” dediler. Ancak, film endüstrisi Türkiye’ye bir türlü gelemedi. Çünkü, Türkiye’de film çekecek olan yabancı kuruluşlar Türk hükümetinden teşvik ve fon sağlamasını bekliyor. Böyle bir destek olmayınca film çekmek için başka ülkeleri tercih ediyorlar.
Biz baktık ki, bu işten zarar ediyoruz, o işi kapattık. Şu an film stüdyoları halen orada duruyor. Ufak-tefek reklam çekimleri filan yapılıyor. Ama o büyük arazinin 4’te 3’ünde başka projeler yapıyoruz. Tohum ve fide yetiştiriyoruz.
F.B: O proje çok modern bir anlayışla yapıldı. Türkiye’de de bu işin bedelini ödemek isteyen yapımcı çok az. Onlar, yol üzerinde çekim yapıp işi bitirmek istiyorlar. Çok fazla masraf yapmayı göze alan yerli yapımcı yok.
Erkan Mumcu, Turizm Bakanı iken geldi, orayı gördü ve çok beğendi. Sözler de verildi. Ama arkası gelmedi. Oysa, bu Türkiye’nin tanıtımına katkıda bulunacak bir işti.
TÜRKİYE’NİN BUGÜN ULAŞTIĞI NOKTAYI KİMSE TAHAYYÜL EDEMİYORDU
Neredeyse yarım asıra ulaşan iş yaşamınız sürecince Türkiye nasıl bir değişim gösterdi?
N.A: Türkiye’de çok şeyler de yapıldı. Bunu inkar etmeyelim. Bir zamanlar Türkiye’nin bugün ulaştığı noktayı hiç kimse tahayyül dahi edemiyordu. Sadece bir-iki sahada değil, her sahada ilerleme oldu. Bugün yurtdışına giden yolculara bir bakın, çoğu işadamı. Ellerinde çantaları ile o memleket , bu memleket dolaşıp iş çıkartıyorlar. Çok genç işadamları bunlar.
AB’ye girmek konusunda çok büyük adım atıldı ama bu iş hala bitmedi. Bu yolda ilerlemek ve sonuca ulaştırmak gerek.
N.G: Biz üçümüzde Türkiye’nin son 25-30 yıl içinde büyük gelişme gösterdiğini takdir ediyoruz.
N.A: Biz bile yatırımdan yılmış değiliz. Bunca yıldır karşılaştığımız bazı zorluklara rağmen.
N.G: En son Amerika’da Mayo Clinic’te check-up’a gittiğimde doktor bana “üşütme ve düşme” dedi. Ben dün botanik bahçesinde düştüm.
F.B: Öyle mi? Ben kavga ettin sanmıştım! (Gülüşmeler)
N.G: Üşütme diyorlar çünkü ciğerler yaşım nedeniyle daha zayıf. Düşme diyorlar çünkü kemikler daha zayıf. Bunlara dikkat ediyoruz. Ama yaşımız 80. Artık çok zamanımız kalmadı.
Sedef Seçkin Büyük
[email protected]
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?