Erol Tabanca’yla Eskişehir’de yer alan OMM müzesini birlikte gezdik. İşte onun gözünden OMM müzesi ve koleksiyonerliğinin hikayesi...
Şeyma Öncel Bayıksel
SANATSEVERLER YAKINDAN BİLİR… POLİMEKS YÖNETİM KURULU BAŞKANI EROL TABANCA ÖNEMLİ BİR KOLEKSİYONERDİR. TABANCA, GEÇTİĞİMİZ YIL KOLEKSİYONUNDAN 96 ESERLİK BİR SEÇKİYİ KURDUĞU ODUNPAZARI MODERN MÜZESİ’NDE (OMM) SERGİLEMEYE BAŞLADI. GEÇMİŞTE MÜZE FİKRİNİN KENDİSİNE ABARTI GELDİĞİNİ SÖYLEYEN TABANCA, ZAMANLA ESERLERİN DEPOYA SIĞMAMASI SONUCUNDA MÜZE AÇMAYA KARAR VERDİĞİNİ ANLATIYOR. YENİ DÖNEMDE SANATLA İLGİLİ PROJELERE AĞIRLIK VERECEĞİNE DE DİKKAT ÇEKİYOR. “BİZİM GİBİ YOĞUN İŞLER YAPAN KİŞİLERİN BAŞKA BİR SOLUĞA İHTİYACI OLUYOR. SANAT DA NEFES ALMANIZI SAĞLIYOR” DİYE KONUŞUYOR.
Polimeks Yönetim Kurulu Başkanı Erol Tabanca, başarılı bir iş adamı olmasının yanı sıra çok da iyi bir koleksiyoner. Geçtiğimiz yılın sanat ajandasına da Eskişehir’de açtığı ve koleksiyonundan seçkilerin bulunduğu Odunpazarı Modern Müzesi’yle (OMM) damgasını vurdu. Müzede yer alan koleksiyon tamamen Erol Tabanca’nın sanatsal zevkini taşıyor. 1950’lerden bugüne Türkiye’de ve dünyada beğendiği sanatçıların seçkileri yer alıyor. Küratörlüğünü Haldun Dostoğlu’nun üstlendiği sergi, Tabanca’nın tüm koleksiyonu içinden 96 eseri barındırıyor. En önemli özelliğiyse çok usta bir sanatçının yanında, 1990 doğumlu genç bir sanatçının da eserlerini görebiliyor olmamız. Erol Tabanca, koleksiyonun isminin Vuslat olduğunu söylüyor. Bu ismin koyulma nedenini ise “Koleksiyoner hayaline, sanat eserleri müzesine, müze de şehrine kavuştuğu için bu isim seçildi” diye özetliyor. Sanatı kendisi gibi yoğun iş hayatı olan kişiler için bir “soluklanma” aracı olarak tanımlayan Erol Tabanca’yla Eskişehir’de yer alan OMM müzesini birlikte gezdik. İşte onun gözünden OMM müzesi ve koleksiyonerliğinin hikayesi:
OMM müzesinden bahseder misiniz?
Müzede şu anda 3 katta sergileme alanımız var. Bu 3 katta da benim koleksiyonumdan bir seçki sergileniyor. Müzenin içinde 96 eser var. Serginin küratörlüğünü Haldun Dostoğlu üstlendi. Koleksiyon, 1950 sonrası Türkiye sanatından başlıyor. Hem modern hem çağdaş eserler mevcut. Günümüze kadar uzanan bir seçki var diyebiliriz. Bu sergiyi oluştururken Haldun Bey’le uzun bir dönem çalıştık. Koleksiyonun ana başlığının ne olması gerektiği konusunda düşündük. Bir tema üzerine gidip gitmeme konusunda kararsız kaldık. Daha sonra bu koleksiyonun bir teması olmasına gerek olmadığı sonucuna vardık. Haldun Bey ve ekibimiz, bu serginin bir koleksiyonerin tutkusunu anlatan bir sergi olduğu görüşündeydi. Sergimizin adı ise Vuslat olsun dedik. Bu bir kavuşma hikayesi çünkü. Koleksiyoner hayaline, sanat eserleri müzesine, müze de şehrine kavuşuyor. Bu üçlemeden yola çıkarak ana başlığı Vuslat olarak belirledik.
Ne tür eserler var müzenin içinde?
Müzede farklı dönemlerden eserler mevcut. Bunu isteyerek böyle kurguladık. Çünkü klasik bir müze görüntüsündeki gibi kronolojik bir sergileme yapmak yerine koleksiyonun özünde var olan ve birbiriyle konuşan eserleri yan yana sergilemeye karar verdik. Bu noktada çok genç bir sanatçıyla usta bir sanatçının eserlerini yan yana izleyebildiğiniz bir sergi oldu. Tematik olarak her eser birbiriyle konuşuyor ancak farklı noktalara da değinen bir koleksiyon bu. İngiliz sanatının usta ismi Sarah Morris’in bir çalışması var. Kemal Özsoy var. Onun yanında çok genç kuşaktan teknolojiyi dert edinmiş, bunun üzerine kafa yoran bir sanatçı olan Bora Akıncıtürk var mesela.
Müzedeki eserlerin bir hikayesi olması sizin için önemli sanıyorum. Bu sanat eserlerinin hikayesini nasıl anlatıyorsunuz?
Evet bence bazı sanat eserlerinin hikayesi çok çarpıcı oluyor. Bu hikayeleri anlatmazsanız yaptığınız şey de sadece bir illüzyondan ibaret oluyor. Bu anlamda beni bu koleksiyonda heyecanlandıran pek çok eser var. Bunlardan biri de müzenin içinde sergilediğimiz sanal gerçeklik (VR) çalışması. Müzemizde yer alan Ağaca Övgü (Treehugger) ve Bir Hayvanın Gözlerinden (In the Eyes of the Animal) VR eserleri oldukça ilginç. Burada aynı anda pek çok duyuya hitap eden sarmalayıcı yerleştirmeler mevcut. Hayvan ile bitkiyi, insan ile doğa alemini yeryüzündeki yaşamın temelinde yatan bir ritme bağlayan görünmez ama temel bir ilişkiyi aydınlatıyor. Ağaca övgü eserinin yaratıcısı aslında çok çevreci. Karada yaşayan canlıların yüzde 50’si ağaçlar üzerinde yaşıyor. Bu veriyi duyunca bir ağaç kesmenin ne demek olduğunu daha iyi anlıyor insan. Bu VR sanat eserini yapan kişi de çok hassaslaşmış ve toplumun dikkatini çekmek için bir ağaçla ilgili VR hazırlamış. Amerika’nın batısında bulunan Sekoya ağaçları var. Bunlar çok uzun yıllar yaşıyor ve yanmıyor. Zamanında bu ağaçları keserek genelde ev yapımında kullanmışlar. Ancak ağaç aslında 3-5 yıl içinde bütün taşıyıcı özelliğini kaybediyor ve lif lif dökülüyor. Bu ağaç ancak yaşayarak görevini yerine getirebiliyor. VR’da ağacın yaşaması için ne kadar zahmetli bir beslenme düzeni olduğu anlatılıyor. Yağmur yağdıktan sonra yağmur suyunun taç yapraklara ulaşması, yani 90 metreye ulaşması için 20 gün geçiyormuş. Çocuklar bunu 6,5 dakikada izleyerek deneyimliyor. VR sizi yağmur damlasıyla birlikte ağacın tepesine çıkarıyor.
Aldığınız ilk sanat eserini hatırlıyor musunuz?
Natürmort bir resim almıştım. Bir arkadaşım müzayedeye gidiyordu. “Birlikte gidelim mi” dedi. Onunla müzayedeye giderek gerçek anlamda koleksiyonlarla ilgilenmeye başladım diyebilirim.
Ailenizin sanata ilgisi var mıydı?
Yoktu.
Sizin sanata olan ilginiz nasıl başladı?
Mimarlık eğitimim sırasında sanat tarihi dersimiz vardı. Sanata ilgim o zaman başladı. Ancak fiziki olarak ne zaman hayata geçti diye baktığımda biraz param olduğunda müzayedelere gitmeye başladım. İlk müzayedeye arkadaşımla gittik. O müzayedede küçük bir peyzaj vardı, onu aldım. Daha sonra yurt dışındaki galerilere gitmeye başladım. Bazen de müzayedelere katıldım. Tüm eserleri toplu halde gördüğüm için müzayedelerden daha fazla alım yapmaya başladım. Aldığım eserleri ilk önce ofiste ve evde duvarlara asmaya başladık. Çoğu kişi bizim şirketimize gelince, “Hiç inşaat şirketi gibi değil” derdi. Sonra baktık ofislerdeki duvarlarda yer kalmadı, eserleri bir depoya koymaya başladık. Ancak depoda olmaları bana garip geldi. Çünkü ben bu eserleri bir yatırım amacıyla almıyordum. Başında da böyle yola çıkmamıştım. Bu eserleri kendim ya da bir başkası görmeyecekse alıp da depoya koymanın bir anlamı yoktu.
Müze fikri o zaman mı aklınıza geldi?
Açıkçası bana o zamanlar müze fikri çok iddialı geliyordu. Bu nedenle şöyle bir şey düşündüm: Acaba biz bir depo oluştursak ve bunun bir sergileme alanı olsa, genç sanatçı çocukların sergilerini burada yapsak diye aklımdan geçti. Oto Sanayi Çarşısı’nda altı tamirhaneyi aldık. Bunları yeniledik ve bu şekilde bir depo yaptık. Müzeye gelinceye kadar da eserler orada durdu. Orada sanatçılarla toplantılar yaptık. Müze konusu da bundan sonra gelişmeye başladı. Sonra o başta iddialı gelen konu hele de Eskişehir’i düşününce yapılabilir gibi gözüktü.
Sanat sevgisi sizi nasıl besliyor?
Bizim gibi işler yapan kişilerin gerçekten başka bir soluğa ihtiyacı oluyor. Sanat da önemli bir soluk... Sanatla nefes alma şansınız oluyor.
Sanat sevginiz aslında gençliğinize uzanıyor diyebiliriz sanıyorum değil mi?
Beni iki şey gençken çok heyecanlandırırdı. Birincisi basketboldu. Selim Sırrı Tarcan basketbol salonu vardı. Onun yanında da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası vardır. Benim genelde maçlarım 16.00 gibi o salonda olurdu. 12.00 gibi de Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda halk konserleri yaparlardı. Biletleri oldukça ucuz olurdu. Ben spor çantamı alırdım, ilk önce klasik müzik konserine, sonra maça giderdim.
Ne zaman ‘Ben bir koleksiyoner oldum’ dediniz?
İşim gereği hep yurt dışında olduğum için beni kimse tanımıyordu. İnsanın isminin bilinip de cisminin bilinmemesi kadar güzel bir şey yok. Galerilere gidince hiç kimse beni tanımıyordu. Sergilerde, müzayedelerde kimse benimle ilgilenmiyordu. Bu nedenle de çok rahat hareket ediyordum. Ancak zamanla her gittiğimiz galerinin önünde insanlar, “Erol Bey bir de şuna baksanız” demeye başlayınca anladım ki biz koleksiyoner olmuşuz.
Müzede eserlerinizin bir bölümü yer alıyor sanıyorum. Müzenin de bir teması var. Siz de genelde bu tema etrafında eserlerle mi ilgisiniz?
Renkliliği çok severim. Ancak müzedeki koleksiyonun küratörü ben olmadığım için o renkliliği tam olarak görmüyorsunuz. Ancak depodaki işlerimize bakarsanız bu açıkça görülüyor. Ayrıca benim için esere emek harcanmış olması çok önemli. Bunu hissettiğim eserleri tercih ediyorum. Biraz da cin fikirli işler çok hoşuma gidiyor. Bizim koleksiyonumuzun da tabii ki kendi içinde bir hikayesi olması gerekiyordu. Bunu sağ olsun müze direktörümüz Defne Casaretto yaptı. Defne, “Bunu alalım” dediğinde beğenmediysem onu almadım. Ama Defne, “Bunu almayalım” dediğinde de her zaman kulak kabarttım. Çünkü sadece benim beğenilerim bundan sonrası için yeterli değil. Bence koleksiyonun bir dili var. O dilin de oluşmasındaki en büyük neden Defne. Ben bu işin ne terminolojisini ne tarihsel gelişimini çok iyi bilmiyorum. Benim yaptığım şey basit aslında. Beğendiğim bir şeyi almak. Bir sonraki aşamada da beğendiğim eserleri Defne’yle paylaşarak ilerledim. Biraz da genç çocukları çok önemsedim. Örneğin müzemizde 1990 doğumlu gençlerin bile eserleri var. Bence bu müzenin de önemi orada. Herkesin bu müzede olma ihtimali var.
Kızınız İdil Hanım da müzenin yönetim kurulu başkanı. Müzeye kızınızın katkıları nasıl oldu?
Evet, İdil şu anda müzenin yönetim kurulu başkanı. Kendisi New York’ta. İdil bir kere vizyonumuzu çok genişletti. Ben burayı daha mütevazı bir müze olarak planlamıştım. Eskişehirli genç insanlara modern sanatı hem tanıtmak hem sevdirmek adına bir misyonu olsun diye yola çıkmıştım. Ancak İdil çıtayı çok yükseğe koydu. “Biz global bir müze olmalıyız” diyerek yola çıktı. Bu binayı yaparken de çıtayı çok yukarıya çıkardık. ‘Bu müze her günüyle dünyada gündem oluşturmalı’ diye düşündük. Bunun için de uluslararası sanatçılarla entegre olmamız gerektiğini, İdil bize gösterdi. Sanatın hem muhalif hem tahripkar yüzü de ortaya çıksın istedik. Bunu başta tartıştık açıkçası. Örneğin Dilara Fındıkoğlu’nun kıyafetleri bunun tipik bir örneği. Müzede görevli herkesin kıyfetlerinin çok farklı olması gerektiğini düşündü İdil. Ben biraz karşı çıktım ancak herkes bu fikirden çok hoşlandı. Sonuçta da oldukça farklı bir görünüm ortaya çıktı.
Eski aktifliğinizde olmasa da halen çalışmayı sürdürüyorsunuz. Emekliliği düşünüyor musunuz?
39 yıldır çalışıyorum. Her zaman bir şey yapıyor olacağım. “Her şeyi bırakırım, hiçbir şeyle ilgilenmem” diye bir düşüncem hiç yok.
Türkiye’ye gelmenizle birlikte günlük çalışma rutininiz nasıl değişti?
Arttı. O zaman Türkmenistan’da oturmuş bir sistemim vardı.
Günde kaç saat çalışıyorsunuz?
Eve çok fazla iş götürmem. Evden işe yürüyerek geliyorum. 8-10 kilometre bir yoldan bahsediyoruz. Bunu spor olarak düşünüyorum. 7.30, 8.00 gibi çıkıyorum evden. 9.30 gibi işe başlamış oluyorum. 7.00 gibi de akşam ofisten çıkıyorum. Becerebilirsek arkadaşlarımızla öğlen yemeklerinde bir araya gelip biraz soluklanmaya çalışıyoruz.
YENİ PROJELER YOLDA Yeni dönemde hayata geçirmek istediğiniz yeni projeler var mı? Bence bu saatten sonra benim en önemli işim sosyal sorumluluk projeleri olacak. Bu müze böyle bir işti. Şimdi bir başka projem var. O da yine müzeye ve sanatın içinde olan insanlara destek olmak amacıyla yapacağım bir iş olacak. Bodrum’da bir sanat çiftliği oluşturmaya çalışıyorum. Arazisini aldım. Torba ile Gündoğan arasında ormanın içinde eski bir at çiftliğiydi. Orada özellikle imkanı olmayan ancak sanata tutkulu ve yatkın çocukları bir araya getirmeyi planlıyorum. Çocukları sanatla geliştirmenin yanı sıra Bodrum gibi bir yerde bunu sunma imkanımız olacak. Çiftliğin içine meyve fidanları dikiyoruz. O meyveler kurutulacak mesela. OMM’a destek olmak amacıyla da onların satışından bir gelir elde edeceğiz. Çocuklar orada da çalışacak. Zeytin de toplayacaklar, meyve de kurutacaklar, zeytinyağı da yapacaklar. Ne zaman hayata geçirmeyi planlıyorsunuz projenizi? Herhalde 2 yıl içinde açarız. Meyve fidanlarının büyük bir kısmını diktik. Zeytinyağı makinelerini getirttik. Altyapısıyla uğraşıyoruz. Benim da ara ara karaladığım küçük eskizlerim vardı. Yanlış anlaşılmasın, sanatçılık gibi bir derdim yok. Ancak bu sanat işleriyle uğraşırken ara ara eskizler çiziyordum. Bunları da bu çiftlikte dekoratif olarak da kullanmak istiyorum. |
Defne Casaretto OMM MÜZE DİREKTÖRÜ “Koleksiyonun yönünü birlikte çizdik” CİDDİ BİR KOLEKSİYONERDİ 2014 yılından beri Erol Bey’le çalışıyorum. Profesyonel olarak Erol Bey’le çalışmaya başladığımda zaten kendisi ciddi bir koleksiyonerdi. Biz sadece koleksiyonunun yönünü birlikte çizdik. Müze fikri Erol Bey’in aklında hep vardı. Erol Bey’in vakitsizliğinden dolayı gidemediği etkinlikler oluyordu. Ben koleksiyonerin gözüyle hareket ederek bu etkinliklere katıldım. GENÇ SANATÇILAR Daha sonrasında daha genç sanata yönelmeye başladık. Erol Bey’in hiçbir zaman mevcuttaki modern ustaların eserlerini biriktirmek ya da kronolojik gitmek gibi bir kaygısı olmadı. Kendi zevk ve keyif aldığı eserleri beraber tespit ederken daha genç sanatçıların üzerine yoğunlaştık. Onların kronolojisini yapalım diye düşündük. Çünkü geçmişe dönük kronolojiyi yaratmak çok zor. Erol Bey zaten siz ne kadar ısrar ederseniz edin sevmediği bir eseri kendi koleksiyonunu dahil etmeyen bir koleksiyonerdir. MÜZE FİKRİ Müze hakkında 2015 yılında konuşmaya başlamıştık. Erol Bey bir şeyi düşünür, hemen harekete geçirip sonuca ulaştırır. “Mümkünse dün” diyen bir iş adamıdır. 2016 yılında projeye başlamıştık. Müzenin tasarımı için Kengo Kuma ile anlaştık. 2016 yılında mimar Kengo Kuma’nın Eskişehir’e gelişiyle işler hızlandı. Çok güçlü bir ekiptik ve kısa sürede müzeyi tamamladık. “Koleksiyonun yönünü birlikte çizdik” |
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?